15 Ocak 2017

MEDYANIN CEHALETİ



Medyanın Arkeoloji Cehaleti Göbekli Tepe’yi de Vurdu

Şanlıurfa’nın Haliliye ilçesinde yer alan Göbekli Tepe, yüzyılın en önemli arkeolojik keşfidir. Bir kült alanı, dünyanın en eski tapınağı vb. şekilde lanse edilen Göbekli Tepe’de; T biçiminde büyük taşlar (megalit) bir mimari bütünlük içirişinde inşa edilmiş ve taşların üzerlerine insan ve hayvan kabartmaları yapılmıştır. Yaklaşık 6 metre boyutlarına çıkabilen dikilitaşların 12.000 yıl önceye ait olması, hem arkeoloji dünyası için hem de dinler tarihi ya da geçmişe gizemli bir alan olarak bakan her oluşum için büyük bir sürpriz olmuştur.
Arkeoloji camiası bugüne kadar kabul edilen bir sürü bilimsel veriyi geçersiz hale getiren bu keşfi tartışırken, bazı çevreler Göbekli Tepe’nin “kutsal kitaplarda sözü edilen cennetin kapısı olmasından, uzaydan gelenlerin merkezi olmasına kadar” (Özdoğan 2015) tutarsız, hayalci ve saçma yorumlar da bulunmaktadır.
Neredeyse küresel bir hal alan bu “cehaletin” en son örneğine ne yazık ki ülkemizde şahit olduk. TRT Belgesel kanalında yayınlanan “Suların Ateşin ve Taşların İmparatorluğu” adlı belgeselde (!) semavi dinlerin ortak figürü olan İbrahim Peygamber ile Göbekli Tepe arasında bağ kurulmakta ve şöyle denmekte; “Göbekli Tepe’de yer alan heykellerin Hz. İbrahim’in babası Aser’in yapmadığını kim bize söyleyebilir? Ya da Hz. İbrahim’in kırdığı putların yer aldığı tapınağın Göbekli Tepe olmadığını ileri sürebilir miyiz?” Bu seslendirmeyi takiben Göbekli Tepe’den bir dikilitaşın parçalara ayrılışının canlandırılması yapılmakta, Irak ve Suriye’deki kültürel mirası katleden IŞID benzeri bir görüntü verilmektedir.
Unesco Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Göbekli Tepe, daha önce Davos’ta büyük bir organizasyonla tanıtılmıştı. Dünya Ekonomik Forumu’nun 46. Yıllık toplantısında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Doğuş Grubu’nun desteğiyle yapılan tanıtımda Göbekli Tepe’nin tarihi yanlış verilmiş, daha sonra basındaki haberlerden ötürü yanlış tarih değiştirilmişti.
Artık biraz silkinmemiz lazım. Göbekli’den ne istiyoruz? Nedir alıp veremediğimiz bütün dünyanın merakla ve heyecanla takip ettiği bu merkezden? Neden her güzelliğe düşmanlık ediyoruz? Google’da ya da Amazon’da bir Göbekli Tepe araması yapın bakın karşınıza nasıl yüzlerce kitap, makale, belgesel, fotoğraf çıkıyor. Bu gurur duyulası güzelliği niye katletmeye çalışıyoruz?
Arkeoloji insanoğlunun hayatı ve dünyayı anlama çabasına, merakına hizmet eden bir bilim alanıdır. Geçmişi anlayıp geleceğe umutla bakmaya yönelen naif bir düşünceye ve insanlığın gidişatı hakkında insanlığı bilgilendirme gibi bir misyona da sahiptir. Dünyanın arkeolojik açıdan en zengin topraklarında har vurup harman savuran bir zihniyetle hareket eden Türkiye, değersizleştirdiği arkeolojik geçmişine daha fazla sahip çıkacağına neden ötekileştirmektedir? Bu soruyu herkesin sorması gerekiyor. Neden her şeyi dine alet ediyoruz? Bu soruyu herkesin sorması gerekiyor. Neden her alanda cehalet bu denli kendine yer buluyor? Bu soruları herkesin kendine ve içinde yaşadığı sisteme sorması gerekiyor.

TRT’deki yayına dönüp sorularına cevap verirsek “Göbekli Tepe’de yer alan heykellerin Hz. İbrahim’in babası Aser’in yapmadığını kim bize söyleyebilir? Ya da Hz. İbrahim’in kırdığı putların yer aldığı tapınağın Göbekli Tepe olmadığını ileri sürebilir miyiz?”
Biz arkeologlar söyleriz. Göbekli Tepe ile Aser arasında hiçbir ilişki yoktur. Eğer cehalet içinde boğulmuyor olsaydınız gerek Yahudi ve Hıristiyan araştırmacıların hatta arkeologların gerekse İslami kaynakların Abraham/İbrahim’in hayatını anlamak ve algılamak adına yaptıkları çalışmalara değinirdiniz. Bilimin ideolojik bir araca dönüştüğü bu çalışmalar bana anlamlı gelmese de insanların bilme ve öğrenme özgürlüklerinin iyi bir örneğini oluşturur. Bunlara değinirdiniz.
Bize sorsaydınız din üzerinden böyle bir yorum yapamayacağınızı, insanların avcı toplayıcı bir yaşam sürdürdüğü bir dönemde Göbekli Tepe gibi bir şaheseri inşa etmelerinin ne anlama geldiğini öğrenirdiniz.
Sizin ifadenizle “Hz. İbrahim’in kırdığı putların yer aldığı tapınağın Göbekli Tepe olmadığını” ileri sürebiliriz. Hiçbir ilişkisi olmadığını, saçmalamış olduğunuzu da ileri sürebiliriz. Türkiye’nin bu en önemli kültürel miraslarından birini IŞID zihniyeti gibi tehdit edişinizi, hepimizin vergilerinden sağlanan paralarla finanse etmenizi de bir yurttaş olarak; meslektaşlarım, öğrencilerim ve fikirlerime katılan insanlar adına protesto ediyorum.

Yararlanılan ve “Önerilen Kaynaklar”
Mehmet Özdoğan, “Göbekli Tepe’yi Anlamak”, Aktüel Arkeoloji 2015. (Genel olarak derginin Göbekli Tepe’yi Anlamak sayısı)
Klaus Scmidt, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2007.
Ian Hodder, Origins of Settled Life; Göbekli and Çatalhöyük, Talks At Google. https://www.youtube.com/watch?v=zKwSg7OyvoE
Kaynak: ARKEOFİLİ



SAYGIYLA ANIYORUZ..

ZÜBEYDE HANIM
Osmanlı devrinde, II. Mehmed zamanında Karaman'dan Rumeli’ye göçen ve Selanik yakınlarındaki Langaza’da toprak işleri ile uğraşan bir Türkmen ailesi olan Hacı Sofu ailesindendir. Mustafa Kemal Atatürk'ün anne soyu da, Karaman'dan gelerek Selanik ile Manastır'ın arasında bulunan Vodina Sancağı'na bağlı "Sarıgöl" de denilen "Kayalar" Nahiyesine yerleştiler. Aile, sonradan Selanik yakınlarında bugün de kaplıcaları ile meşhur olan Langaza'ya yerleşmiştir. Dedesi Feyzullah Efendi'in taşıdığı "Sofu-zade" (Sofular) lâkabı, yerleştikleri Sarıgöl bölgesindeki yer adları ve ailedeki hatıraların gösterdiği üzere, Mustafa Kemal Atatürk'ün anne soyu Karaman'dan Rumeli'ye gelen ve bundan dolayı da "Konyarlar" olarak Rumeli'de anılan Yörük Türkmenlerdendir. Zübeyde, 1857'de Lankaza'da dünyaya gelmiştir. Babası Sofuzade Feyzullah (Sadullah) Ağa, annesi Molla Hanım olarak anılan Ayşe Hanım’dır. Döneminde kadınların okula gitmesi yaygın olmadığı için, okur yazar oluşu nedeniyle kendisi de Zübeyde Molla olarak anılırdı.
Zübeyde Hanım, kızı Makbule ve oğlu Mustafa Kemal ile birlikte
Hacı Sofu gibi dinine bağlı bir aileden geldiği için kendisi de öyleydi. Türk tarih kitaplarında sıkça geçen, eğitim sisteminin karışık olduğu bir dönemde, Mustafa Kemal'in ne tür bir okula gideceği konusundaki tartışmalarda Zübeyde'nin, dini eğitim veren Mahalle Mektebi'ne gitmesinde ısrarcı oluşu bu yüzdendir.
Selanik'te Gümrük Muhafaza Teşkilatında memur Ali Rıza ile 1871 yılında henüz 14 yaşında iken evlendi. Ali Rıza, sarışın ve mavi gözlü bir kadınla evlenmeyi düşlerken, kendisinden 20 yaş küçük olan, siyah saçlı ve derin mavi gözlü bu kadına sevdalandığını belirtmiştir.
Yeni çift Selanik Yenikapı semtinde yeni hayatını başlatmış ve Zübeyde Fatma, Ömer ve Ahmet adlı çocukları doğmuştur. Ancak Fatma bu dönemde ölmüştür.
Eşi Ali Rıza'nın Yunanistan sınırında Çayağzı (ya da Papaz Köprüsü)'na tayin ediliği için taşınmış ve orada Ömer ve Ahmet ölmüş.
1881’de dördüncü çocukları Mustafa1885’te Makbule1889’da Naciye doğdu. Naciye’yi de küçük yaşta veremden kaybettiler. Ali Rıza Efendi de 1888 yılında öldü.
Mustafa Kemal Atatürk annesi Zübeyde Hanım'ın cenaze töreninde, İzmir, 1923
Bunun üzerine Zübeyde, çocuklarını da alarak abisi Hüseyin Bey'in Langaza'daki çiftliğine gitti. Babasının erken ölümünün ve dayısının çiftliğinde ailenin erkeği olarak yaşadıklarının Mustafa üzerinde derin etkileri olduğu düşünülür.
Abisine daha fazla yük olmak istemeyen Zübeyde, ikinci evliliğini Selanik Gümrükler Başmüdürü Ragıp Bey ile yaptı. Ragıp'ın da önceki evliliğinden dört çocuğu vardı. Bu evlilik, babasının hatırasına saygı gösterilmediğini düşünen Mustafa Kemal'i kızdırdı. Zübeyde Balkan Savaşı’ndan sonra Ragıp Bey’den ayrıldı ve artık Osmanlı toprağı olmaktan çıkan Selanik’i terk ederek kızı Makbule ile birlikte İstanbul’a göç edip Beşiktaş Akaretler’de bir eve yerleşti.[3]
Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy'a, Ragıp Bey hakkında "Bana karşı hep çok saygılı davranmış, büyük adam muameleleri etmiştir. Nazik ve kibar bir insandır." demiştir.[4]
1919’da Anadolu'ya çıktığından beri görmediği ve üstelik Osmanlı Padişahı tarafından hakkında ölüm emri verildiğini öğrendiği oğlu Mustafa Kemal ile ancak 14 Haziran 1922’de Adapazarı’nda tekrar buluşan Zübeyde, onun yanına Ankara’ya yerleşti. Ancak bu şehrin sert iklim koşulları sağlığını olumsuz etkileyince tedavi amacıyla İzmir’e gitti. 14 Ocak 1923 günü 66 yaşında oğlunun başarılarını gördükten sonra hayatını kaybetti. İzmir’in Karşıyaka ilçesinde 1940 yılında yaptırılan anıt mezarda yatmaktadır.

Kaynak: VİKİPEDİ

SAYGIYLA ANIYORUZ..


NÂZIM HİKMET RAN

Çağdaş Türk şiirinin öncülerinden Nâzım Hikmet Ran 20 Kasım 1901'de Selanik'te doğdu. 
(aile çevresinde 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih 15 Ocak 1902 olarak anılmış, kendisi de bunu benimsemiştir), 
Ölüm Tarihi: 3 Haziran 1963 - Moskova / RUSYA.