Mısır’daki Piramitler’den sonra uygarlık tarihi açısından en önemli arkeolojik bulgu kabul edilen Göbekli Tepe, Şanlıurfa’da Harran Ovası’nı kuzeyden sınırlayan dağ silsilesinin en yüksek noktasında yer alır. M.Ö. 10. ve 9. binyıla tarihlenen bir kült merkezidir.
Alman arkeolog Klaus Schmidt (1953 – 2014) 1986 ile 1991 yılları arasında, Şanlıurfa’nın kuzeyinde kalan Orta Fırat havzasındaki arkeolojik kazı alanı olan Nevalı Çori’de kazıları yürütür. Fırat Irmağı’nın sularının 1992’de yükselmesiyle birlikte Nevalı Çori sular altında kalınca, Klaus Schmidt, binlerce yıllık ıslık höyüklerinin altında gizli kalmış diğer Cilalı Taş Devri öncesi keşfedilmemiş alanları bulmak amacıyla Şanlıurfa yöresini araştırmaya başlar. Bu araştırma, Schmidt’i iki yıl sonrasında, Şanlıurfa’nın 15 km kuzeydoğusundaki Toros Sıradağları’nın güney uzantılarını oluşturan bir dağ sırtına yaklaştırır. Orada, 300 ila 200 metre genişliğinde, 15 metre yüksekliğinde höyükleri keşfeder. Klaus Schmidt, Göbekli Tepe’ye ilk geldiği gün, bu alanın onun bir arkeolog olarak hayatının geri kalanını meşgul edeceği yer olduğunu söyler ve öyle de olur zaten. Böylelikle, Göbekli Tepe’deki kazılar 1995’te Klaus Schmidt önderliğinde başlar.
Yapılan kazılarda, Göbekli Tepe’nin yaklaşık 12000 yıl öncesinde insanoğlu tarafından seçilen ve yaratılan büyük bir buluşma merkezi olduğu, günlük yaşama yönelik mekanlarla değil, törensel amaçlı anıtsal yapılarla kaplı olduğu anlaşılır. Göbekli Tepe’deki çemberimsi anıtsal yapılar keşfedilme sırasına göre A-B-C-D-E-F-G-H harfleriyle isimlendirilir. Çemberlerin çapları 10 ile 20 metre arasında değişiyor ve ortalarında birbirine paralel iki büyük T taş dikili. Çemberimsi yapıyı oluşturan taş örgü duvarlar arasında, duvarla desteklenmiş ve belli aralıklarla sıralanmış yine T biçimli, fakat daha küçük dikili taşlar bulunur. Bunların sayısı 10-12 kadar. Çemberler arasında en büyüğü D Çemberi. T biçimli taşlar yekpare kireç taşından yontulmuş ya da kesilmiş. Taşların kesildiği kireçtaşı ocakları tüm platoya yayılmış ve sit alanının içine alınmış durumda. Tonlarca ağırlıktaki T taşların, taş ocağından Göbekli Tepe’ye nasıl taşınabildiği konusunda değişik görüşler ileri sürülse de, konunun tam olarak aydınlatılması henüz mümkün görünmüyor.
Yaklaşık 90 dönümlük alana, T şeklindeki yekpare taş sütunlar daire şeklinde sıralanarak yaklaşık 15-20 metre çapında odacık şeklinde tapınaklar inşa edilmiş, bunlar toprakla doldurulmuş. Sonra üstlerine daha küçük ve sade olanları inşa edilmiş ve Göbekli Tepe katman katman yükselmiş ve höyük şekline dönüşmüştür. Bugüne kadar en üstteki sekizinde kapsamlı kazılar yapılırken, sonar taramalarından toprağın altındaki katmanlarda benzer 21 yapı daha olduğu saptanmıştır.
Göbeki Tepe’deki dikili T taşların çoğunda yarı kabartma (rölyef) hayvan resimleri yer alıyor. Sürüngen, tilki ve yaban domuzu en çok resmedilmiş türler. Ama başka hayvanlar da resmedilmiş. Örneğin, yaban sığırı, yaban eşeği, yaban koyunu, alageyik, turna, ördek, akbaba… Tüm bu türler doğadakine uygun olarak resmedilmiş ve av hayvanı bakımından zengin bölgenin arkeofaunasıyla örtüşüyor. T taşlarda hayvan kabartmalarının yanı sıra, H şekli, hilal, halka motifleri ve zıtlık ifade eden çizgiler gibi soyut semboller de var. T taşlara kazınmış iki insan kabartması da bulundu. Bunlardan biri, başsız bir erkek figürü. İkincisi ise uzun boyunlu, uzun başlı, ayakta duran bir insan. Bu figürün hemen yukarısında kuyruğu kıvrılmış küçük bir köpek resmedilmiş.
Göbekli Tepe’nin etkileyici anıtsal buluntuları yetkin bir taş işçiliğini yansıtmakta, taş üzerinde kabartma tekniğiyle yapılan motiflerin içerik zenginliği ise karmaşık bir düşünsel düzeye ulaşıldığını göstermektedir. Tüm bu bulguların yanında eserlerin nitelik ve nicelikleri gözlemlendiğinde, rastlantısal değil, düzenli bir tekrarlama şeklinde saptanabilen büyük boyutluluk, anıtsallık ve sayısal yoğunluk, arka planda olması gereken gelişkin sosyal düzenin, organizasyon ve koordinasyon kabiliyetinin ipuçlarını da vermektedir. Kazıda görevli Alman Arkeoloji Enstitüsü arkeologlarından Jens Notroff şunları söylüyor: “O dönemlerde, gen havuzunu yenilemek ve bilgi alışverişi yapmak için insanların belli aralıklarla buluşması gerekiyordu, bu simgesel bir yapı. Burada toplanmış olmaları tesadüf değil.”
Göbekli Tepe’deki kaya sütunların, sembollerin ve binaların daha küçük uyarlamaları, buraya 200 kilometre mesafedeki başka yerleşimlerde ortaya çıkarılır. Adeta Göbekli Tepe katedral, diğerleriyse yerel birer kilisedir. Avcı-toplayıcılar buluşmak, tapınmak, yeni anıtsal yapılar inşa etmek ve zenginliklerini sergilemek amacıyla şölenler düzenlemek için uzun yolculuklarla buraya geliyorlardı muhtemelen. Şölen özelliği, binaları inşa edecek işgücünü çekme açısından en kolay açıklama diyor Notroff. Kazılarda bulunan kireç taşına oyulmuş, en büyüğü 160 litrelik kaplar, şölenler sırasında çevrede yetişen tahıllardan ürettikleri birayı içtiklerini gösteriyor. Yıkıntıların içinde, ceylan ve artık soyu tükenmiş olan yaban öküzü de dahil on binlerce hayvan kemiği parçası bulunur.
Bölge, arkeolojik kalıntılar ortaya çıkarılmadan önce yöre halkı tarafından kutsal tepe olarak bilinir, zirvesindeki yaşlı karadut ağacına dilek için çaputlar bağlanırmış. Ağacın gövdesinde ise Eski Mısır’da kutsal kabul edilen, ölüm ve ötesini, reenkarnasyonu simgeleyen skarabe adlı böcekler bulunuyor. Arazinin eskiden sahibi daha sonra da bekçisi olan Mahmut Yıldız, bu böceklerin bölgede sadece burada görüldüğünü söylüyor.
Mimarlık tarihi, insanoğlunun avcı ve toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçmesi ile başlar. Göbekli Tepe’de bulunan 12.000 yıllık yapılar, mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, M.Ö. 4000 yılına tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak olarak biliniyordu. Göbekli Tepe Tapınağı’nın tespiti ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 12000 yıl öncesine tarihlenen Göbekli Tepe Tapınağı olduğu bilimsel verilerle kanıtlanmıştır. Göbekli Tepe’nin üzerinde bulunduğu coğrafya, yani Mezopotamya, hem uygarlık ve hem de dinler tarihi açısından, yeryüzündeki en önemli coğrafyadır. Burası Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi dinlerin yanında birçok pagan dine de ev sahipliği yapmıştır. 12 bin yıl öncesine tarihlenen Göbekli Tepe’nin böyle bir coğrafyada ortaya çıkmış olması rastlantıyla açıklanabilecek bir durum değildir.
Göbekli Tepe’de keşfedilen daire biçimindeki yapılarda bulunan devasa boyuttaki T biçimli sütunlar ve üzerine işlenen figüratif betimleme ve semboller, M.Ö yaklaşık 10 binlere tarihlendiğinde, oldukça büyük bir etki meydana getirmiştir. Zira genel teoriye göre, dinin doğuşu çok daha sonraki tarihlerde ortaya çıkmalıydı. Dinin doğuşu, tarımdan ve yerleşik hayattan sonra duyulan ihtiyaç ile açıklanmaktaydı. Göbekli Tepe’deki sembol ve figüratif unsurlar, hem kendilerinden önce var olan güçlü bir anlam ve sembol dünyasına kapı aralamakta ve hem de kendilerinden sonraki dini gelenekleri etkileyebilecek bir güce sahip olduğunu göstermektedir.
Dünyanın bilinen en eski ve en büyük tapınak yerleşkesi Göbekli Tepe, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültür Mirası asıl listesine girmeye hazırlanıyor.
Kaynak: http://www.leblebitozu.com/dunyanin-en-eski-tapinagi-gobekli-tepe/ Göbekli Tepe, National Geographic, Dünyanın En Eski ve En Büyük Tapınma Alanı: Göbekli Tepe, Dinler Tarihi Perspektifinden Klaus Schmidt ve Göbekli Tepe, Göbekli Tepe Kazısı