13 Haziran 2021

Bir Yurtseverin Ardından: Dr. ALİ NEJAT ÖLÇEN (1922-2020) Ayça Tekin Koru, Oktar Türel



Bir Yurtseverin Ardından: 

Dr. ALİ NEJAT ÖLÇEN (1922-2020)

Ayça Tekin Koru, Oktar Türel


“Gerçeğin, doğrunun yanında, içinde, arkasında; yanlışın, art niyetin ise karşısında olacağız.”

“Eğer bir siyasal iktidar anayasal kuruluşları karşısına alıyor, eleştiriler karşısında hırçınlaşıyor, … Anayasanın öngördüğü denetim(den) uzak durmaya uğraşıyorsa, o ülkede demokrasinin yerleşmesinin engeli, hükümetin kendisi olur… Muhalefetin anayasal görevi, hükümetin yanlışlarını, yanılgılarını… ortaya çıkarmak, bunu kamuoyuna duyurmak ve yapmakta olduğu anayasal denetimle hükümeti uyarmak, doğru çizgiye getirmektir. Eğer bir muhalefet, anayasal hakkını görev haline getiremiyorsa, topluma karşı da görevini yapamıyor … demektir. Böyle bir iktidar, iktidar olma hakkına sahip olamadığı gibi, böyle bir muhalefet, muhalefet olma hakkına da güç sahip olur… Biz, bir devletin birinci özelliğinin ciddiyet olduğuna inancımızı hâlâ yitirmiş değiliz. Devletin sözüne güvenilir; devlet haksızlık etmez, zulüm etmez, kin duymaz ve intikam almaz… Yasalar, yargılar vardır; (bu ilkeler) Anayasada kuvvetler ayrımının doğal bir sonucu olarak uygulanır demokratik ülkelerde ve Türkiye Cumhuriyeti devletinde …” (Ölçen, 1977: 22-3; 33).

Dr. Ali Nejat Ölçen’i en iyi tanıtan sözcükler, herhalde Köksal’ın (2021: 1) seçtikleridir: “Mühendis, ekonomist, akademisyen, TBMM üyesi, araştırmacı, yazar olarak toplumumuzda çok değerli izler bırakmış gerçek bir aydın”. Bu yazıyı kaleme alanların kendilerini iktisat öğrenmeye özendirmiş ve yönlendirmiş kişiler arasında benzersiz bir yer verdikleri Ölçen’e büyük minnet borçları var. Yazımız anılardan yola çıkarak onu sevgi ve saygıyla sonsuzluğa uğurlamayı değil, onun iktisat ve diğer sosyal bilim dallarındaki çalışmalarını İktisat ve Toplum okurlarına tanıtmayı amaçlıyor.1

 Ölçen’i bir kısmı kitap olarak yayınlanmış, bir kısmı ise araştırma raporları, makaleler ve memorandumlar biçimindeki çalışmalarını dört dönem itibariyle ele alacağız: (i) Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT) ve Hacettepe Üniversitesi’nde geçen hizmet yılları (1960-73); (ii) Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) üyeliği ile örtüşen eylemli siyaset yılları (1973-80); (iii) siyasetten uzak kal(a) madığı, ama yazar ve araştırmacı kimliğinin ön plana çıktığı yıllar (1980-94) ve (iv) esas itibariyle Türkiye Sorunları’na ayırdığı yıllar (1994-2018). 

Bu yazımız bağlamında, su yapıları mühendisi olarak çalıştığı 1948-60 döneminin özellikle ilk dört yılını anlatan otobiyografik eseri Yapı Acısı’na (1958) ve DPT’deki hizmet yıllarından anekdotlarla yüklü Devlet Yokuşu’na (1996a), kısa atıflar dışında, değinmeyeceğiz. Anı yazımının öznelliğinden uzaklaşamayan bu iki kitap, uzmanlık alanı ister mühendislik ister sosyal bilimler olsun, bilinçli her teknokratın temel çelişkisini sergiler: Bir yanda meslek bilgilerini somut tasarımlara dönüştürme sorumluluğu vardır; bu sorumluluk kişisel mesleki yetkinliğin imkân ve sınırları içinde üstlenilir. Öte yandan, bu tasarımlardan doğacak fayda ve maliyetlerin toplum kesimlerine eşitsiz dağılacağını algıladığında, teknokratın “acı”sı derinleşir. 

Ölçen, mühendislik sezgisi ile, Türkiye’de 1950’li yılların ilk yarısında başlatılan altyapı yatırımları hamlesindeki başıboşluk ve hesapsızlığın ciddi kaynak israfına yol açmakta olduğunu kavramış, 1952’de Bayındırlık Bakanlığı Su İşleri Reisliği’nce düzenlenen bir seminerde sunduğu bildiri ile kamu yatırımlarının bir planlama örgütü tarafından verimlilik ölçütlerine uyularak yönlendirilmesini savunmuştur.Bu görüş dönemin Bayındırlık Bakanı Kemal Zeytinoğlu ve yakın çevresince “Gosplan’a özenme” olarak yorumlanmış ve Ölçen’in anılan bakanlıktaki kadrosu 1952 sonunda iptal edilmiştir (Ölçen, 2018a: 43). Bu tarihten ulusal planlama düşüncesinin devlet üst kademelerince benimsendiği Mayıs 1960’a kadar Ölçen, mesleki yetkinliği dolayısıyla kamu bürokrasisinden dışlanmayan, ama dik başlılığı, sözünü sakınmazlığı ve yüksek özgüveni yüzünden kendisine ihtiyatla yaklaşılan bir inşaat mühendisi olarak çalışmıştır. Eylül 1960’ta Genelkurmay Başkanlığı’nın İlmî İstişare Dairesi’nde yedek subaylık görevini yapmakta olan, matematiğe ve analitik düşünceye yatkın bu mühendisin, ilk ulusal plancılar çekirdeğine katılması, anılarında söz ettiği ilginç bir tesadüfün eseridir.3 

Birinci Dönem 

DPT’nin doğuş yılları, ülke iktisadi gündeminin yeniden tanımlandığı, doğru ve etkin kararlar alabilmek için veri toplama ve değerlendirme ihtiyaçlarının hızla arttığı yıllardır.Oysa DPT sınırlı bir kadro ile çalışmalarına başlayabilmiş, kadrosu tedricen genişlemiş, Eylül 1960 tarih ve 91 sayılı Kanun’un öngördüğü kurumsal yapılanma ancak 1960’lı yılların ortalarında tamamlanabilmiştir. 

Bu şartlar altında ilk ulusal plancılar, çok yüksek bir çalışma temposuna erişmek, katı işbölümü kurallarına uymadan örgütte çalışan herkesin tüm bilgi ve deneyiminden yararlanmak zorundaydılar. Kansu’nun (2004: 85) işaret ettiği gibi, Birinci Beş Yıllık Plan (1963-7) hazırlıkları sırasında DPT’de çalışan herkes, “hemen her şey ile meşgul” idi; aşağıda değineceğimiz gibi, Ölçen de böyle bir çalışma tarzının dışında kalmadı (Ölçen, 2018c)5. Söz konusu çalışma tarzı DPT’ye 1960’lı ve 1970’li yıllarda da süregelen bazı bürokratik gelenekler de kazandırdı: 

(1) Uzman ve uzman yardımcılarının bilgi cihazlanmasını lisansüstü eğitimle geliştirmeye büyük önem verilmesi;6 

(2) Plan vizyonunu özel ihtisas komisyonları aracılığı ile daha geniş bir teknik tabana yayma ve bu tabandan sağlanan girdileri plan ve programlara taşıma çabaları; 

(3) DPT jargonunda “staff toplantıları” adı verilen örgüt içi bilgi alışverişleri yolu ile plan ve programların üretimine daha geniş çapta katılım sağlanması, “örgüt mensubu olma” duygusunun pekiştirilmesi; 

(4) Uzman ve uzman yardımcılarının benimsenen DPT çizgisine aykırı görüşlerini memorandumlar yolu ile arşiv kaydına aldırabilmeleri, üst yönetimin bu tür davranışları disiplinsizlik saymama alışkanlığı.7 

*** 

Ölçen’in DPT’de geçen 1960- 71 dönemindeki yazılı ürünleri dört grupta kümelendirilebilir: (1) DPT dışında basılan üç kitabı; (2) yakınlarına övünçle anımsatmaktan hoşlandığı, Weltwirtschaftliches Archiv’de yayınlanmış bir makalesi; (3) DPT’de arşivlenmiş sektör araştırmaları ve (4) DPT’de arşivlenmiş makale, rapor ve memorandumları.Bu çalışmalar üzerinde kısaca duralım. 

Söz konusu üç kitaptan ilki olan Türkiye’de Plan Sonrası İktisadi Durgunluk ve Sebepleri’nde (1964), 1960-1’deki çok düşük GSYH artış hızlarıyla sonuçlanan efektif talep yetersizliğinin analizi yapılmıştır. İkinci kitapta (Akselerasyon Prensibi ve Türkiye’nin Makroekonomik Hedefleri, 1966a), Samuelson’un (1939) kapalı bir ekonomide tüketim artışlarının uyardığı yatırımlarla belirlenen gelir patikaları modeli, açık bir ekonomi için geliştirilmiş ve Türkiye ekonomisinin 1954-62 verilerine dayanılarak marjinal tüketim, ithalat ve ihracat eğilimleri ile hızlandıran katsayısının hangi sayısal aralıklarda, ne tür gelir patikaları oluşturabileceği sorgulanmıştır. Bu patikalar yakınsayabilir, ıraksayabilir, ya da istikrarlı olabilir. Ölçen’in ilgisi kalkınma planının makroekonomik hedefleri ile uyumlu istikrarlı patikalara odaklanmıştır. Üçüncü kitapta ise (Türkiye’nin Endüstrileşme Sorunu, 1969), (i) 1960’lı yıllardaki sanayileşme politikalarımız eleştirilmekte; (ii) sanayileşme önündeki engellerin nasıl aşılabileceği tartışılmakta; (iii) büyük ve küçük ölçekli sanayi kuruluşları arasındaki etkileşim ve organik işbölümü sergilenmekte; (iv) sanayileşmenin dış borç engeline takılmaması için gerekli makroekonomik ölçütler saptanmaktadır. 

Ölçen, Weltwirtschaftliches Archiv’de 1965’de yayımlanan “Yer Seçimi Kuramında Maliyeti En Aza İndirgeme İlkesi” başlıklı makalesinde, talebin fiyat esnekliği düşük olan sınai ürün dallarında yeni bir tesis için optimal yer ve kapasite saptanırken, kârı ençoklaştırma ilkesinin anlamsız sonuçlar vereceğini, bunun yerine ortalama maliyetin en aza indirilmesi ilkesini benimsemenin daha uygun olacağını ileri sürmüş, bu savını 1961’de incelediği Türkiye çimento sanayii verileri ile sınayarak doğrulamıştır.9 

***

1960-1 döneminde Türkiye’nin kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT), 1980’li yıllardaki başıboşluktan uzaklaşma ve DPT Müsteşarı Şinasi Orel’in deyişi ile faaliyetlerini “hesap yolu ile iktisadi esaslara bağlama” gereği ile karşı karşıya idiler (bkz. Ölçen 1961b’deki önsöz). DPT yönetimi bu dönemdeki sınırlı teknik kadrosunu ölçek ve teknoloji seçimi ile kapasite kullanımı açısından ağır sorunlar yaşamakta olan şeker, çimento ve dokuma sektörlerine ilişkin araştırmalara öncelikle yönlendirdi; şeker ve çimento araştırmaları Ölçen tarafından üstlenildi (Ölçen, 1961a; 1961b)10. DPT’de “herkesin her şeyle meşgul olduğu” bu yıllarda Ölçen’in sektör çalışmaları dışındaki konularla ilgilenmemesi söz konusu olamazdı: Birinci Beş Yıllık Plan’ın dayandığı tek sektörlü Harrod- Domar modeline kamu kesiminin tasarruf ve yatırım eğilimlerini yerleştirmekle uğraştığı Ölçen (1962)’den, o yılların çok yetersiz hesaplama imkânlarına meydan okurcasına, 15 sektörlü bir girdi-çıktı tablosunu kullanarak Leontief ters matriksini türetmeye giriştiği Ölçen (1996a: 20-2) ve Kansu’dan (2004: 85) anlaşılıyor. Ölçen, sektör araştırmalarına 1970’li yılların başında, bu kez Akdeniz Bölgesi Fiziksel Turizm Planlaması bağlamında yeniden dönecektir (Ölçen, 1970a). 

*** 

DPT Uzun Vadeli Planlar Şubesi (UVP), 1965’de İkinci Beş Yıllık Plan için altı sektörlü bir tutarlılık modeli tasarlamış, bu sektörlerde ulusal / uluslararası ayrımını gözeterek yurtiçi üretim ve ithalat seçeneklerinin daha sistematik bir biçimde incelenmesini öngörmüştü. Modelin 10 egzojen değişkeninden dördü uluslararası sektörlerin ihracat hedefleri ile ulusal ekonominin ticaret haddi kayıp ve kazançlarına, altısı ise kamu kesimi finansmanının otonom kalemlerine ilişkindi; bu egzojen değişkenler ve 24 önceden belirli değişken yardımı ile modelin üretim, sektörel ve toplam katma değer, yatırımlar, tüketim, ithalat ve cari işlemler dengesinden oluşan 45 endojen değişkeni, sabit fiyatlar cinsinden hesaplanacaktı (DPT, 1965). 

Söz konusu modelin işletilebilmesi için yapılmakta olan çalışmaların beklenenden daha uzun sürmesi ve buna ek olarak DPT müsteşarlığının örgüt içi bilgi akışı ve iletişimi sağlamakta yetersiz kalması, Celasun, Çınar ve Ölçen’in İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı için bir alternatif model önermesine yol açtı (Celasun vd., 1966).11 Chenery ve Bruno’dan (1962) esinlenen bu model, şu öncüllerden yola çıkıyordu: (i) UVP tarafından hazırlanan makro modelin yararlanacağı veri tabanı, yeterince zengin ve güvenilir değildir; (ii) İkinci Plan’a yön verecek Hedefler ve Strateji Belgesi’nin üretilmesi için, az sayıda amaç değişkenini temel araç değişkenleriyle ilişkilendiren, daha basit bir makro model kullanılmalıdır; (iii) DPT makro analizden sektör planlamasına, oradan da proje planlamasına yönelen, yani yukarıdan aşağıya işleyen bir aşamalı plan anlayışı yerine, proje hazırlıklarından başlayan ve aşağıdan yukarıya doğru işleyen bir plan anlayışına yönelmelidir; (iv) bu anlayış doğrultusunda makro model, son aşamada “sektör hesaplarının bir mizanını yapmak” üzere işletilmelidir (Celasun vd., 1966: Bölüm I-III). Sonuçta, Celasun vd. (1966), 11’i endojen olan 17 değişkenli, üç sektörlü, daha toplulaşmış ve yinelemeli (recursive) bir model önermekteydi. 

Bu çıkış, DPT içinde ciddi bir çalkantı yarattı. 1966 sonbaharında UVP Şubesi Müdürü Yalçın Küçük ve (hükümetle arzu ettiği güven ilişkisini kuramadığını düşünen) İktisadi Planlama Dairesi Başkanı Baran Tuncer istifa ettiler. Yaşanan “toz duman arasında kimse, bu modellerden hangisinin daha “iyi” olduğu üzerinde durmadı” (Kansu, 2004: 179). Alternatif modelin yazarlarından Celasun ve Çınar, İkinci Beş Yıllık Plan hazırlıklarına çeşitli biçimlerde katkıda bulunmayı sürdürdüler; Ölçen ise 1966’nın son çeyreğinden itibaren incelemelerini plan ve program uygulamaları üzerinde yoğunlaştırdı.12 DPT üst yönetimi, krizden Plan Hedefleri ve Stratejisi Belgesi’ni Yüksek Planlama Kurulu’ndan geçirerek (Ekim 1966) ve İkinci Plan Uluslararası Kollokyumu’nu başarıyla düzenleyerek (Kasım 1966) çıktı. Bu vesile ile DPT’nin 1966’daki örgüt içi krizi ile Başbakan Demirel’in DPT üst yönetimini siyaseten arzuladığı biçimde yeniden yapılandırma çabalarının tümüyle paralel ilerlediğini kaydetmek yerinde olur (bkz. Kansu, 2004: 170-85). Söz konusu çabaların son adımı, Turgut Özal’ın Ocak 1967’de DPT Müsteşarlığı’na atanması olmuştur. 

*** 

DPT’de derin izler bırakacak bu yönetim değişikliği, Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluş yılları ile örtüşür ve bu yeni üniversite, Ali Nejat Ölçen için de yepyeni bir sayfanın açılmasına vesile olur. Hacettepe Üniversitesi 8 Temmuz 1967 tarihinde kurulur (Tokgöz, 2018: 20); Ekonomi Bölümü ise üniversite ile eş anlı olarak Temel Bilimler Yüksek Okulu bünyesinde faaliyete geçer (Kongar, 2018: 94). Ölçen, işte tam bu sıralarda, Hacettepe Üniversitesi’nde ekonometri derslerini vermek üzere yarı-zamanlı olarak göreve başlar.13 

Bir yanda DPT’de bir yanda da Hacettepe Üniversitesi’nde görev yapan Ölçen, 12 Mart 1971 askeri darbesinin neticesinde ortaya çıkan baskı rejimine karşı, dönemin muhalif sesi olarak ayakta kalma mücadelesi veren Ortam dergisinin ekonomi sayfasına düzenli katkı vermeye başlar.14 Tirajı kimi zaman 70.000’lere ulaşan ve 23 sayılık kısa ömründen sonra kapatılan bu haftalık dergide (bkz. Acar, 2012: 14) Ölçen’in yanlış bulduğu hükümet kararlarını kıyasıya eleştirdiği yazılar, DPT üst yönetiminin dikkatinden kaçmaz. Ölçen, kendisine sunulan “ya yazarlık ya DPT’deki göreviniz” tercihini 29 Kasım 1971 tarihinde yazarlıktan yana kullanır ve DPT’den ayrılır (Ölçen, 1995: 11-12). Bu yetkin ve açık sözlü yurtseverin 98 yıllık uzun ve etkileyici yaşamının birkaç sabitinden biri olan yazı yazma sevdasından vazgeçmeyişi şaşırtıcı değildir. Ölçen’in işsizliği sadece iki ay sürer ve Ocak 1972 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde tam zamanlı öğretim üyeliğine başlar. Takiben, Ekim 1972’de, üniversitenin Nüfus Etütleri Enstitüsü’ndeki doktora programına kaydolur. 

Ölçen’in 1968-73 döneminde başlamış ve/ya tamamlanmış yazılı ürünleri iki grupta kümelendirilebilir: (1) Verdiği ekonometri dersleri için hazırladığı ders kitabı; (2) Doktora tezi. 

*** 

Ölçen, Ekonometriye Giriş (1970b) ders kitabının başlangıç bölümünde, bu kitabı yazmaktaki amacının, Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğrencilerinin ekonomik sorunları çözebilecek nitelikte yetişmesine katkıda bulunmak olduğunu belirtmiştir. Kitaptaki formülleri Ölçen’in el yazısı ile yazması, o yıllarda ülkemizde matematiksel yazım biçiminin pek gelişmemiş olduğunun bir kanıtı olduğu kadar ekonomi bölümlerinde niceliksel yöntemlerin kullanım derecesi konusunda da bilgi vericidir. 

Kitabı yazarken dönemin pek çok mikroekonomi, makroekonomi ve ekonometri kitabından faydalanan Ölçen, ekonometriyi Günter Menges’i (1961) takip ederek tanımlar: Ekonometri, matematik ve istatistiğin ekonomiye uygulanmasıdır. Ekonometri, matematik, istatistik ve ekonomi kümelerinin ara kesitidir. Kitabın ilk bölümü olan mikroekonometri kısmında talep fonksiyonu, esneklik, mikro ve makro talep fonksiyonları arasındaki farklar, üretim fonksiyonu, kazanç ençoklaştırması, maliyet esnekliği, Cournot dengesi gibi pek çok konunun üzerinde durur. İkinci bölüm olan makroekonometri kısmında prodüktif kapasite, parasal ve reel gelir, istihdam ve yatırım fonksiyonları, yatırım türleri, genel denge ilişkileri ve miktar teorisini kapsar. Son bölüm olan ekonomik gelişme modellerinde ise, model sorunu ile statik ve dinamik büyüme modellerini detaylı olarak ele alır. 

Doğumu XX. yüzyılın başlarına denk gelen modern ekonometrinin gelişimi çeşitli kaynaklarda etraflıca incelenmiştir.15 Henry Moore, Warren Persons, Ragnar Frisch, Tjalling Koopmans, Trygve Haavelmo gibi ekonometrinin kurucu babaları arasında Jan Tinbergen’in Ölçen üzerindeki etkisi en fazladır ve doğrudandır.16 DPT’de çalıştığı yıllar boyunca kullandığı ekonometri, Gauss- Markov varsayımlarının doğruluğunu temel almakla birlikte, tıpkı Tinbergen’in analizlerinde olduğu gibi hata veya bozulma terimleri içermeyen deterministik denklemlerden oluşur. 

1950’lerde Cowles Komisyonu tarafından biçimlendirilen ve bugün öğretilen ekonometrinin temeli sayılan olasılık esaslı modellere Ölçen’in çalışmalarında rastladığımızı söyleyemeyiz. Dolayısıyla, Hacettepe’de anlattığı dersin temelinde DPT yıllarında kullandığı ekonometrik yöntemler bulunur. Dahası, Ölçen, Ekonometriye Giriş adlı eserinde bugün anladığımız ekonometriden çok, ekonomi disiplininin matematikle buluşmasını, ekonomik sorunların çözümüne yönelik denklemlerin içerik ve doğuş nedenlerini açıklar. 

Bu seçiminin altındaki nedenlere ilişkin ipuçları, kitabın son bölümünde mevcuttur (Ölçen 1970b: 94-95). Ölçen, bu sayfalarda, 1963 yılının 7-13 Ekim günlerinde Vatikan’da gerçekleşen ve dönemin yıldız ekonometicilerini bir araya getiren atölyeye yer verir. Richard Stone ve Prasanta Chandra Mahalanobis’in modelleme konusundaki görüşlerine kısaca değinen Ölçen, hemen akabinde kendi sentezini oluşturur. İlk olarak, ekonomik modellerin, olayın kendisini değil, onun görüntüsünü yansıttığını ve dolayısıyla model bulgularını tam bir kesinlikle savunmanın mümkün olmadığını kabul eder. Ancak, “[ö]lçme ve hesaplama metodlarını kullanmadan, ekonomi olaylarını el yordamıyla sezinleyerek, ya da onları bize daha iyi anlatan dâhileri bekliyerek, karar alma ve uygulama olanaklarından yoksun kalma[k] da doğru olmayacaktır” (Ölçen, 1970b: 95) sözleriyle modelleme öğrenme ve uygulamanın tek çıkar yol olduğunu ifade eder. Kanımızca, bu sözler bir taraftan Ölçen’in pragmatist ve çözüm odaklı mühendis yüzünün, diğer taraftan ise memleketini ileriye götürmek için çabalayan planlamacı yüzünün birer yansımasıdır. Esas amacı, öğrencileri, ekonomik sorunlara somut çözümler üretebilecek bilgilerle donatmaktır ve bunu sağlamanın birinci adımı kuram ve modelleme bilmektir; uygulamalı ekonometri bilgisi bunun doğal sonucu olarak zaten ortaya çıkacaktır. 

*** 

Ölçen’in eserleri arasında hem birinci, hem de ikinci dönemi kesen eseri, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü bünyesinde yazdığı doktora tezidir; zira 1972 senesinde başlayan doktora çalışmaları 1978 yılında sonuçlanmıştır.17 Ölçen, “Nüfus Sorunu ve Toplumsal Sağlığın Ekonomik Analizi” (1979) adlı doktora tezine, nüfus konusunun ekonomi disiplini içindeki yerini tartışarak başlar: Klasik düşünürler emeğin düşük istihdamını incelemezler; ne de olsa ücret, işgücü arz ve talebi arasındaki dengeyi sağlayan manivela görevini görmektedir. Keynesçi yaklaşımda işsizlik mevcuttur ve çözümü, üretim büyümesi ile artacak işgücü talebindedir. Neoklasiklere göre ise, nüfus, sistemi dışarıdan etkileyen bir biyolojik olaydır; dışsaldır. 

Ölçen’e göre her üç kuram da Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin artan nüfus sorununu göz ardı ettiğinden, bu kuramlar çerçevesinde işsizlik meselesine çözüm bulmak güçtür. Bu sebeple, Ölçen, tezinde nüfusu içsel bir değişken olarak kabul eder; işgücü arzının planlanabileceği düşüncesi ile bu alana ayrılacak kaynağın gelir ve gider akımları arasındaki bağlantısını hem mikro hem makro açıdan kurarak yazına katkıda bulunmayı amaçlar. Diğer bir amacı ise kamu yöneticilerine ve siyasal karar organlarına geniş kapsamlı toplum sağlığı alanının sanayi yatırımları kadar verimli olduğunu göstermektir. 

Konuyu doktrin tartışmalarının ötesinde bir bilimsel bağımsızlıkla ele almak isteyen Ölçen, ilk olarak, Türkiye örneğinin çarpıcılığına dikkat çeker. Türkiye, 1950’ler ve 1960’lar boyunca Thomas Malthus’un nüfus baskısını (25 yılda bir ikiye katlanan nüfus) belirtmek üzere sözünü ettiği ‰26.5 oranında nüfus artış hızlarına sahne olmuştur. Bu büyümenin yanı sıra, ülkede kırdan kente göç artmış, aktif nüfus dengesi bozulmuş, kırsal nüfus artış hızı ‰7 gibi bir orana gerilerken, aynı hız kentlerde ‰61.5’e kadar yükselmiştir. Hâl böyle olunca da işgücü arzındaki bu dengesiz büyümeyi karşılayacak oranda işgücü talebi yaratılamamış, ortaya çıkan işsizlik artışı diğer ekonomik ve sosyal sorunları da beraberinde getirmiştir. Ölçen’e göre, Türkiye’de kalkınma planlarında istihdam sorununa Neoklasik ya da Keynesçi bir yaklaşımın egemen olması -yani üretim arttıkça istihdam dengesinin kendiliğinden oluşacağı öngörüsü- sebebiyle bir istihdam modeli kurulmamıştır. 

Tezinin birinci bölümünde, Ölçen, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde istihdam dengesi hedefine, işgücü talebini artıran etkilerle işgücü arzını frenleyen etkilerin bir arada ele alınması ile ulaşılabileceğini iddia eder. Buradan hareketle, toplum sağlığına kaynak ayırmak nedeniyle büyüme hızında uğranılan kaybın, nüfus artış hızındaki azalma ve dolayısıyla kişi başına artan ulusal gelirle dengelendiğini Etimesgut Deneyi18 verileri ile destekler ve bir dayanak noktası haline getirir. İkinci bölümde, nüfus planlamasının makroekonomik gelir etkisini hem otonom gelir üzerinden hem de karşılaştırmalı olarak inceleyen Ölçen, ilk olarak teorik bir çerçeve sunar, sonra da bunu Etimesgut Deneyi’nden üretilen veriler ile test eder ve Türkiye toplamı için tahminler üretir. 

Ölçen, tezinin üçüncü ve dördüncü bölümlerinde, nüfus planlamasının sırasıyla, mikroekonomik ve makroekonomik gelir-gider analizlerini sunar. Hayat tablolarına ilişkin veri yoksunluklarının üstesinden gelecek çözümler üreterek, hayatı korumanın değerini üçüncü bölümde hesaplar. Dördüncü bölümde ise, o yıllarda Türkiye’de teknoloji üretimi değil de ithali sebebiyle hızla artan ve emek talebini daraltıcı nitelikteki teknolojiye ilişkin kanıtlar sunar ve sonra üç seçenekli bir makroekonomik model ortaya koyar. Buna göre, (i) teknolojik gelişmelere uyumun zamana yayılması; (ii) nüfus planlaması ile aktif nüfus artış oranının frenlenmesi; (iii) işgücü talebine artış sağlayacak ekonomik büyüme hızına erişilmesi gerekmektedir. Ölçen, bu gerekleri ekonometri yardımıyla rakamlara döker ve Türkiye gibi yatırımlarda tasarruf yetersizliği veya temel girdilerin sağlanmasında tıkanıklar yaşayan, kırdan kente göçün yüksek oranlarda seyrettiği gelişmekte olan ülkelerde, nüfus planlamasının sanayi yatırımları kadar verimli olduğuna ilişkin kanıtları sunar. Bunu yaparken de bu yeni uygulamanın gelir ve gider akımları üzerindeki etkilerini göz önüne almayı ihmal etmez. 

Ölçen, tezinin son bölümünde, kamu yönetiminin nüfus planlamasına kaynak ayırmak istememesi gerçeğini ortaya koyar: Bir yanda iktisadi büyümenin gereği olarak sanayi alanına orantısız kaynak ayrımının ortaya çıkardığı sağlıkta kaynak yetersizlikleri, diğer yanda ise nüfus planlaması konusunda siyasal karar organlarında görülen çekingenlik ve kararsızlıklar mevcuttur. Bu durumda, Ölçen, geniş kapsamlı toplum sağlığı programının tüm işletme giderlerinin aktif nüfus tarafından finanse edilmesine olanak tanıyan otofinansman konusunu ele alır. 1965 sabit fiyatları ile aktif nüfus başına 125 TL’lik prim ödemesi ile cari toplum sağlığı giderlerinin karşılanabileceğini hesaplayan Ölçen, esasında, tezinde, gelişmekte olan ülkelerin önemli bir sorununu ortaya koyar, titizlikle inceler ve somut çözüm önerileri sunar. 

*** 

Ölçen, DPT ve Hacettepe Üniversitesi’ndeki hizmet yıllarında yazdığı rapor, inceleme, makale, ders kitabı veya tez çalışmalarına ek olarak OrtamToplumÖzgür İnsan gibi aktüel dergilerde yazmayı da sürdürür. Dergi yazılarının pek çoğuna ulaşmak bizim için mümkün olmadığından, burada, o faaliyetlerine ilişkin bütüncül bir değerlendirme sunamıyoruz; ancak, bu yazılarının aktif siyasete girmesinde önemli bir rolü olduğunu düşünüyoruz. Zira, Ölçen’in CHP kadroları tarafından siyasete davet edilişi, bu sıralara, yani 1973 yılına denk gelecek; o yıl içinde Bülent Ecevit’in Kykent ve Halk Sektörü konusunda çalışmalar yapan grubuna katılacaktır. Bir süre sonra da, Abant’ta gerçekleşen bir toplantıda, yeni dönemde kontenjandan milletvekili olma teklifi alacak ve kısa akademik yaşamı 8 Eylül 1973 gününde noktalanmış olacaktır (Ölçen, 1995: 12, 26). 

İkinci Dönem 

Ölçen, TBMM’nin 14’ncü ve 15’nci dönemlerinde (Ekim 1973-Eylül 1980) İstanbul milletvekilliği yapmış; 14’ncü dönemin son iki yılında CHP Grup Başkanvekilliğini de üstlenmiştir. Bu “eylemli” siyaset yıllarında üç kitap yayınlamıştır: Halk Sektörü (1974); Demokratik Sosyalizme Giriş (1976) ve Faşizm Millet Meclisi’nde Yargılanıyor (1977). Bu kitapların ilk ikisi, 1973-7 döneminde Türkiye’deki “halk sektörü” kavramına odaklanır. 

Türkiye’nin 1962-70 orta dönemli çevrimi ekonomik büyüme, tasarruf ve yatırım eğilimleri ve GYSH’daki yapısal dönüşüm açılarından olumsuz geçmiş sayılamazdı19; ancak gelir bölüşümü ve toplam istihdamda izlenen gelişmeler tatmin edici değildi. Büyük ölçekli özel girişimciler ile, büyük ölçekli girişimlerde çalışan, çoğunlukla sendikalaşmış işçiler dışındaki geniş toplum kesimleri, mutlak gelir kayıpları yaşamasalar bile, bu kesimlerin göreli gelir konumları kötüleşmişti (Keyder, 1987: Bölüm VII-VIII). İç göçler düşük gelirli ve gelgeç işlerde çalışanları kentlere yığmaya başlamıştı. 

CHP’nin 1973 Seçim Bildirgesi Ak Günlere (CHP, 1973), bu olumsuz gelişmelerin yarattığı toplumsal tedirginlikleri yansıtır ve üretim/bölüşüm düzlemlerindeki sorunlara, kamu sektörü / özel sektör ikilliğinin (dualism) dışında, “halk sektörü” olarak adlandırılan üçüncü bir sektörün oluşumunda çözüm aranır. Ölçen’in de hazırlanmasına katkıda bulunduğu bu bildirgede halk sektörü, “köylü kooperatifleri, sosyal güvenlik ve yardımlaşma kurumları, sendikalar, yurt dışındaki işçi ortaklıkları ve benzeri halk ortaklıklarının girişimleri” olarak tanımlanır (CHP, 1973:65). 

Bu tanımda örtük olarak varsayılan şey, özel mülkiyete konu olan halk sektörü girişimlerinin “özel sektör”den ölçek, mekân ve teknoloji seçimi bağlamında farklılaştığıdır. Ölçen bu farklılaşmalara iki boyut daha ekler: (i) özel sektörde üretim, kârı ençoklaştırma amacı ile, halk sektöründe ise maliyetin en aza indirilmesi amacı artı sosyal amaçlar ile yönlendirilir 20; (ii) halk sektörü girişiminin yönetimine sermaye sahipleri ve/veya onların vekilleri yanında, çalışanlar ve aynı mekânda yaşayan yurttaşlar da katılır; bu sürece yeni hukuksal düzenlemelerle işlerlik kazandırılmalıdır (Ölçen, 1974; Bölüm 1-2; BTHAE, 1975; 80-8). Ona göre, halk sektörü kişisel inisiyatif ve tasarrufları harekete geçirmekte, üretim birimlerine yönetsel ve teknik personel derlemekte büyük güçlüklerle karşılaşmayacak, ama sektörün kendisine özgü finansman ve teknik yardım ihtiyaçlarına katkıda bulunmak üzere “Halk Sektörü Yatırım Bankası” ile “Halk Sektörü Proje Ofisi”nin kurulması gerekecektir.21 

Ak Günlere bildirgesinde ve Ölçen’de (1974; 1976) yer alan köykentler/özyönetim/halk sektörü tasarımları, birbirlerini tamamlayan ve toplumun demokratikleşmesi sürecine katkıda bulunması öngörülen bir üçlü oluşturur. Köykentler küçük ölçekli, emek-yoğun ve genellikle tüketim malları ve yerel hizmetler üreten girişimlerin mekânı olarak, kırsal alanı boşaltan ve yoksullaştıran iç göçlerin frenlenmesine yardımcı olacaktır. 

Ölçen, Demokratik Sosyalizme Giriş’in (1976) ikinci bölümünde kapitalizmin tarihsel evrimine ve XX. yüzyılın ikinci yarısında emeğin ekonomik karar alma süreçlerine katılımına değinmekle birlikte, bu kitapta demokratik solun siyasal iktisadını esas itibarıyla halk sektörü bağlamında inceler. Türkiye’de 1970’li yılların ikinci yarısında yoğunlaşan ve siyasal/ekonomik gündemi değiştiren krizler, 1977 seçim bildirgesinden de anlaşıldığı gibi, CHP üst yönetimini daha önceki yıllarda halk sektörü üzerine koyduğu vurgudan uzaklaştırmış, aynı tutum CHP’nin 1980 sonrası ardıllarında da sürmüştür. Ortodoks iktisat anlayışının giderek güçlendiği bir evrede kapitalizme eleştirel yaklaşım, dünyada da, Türkiye’de de merkez sol siyaset için öncelikli olmamıştır. 

*** 

Ölçen’in siyasal polemik niteliği ağır basan kitaplarını bu yazımızda ele almıyoruz. 1977 genel seçimleri ardından Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinin programı üzerine TBMM’de yaptığı konuşmayı derleyen Faşizm Millet Meclisi’nde Yargılanıyor (1977) bunlardan biridir.22 Araştırmacı-yazar kimliğinin ön plana çıktığı 1980 sonrasında yayınladığı 3 kitap da kanımızca aynı kategori içinde yer alır: Ecevit Çemberinde Politika – Politika Çemberinde Ecevit (1995); CHP’de Cahit Kayra ve Marjinal Siyaset Teorileri (2015); Köklerinden Koparılan CHP (2016). Bu kitapların incelenmesi, kanımızca, biz iktisatçılardan çok, siyaset tarihçilerinin uğraşı olmalıdır. Benzer şekilde, oğlu Demir’in yaşadığı kalıcı sağlık sorunlarından etkilenerek eşi Makbule Ölçen ile birlikte yazdığı Özürlüler Hukuku (1991) ve babası Albay Mehmet Arif Ölçen’in (1893-1958) Sarıkamış yenilgisinden sonra Çarlık Rusya’sındaki tutsaklık anılarını derlediği Vetluga Irmağı (1994) da ilgi alanımızın dışında kalmış bulunuyor. 

Üçüncü Dönem 

Ölçen’in 1980-94 dönemindeki ilk eseri olan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Kuvvetler Ayrımı ve Siyasal İşkenceler (1982), bir siyasal tarih referansı ile birlikte okunmadan kolay anlaşılamaz. Bu nedenle, burada bir parantez açarak, önce Osmanlı İmparatorluğu’nun 1908-18 döneminde tarihsel bir rol oynamış olan İttihat ve Terakki (İT) hareketi üzerinde duracağız. İT başlıca üç evreden geçmiştir (Tunçay, 1995; Akşin, 2007): 

(1) İT, Temmuz 1908 Devrimi’nden Nisan 1909 kalkışmasına (popüler adıyla 31 Mart Vakası’na) kadar geçen sürede Meclis-i Mebusan’da (kısaca MM) birinci parti görünümünde ise de, ülkenin siyasal hayatına egemen olacak güçten yoksundu.23 

(2) Nisan 1909 kalkışmasından Bab-ı Âlî Baskını (Ocak 1913) olarak adlandırılan darbeye kadar İT, Tunçay’ın (1995: 32-6) deyişi ile, bir “denetleme iktidarı” oluşturma çabasındaydı. Ağustos 1909’da 1876 Kanun-u Esasi’si geniş ölçüde değiştirildi ve demokratikleştirildi. Ancak 1910’dan itibaren İT, başlangıçtaki özgürlükçü çizgisinden uzaklaşmaya ve Kanun-u Esasi’de yürütmeyi MM aleyhine güçlendirici değişiklikler yapmaya yöneldi.24 Dönemin bir başka ilginç gelişmesi, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın (Kasım 1911) İT’ye ciddi bir rakip olarak ortaya çıkmasıdır. Söz konusu evrenin sonu, Osmanlı İmparatorluğu’nun iki trajik yenilgisi ile örtüşür (Trablusgarp Savaşı (Eylül 1911- Ekim 1912) ve Balkan Savaşı (Birinci Aşama Ekim 1912-Ocak 1913). 

(3) Ocak 1913 – Aralık 1918 döneminde İT diktası yaşanmıştır. 

Ölçen, Osmanlı Meclis-i Mebusanı…’nda Şubat 1909, Şubat 1910 ve Aralık 1910 tarihli birleşimlerin tutanaklarına başvurarak, MM üyelerinin kuvvetler ayrılığı ve kişisel özgürlüklerin korunması konusundaki tutumlarını inceler. Şubat 1909’da, yani MM çalışmaya başladıktan sadece iki ay sonra, sadrazam Kâmil Paşa güvensizlik oyu ile düşürülmüş, bu kararda İT’nin parlamento dışı baskıları da etkili olmuştur. Ölçen’e (1982: 19-33) göre, söz konusu karar, MM çoğunluğunun kuvvetler ayrılığı ilkesine sahip çıkmakta başarısız bir sınav verdiğine işaret etmektedir. Buna karşılık Şubat 1910’da MM çoğunluğu, meclisin yasama erkini korumakta duyarlı davranmış ve İT’nin Meclis-i Âyân’ı kayıran tasarısının reddini sağlamıştır. Aralık 1910 oturumlarında ise, 1910’un ikinci yarısından itibaren İT’nin muhalifler ve basın üzerinde yoğunlaşan baskı ve şiddetine karşı tepkiler dile getirilmekle birlikte, bu sorunların bir meclis komisyonu kurularak MM’de araştırılması önerileri kabul görmemiştir. 

Ölçen (1982: 13-7) MM’deki mebusların siyasal görüşlerindeki çeşitliliğe rağmen, kişisel özgürlükleri, anayasal düzeni ve meşruluğu savunmakta ve hükümetin uyguladığı iktisat politikalarını eleştirmekte zaman zaman birleşebildiklerini göstermekte ve bu demokratik tavrın İT iktidarı tarafından engellendiğini ileri sürmektedir.25 Ona göre, İT’nin anti-demokratik davranış biçimi 1950’li yıllara doğru CHP, 1960’lı yılların sonuna doğru DP iktidarlarına egemen olmuş, kişisel hak ve özgürlükleri koruma ve genişletme vaadi ile yola çıkan bu siyasal akımlar, giderek demokratik düşünce ve siyasal eylem alanını daraltmışlardır. Bunun siyasete içkin nedenleri ülkenin yerleşik ve zor kullanımına dayalı siyasal kültürünün aşılamamasında ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin toplum hayatına yerleşememesinde aranabilir. Ölçen, dışsal nedenlerin geniş halk kesimleri ve siyasal iktidar arasındaki çelişkilerde yattığı kanısındadır: siyasal kadrolar, toplumsal gelişme hedeflerini ve bunlara erişmek için kullanacakları araçları tam bir açıklıkla belirlemeden iktidara geldiklerinde, karşılaştıkları uygulama başarısızlıkları önünde hoşgörüsüzlüğe ve despotizme savrulmaktadır.

*** 

Bilindiği gibi, Türk-İslam Sentezi, Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son yirmi yılındaki siyasal tartışmalarda önemli bir yer tutan Türkçü ve İslamcı görüşlerin 1960’lı yıllar ve sonrasında yeniden eşleştirilmesi üzerine inşa edilen ideolojik bir kurgudur ve günümüzdeki Cumhur İttifakı’nın bu sentezin yeni bir versiyonuna yaslandığı ileri sürülebilir (Kadıoğlu, 2020). Bu kurguda çağdaşlaşma, esas itibarıyla, gelişmiş ülkelerdeki bilimsel ve teknolojik yeniliklerin ülkemize aktarılması ve özümsenmesine indirgenmekte, ama başta İslamiyet olmak üzere toplumumuzun geçmişten miras aldığı kültürel normların titizlikle korunması öngörülmektedir. Türk-İslam Sentezcileri, her kültür politikasının temel ilkeleri olması gereken yaratıcılık, bütüncüllük ve süreklilik’in son ikisini vurgulayan, fakat yaratıcılığı besleyen demokrasi, çoğulculuk, hoşgörü ve laikliği göz ardı eden bir tutuma yatkındılar (Güvenç vd., 1991: 51-2). 

12 Eylül darbecileri ve 1980’li yıllardaki ANAP hükümetleri, İslam dinini işlevselleştirerek, onu sosyalizme karşı bir engel ve toplumsal bütünlüğü sağlayıcı bir kurum olarak algıladılar ve Türk-İslam Sentezcilerine yakınlaştılar. Bu yakınlaşmanın kayda değer iki ürünü, Milli Kültür Raporu (DPT, 1983) ve Milli Mutabakatlar Çağrısı’dır (Ergin vd., 1986).26 Türkiye’nin ilerici çevreleri, bu iki belgede önerilen kültür politikasının otoriter ve totaliter niteliğine ciddi eleştiriler yöneltmiştir. 1990’lı yılların başında bu tür eleştirilerin en kapsamlı ve tutarlıları, üç kitapta yer almıştır: Timuroğlu (1991), Güvenç vd. (1991) ve Ölçen (1991). Biz, bu yazı bağlamında bunlardan üçüncüsü üzerinde duracağız. 

Ölçen, anılan kitabında Türk-İslam Sentezi üzerine bir değerlendirmeyi günümüzdeki Müslüman toplumların bilimsel, kültürel ve ekonomik azgelişmişliğinin nedenlerine dayandırma gereğini duymuş; kitabının altı bölümünün beşinde bu sorunsalı ele almıştır. Kitabın birinci bölümünde üç “semavi” dinin kutsal kitaplarındaki insan perspektifi ve toplumsal düzenleme ilkeleri özetlenmektedir. İkinci bölümde, farklı değer sistemleri üzerine kurulmuş olan bilim ve dini bağdaştırma ve kutsal kitaplarda bilimsel bulgular arama çabalarının beyhudeliği, (somut örnekler verilerek) ortaya konulmaktadır. Ölçen’in bu konudaki önerisi, “Kuran’ı bilimsel hurafecilerin elinden kurtarmak” ve ait olduğu kişisel inanç dünyasına bırakmaktır. Üçüncü bölümde, Müslüman toplumların IX-XIII. yüzyıllarda bilim ve felsefe alanlarında gerçekleştirdikleri atılımların niye sürdürülemediği sorgulanır ve bunun nedenleri arasında İslam’ı siyasal ve ekonomik amaçları için araç olarak kullanan egemen sınıfların ve yönetimlerin yarattığı olumsuzluklar vurgulanır. Dördüncü bölümde, XIX. yüzyıl ve sonrasında “İslam’da reform” gereğini algılayan, fakat “ehl-i sünnet vel cemaa” geleneğinden kopamayan İslamcı yazar ve düşünürlerin oydaştığı ve savunduğu felsefi ilkeler üzerinde durulur. Beşinci bölüm, aşağıda ele alacağımız gibi, Türk-İslam Sentezi’ne ayrılmıştır. Altıncı ve son bölüm ise, İslamcı yazarların tarihsel (veya diyalektik) maddeciliğe hangi argümanlarla karşı çıktıkları irdelenir ve bu argümanların pek çoğunun yetersiz veya yanlış olduğu ortaya konulur. 

Ölçen’in Türk – İslam Sentezi’ne dönük eleştirileri, kitabın beşinci bölümünü oluşturmaktadır. Bu bölümde Ölçen, sırayla şu uğraşlara yönelmektedir: (i) Türk-İslam Sentezi’nin analitik ve olgusal yanlışlıklarını sergilemek; (ii) 1970’li yıllar ve sonrasında orta ve yükseköğretimde kullanılan ahlak, biyoloji ve felsefe ders kitaplarına “sentez” yandaşı yazarların yerleştirdikleri yanlış veya gerçek dışı önermelere işaret etmek; (iii) Türk-İslam Sentezi’nin temel referanslarından biri olan Milli Kültür Raporu’nun bilim dışı / antidemokratik / totaliter öğelerini vurgulamak. Bu uğraşlarda vardığı sonuçlar, açık ve inandırıcıdır.

*** 

İngiltere’nin kendi uluslararası ticaret ilişkileri coğrafyasında kilit yer tutan iki ülkeyi (yani Çin ve Osmanlı İmparatorluklarını) XIX. yüzyıl ortalarında serbest ticarete nasıl yönlendirdiği, Ölçen’de (1992) incelenmektedir. Çin’de bu yönlendirme, kaba askeri güç kullanılarak Birinci (1839- 42) ve (Fransa’nın da katılımı ile) İkinci (1856-60) Afyon Savaşları ile gerçekleştirilmiş; Çin yönetimi Nanking (1842) ve Tientsin (1858) Antlaşmaları’nı ve Peking Konvansiyonu’nu (1860) kabul etmek zorunda kalmıştır.27 Ölçen (1992), bu süreci ve İkinci Afyon Savaşı ile örtüşen Taiping İsyanı’nı (1850- 64) Marx’ın 1853-8 yıllarında New York Daily Tribune’da yayımlanan onbir makalesi yardımıyla okura aktarmaktadır. Marx, bu makalelerinde İngiliz emperyalizminin ticareti serbestleştirmekte araç olarak kullandığı (i) Çin’deki İngiliz diplomatik temsilcileri; (ii) İngiliz hükümeti; (iii) İngiliz parlamentosu ve (iv) Çin kamu yöneticilerinin eylem ve tutumlarını özenle sergilemiştir.28 Osmanlı yönetiminin siyasal aczi ve ticaret tavizlerine açık tutumu dolayısıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nda dış ticareti serbestleştirmek için İngiltere’nin Çin’deki gibi silah gücüne başvurması gerekmemiş, serbestleşme Balta Limanı Anlaşması (1838)’na varan müzakereler ile sağlanmıştır. İngiltere’nin Asya ülkeleriyle oluşturduğu ticaret ağlarının geliştirilmesi için Osmanlı İmparatorluğu ile çatışma gerekli olmamış; tam aksine, onun ayakta kalabilmesi ve toprak bütünlüğünün korunması öngörülmüştür. 

XIX. yüzyıl ortalarında Çin’de ve Osmanlı İmparatorluğu’nda merkezi hükümete karşı iki önemli ayaklanmanın (Çin’de Taiping isyanı (1850-64) ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyanı (birinci aşaması 1831- 4, ikinci aşaması 1839-40)) birbirine yakın dönemlerde patlak vermesi ve bazı benzer özellikler taşıması, Ölçen’e (1992: 9) göre rastlantısal değildir; İngiltere’nin başını çektiği “serbest ticaret emperyalizmi”ne karşı yükselen tepkilerle bağlantılıdır. 

Kısa sürede bütün Güney Çin’de yayılan Taiping isyanının önderleri, yabancıların Çin’de ticaret yapmalarına doğrudan karşı çıkmamakla birlikte, Çin’e afyon ithalinin yasaklanmasını, yerel üreticiler üzerindeki ağır vergilerin azaltılmasını, yoksul köylülere toprak dağıtacak bir reformun yapılmasını, kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını amaçlamaktaydı. Bu hareket, ideolojik bütünlükten, güçlü bir liderlik ve örgütlenmeden yoksun olduğu için, amaçlarına ulaşamadan dağılmış; silahlı çatışmalar yanında, salgın hastalıklar ve açlık, 20 milyon (günümüz tarihçilerine göre yaklaşık 70 milyon) insanın ölümüne yol açmıştır. 

Mehmet Ali Paşa’nın Mısır Valiliğine atandığı 1804 yılından itibaren izlemeye başladığı gelişme politikasının temel bileşenleri, (i) feodaliteyi çökerten bir toprak reformu, (ii) ekonomik altyapının güçlendirilmesi, (iii) bütçe dengesini kollayan mali reformlar; (iv) yerel ürünleri yurt içinde işlemeye dayanan korumacı bir sanayileşme; (v) dış borçlanmadan kaçınma ve (vi) güçlü bir ordu kurulması idi (Ölçen, 1992: 22- 31). Bu politikalarla kayda değer başarılar elde edilmiş; isyanın ilk aşamasında Osmanlı orduları yenilgiye uğratılmıştır. 

Ancak emperyalizm için siyasal ve ekonomik ilişkileri isyancıların kuracakları rejimler yerine, çürümüş imparatorluk yönetimleriyle sürdürmek daha akılcıdır. Çin’de isyancılar gelişmiş ülke yönetimleriyle temas ve uzlaşı arayışlarına olumlu cevap alamamış ve başarısızlığa mahkûm edilmişlerdir. Osmanlı örneğinde ise, Mehmet Ali Paşa’ya haddini bildirmek gerekmiştir: İngiltere’nin ve diğer bazı Avrupa devletlerinin askeri desteği ile oğlu İbrahim Paşa’nın ordusu, Suriye, Lübnan ve Filistin’de bozguna uğratılmış; Mehmet Ali Paşa, veraset yolu ile ahfadına da intikal edecek Mısır Valiliği ile yetinmek ve bağımsız kalkınma politikalarından vazgeçmek zorunda bırakılmıştır. 1870’li yıllara yaklaşıldığında Mısır ekonomisi ve sanayii, tüm Osmanlı ekonomisi gibi, yıkıma doğru ilerlemektedir. Ölçen, Osmanlı’nın trajik biçimde sonlanan tarihsel serüvenine 2006’da Kendini Yok Eden Osmanlı1535-1914 ile yeniden dönecektir. 

*** 

Egemenliği altındaki halkların refahı Doğu-Batı ticaretine çok bağlı olan Osmanlı İmparatorluğu’nun XVI.- XVII. yüzyıllarda Doğu Akdeniz’i siyasal kontrol altına almak ve Akdeniz’de İtalyan, İspanyol ve Portekiz ticari rekabetini kırmak istemesinin nedenleri kolaylıkla anlaşılabilir. İmparatorluğun Fransa’ya 1528 ve 1535 tarihli ahitnamelerle tanıdığı ve daha sonraki yıllarda genişleterek yenilediği ticaret imtiyazları yanında, XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İngiltere ile gelişen ticaret ilişkileri de bu bağlamda mütalaa edilmelidir.29 

Ancak, Ölçen’in (2008: Bölüm 1-2) açıkça ortaya koyduğu gibi, İmparatorluk söz konusu ticaretin kazançlarından tatminkâr bir pay elde edememiştir. Onun çarpıcı deyişi ile, “Akdeniz’de Osmanlı’nın savaş kadırgaları vardı; Batı’nın da ticaret gemileri” (Ölçen, 2008: 210). Osmanlı, XVI. ve XVII. yüzyıllarda Avrupa karasında ilerlemek ve/veya orada tutunmak için ekonomik kaynaklarını tüketirken, denizden kuşatılmaktaydı. 

Böylelikle, kapitalizmin bir “dünya sistemi” olarak biçimlendiği bu yüzyıllarda İmparatorluk, sömürgeler ve denizaşırı ticaretin kazanımları ile desteklenen sermaye birikimi fırsatlarından yoksun kalmıştır. Feodal düzende el koyduğu ekonomik artığı rüşvet ve yolsuzluğa alabildiğine açık bir merkezi yönetim altında verimli kullanamayan, üstelik parasal ve mali istikrarı koruyamayan Osmanlı için çöküş kaçınılmazlaşmıştır. Analitik veya olgusal bazı boşlukları olsa da bu anlatı, Ölçen’de (2008) tutarlı bir biçimde sergilenmektedir. 

Ölçen (2008: Bölüm 3-4), incelemesini Osmanlı devletinin yok oluşunu hızlandıran XIX. yüzyıl dış borçlanması ve ona eşlik eden emperyalist sömürü ve denetim ilişkilerinin anlatımıyla sürdürür. Kitabın söz konusu bölümleri, Tanzimat dönemi ekonomik yönetimine ağır eleştiriler yönelten Ölçen’i (1992) ayrıntılandırır ve tamamlar. Ölçen, Osmanlı’nın çöküş sürecini anlatırken, başarısız ekonomik yönetimin ve aşırı dış borçlanmanın günümüz Türkiye’si için de ciddi sakıncalar yaratacağına işaret etmeden duramaz. Ona göre, “Osmanlı’nın tarihi, genç Cumhuriyet Türkiye(sine) yapışmamalı”dır. 

Dördüncü Dönem 

Çalışmalarının son dönemi olarak nitelediğimiz yıllarda, Ölçen, Türkiye Sorunları kitap dizisini çıkarır. Dizi, Şubat 1994 – Eylül 2018 arasında, son birkaç yıl hariç, her sayısı 64 sayfadan oluşmak üzere, düzenli olarak iki ayda bir çıkar ve toplamda 122 sayıya ulaşır. 

Dizinin varlık sebebi, Ölçen’in TBMM’nin temel görevinin kendi çıkarını değil, ulusun yararını gözetmesi olduğu inancıdır; TBMM’nin eski parlamenterlere uyguladığı ek ödemenin Anayasa Mahkemesi’nin yürürlükten kaldırma kararına rağmen türlü yöntemlerle sürdürülmesine ve hatta kapsamının kimi kurum ve kuruluş başkanlarını da dahil edecek şekilde genişletilmesine tepkidir. Yüksek mahkemenin kararını kendisi için bağlayıcı gören Ölçen, çareyi, bu iade etmesine de müsaade edilmeyen tutarı, kitap dizisinin yayın ve ulaşım giderlerini karşılayan bir araç olarak kullanmakta bulur ve böylelikle Türkiye Sorunları kitap dizisi doğmuş olur. 

Adından da anlaşılacağı üzere, Ölçen, bu kitap dizisinde ekonomi, siyaset, tarih ve felsefe başta olmak üzere kültür, edebiyat, hukuk, felsefe, çevre, eğitim ve sağlıkta Türkiye’nin sorunlarına geniş bir yelpazede eğilir. Ölçen (1994-2018), kitap dizisinin ilk sayısında da belirttiği gibi “yeni dünya düzeninin küreselleşme, serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme türündeki araçlarına karşıt ‘ulus devlet ve tam bağımsızlık’ ekseninde çoğulcu, katılımcı ve eşitlikçi demokrasiyi özümseyerek ulusal çıkarları, uluslararası ilişkiler içinde korumanın ve geliştirmenin araçlarını ve seçeneklerini  yaratabilen toplumsal ve kamusal alan[lara]”30 odaklanır. 

Bunu yaparken de din kavramı, küreselleşme olgusu ve ekonomik özerklik meselesini siyasal alan içine çekecek uğraşlardan uzak durmaya çalışacağını belirtir. Dizinin ilk 10-15 yılında bu sözüne büyük ölçüde sadık kalan Ölçen, öyle sanıyoruz ki aynı konuları tekrar tekrar ele almasına sebep olacak konjonktürün ve özellikle son dönem aydınlarının yurtseverlikten uzak bulduğu pratiklerinin onda yarattığı düş kırıklığının31 etkisi ile, özellikle 2010’lu yıllarda siyasi polemik niteliği yüksek ve üslubu sert yazılarla karşımıza çıkar. 

Aynı dönemdeki bir diğer eseri ise Türkiye Sorunları’nda ele alınan pek çok meselenin çözümlemesine rehberlik eden Kemalizmin Ekonomisi (2000a)’dir. Bu bölümde, biz ilkin, bu kitabın ana temasını oluşturan Kemalizm’in ekonomi politiğinin Ölçen için anlamını sunacak, sonra da Türkiye Sorunları kitap dizisindeki yazılarından bir seçkiyi bu çerçevede ele alacağız.32 

*** 

Ölçen’in Kemalizmin Ekonomisi’ni yazmaktaki temel amacı, Kemalist ekonomiyi geleceğin demokrat ve aydın kuşaklarına tanıtmaktır. Zira, ona göre, bu kuşakların laik ve cumhuriyetçi Türkiye’nin çağdaş koşullarına ulaşmasının tek yolu, Kemalizmin ekonomi politiğinin ilke ve yöntemlerine sıkı sıkıya bağlı olmalarıdır. (Ölçen, 2000a: 22). Bu yolun başlangıç noktası “Atatürkçülük” ve “Kemalizm” arasındaki farkı bilmektir. Ölçen’e göre, Atatürk’e hayran olmak, ona özlem ve gereksinim duymak, Kemalizm’in ne olup ne olmadığını anlamaya, irdelemeye, özümsemeye daha doğrusu onu ideolojik ve bilimsel bir temele dayandırmaya yetmez. Bu sebeple de, Atatürkçülük ve Kemalizm birbirinden ayrı ele alınmalıdır; ilki ne denli duygusal ise, ikincisi o denli nesneldir.33 

Ölçen’e göre belirli bir düşünceler demetinin bir ideolojiye dönüşebilmesi için, onun belirli bir toplumsal katmanın çıkarlarını savunması gereklidir. Kadro Hareketi’nin 1930’ların başındaki yazılarından da anlaşılacağı üzere, o dönemde, Kemalizmin bir ideoloji olmasının kuramsal ve uygulamalı dokusu belirmiş ancak ona ideolojik içerik kazandıracak düşün düzeyi henüz yaratılamamıştı. Ölçen’e göre Kadro’cular her ne kadar Kemalizm’i bir ideoloji olarak ortaya koyma gereğini işaret etmiş olsalar da onların yapabildikleri özentisel bir istek olmaktan öteye gidememişti. Bunun gerçekleşmesi için aradan yılların geçmesi, “Türkiye’nin karşısına emek-sermaye çelişkisinin çıkması, sınıf ayrımının doğması, ya da etnik ve dinsel farklılaşmaların belirmesi ve keskinleşmesi, bu içsel çelişkiler karşısında Kemalizm’in çözüm olup olmayacağının gündeme girmiş olması gerekirdi.” (Ölçen, 2000a: 60) 

Türkiye’de, Ölçen’in sözünü ettiği bu çelişkilerin bir kısmının ilk kez belirmesi ve bir kısmının ise pekişmeye başlaması, 1950’lerdeki Demokrat Parti iktidarı ile kesişir ve 1970’lere gelindiğinde ete kemiğe bürünür. İşte bu yıllarda ve izleyen dönemde, bu yazıda yer vermediğimiz pek çok ve farklı olay örgülerinin neticesinde, Kemalizm, Ölçen’in zihninde kristalize olur.34 

Ölçen’e göre Kemalizm, “ekonomik girişimlerin ve gelişmenin muhafızı ve müşevviki adalet ve adil yasalardır; bireysel ve kitlesel anlayış ve yaşayışı kendiliğinden [sezen] ve milli iktisadın ihtiyacını ona göre [belirleyen] kamusal yönetimdir; ulusal tasarrufu yaratan ve yatırıma dönüştüren planlı ekonomi siyasetidir; üretim araçlarına sahip, siyasal ve ekonomik tam bağımsız, halkçı ve laik, ulusalcı ve devletçi, cumhuriyetçi ve devrimci, içte ve dışta barıştan yana, kapitalizme ve emperyalizme karşı yoksul ülkeler birlikteliğinden yana ulus devletidir; bilimi gerçek yol gösterici kabul eden nesnel dünya koşullarında kendi kendisini yöneten ve geliştiren tam bağımsız ulusal bilinçtir” (Ölçen, 2000a: 56). 

Bu tanımla yola çıkan Ölçen, Kemalizmin Ekonomisi kitabının takip eden bölümlerinde 1923 İzmir İktisat Kongresi, 1929 dünya ekonomik bunalımı çerçevesinde Kemalizm, planlı sanayileşme ve halkçı sol öğretiyi derinlemesine irdeleme işine girişir. Bu arada da CHP kadroları başta olmak üzere 1980 sonrasındaki siyasi yapılanmanın tüm aktörlerine ve dönemin bazı aydınlarına, sırası geldikçe, ağır eleştiriler yöneltmekten geri durmaz. 

***

Türkiye Sorunları kitap dizisini bütün boyutları ile bu yazıda ele almamız imkânsız olduğundan, biz burada Ölçen’in 1994-2018 döneminde dile getirdiği pek çok çatışmadan35 sadece bir tanesine ilişkin yazıları üzerinde duracağız: Devlet-özel sektör çatışması. 

5 Nisan Kararları’nın hemen arkasından, 26 Nisan 1994 akşamı Başbakan Tansu Çiller, Halka Sesleniş söylevinde 

“Sevgili vatandaşlarım, zaman zaman sabahlara kadar çalışarak, TBMM’den Özelleştirme Kanununu geçirdik… Özelleştirme ile yeni bir devrin kapısı açılmıştır. Bunun önemini anlatmak istiyorum. Özelleştirme, sadece bir ekonomik reform değildir. Siyasi bir reformdur. Çünkü, ülkede güç, el değiştirmektedir. Güç, devletten çıkıp halka yani size geçmektedir” diyordu. 

Ölçen (1994), banda aldığı metni deşifre ettiği yazısında başbakana soruyordu: “Hangi halka? Halk hangi varlığıyla KİT’lerde [Kamu İktisadi Teşekkülleri] pay sahibi olacak ve pay sahibi olsa da güç denilen şeyi nasıl elde edecek?” Ölçen, aslında başbakanın konuşmasındaki olgusal boşluklara dikkat çekiyordu. Bu meselenin önemini iki yıl sonraki bir yazısında şöyle ifade edecekti: “Türkiye’nin ekonomik sorunlarının önünde yer alan daha önemli bir konu, sorunları yansız bir gözle, bilimselliğin ışığında ele almayışımız ve akla kara arasında başka renk tonlarının da bulunacağını kabul etmeyişimiz olsa gerek. Ekonomide bunun en çarpıcı örneğini devletçilikle özel sektörcülük arasındaki dengeyi kuramamış olmakta görüyoruz” (Ölçen, 1996b). 

Bu sebeple de Ölçen, devlet-özel sektör çatışmasına odaklandığı yazılarında bir yandan tarihsel bir perspektifte bu çatışmanın Türkiye’deki gelişimini sunarken; bir yandan da 1990’lardaki durumun çelişkili öğelerini çeşitli veri kaynaklarına dayanarak ortaya koyar ve çözüm önerileri sunar. 

Ölçen (2000b), Kemalist devrimlerin özündeki kamu girişimciliğini devletçilik ilkesi ile eş tutmanın doğru olmadığını savunur. Kamu girişimciliği, cumhuriyetin ilk yıllarındaki ekonomik koşullar, ya da 1929 Büyük Buhranı’nın yarattığı bir mecburi istikamet de değildir. Ölçen’e göre, kamu girişimleri, ekonominin toplumsal yarar ve verimlilik ölçütünde yapılandırıldığı bir sistemde, kaynakların devinime geçirilmesinin sağlayıcısı ve optimum kullanımının garantörü konumundadır. Ülkenin en kısa zamanda gönence ve bayındırlığa kavuşmasının yolu, kamu ve özel sektörün birlikte ekonomik girişimde bulunmasıdır. İşte bu karma ekonomide özel girişimler kârı ençoklaştırma, kamu girişimleri ise kamu yararını gözeterek maliyeti enazlaştırma amacındadır. 

Ne var ki, kamu girişimciliği, 1950’li yıllarda bu amaçlardan sapacak, düşük istihdam sorunu sebebi ile KİT’lerde gizli işsizlik doğacak ve bugün olduğu gibi yönetim kurullarına konunun uzmanlarından çok siyasi partilerin tercihlerinin koruyuculuğunu üstlenecek bireyler seçilecekti. Zamanla sistem hantallaşacak, verimlilik ölçütü göz ardı edilecek, teknolojik yenilikler izlenmez ve uygulanmaz olacak, KİT’lere yönelik transfer harcamaları ortadan kalkacak, işletme sermayesi bile özel bankalardan kredi yoluyla sağlanan KİT’lerin kârları faiz ödemeleri ile eritilecekti. Özellikle 1980 sonrasında, özel sektöre yatırım alanları açmak düşüncesi ile kamu girişimlerinin toplam sabit sermaye yatırımları içinde payı gittikçe kısıtlanacak; ancak kamu sektöründen boşalan alan sermayesi yetersiz, risk almakta çekingen, teknoloji transferinde deneyimsiz bir özel sektör tarafından uzun yıllar doldurulamayacaktı. 

Ölçen (1998)’e göre bu ortam, kimi egemen güçlere, özelleştirmeyi ekonomiyi esenliğe kavuşturacak, verimliliğin artmasını sağlayacak sihirli bir yol olarak sunma fırsatı vermiştir. Bu süreçte, kamu girişimciliğinin devlet tarafından yozlaştırıldığı gerçeği örtbas edilmiş; kamu işletmelerinin kendi doğalarındaki aksaklıklar sebebi ile hantal, verimsiz ve çağdaş teknolojiden uzak oldukları savı kabul görmüştür. Hatta öyle ki, özelleştirme ekonomideki darboğazın aşılması ve kaynak yetersizliğine çare olacağı algısı ile belli düzeyde gerçekleşmesi gereken makroekonomik hedefler arasında dahi yer bulmuştur. Ölçen’e göre bu da yetmemiş, devletçiliğin tersi olan serbest piyasa ekonomisi mekanizması içine yerleştirilen özelleştirme kavramı, 1990’lardan sonraki yeni ideolojik bölünmelerin göstergesi haline gelmiştir. 

Ölçen, Türkiye Sorunları kitap dizisinde, Türkiye’nin 1990’larda içine girdiği özelleştirme furyasında, devletin özelleşirken özel sektörün devletleştiğini gözlemler. Ona göre devlet gerektiğinde zarar etmeyi kabul ederek ve içine sindirerek, temel mal ve hizmetler alanında etkin rol üstlenmelidir. Dizginlenemeyen serbest piyasa ekonomisi ile beraber gelecek olan kitlesel yoksulluğa karşı karma ekonomi kuramının güncellenerek bugüne uyarlanması gereğini sezinleyen Ölçen, KİT’lerin “devlet kapitalizmine dönüşen gösteriş düşkünlüğü ve savurganlığı ve halka sırtını dönerek, yaşlanan ve hantallaşan bürokrasisini” savunmaz (Ölçen, 1999). Ekonomik girişimlerde karar sahibi sadece bürokrasi olduğu sürece, bir başka deyişle emekçi kadrolar karar süreçlerine dahil edilmedikçe, KİT’ler siyasal iktidarların arpalığına dönüşmekten kurtulamayacaktır. 

Ölçen’in aynı yıllarda özel sektörün devletleşmesine ilişkin tespitleri de çarpıcıdır. Ona göre, Türkiye, 1980’lerden sonra serbest piyasa ekonomisini de yozlaştırmayı başarmıştır. İflas eden bankalar ve özel girişimler devlet himayesine alınmış, özel sektöre teşvik adı altında kaynak aktarımları yapılmış; kısacası rekabetten hoşlanmayan, devlete sırtını dayayan ve devletin koruyuculuğu altında bir özel sektör yaratılmıştır. 

Ölçen’in bu çarpıklıklara çözüm arayışının ana sorusu “Nasıl bir ekonomi girişimciliği?” olmuştur ve Ölçen’e (2000b) göre bu soru, “Nasıl bir karma ekonomi?” sorusuna özdeştir. Ölçen’in kamu girişimciliği konusundaki çözümlemelerinin başlangıç noktası, devletin olası risklere karşı bireyleri, toplumu ve yöreleri koruyan önlemleri alma görevidir. O sebeple de sağlık, eğitim, ulaştırma, haberleşme ve enerji sektörleri devletin ilgi alanı olmalıdır. Bu sektörler, kâr ölçütüne bırakıldığında ne bölgeler arası adalet ne de siyasal ve ekonomik tam bağımsızlık sağlanabilecektir.36 

Eğer Türkiye’de serbest piyasa ekonomisi zorunlu ise, Ölçen (2000b), o piyasada tekelleşmenin önlenmesi ve tam rekabet koşullarının sağlanması gereğine vurgu yapar. Uluslararası platformlarda rekabet etmesi istenen özel girişimcilik, önce yurtiçi rekabete hazır olmalıdır. Devlet himayesinde özel girişimcilik devri kapanmalıdır. Kâr eden özel girişimler sermayelerini ve üretim kapasitelerini artırırken emeğin sömürülmesini önleyen yasalara razı olmalı ve zarar edenler piyasayı terk etmelidir. Üretim, ticaret, bankacılık, medya faaliyetlerinin tümünün bir firma çatısı altında toplanmasına ve siyasal gücü etkilemesine müsaade edilmemelidir. Dahası, özel girişimciliği özendiren teşvik tedbirleri kaldırılmalı ve teşvikler teknoloji üretimine yönelmelidir. 

Ölçen’e göre devlet-özel sektör çatışmasının çözümü karma ekonomidir. Tam da o sebeple kamusal girişimcilik, ulus devletinin alt yapısıdır. Ulus devleti, Türkiye Sorunları kitap dizisinin neredeyse tüm öğelerinde en belirgin unsurlardan biridir. Ölçen’in güler yüzlü emperyalizm adını verdiği küreselleşme, bir yanda gelişmekte olan ülkelerde ulus devletine karşıtlığını kabul ettirmeye çalışırken, diğer yanda gelişmiş ülkelerde ulus devletinin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Bu düzende ise, sermaye kitleselleşmiş, medyayı kuşatmış ve ulusal gelişme hedeflerinin kısıtlayıcısı haline gelmiştir. 

Bitirirken 

Bu yazımızla Dr. Ali Nejat Ölçen’in belli başlı eserlerini gözden geçirmeyi ve İktisat ve Toplum okurlarına tanıtmayı amaçladık. Ölçen’in araştırmacı yazarlık serüveni, kişisel ve mesleki hayatındaki kritik dönemeçlerde yön değiştirmiş, 1960-73 dönemindeki nicel iktisat ve ekonometri odaklı çalışmalardan siyasal iktisat, siyaset ve toplumsal tarih incelemelerine kaymıştır. Böyle geniş bir spektrumda ürün vermeyi seçerek, uzmanlaşmanın uzağında kalan bir araştırmacı yazarın (Ölçen gibi çalışkan ve titiz de olsa), ara sıra analitik zaaflardan kaçınamaması doğaldır. Bu tür zaaflar, Ölçen’in çalışmalarının değerini azaltmaz. Ölçen’in genç araştırmacılara örnek olacak erdemlerinin başında entelektüel dürüstlüğü gelir. Yakınları, onun özel söyleşilerinde “Gerçeğin, doğrunun yanında, içinde, arkasında; yanlışın, art niyetin ise karşısında olacağız” dediğini anımsarlar. Hayatı boyunca da, söylediği bu sözlere uygun davranmaya çaba harcadığı, tereddütsüz söylenebilir. 

Aydınlanma geleneğine ve Cumhuriyet ilkelerine kararlılıkla sahip çıkan bir yurtsever olarak Ölçen, Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal gelişmesi ile ilgili önermeler geliştirirken, 1960’lı yıllardan bu yana, Türkiye’nin dünya ekonomisine eklemlenme biçimlerindeki değişmelerin ne gibi fırsatlar ve kısıtlar getirdiğini de sorgulamıştır. Türkiye Sorunları kitap dizisinin internet sitesinde37 yazdığı giriş yazısında XXI. yüzyıla ilişkin şu beklentileri yer alır: 

“Neo-liberalizm adı altında yürürlüğe konan tekelci sermayenin uluslararası kitleselleşmesi, yakın bir gelecekte, neo-sosyalizmin doğuşuna yol açabilir. Öyle sanıyoruz ki, 21. yüzyılın ortalarına doğru doğacağının görüntüleri ortaya çıkmakta olan neo-sosyalizmin temel ilkelerinden biri sermaye-emek arasındaki çelişkiyi değil sermaye-ulus çelişkisini çözmeyi amaçlayacaktır. Marksizm’de, 20. yüzyılın ortalarına kadar geçerliliğini koruyan ‘sermayenin kârı ve kârın sermayeyi çoğaltacağı’ kuramı, 21. yüzyılda biçim ve öz değiştirerek, sermayenin teknolojiyi teknolojinin sermayeyi çoğaltacağı sürecine dönüşecektir. Kötü olanı şu ki, teknolojik üstünlük neo-emperyalizmin aracı olarak kullanılmaktadır. Yoksullaşan ve gelişmekteyken gerileyen ülkeler, terör ile buna çare bulamayacakları için, bunun panzehri neo-sosyalizm olacaktır. Marksizm’de sermayenin sömürüsüne karşı tüm emekçilerin birleşmesi kuramına özdeş, teknolojik emperyalizme karşıt, tüm yoksullaşan ülkeler birleşmelidir kuramı doğmalıdır. Dünya barışı ancak böyle sağlanabilir.” 

Ölçen’in bu saptamaların gerçekçiliğini bizlere zaman gösterecektir. 

Kaynakça 

Acar, A. (2012). “12 Mart Döneminde Muhalif Bir Dergi: Ortam”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 42. 

Akçay, Ü. (2007), Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlama Deneyimi ve DPT’nin Dönüşümü, İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı. 

Akşin, S. (2007), Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 

Alt, F. (1935), “Industrielle Standortfragen”. Zeitschrift für Nationalökonomie, 6, 85-97. 

Arolat, O. S. (2016), “Ali Nejat Ölçen’in Siyasetçilik Anıları”, İktisat ve Toplum, 6(68), 54-58. 

Atılgan, G. (2008), Kemalizm ve Marksizm arasında Geleneksel Aydınlar: Yön-Devrim Hareketi, İstanbul: Yordam Kitap. 

Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü (BTHAE) (der.) (1975), Halka Açık Anonim Ortaklıklar ve Halk Sektörü, Ankara: Sevinç Matbaası. 

Celasun, M., Çınar, C. ve Ölçen, N. (1966). İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı İçin Bir Model Teklifi, Ankara: DPT Müsteşarlığı, çoğ., 50 s.+Ekler. 

Chenery, H.B. ve Bruno, M. (1962), “Development Alternatives in an Open Economy: The Case of Israel”, The Economic Journal, 72 (285), 79-103. 

Cumhuriyet Halk Partisi (1973), Ak Günlere / CHP 1973 Seçim Bildirgesi, Ankara: CHP. 

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) (1983), Milli Kültür Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No. ÖİK 300 / DPT 1920, Ankara: DPT. 

DPT (1965), İkinci Beş Yıllık Plan İçin Hazırlıklar (9): Makro Model, Ankara: DPT (Uzun Vadeli Planlar Şb.), çoğ., 19 s.+Ek. 

Epstein, R. J. (1987), A History of Econometrics, Amsterdam: North Holland. 

Ergin, M. (der.) (1973), Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri / Aydınlar Ocağı’nın Görüşü, İstanbul: Aydınlar Ocağı Yayınları. 

Ergin, M. vd. (1986), “Milli Mutabakatlar”, Türk Kültürü, Sayı 279 (Temmuz) 

Gürdoğan, B. (1959), “İkinci Meşrutiyet Devrinde Anayasa Değişiklikleri”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 16(1), 91-106. 

Güvenç, B. vd. (1991), Dosya / Türk-İslam Sentezi, İstanbul: Sarmal Yayınevi. 

Hendry, D. F. ve Morgan, M. S. (der.) (1997), The Foundations of Econometric Analysis. New York: Cambridge University Press. 

İlkin, S. ve İnanç, E. (der.) (1968), Planning in Turkey: Selected 

Papers, Ankara: METU Press. 

İstanbul Bilgi Üniversitesi (2003), Planlı Kalkınma Serüveni: 1960’larda Türkiye’de Planlama Deneyimi, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi. 

Kadıoğlu, A. S. (2020), “Türk-İslam Sentezi’nin Oluşum ve Gelişim Süreci”, Opus, 16(27), 813-34 (DOI: 1026466/opus.699138). 

Kansu, G. (2004), Planlı Yıllar (Anılarla DPT’nin Öyküsü), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 

Keyder, Ç. (1987), State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development, London: Verso. 

Kongar, E. (2018), “Ekonomi Bölümü için Anılar”, A. Akkoyunlu-Wigley, M.A. Attar, H. Mıhçı ve H. Özel (der.) 50. Yılında Hacettepe İktisat içinde, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Basımevi. 

Köksal, A. (2021), “Ali Nejat Ölçen: Atatürk’ün Cumhuriyeti Emanet Ettiği Gençlikten, Uygarlık Yolunda Geleceğe Uzanan Yiğit Bir Arkadaş İçin Ağıt”, çoğ., 5 s. 

Lösch, A. (1944), Die Raumliche Ordnung der Wirtschaft (yeni ikinci basım), Jena: Fischer. 

Mahmutoğlu, M.E. (2009), “Ataol Behramoğlu’na Mektup”, Türkiye Sorunları, 16(75). 

Menges, G. (1961), Ökonometrie, Wiesbaden: Gabler Verlag. 

Morgan, M. S. (1990), The History of Econometric Ideas. New York: Cambridge University Press. 

Ölçen, A. N. (2018a), “Planlı Ekonomiye Giriş, Planlı Ekonomiden Çıkış”, İktisat ve Toplum, 8 (96), 43-50. 

______ (2018b), “Planlı Ekonomiye Giriş, Planlı Ekonomiden Çıkış”, Sunum Metni (22 Mart 2018), TED Üniversitesi. 

______ (2018c), “DPT’yi bir de Ali Nejat Ölçen’den Dinleyin”, İktisat ve Toplum, 8(96), 53-7. 

______ (2018d), “Hacettepe Üniversitesi’nde İktisat Bölümünün Kuruluşu”, A. Akkoyunlu-Wigley, M.A. Attar, H. Mıhçı ve H. Özel (der.) 50. Yılında Hacettepe İktisat içinde, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Basımevi. 

______ (2016), Köklerinden Koparılan CHP / Belgeler – Kanıtlar – Kanılar, Ankara: TŞOF Trafik Matbaacılık. 

______ (2015), CHP’de Cahit Kayra ve Marjinal Siyaset Teorileri / Eleştiriler, Ankara: byy. 

______ (2008), Kendini Yok Eden Osmanlı, 1535-1914, Ankara: İmaj Yayınevi (İkinci Baskı). 

______ (2000a), Kemalizmin Ekonomisi, Ankara: Güldiken Yayınları. 

______ (2000b), “Ulus Devlet ve KİT’lerin Karşıtı: Güler Yüzlü Emperyalizm”, Türkiye Sorunları, 7(35). 

______ (1999), “Eğik Düzlemde Siyaset ve Ekonomi”, Türkiye Sorunları, 6(27). 

______ (1998), “Özelleştirme Çaprazı”, Türkiye Sorunları, 5(23). 

______ (1996a), Devlet Yokuşu, Ankara: Doruk Yayıncılık. 

______ (1996b), “TRT-INT’de Ekonomik Durum üzerine A.N. Ölçen ile Söyleşi”, Türkiye Sorunları, 3(13). 

______ (1995), Ecevit Çemberinde Politika-Politika Çemberinde Ecevit, Ankara: Ümit Yayıncılık. 

______ (1994), “Özelleştirme ya da Devletin Özelleşmesi”, Türkiye Sorunları, 1(7). 

______ (1992), Karl Marx ve İngiliz Emperyalizmi: XIX Yüzyıl Çin’de ve Osmanlı’da İngiliz Emperyalizminin İki Yüzü, Ankara: Ekin Yayınları. 

______ (1991), İslam’da Karanlığın Başlangıcı ve Türk-İslam Sentezi, Ankara: Ekin Yayınları. 

______ (1982), Osmanlı Meclis-i Mebusanında Kuvvetler Ayrımı ve Siyasal İşkenceler, Ankara: AYÇA Yayın Üretim Kooperatifi. 

______ (1979), Nüfus Sorunu ve Toplum Sağlığının Ekonomik Analizi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları. 

______ (1977), Faşizm Millet Meclisi’nde Yargılanıyor, Ankara: Ajans Türk Matbaacılık. 

______ (1976), Demokratik Sosyalizme Giriş, Ankara: Ayyıldız Matbaası. 

______ (1974), Halk Sektörü, Ankara: Ayyıldız Matbaası. 

______ (1970a), “Turizm Sektörünün Kalkınmamıza Etkisi”, DPT Dokümantasyon Servisi (3.30.7 ÖLÇ) (Mart), çoğ., 25 s. 

______ (1970b), Ekonometriye Giriş, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Basımevi. 

______ (1969), Türkiye’nin Endüstrileşme Sorunu, Ankara: Ankara Sanayi Odası Yayınları. 

______ (1968), “Keban Barajı’nın Doğurduğu İskân Sorunu”, DPT Dokümantasyon Servisi (3.30.5.1.1 ÖLÇ) (Ocak), çoğ., 11 s. 

______ (1966a), Akselerasyon Prensibi ve Türkiye’nin Makro-ekonomik Hedefleri, Ankara: 

Ayyıldız Matbaası. 

______ (1966b), “Sanayi Bölgeleri Seçiminde Kriterler”, 8’inci İskân ve Şehircilik Haftası Konferansı’na sunulan bildiri, İskân ve Şehircilik Derneği Yayını No: 3, Ankara: Sevinç Matbaası. 

______ (1965), “Das Kostenminimizierungsprinzip in der Standortlehre – Ein Alternatives Optimalkriterium für die Unternehmung im Raum”, Weltwirtschaftliches Archiv, 94(2), 262-85. 

______ (1964), Türkiye’de Plan Sonrası İktisadi Durgunluk ve Sebepleri, Ankara. 

______ (1962), “Makro-model Hakkında”, DPT Dokümantasyon Servisi (3. 1. 2 ÖLÇ) (Ocak), çoğ., 10 s. 

______ (1961a), “Kritik Sektör Çalışmaları, I / Şeker Endüstrisi”, DPT Dokümantasyon Servisi (3. 3. 3. 1. 5) (Mart), çoğ., 52 s.+Ekler. 

______ (1961b), “Türkiye Çimento Endüstrisi”, DPT Dokümantasyon Servisi (3. 3. 3. 10) (Aralık), çoğ., 39 s. + Ekler. 

______ (1958), Yapı Acısı, Ankara: Ayyıldız Matbaası. 

Ölçen, A. N. ve Ölçen, M. (1991), Özürlüler Hukuku / Almanya’da Özürlülerin Üretken Dünyası, İstanbul: Ajans Türk Matbaacılık. 

Ölçen, M. A. (1994), Vetluga Irmağı: Çarlık Rusyasında bir Türk Savaş Tutsağının Anıları, Ankara: Ümit Yayıncılık. 

Qın, D. (2013), A History of Econometrics: The Reformation from the 1970s. New York: Oxford University Press. 

Qın, D. (1993), The Formation of Econometrics: A Historical Perspective. New York: Oxford University Press. 

Samuelson, P.A. (1939), “A Synthesis of the Principle of Acceleration and Multiplier”, Journal of Political Economy, 47(6), 186-97. 

Timuroğlu, V. (1991), Türk-İslam Sentezi, Ankara: Başak Yayınları. 

Tokgöz, E. (2018), “H. Ü. İktisat Bölümü’nün Sancılı Kuruluş Yılları: 1968-1988”, A. Akkoyunlu-Wigley, M.A. Attar, H. Mıhçı ve H. Özel (der.) 50. Yılında Hacettepe İktisat içinde, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Basımevi. 

Tunçay, M. (1995), “Siyasal Tarih (1908,1923)”, S. Akşin (der.) Türkiye Tarihi 4 / Çağdaş Türkiye, 1908-1980 içinde, İstanbul: Cem Yayınevi. 

Türkcan, E. (yayına haz.) (2010), Attila Sönmez’e Armağan: Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü, 1960-1980, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi. 

Uygur, E. (1990), Policy, Productivity, Growth and Employment in Turkey 1960-89 and the Prospects for the 1990s (first draft), çoğ., 46 s.+Appendix. 

Son Notlar 

1. Yazarlar, sağladıkları bilgi ve belge desteği için Prof. Erdinç Tokgöz (HÜ, E.), Sn. Neslihan Kayabay (Strateji ve Bütçe Başkanlığı Kütüphane Md.), Sn. Can Armutçu’ya (Strateji ve Bütçe Başkanlığı Uzmanı) ve yazıda kullanılan fotoğraflar için arşivlerini açan Ölçen ve Zarakolu ailelerine içtenlikle teşekkür ederler. Kaçınamadıkları olgusal yanlışlıkların sorumluluğu yazarlara aittir. 

2. Bu reislik, 1954’te Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü adıyla yeniden yapılandırılmıştır. 

3. Ölçen’in görev değişiminde, Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in rolü, Ölçen (2018b) tarafından, TED Üniversitesi’nde 22 Mart 2018’de gerçekleşen seminerde paylaşılmıştır. 

4. DPT’nin 1960’lı yıllarda karşılaştığı veri yetersizliği sorununun ağırlığını kavramak için, örgüt başdanışmanı Prof. Jan Tinbergen başkanlığında yapılan danışma toplantılarının incelenmesi yararlıdır (bkz. Türkcan, 2010:2. Bölüm, EK 14). Bu sorunu aşabilmek üzere, DPT uzmanları zaman zaman (İngilizce’de, şaka yollu, “guesstimates” denilen) kaba tahminlere başvurmak zorunda kalmışlardır. Günümüz Türkiye’sinde üretilen bazı istatistiklere yönelik eleştiriler, geçen yarım yüzyılı aşkın sürede aldığımız mesafenin yeterli olmadığını düşündürüyor. 

5. Doğal olarak, bu çalışma tarzı sadece örgüt içi yardımlaşma ve dayanışmayı değil, bireysel ve eğitsel farklılaşmalar ile rekabet güdülerinden kaynaklanan gerilimleri de harekete geçirmiştir. Devlet Yokuşu’nda çeşitli örneklerine yer verilen bu gerilimlerin bazılarını Kansu (2004: Bölüm 2-4) daha serinkanlı bir dille anlatır ve sorunların bir yandan DPT uzmanlarının sorumluluk duyguları, diğer yandan da DPT üst yönetiminin basireti ile aşıldığı izlenimini verir. 

6. Ölçen’in 1962-3’de Almanya’daki Kiel İktisat Enstitüsü’ne eğitim için gönderilmesi, bu anlayışın örneklerinden biridir. 

7. DPT’nin 1960’lı ve 1970’li yılları için başvurulabilecek kaynaklar arasında İlkin ve İnanç (1967), İstanbul Bilgi Üniversitesi (2003), Kansu (2004), Akçay (2007) ve Türkcan (2010) zikredilebilir. Tarih Vakfı’nın 2010’da tamamladığı DPT Tarihi ise, bu araştırma projesini fonlayan DPT yönetiminin çekinceleri dolayısıyla maalesef basılamamış ve kullanıma açık olmamak üzere kuruluş arşivine kaldırılmıştır. 

8. Burada Ölçen’in ilk iki beş yıllık plan, yıllık programlar ve uygulama raporlarına yaptığı redaksiyon katkılarına, ya da bu tür çalışmalarda içerilmiş matematiksel egzersizlerine değinmeyeceğiz. 

9. Ölçen’in Kiel’deki eğitimi sırasında ele aldığı bu çalışması ile yer seçimi kuramına öncü katkılar getirmiş Alman iktisatçıları Alt (1935) ve Lösch (1944)’ü yanlışlamaktan için için haz duyduğu sezilmektedir. Ölçen, söz konusu çalışmadaki temel fikri Ankara’da 1966’da düzenlenen Sekizinci İskân ve Şehircilik Haftası Konferansları’nda da yinelemiştir (Ölçen,1966b). 

10. Ölçen’in anılarında şeker araştırmasının DPT Başdanışmanı Jan Tinbergen’ce beğenildiği, Tinbergen’in Ölçen’e matematiksel iktisat alanındaki çalışmalarını geliştirmesini salık verdiği kaydedilmektedir (Ölçen, 1996a: 20-2). Aynı anılardan anlaşıldığı gibi, Tinbergen, Ölçen’in Kiel’deki eğitimine aracılık etmiştir. Çimento araştırmasına Ölçen’in verdiği atıflar ise, çalışmaya DPT uzmanlarından Yücel Yener’in de katıldığını göstermektedir; bu çalışma DPT arşivlerinde Ölçen adına kayıtlıdır. Ölçen’in (anonim) taş-toprak sanayii incelemesine (DPT, 1962) de katkıda bulunduğunu düşünüyoruz. 

11. Model önerisinin ikinci bölümündeki şu satırlar, ilk plancı kuşağının DPT’de o yıllarda hâlâ yaşayan kollektif sorumluluk anlayışını yansıtır: “…Plan… bütün parçaları ayrı ayrı imal edilip sonra monte edilen bir mekanik istihsal unsuru değildir… Planın her safhasında müstakilen çalışanların diğer safhadaki bulgular hakkında teferruatlı bilgi sahibi olması lüzumludur. (DPT’de) bilgi alışverişi koordine edilmelidir. Bunun aksaması görüş farklılıklarının çözümlenmesinde güçlük yaratabilir.” 

12. Ölçen (1968) bu ürünlerden biridir. 

13. Anı niteliğindeki pek çok yazısında Hacettepe yıllarından söz ederken kullandığı heyecanlı ve iyimser ton, bizde akademik ortamda geçirdiği zamanları özlemle hatırladığı izlenimini uyandırmıştır. Ekonometri dersi öğrencileri arasında Ekonomi Bölümü’nün kurucu kadrosundaki asistanlar ve bazı öğretim üyeleri de vardır. Bu süreçte, Ölçen’den ders vermeye devam edebilmesi için ekonomi dersleri alması istenir ve bu derslerde öğrencilerinin sınıf arkadaşı olur (bkz. Ölçen, 2018d: 98-100). Ölçen ve kurucu kadrodaki diğer isimler, Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nün ilk yıllarında birbirlerinin aynı anda hem meslektaşı, hem öğrencisi, hem öğretmeni olarak canla başla çalışırlar. 

14. Bu bilgiye hem kendi anıları (Ölçen, 1995: 11), hem de derginin o dönemki yazı işleri müdürü Osman Arolat’ın yazılı tanıklığı (Arolat, 2016: 68) vasıtası ile ulaşılmıştır. 

15. Bu konuya meraklı okuyucular, Epstein (1987), Morgan (1990), Qin (1993, 2013) ve Hendry ve Morgan’ın (1997) eserlerine başvurabilir. 

16. DPT’nin kuruluş yıllarında kuruma danışman olarak hizmet veren Jan Tinbergen ve Ali Nejat Ölçen arasındaki hukuk, 10 No.lu dipnotta belirtilmiştir. 

17. Bu doktora, Enstitü tarihinde İbrahim Tanyeri’nden sonra alınan ikinci doktoradır. Tezin önsözünde, Ölçen, Mithat Çoruh, Osman Okyar ve Necdet Serin’den oluşan kuruldan söz eder ve Mithat Çoruh’a o güne değin farkında olmadığı bir alana adım atmasını sağladığı için teşekkürlerini sunar (Ölçen, 1979: 5-6). Ölçen’in doktor unvanını alması 1978 yılında olsa da, tez çalışmalarının başlangıcı Hacettepe yıllarına denk geldiğinden dolayı, bu eser, yazarlar tarafından birinci dönem içinde ele alınmıştır. 

18. Ölçen’in doktora tezinde verilerinden faydalandığı Etimesgut Deneyi, Türkiye’de toplum hekimliği konusunun sistematik olarak ilk kez ortaya çıktığı 1960’lı yıllarda atılmış adımlardan biridir: “Demografi ve Halk Sağlığı disiplinlerinin ortak sorun alanlarını saptayan Prof. Dr. Nusret H. Fişek, doğumlarla ölümler hakkında sağlıklı veri toplanmasının önemine dikkat çekmiştir. Nüfus planlamasının etkin bir biçimde uygulanması için toplumun ikna edilmesi gerektiğinin bilincinde olan Dr. Fişek, bunu gerçekleştirmek üzere planlamacıların da içinde olduğu bir çalışma grubu oluşturarak kapsamlı bir kampanya başlatmış; gazetelere onlarca yazı yazmış ve konuyla ilgili din yetkililerinin desteğini almıştır. Bununla birlikte, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, konuyla ilgili gerçekçi veri üretmekte giderek yetersiz kalmıştır. Bunu gören Prof. Dr. Nusret H. Fişek, 1967 yılında[n itibaren] Hacettepe Üniversitesi’nde [kurucusu olduğu] “Nüfus Etüdleri Enstitüsü”nde beş yıl boyunca müdürlük yapmıştır.” https://nusret.fisek.org. tr/ozgecmisi/ 

19. Bu çevrimde GSYH ve kişi başına GSYH’nın yıllık ortalama artış hızları, sırasıyla %6.1 ve %3.2; tarımsal ve sınai katma değerin artış hızları ise sırasıyla %2.8 ve % 9.4 düzeyindeydi; sınai hasılanın GSYH’daki payı % 7’den %23’e yükselmiş; tasarruf / GYSH ve yatırım / GSYH oranları ise, dokuz yılda yaklaşık 6 puan artmıştı (Uygur, 1990: Appendix). 

20. Ölçen’e (1974:13) göre, kamu sektöründe de ekonomik etkinliği sağlamak üzere maliyetin en aza indirilmesi ilkesinin benimsenmesi söz konusudur; ama bu sektörde geniş bir yer tutan KİT’te bu ilkeye ek olarak sosyal amaçları kollamak mümkün olamamaktadır. Halk sektörü ile kamu sektörü, bu bağlamda farklılaşır. 

21. Küçük ve orta ölçekli özel girişimleri fonlayacak Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası (DESİYAB), 1975’de halk sektörü tasarımından uzak bir anlayışla AP/MHP/MSP koalisyon hükümeti tarafından kurulmuş, DESİYAB 1988, 1999 ve 2018’de önce Kalkınma Bankası, sonra Kalkınma ve Yatırım Bankası adıyla yeniden yapılandırılmıştır. Bu tür girişimlere teknik destek sağlayacak KOSGEB’in kuruluşu ise 1990’da gerçekleşmiştir. 

22. Yine de yaşadığımız bazı düş kırıklıklarını Ölçen’in (1977) sözcükleri ile yazımızın başına yerleştirmekten kendimizi alamadık. 

23. Akşin’in (2007:57) deyişi ile MM’nin çoğunluğu, sadece “etiket olarak” İT yandaşı idi; nitekim başlangıçta İT şemsiyesi altında yer alan bazı fraksiyonlar, MM dışında çok etkili olmasalar bile partileştiler (Osmanlı Demokrat (Şubat 1909), Mutedil Hürriyetperver (Kasım 1909) ve Ahali (2010) fırkaları). 

24. Bu girişimlerin ilkinde (Şubat 1910) İT, daha kolay etkileyebileceği Meclis-i Âyân’ı (MA) yasa tasarılarının ilk inceleme mercii konumuna getirerek MM’yi güçsüzleştirmeyi amaçlıyordu ve bunda başarıya ulaşamadı (Ölçen, 1982: 59-60). Buna karşılık, 1912’de padişahın MM’yi feshetme yetkilerini genişleterek MM’yi baskılama çabaları Haziran 1912 tarihli Kanun-u Esasi değişikliği ile sonuçlandı. Meşruluğu tartışmalı bu değişiklik, Mayıs 1914’te yasallaştırılmıştır (Gürdoğan, 1959). 

25. 1913-8’deki dikta döneminde İT’nin söz konusu baskıcı tutumu daha da belirginleşmiştir. Yine de geri kalmış, çağ dışı bir imparatorluğun siyasal çöküşünü tümüyle İT’ye yüklemenin haksızlık olacağı söylenebilir. 

26. Bu iki belge ile Aydınlar Ocağı’nın 1973 tarihli Görüş’ü arasındaki fikir sürekliliği için, bkz. Güvenç vd. (1991:41-8). 

27. İngiltere’de üretilmeyen, ama İngiliz tüccarları eliyle ve yasa dışı yollarla Çin’de pazarlanan afyonun İngiltere / Hindistan / Çin ticaret üçgeni içindeki konumunu kavramak için, okurumuzun bir iktisat tarihi kitabına başvurması salık verilir. 

28. Avrupa’daki 1848 devrimlerinin başarısızlığı sonrasında Marx, çevre ülkelerdeki toplumsal kalkışmaların uluslararası pazar daralmalarına yol açabileceğini, bunun da merkez ülkelerde ekonomik ve siyasal krizleri besleyeceğini öngörmekteydi. 

29. Fransa’ya tanınan 1535 “kapitülasyon”ları, Ölçen’in (2008) Osmanlı’nın çöküş öyküsünü niye bu yıldan başlattığını da açıklamaktadır. 

30. http://www.olcen.net/index. php?action=anasayfa 

31. Bu düş kırıklığına aile meclislerindeki konuşmalarında tanık olunsa da Ölçen’in gençliğe olan güveni ve onlardan yana umudu son günlerine değin hiç bitmemiştir. 

32. Kitap dizisinde sıklıkla beliren “TBMM’nin Gizli Celselerinde Mustafa Kemal” ve hemen her sayıda yer alan “Sokrates ile Söyleşiler” Ölçen’in tarihi güncelleştirme ve ortak değerler oluşturma çabalarının yazımsal kanıtlarıdır; bu yazıların değerlendirilmesi, kanımızca, tarihçilerin ve filozofların uğraşı olmalıdır. 

33. Mehmet Erol Mahmutoğlu’nun Ataol Behramoğlu’nun bir köşe yazısındaki iddialarına cevaben yazdığı mektuptaki “Atatürkçülükten Kemalizmi ayrıştırdığınızda, ne Atatürkçülük kalır, ne de Atatürk’ün kendisi. Kalsa kalsa Can Dündar’ın Mustafa’sı kalır” satırları Ölçen’in bu konudaki düşüncesinin çarpıcı bir özeti olsa gerek ki, Türkiye Sorunları’nın 75. sayısında bu mektubu olduğu gibi yayınlar (Mahmutoğlu, 2009: 46). 

34. Ölçen, 1960’lı ve 1970’li yıllara damgasını vuran Yön-Devrim Hareketi’nin Kemalist, sosyalist ve kalkınmacı vurgusuna sempati duymuş olsa da Yön Bildirisi’nin imzacıları arasında yer almamıştır. Bunun arkasında yatan tüm nedenleri bilmemize imkân yoktur; ancak “Yön-Devrim Hareketi, öngördüğü yeni toplumun inşası için toplumsal bir tabana dayanmayı reddetme, bunu sürekli olarak iktidar sonrasına öteleme ve iktidarı da devlet içindeki kimi güçlerle iş tutarak ele geçirme tavrıyla” (Atılgan, 2008: 13) Ölçen’den ayrışmıştır. Örnek vermek gerekirse; Ölçen için de planlı kalkınma Kemalizm’in önemli unsurlarından biridir, ancak ademimerkeziyetçi olmak zorundadır; tersi değil. 

35. Bu çatışmalar ve, ona göre, çözümleri şunlardır: 1. Şeriat-bilim çatışması: Seküler devlet; 2. Ulusalcılık-emperyalizm çatışması: Ulus devlet; 3. Faşizm-demokrasi çatışması: Cumhuriyet; 4. Devlet-özel sektör çatışması: Karma ekonomi; 5. Piyasada kâr-yarar çatışması: KİT’ler; 6. Tüketim-tasarruf çatışması: Planlı büyüme; 7. Sermaye-emek çatışması: Sosyal hukuk devleti. 

36. Ölçen’in, 1990’larda kamu sektörü / özel sektör çatışmasını ele alış biçimi, 1970’li yıllarda savunduğu kamu sektörü / özel sektör / halk sektörü üçlü tasarımından uzaklaşmış olarak görünür. Ölçen’in “[k] işi olarak özümsediğim ve özlemlediğim tasarım kamu ve özel girişimciliğinin iki boyutu arasına ‘halk sektörünü’ de alan üçüncü boyutudur” (Ölçen, 2000b) dedikten sonra halk sektörü konusunda sessiz kalışı, bu tasarımının gerçekleşmesine ilişkin umudunun azaldığının bir göstergesi olarak da yorumlanabilir. 

37. http://www.olcen.net/index. php?action=anasayfa

KAYNAK: https://iktisatvetoplum.com/bir-yurtseverin-ardindan-dr-ali-nejat-olcen-1922-2020-ayca-tekin-koru-oktar-tu%cc%88rel/   

sayı: İktisat ve Toplum Dergisi 128  Sayfa Aralığı: 64-88 

Ayça Tekin-Koru Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İktisat bölümünden lisans derecesini 1994, yüksek lisans derecesini 1997 yılında aldı. Purdue Üniversitesi, Ekonomi bölümünde doktorasını 2001 yılında tamamladı. 2001-2003 yılları arasında Krannert School of Management bünyesinde konuk öğretim üyesi olarak MBA ve Ekonomi programlarında ders verdi. Sonrasında 2003-2011 yılları arasında Oregon State Üniversitesi, Ekonomi bölümünde görev yaptı. 2012-2016 yılları arasında TED Üniversitesi, İşletme Bölümü'nün kurucu bölüm başkanlığı görevini yürüttü. Ayça Tekin-Koru çalıştığı üniversitelerde çeşitli düzeylerde uluslararası iktisat, oyun kuramı, mikroekonomi, makroekonomi ve sosyal meseleler iktisadı gibi dersler verdi. Araştırma konuları arasında, uluslararası ticaret, doğrudan yabancı yatırımlar ve iktisadi bütünleşme bulunmaktadır. Akademik araştırmalarının yanı sıra, 2012 yılından bu yana, İktisat ve Toplum dergisinde Sardunya adlı köşede Türkiye ve dünya ekonomisi üzerine yazılar yazmaktadır. Prof. Dr. Tekin-Koru, halen, TED Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesidir.


Araştırma - İnceleme, Araştırma - İnceleme - Kuram, Dünya Ekonomisi kategorilerinde eserler yazmış bir yazardır. Başlıca kitapları alfabetik sırayla; Geç Barbarlık Çağı 1, Geç Barbarlık Çağı 2, Küresel Tarihçe, 1945-79, Uzun 19. Yüzyılda Orta Avrupa olarak sayılabilir.






02 Mayıs 2021

ORMANSIZLAŞTIRMA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ HIZLANDIRIYOR - Reyhan Oksay / Herkes İçin Bilim

Ormansızlaşma (İngilizce: deforestation), ormanların veya dikili alanların tahrip olarak ormansız alanlara dönüşmesidir. Ormanlık alanların tarlalara, çiftliklere veya kentsel kullanım alanlarına dönüştürülmesi örnek olarak gösterilebilir.

Yalnızca nefes almakla kalmayıp vahşi yaşama da yuva olan ormanlar yeryüzünün %31’lik bir bölümünü kaplamakta. Öyle ya da böyle her yıl ortalama 16 milyon hektar orman yok olmakta.

Bilim insanları ormansızlaştırma ve küresel ısınma arasında doğrudan bir korelasyon bulunduğunu ileri sürüyor. Dört yıl süren bir ormansızlaştırma operasyonunun yarattığı karbon ayak izi, havacılık tarihinde her bir uçuşun 2024 tarihine dek yarattığı ayak izine eşit.. Bunun nedeni ağaçların karbondioksiti emmesi. Dolayısıyla daha az ağaç havada daha fazla miktarda karbondioksitin serbest kalması demek. Daha fazla karbondioksit, sera gazı etkisini artırır ve bu da küresel ısınmayı tetikler.

Biyo-çeşitlilik ormansızlaştırmanın bir diğer olumsuz etkisi. Ormansızlaştırmanın en büyük kurbanı yağmur ormanlarıdır. Dünya’nın % 7’sini kaplayan yağmur ormanları dünyada yaşayan bitki ve hayvanların yarısını barındırır.

Son 50 sene içerisinde Amazon ormanları %17’sini kaybetti. Ormanlar yok oldukça bazı bitki ve hayvanların yaşama şansı da yok olur. Minicik bir çiçekten devasa orangutanlara dek çok sayıda tür bu nedenle yok olmak üzere.

Ormansızlaştırmanın bir etkisi de toprak erozyonu. Ağaçlar ve bitkiler topraktan akıp giden sular için bir bariyer oluşturur. Kökler toprağı tutar ve toprağın akıp gitmesini önler. Bitkisiz kalan toprağın özellikle üst tabakası akar. Geride kalan toprakların besleyici özelliği düşük olduğu için ekinlerden verim alınmaz. Bir diğer etki de yağmurların azalması. Ağaçlar atmosfere su buharı saldığı için bölgeye daha az yağmur düşer ve sonuçta yeraltı suları azalır. Böyle kurak topraklarda çiftçilerin verim alması olanaksızdır. Bir olumsuzluk da su baskınlarıdır. Kıyı bölgelerindeki bitkiler dalgaların etkisini azaltır. Bu bitkilerin olmaması kıyılardaki yerleşim alanlarının sular altında kalmasına yol açar. Bilim insanlarına göre kıyı bölgelerindeki mangrov ormanlarının son on yıllarda yok edilmesi siklonların şiddetlenmesine yol açtı.

Yağmur ormanlarında yaşayan yerli halklar da ormansızlaştırmadan fiziksel ve kültürel olarak büyük zarar görüyor. Bu halkların yaşadıkları bölge üzerinde yasal hakları bulunmadığı için, bu topraklardan yararlanmak isteyen hükümetler bu kişileri bir anlamda göç etmeye zorluyor. Ormanları terk eden bu insanlarla birlikte kültürleri de yok oluyor.

KAYNAK: https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/surdurulebilirlik/ormansizlastirma-iklim-degisikligini-hizlandiriyor


26 Kasım 2020

YEŞİL NİKSAR - Yazar: L. Doğan TILIÇ

Başlığa bakıp da yazıyı bir Niksarlının “mikro milliyetçiliği” diye okumayın! Başlıktaki “yeşil”in önüne istediğiniz yeri yazın. Eğer bir şeyler yapmak için geç kalmadıysanız. Yazın ve sıkı sıkıya sarılın o yeşile!

Özelleştirip güzelleştireceğiz masalıyla, yer üstünde satılacak bir şey kalmayınca, ekonomi gittikçe çirkinleşip bugünlere gelince, sıra yerin altına geldi. Yama tutmaz açıkları kapatmak için, kah doğru dürüst bir Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu olmadan, kah uydurma ÇED raporlarıyla, bol keseden maden ruhsatları dağıtılmaya başlandı.

Geleceğimize olan maliyetini umursamadan, gözler anında nakde çevrilebilen madenlere dikildi. Gün kurtulursa ne ala!

Memleketin dört bir yanında, ağacın, suyun, toprağın, her türden yaşamın yok edildiği kapanmaz devasa yaralar açıldı!

Madenciliğin ülke ekonomisi için anlamını, stratejik önemini, yaratacağı istihdamı ve toplumsal yaşama olası etkilerini, üniversitelerimizde boşuna maden mühendisleri yetiştirmediğimizi bilmiyor değilim. Tabii ki maden çıkaracaksınız, ama nerelerde ve ne pahasına?

Bir süredir Erbaa’nın, Niksar’ın, Kelkit Ovası’nın insanları doğalarını ve geleceklerini geri dönülmez bir felaketten korumak için çırpınıyor.

İnsanlar artık biliyorlar: İster altın olsun ister bakır, ya liç tanklarında ya da açık havuzlarda tehlikeli kimyasallarla (sülfürik asit/siyanür) çok büyük miktarlarda su kullanılarak ayrıştırılıyor. Bu süreçte kimyasallarla kirletilmiş toprak ve su atık havuzlarında toplanıyor. Ya sonra?

Niksar Belediye Başkanı Özdilek Özcan, büyüyen tepkilere cevap verebilmek için bir basın toplantısı yapmış. Söylediklerini Belediye’nin sitesinden okudum.

Bir; “Bizler Niksar’ın aleyhine olan her şeyin karşısında, lehine olacak her şeyin de yanında oluruz.”, diyor. Ve Kent Konseyi, odalar ve tüm STK’larla birlikte hareket edeceklerini söylüyor. Bu iyi bir şey!

İki; “Kulaktan dolma bilgiye inanmayın.”, diyor. Peki! İnanılacak doğru bilgiyi sağlama görevi birinci derecede kendisinde ama böyle bir bilgi verdiği yok!

Üç; tepkisini altın madenciliğine yönelten hemşerilerine, “Şirket müdürüyle görüştüm, altın değil bakır çıkaracaklarmış.”, diyor. (Bu arada altın görürlerse, nasip işte, onu da çıkarırlarmış.) Yani, altın madenciliği çevreye zararlı da bakır o kadar değil! İşte bu da kulağa doldurulmuş yanlış bilgi!

Doğru bilgi adına sorulması gereken o kadar çok soru var ki. CHP Tokat Milletvekili Kadim Durmaz, geçen hafta, Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli’nin yazılı olarak cevaplaması talebiyle bir soru önergesi verdi. Ne kadar ağaç kesilecek, ne miktarda su kullanılacak, meralar ve tarım alanları nasıl etkilenecek, Niksar Ayvaz Suyu ne olacak?

Ve deprem? Niksar ve Erbaa Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde. 1939 Erzincan depremi, 1942 Niksar-Erbaa depremi Kelkit Vadisi’nde binlerce can aldı, on binlerce bina yıkıldı. Ya yeni bir depremde atık havuzlarından sızıntı olur, toprak ve suyunuzdan yüzlerce yıl temizleyemeyeceğiniz bir kirliliğe yol açarsa?

Belediye Başkanı Özcan’a bakır madenciliğinin ne kadar “zararsız” olduğunu görmek için Kıbrıs’a, Lefke’ye bir inceleme gezisi yapmasını öneririm. 74’de çekip giden Kıbrıs Maden Şirketi CMC’nin arkasında bıraktıkları, temizlemeye bütün Kıbrıs’ın bütçesinin yetmediği, “Ortadoğu’nun en büyük çevre felaketi” olarak orada duruyor. Tam 1 milyon metrekarelik alanda, Kıbrıs’ın bağrında, bütün bölgenin ekolojik sistemini bozan ve hâlâ topraktan denize zehir akıtıp balığı yenilmez kılan, insanları kanser eden iğrenç bir yara olarak!

Dedim ya, ben Niksar dedim ama siz “Yeşil”in önüne istediğiniz yeri yazıp öyle okuyun! 

Kaynak: Birgün Gazetesi -  https://www.birgun.net/haber/yesil-niksar-324011