14 Ocak 2019

KURUMUŞ AĞAÇ KÜTÜPHANE OLDU


İnsanları kendi küçük ücretsiz mahalle kütüphanelerini kurmaya teşvik eden Little Free Library (Küçük Ücretsiz Kütüphane) oluşumu sayesinde 2011 yılından beri pek çok küçük ve yaratıcı mahalle kütüphaneleri kuruldu. 
Aile bireylerinden Sharalee Armitage Howard, kitap ciltçiliği okumuş bir kütüphaneci olunca sonucun böyle olması pek şaşırtıcı gelmiyor insana. Kütüphanede ayrıca, mekana tam bir ev havası veren iç ve dış aydınlatmanın yanı sıra, hava koşullarından etkilenmemek için kütüğün üzerine yerleştirilmiş bir de “çatı” bulunuyor.




Bu zincire yeni eklenen kütüphanelerden biri, kütüphane tasarımını yepyeni bir boyuta taşıyor. Amerika’nın Idaho eyaletindeki bir ailenin 100 yıllık bir kavak ağacının içini oyarak yarattığı bu masalsı kütüphanenin adı “Küçük Ağaç Kütüphanesi”.
Kaynak: https://www.thisiscolossal.com/2019/01/little-tree-library/?fbclid=IwAR0HkPm6RGDhs27PNh225ta5EFiNdcWMgf5XGluk0Hq2ONcOlXHKhEI8ua0 
Kaynak: https://www.egitimpedia.com/100-yillik-bir-agactan-masalsi-bir-mahalle-kutuphanesine/



BU AİLEYE ŞAPKA ÇIKARILIR

2 YIL BOYUNCA "ŞEKER DENEYİ" YAPAN AİLENİN ÖYKÜSÜ
12 yaşındaki Matthew Carter en sevdiği gazlı içeceğin içinde ne kadar şeker olduğunu öğrendiğinde ailesiyle birlikte bir deney yapmaya karar verdi. Bu bir şeker deneyiydi.
Matthew, beş hafta boyunca ailenin her bir üyesinin kullanabileceği şeker miktarını farklı kaplara boşalttı.
Ebeveynleri ve kardeşleri herhangi bir şey yediklerinde, o şeyin içindeki şeker miktarını kontrol etmek zorundaydılar. Ve herkes yediği kadar şekeri kabından kaşıkla alıp tekrar mutfaktaki şeker kavanozuna boşalttı. Kabı boşaldığında kimsenin o gün daha fazla şeker yemesine izin verilmedi.
Sağlık Bakanlığının verilerine göre dört ila altı yaş arasındaki bir çocuğun günlük olarak en fazla beş adet küp şeker miktarında şeker alması gerekiyor. Bu miktar 7 ila 10 yaş arası çocuklar için altı küp şekerken, 11 yaş üstü herkes için yedi küp şekere çıkıyor. Oysa özellikle çocukların içtiği içeceklerdeki şeker miktarı bunun kat kat üzerinde. Klasik bir enerji içeceğinin içinde (500 ml) 13 küp şeker bulunuyor. Kolada (330 ml) 9 küp şeker, kutu meyve sularında (200 ml) ise 5 küp şeker miktarında şeker bulunuyor.
İngiliz Sağlık Bakanlığının verilerine göre çocuklar, 10 yaşına geldiklerinde 18 yaşındaki biri için önerilen maksimum günlük şeker alımını bile aşıyorlar. Özet olarak çocuklar her gün tüketmeleri gerekenden sekiz küp şeker daha fazla tüketiyor. Bu, her yıl 2,800 küp şekerdaha fazla tükettikleri anlamına geliyor.
Matthew’un annesi Claire iki yıl önce yaptıkları şeker deneyinin nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Bu deneyi yapmaya başladık çünkü Matthew uyuyamıyordu. Biz de en sevdiği gazlı içeceğin içindeki şeker miktarını ölçtük. Yaklaşık dört çay kaşığı kadar şeker vardı içinde.”
Çocukların davranışları değişmeye başladı
Tam bir futbol hayranı olan Matthew, sağlıklı beslenmenin sporcuların zindeliğini koruyabilmelerinde çok önemli bir rol oynadığı hakkında yazılar okudu. Arkadaşlarının kilo aldığını fark eden Matthew, bunu okul çıkışı satın aldıkları çikolatalara bağladı.
Şeker deneyine başladıktan kısa bir süre sonra Claire çocuklarının davranışlarında değişiklikler görmeye başladı. Daha ikinci günde, o sıralar altı yaşında olan Sarah, kahvaltıda yediği mısır gevreğine şeker koymak istemediğini ilan etti çünkü sabahın ilk saatlerinde kabındaki şekerin çoğunu kaybetmek o günü daha zor geçirmesine sebep oluyordu.
Sarah meyve yemeye başladı ve bisküvi gibi tatlı bir şey yiyemeyeceği söylendiğinde artık ağlamaya başlamıyordu: “Çünkü o zaman kabındaki şeker hakkı bitiyordu. Çay kaşığı miktarı onun için büyük bir anlam ifade etmeye başladı. Kabındaki şekeri kaşıklayarak tekrar şeker kavanozuna geri koymak, yemek üzere olduğu şeyin içinde ne kadar şeker olduğunu önemli bir hale getiriyordu,” diye anlatıyor annesi.
Şeker deneyi sonrasında yaşananlar…
Beş haftanın sonunda Claire ve eşi Martin de kilo verdiler. Ama işin en güzel tarafı Matthew’un deneyinin ailesi üzerinde kalıcı bir etki bırakması oldu.
“İki yıl sonra şeker tüketimimizin hala oldukça kontrol altında olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla,” diyor Claire.
“Diğer ebeveynlerin bana söylediklerine göre çocuklarım bir partiye gittiklerinde hala arkadaşlarından daha farklı yemek seçimleri yapıyorlar. Sanırım yüksek şekerli yiyeceklere alışık değiller ve artık bunları canları çekmiyor.”
Deneyi başlatan Matthew ise şöyle diyor: “İki yıl sonra bile şeker deneyimizden konuşacağımız hiç aklıma gelmezdi. Artık kapları kullanmıyoruz çünkü artık ne kadar şeker almamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Ama kaplar, ne yediğimizi görmemizi sağladı.”
Kaynak: https://www.bbc.com/news/health-46739905 Kaynak: https://www.egitimpedia.com/iki-yil-boyunca-seker-deneyi-yapan-bir-ailenin-hikayesi/

ÖĞRENCİLER DİKKAT!: ÖĞRENME SÜRECİNİ KOLAYLAŞTIRACAK 5 YÖNTEM



Dünyanın en iyi üniversitelerinin sayısız online dersine ücretsiz olarak ulaşabileceğiniz muhteşem internet sitesi Coursera‘nın en popüler dersi olan ve yaklaşık 2 milyon öğrencinin kayıt olduğu “Öğrenmeyi Öğrenmek” dersinin yaratıcılarından biri olan Barbara Oakley, zihin ve öğrenmeyle ilgili kitaplar yazmış bir mühendislik profesörü aynı zamanda.
Oakley, kendi deyimiyle “matematikten sürekli kalan” bir öğrenciyken beynini “yeniden şekillendirdi” ve o zamandan beri modern sinirbilimin bazı temel prensiplerini açıklayarak diğer insanların öğrenmeyi öğrenmelerine yardımcı oluyor.
Bir şeyi en baştan çözememenin aptal oldukları anlamına gelmediğini öğrencilere göstermeniz gerekiyor. Onlara daha hızlının her zaman daha iyi olmadığını öğretmelisiniz,” diyor Oakley.
İnternet üzerinden alınan dersi daha çok yetişkinler için olsa da, Oakley şimdi hedef kitlesi 10 ila 14 yaşındaki çocuklar olan bir kitap üzerinde çalışıyor. “Bu yaş aralığını seçtim çünkü fikirleri kavrayabilecek kadar büyük; ‘Matematikte kötüyüm. Bunu yapamam,’ diye düşünmeyecek kadar da küçük bir yaş. Onlara, bütün olasılıkları kafalarından silmeden önce erişebiliriz.”
Öğrenciler beyinlerinin bilgiyi nasıl öğrendiğini ve sakladığını anlayamadıklarında kendileri hakkında yanlış algılar geliştirebilirler. Bir konuda kötü olduklarını düşünebilir ya da performans kaygısı yaşayabilirler. Oakley, notlarını tekrar tekrar okuyan ve konuyu bildiklerini düşünen, ancak sınava girdiğinde gerekli olan bilgileri hatırlayamayan öğrenciler ile aynı deneyimi paylaşmış. “Korkuyorlar ve sınav stresi yaşadıklarını düşünüyorlar,” diyor Oakley. Ayrıca Oakley, öğrencilerin bilgiyi hatırlamalarını sağlayacak bir şekilde eğitilmediklerini söylüyor.
Sinirbilimin çoğu eğitimcinin hoşuna gitmediğini ya da bu konuda eğitimli olmadıklarını kabul etmeliyiz. Oakley, bu amaçla öğretmenlerin sınıfta kullanabilecekleri ve öğrencileriyle paylaşarak öğrenme sürecinin gizemini ortadan kaldırmaya yardımcı olabilecekleri şu temel ilkelerden bahsediyor:
  1. “Yürüyen beyin” mi “yarış arabası beyin” mi?
Oakley, “İşe, öğrencilere odaklanmış beyin ile rahat beyin arasındaki farkı öğretmekle başlayın,” diyor. Beyin odaklanmış durumdayken, yapmanız gereken işe başlayabilirsiniz. Ancak bu durumda konuyu derinden anlama tamamen gerçekleşmez.
Rahat düşünce ise zihninizi serbest bırakıp düş kurmasına, hayallere dalmasına izin verdiğinizde gerçekleşir. Bu haldeyken beyniniz hala çalışıyor durumdadır, bilgiyi sağlamlaştırıyor ve öğrenmek istediğiniz şeyin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordur. Bir konuyu hemen kavrayabilmek sizin için kolaysa odaklanmış hal size yetebilir, ancak yeni bir beceri ya da konu üzerinde düşünmeyi gerektiriyorsa, konuyu gerçekten kavrayabilmeniz için bu iki beyin hali arasında gidip gelmeniz gerekir ve bu hemen olan bir şey değildir.
Bu iki hal arasında geçiş yapmak öğrenme açısından çok önemli olduğundan, öğretmenler ve öğrencilerin kendilerine, oyun oynarken, yürüyüşe çıkarken veya resim yaparken öğrenmenin “arka planda gerçekleşebileceği” zamanlar ayırmaları gerekir. Uykunun sağlıklı bilişsel gelişim için bu kadar hayati bir konumda olmasının nedeni de budur.
Öğrenciler hızlı olmayı akıllı olmakla karıştırma eğiliminde oldukları için, Oakley onlarla şu örneği paylaşmayı öneriyor: “Bir yarış arabası beyni, bir de yürüyen beyin vardır. İkisi de bitiş çizgisine ulaşır, ama aynı anda değil. Yarış arabası beyni oraya çok hızlı bir şekilde varır, ama her şey birkaç saniyede olup biter. Yürüyen beyin ise acele etmez. Şarkı söyleyen kuşları duyar, tavşan izlerini görür, yaprakları hisseder. Bu, çok farklı bir deneyimdir ve bazı yönleriyle daha zengin ve daha derindir. Her şeyi hemen öğrenen biri olmanıza gerek yok. Bazen yavaş ilerleyerek bir konuyu daha derinlemesine öğrenebilirsiniz. ”
  1. Zincirler ve öbekler
Bilişsel psikolojide “öbeklemek”, bir konuda uzmanlık geliştirmek için gerekli olan, bolca pratiği yapılmış zihinsel kalıpları ifade ediyor. Oakley bunu öğrencilere anlatırken “zincir” benzetmesini tercih ediyor.
Öğrenme tamamen güçlü zincirler geliştirmekle ilgilidir. Oakley, bir arabayı nasıl park edeceğinizi ilk öğrenirken, direksiyonu nasıl döndüreceğinizden aynalarınızı nasıl kullanacağınıza kadar her adımı bilinçli bir şekilde düşünmeniz gerektiği örneğini veriyor. Ancak bu işlem, zincirin bir parçası haline geldiğinde kolaylaşır ve otomatik hale gelir. Benzer şekilde, matematikte belirli denklemleri çözmek otomatik hale geldiğinde, öğrenciler bu denklemleri daha karmaşık problemlere uygulayabilirler.
Öğretmenler, öğrencilere, öğrenmelerini bir sonraki seviyeye çıkarmak için o çalışma ünitesindeki süreçleri/adımları belirleme konusunda yardımcı olabilirler.
“Herhangi bir konuda tam öğrenme, bu zincirlerin geliştirilmesini içerir. Ondan sonra da daha karmaşık zincirlere geçebilirsiniz, ”diyor Oakley. Şöyle de düşünebiliriz: Her insanda anlık olarak problem çözmek için kullanılabilecek dört adet çalışma hafızası yuvası vardır. Bu yuvalardan biri tüm bir süreç zinciriyle doldurulabilir – böylece diğer yuvalara yeni bilgiler ekleyebilirsiniz.
  1. Metaforun gücü
Oakley, “Metafor ve benzetimler (analojiler) olağanüstü güçlü öğretim araçlarıdır ve çok sık kullanılmazlar,” diyor. “Yeni bir şey öğrenmeye çalıştığınızda, öğrenmenin en iyi yolu, onu zaten bildiğiniz bir şeyle ilişkilendirmektir.”
Bunun için kullanılan bir terim var: “Sinirsel yeniden kullanım”.  Bu, metaforların, bir metaforun tanımladığı kavramla aynı sinir yollarını kullanmasına dayanır. Bu yüzden tanıdık metaforlar, öğrencinin çoktan ustalaştığı bir kavramın üzerinden gitmesini ve onu yeni bir duruma uygulamasını sağlar. Veya Oakley’in dediği gibi, metaforlar yeni fikirleri “hızlıca benimser”. Örneğin, Oakley, elektron akışını su akışıyla karşılaştırmanın “öğrencilerin hızla düşünmeye başlamasını sağlamanın” bir yolu olduğunu söylüyor.
Araştırmasının bir kısmında Oakley, alanlarında uzman öğretmenler kabul edilen binlerce profesör ile görüştü. “Bu profesörlerin birçoğunun öğretimde kullandıkları bir sır vardı: Metafor ve benzetim.” Oakley, öğretmenleri yalnızca metaforu kullanmakla kalmayıp aynı zamanda öğrencileri, bir çalışma stratejisi olarak kendi metaforlarını geliştirme konusunda zorlamaya teşvik ediyor.
  1. Erteleme Sorunu
Oakley, ertelemenin çoğu öğrencinin karşılaştığı bir numaralı zorluk olduğunu söylüyor. Beyne sistematik olarak odaklanmasını ve rahatlamasını – geçiş yapmasını – öğretmek için ise ‘Pomodoro Tekniği’ni öneriyor.
Francesco Cirillo tarafından geliştirilen bu stratejide, öğrencinin belli aralıklarla çalışmasına ve mola vermesine yardımcı olmak için bir zamanlayıcı kullanılıyor. İlk önce, yapılacak bir iş seçin. Ardından, zamanlayıcıyı 25 dakikaya ayarlayın ve alarm çalana kadar çalışın. Bu noktada beş dakikalık bir mola verin: Ayağa kalkın, dolaşın, bir bardak su için mesela. Üç veya dört adet 25 dakikalık çalışmanın ardından, kendinize gelmek için daha uzun bir mola verin (15 – 30 dakika). Oakley bu tekniğin, odaklanma yeteneğini geliştirdiğini ve işin sonunda beyni rahatlatmanın öğrenme süreci için kritik bir önem taşıdığını söylüyor. Öğretmenler ve idareciler okul gününe benzer bir ritim oluşturarak öğrencilerin odaklanmış ve rahatlamış beyin arasında geçiş yapmalarına yardımcı olacak molalar ve hareket süresi sağlayabilir.
  1. Olasılıkları Genişletmek
Oakley, çocuklara ve gençlere öğrenmeyi öğretebilirsek olasılık anlayışlarını geliştirebileceğimizi söylüyor. “Öğrencilere, tutkularının peşinden giderken sıkışıp kalmalarına gerek olmadığını söylerdim. Tutkularınızı büyük ölçüde genişletebilirsiniz. Ve bunun, hayatınızın geliştiği yön üzerinde muazzam etkileri olabilir. Biz her zaman “tutkularınızı takip edin” deriz, ancak bazen insanlar bu tukuları kolayca elde edilen veya zaten iyi oldukları şeyler olarak düşünerek bunlara odaklanma eğilimi gösterirler. Birçok şey hakkında tutkulu – ve bu konularda gerçekten de iyi – olabilirsiniz!”
Kaynak: https://www.kqed.org/mindshift/49697/5-strategies-to-demystify-the-learning-process-for-struggling-students

RÖYA VE RİZVAN ŞARKI SÖYLEYİP DÜNYAYI GEZİYOR











Dünyayı gezen Azerbaycanlı çift, bulundukları şehirlerde kendi yerli şarkılarını söyleyerek adeta kültürler arası bağ kuruyorlar. Kültürel bağ kurmakla kalmayıp, eski şarkılar seçerek bir nevi zamanlar arasında seyahat etmemize de olanak kılıyorlar. Azerbaycanlı çift performanslarını kaydederek, kendi YouTube ve Instagram hesaplarında yayınlıyorlar. 

Böyle bir şey yapma fikir aklınıza nasıl geldi? Neden böyle bir şey yapmak istediniz?

Müzikle uzun zamandır uğraşıyoruz ama aklımızda farklı bir proje yapmak fikri vardı. Bir arkadaşımız “street cover” yapmayı önerdi, iyi fikir olduğunu düşündük. Azerbaycan’da bunun planlamasını yaparken Amerika’dan konser teklifi geldi ve 2018 Mart’da Kaliforniya’ya gittik. Sonra dedik ki neden ilk cover videomuzu burda çekmeyelim? Böylece Los Angeles, San Diego, San Francisco şehirlerinde videolar çektik ve Instagram hesabımızda paylaştık, insanlar çok sevdi. Daha sonra bunu Avrupa’da da devam ettirmeye karar verdik.

Performanslarınız için özellikle Azerbaycan ve daha spesifik eski şarkıları seçmenizin özel bir nedeni var mı?

En başından maksadımız şarkılarımızı dünyanın dört bir yanında seslendirmekti. Unutulan ve sevilen eski şarkıları geri getirmek istiyorduk. Dünyanın dört bir yanında eski şarkılarımız seslensin istiyoruz. Bununla birlikte eski şarkıları çok seviyoruz.

Zamanı gelip yeterli kitleye hitap ettikten sonra, neden olmasın?Performanslarınız internet üzerine yayınlamanız nedeniyle, sizi izleyen ve seven bir kitleniz var, özellikle Azerbaycan’da. O yüzden burdan yola çıkarak, Bakü’de konser verecek misiniz diye sormak isterdim?

Bu fikri gerçekleştirmek için pek çok şehir gezdiniz, ne tür zorluklarla karşılaştınız ve nasıl sorunlarla yaşadınız?

Gitmeden önce çok araştırıp iyice planlama yaptığımız için pek problem yaşamıyoruz. Ama yine de bazen küçük aksaklıklar oluyor. En çok da yolculuk zamanı.

Daha nerelerde performans yapmayı hedefliyorsunuz?

Doğrusunu söylemek gerekirse, dünyanın her tarafında; her ülkede, Asya kıtası ve bazı Arap ülkelerine gitmeyi çok istiyoruz.

Türkiye’de birkaç şehirde performans yapmak fikriniz varmış. Hangi şehirleri belirlediniz? Artı, Türkiye medyasında da konuşuluyorsunuz. Performansla birlikte bir yerde sahne almayı düşünür müsünüz?

Türkiye’nin taşı, toprağı, her tarafı tarih! Türkiye’nin her tarafında yapmak isteriz amma korkarım ki ömrümüz yetmez. Tabii ki İstanbul başta olmak üzere Kapadokya ve başka güzel şehirler planlarımız arasında. Sahne almakla ilgili teklifleri de değerlendiriyoruz.

Daha ne kadar devam etmeyi düşünüyorsunuz? İlerde bu işi daha farklı boyutlara taşımak ister misiniz?

Tabii ki arzumuz bütün dünyayı gezmek ama müzikle ilgili başka projelerimiz de olacak.

Son olarak, sizi izleyip performans sergilemek ya da birlikte şehirler gezmek isteyen çiftlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Dünyayı gezmek için en önemli olan şey ne para ne zaman ne imkan. En önemli şey istemektir. İstemek başarmanın yarısı gibi. Biz yol çıkmadan önce bir gezginin yazısından çok etkilenmiştik. “Yeter ki siz gidin, yeter ki gitmeyi isteyin geri kalan her şey yoluna girer.”  Bu sözler bizi çok etkilemişti. Her kese de aynısını demek isterim. Yeter ki siz gidin geri kalanın önemi yok.
3 öğün yemeyin, 2 öğün yiyin, 1 öğün yiyin. Paranız bitsin, kalacak yeriniz olmasın, sokakta sabaha kadar oturup güneşin doğmasını izleyin, macera yaşayın amma yeter ki gidin!
KAYNAK: https://gaiadergi.com/seyahat-ettikleri-sehirlerde-azerbaycan-sarkilarini-soyleyen-cift-roya-ve-rizvan/

MAMİHLAPİNATAPAİ: KAYIP DİLİN ÇEVRİLEMEYEN MİRASI

Tek bir akıcı konuşanı kalan Yaghan dili yok olmak üzere. Bu belirsiz kelime onun tek hayatta kalanı mı olacak?
Dünyanın sonuna ulaştığımda bahardı. Eylül’ün ortasındaki günde Arjantin’in Ushuaia şehri soğuk ve yağmurluydu ancak Tierra del Fuego Parkı yakınlarda yürüdükçe berrak buzul suların ve karla kaplı dağların güneşi yansıtmasını sağlayan hava açıldı.
1520 yılında Portekiz kaşif Ferdinan Macellan da İspanyol donanmasını bölgeye yönlendirdiğinde benzer bir manzara ile karşılaşmış olabilirdi. Güney Amerika ana karası ve kıyı boyunca küçük ateşlere rastladığı için Tierra del Fuego  (Ateş Toprağı) olarak adlandırdığı rüzgarlı bir takım ada arasındaki geçitte seyahat etti. Binlerce yıl boyunca,buranın yerli halkı Yaghanlar sıcak kalmak ve birbirleriyle iletişim kurmak için ateş yakmışlardır. Ateşler ormanlarında, kurak dağlarında, vadilerinde ve nehirlerinde ve serin sular üzerinde sürdükleri uzun sandalların üzerinde yanmıştır.
Ushuaia, Arjantin

“Ateş, bize düşmanca bir yerde sıcaklığı getiren şeyden çok daha fazlasıdır. Bize birçok açıdan ilham kaynağı olarak hizmet eder.”

16 yıl önce Cristina Calderon –atalarına ait topraklarda hala yaşadığı tahmin edilen 1600 Yaghan’dan biri – eski Yaghanların toplandığı bir kumsal olan Ushuaia’daki Playa Larga’da üç ateş yakılan yıllık geleneği başlattı. Her 25 Kasım’da gerçekleşen bu eylem herkesin yiyebileceği bir kova balık ya da bir balinanın gelişini duyurmak için üç ateş yakılan Yaghan geleneğini anımsatır. Duman işaretleri çıkarmak tüm kabileyi toplamanın bir yoluydu ve kıyıda toplanıp topluca yemeklerini paylaşmak ve yemek yemek aralarında oldukça yaygındı.
Bu ilham, çoşkulu hayran kitlesi elde etmiş ve birçok hayalin seyrini etkilemiş bir kelimede görülebilir. Mamihlapinatapai yok olmaya yüz tutmuş Yaghan dilinden gelir. Vargaslar’ın kendi yorumlarına göre “Bu, dedeler ve ninelerin gençlere hikayelerini aktardıkları pusaki [Yaghan dilinde ateş anlamına gelir] çevresindeki meditasyon anıdır. Bu, herkesin sessiz olduğu o andır.”Ushuaia’daki Museo del Fin del Mundo (Dünyanın Sonu Müzesi)’de bir Yaghan rehberi olan Victor Vargas Filgueria bana ‘’Ateş, bize düşmanca bir yerde sıcaklığı getiren şeyden çok daha fazlasıdır. Bize birçok açıdan ilham kaynağı olarak hizmet eder.’’ dedi.
Ancak 19. yüzyıldan itibaren bu sözcük dünya çapındaki tüm insanları ilgilendiren yeni bir anlam kazandı.

“İki tarafından da çok yapma arzusu olan ama ikisinin de yapmak için isteksiz olduğu, ikisinin de aynı şeyi yapmayı teklif edeceğini umarak birbirine bakmak.’’

Macellan’ın “ateş adası”nı keşfi bölgeye daha uzun mesafeli seyahetlerin önünü açtı. 1860’larda İngiliz misyoner ve dil bilimci Thomas Bridges Ushuaia’da göreve başladı. Sonraki 20 yılını Yaghanlar arasında yaşayarak geçirdi ve Yahganca-İngilizce sözlüğe yaklaşık 32.000 kelime ve çekim topladı. Varganların yorumundan farklılık gösteren mamihlapinatapainin İngilizce çevirisi Bridges tarafından bir makalede ilk kez kullanıldı: “İki tarafından da çok yapma arzusu olan ama ikisinin de yapmak için isteksiz olduğu, ikisinin de aynı şeyi yapmayı teklif edeceğini umarak birbirine bakmak.’’
Yaghan dilini araştıran az dilbilimciden biri olan Yoram Meroz ‘’Bridges’in sözlük kayıtlarının ihlapi’nin “tuhaf” ondan türeyen ihlapi-na’nın “tuhaf hissetmek”; ihlapi-na-ta-pi’nin tuhaf hissettirmek; ve mam-ihlapi-na-ta-pai’nin ise birebir çevirisinin “birbirini tuhaf hissettirmek” gibi bir anlama geldiğini, Bridges’in çevirisinin bir deyimsel bir çeviri olduğunu ya da tam bir çeviriden fazlası olduğunu dile getirmiştir.
Öte yandan, bu kelimeyi Bridges’in sözlüğünde göremezsiniz bunun nedeni muhtemelen ya çok nadir kullanıldığından ya da bu kelimeyi 1898 yılında ölmeden önce üzerinde çalıştığı sözlüğün üçüncü baskısına eklemeyi planladığındandır.
Meroz “Bu kelimeyi birkaç kez belirli bir bağlam içinde duymuş ve başka bir anlamını da bilmediği için bu şekilde tanımlamış olabilir. Ya da kelime sadece onun tanımladığı bu spesifik anlamda kullanılıyor da olabilir.” der ve devam eder: “Bridges Yaghan’ı bu kadar iyi bilen gelmiş geçmiş tek Avrupalıydı. Ancak zaman zaman dili egzotikleştirmeye ve çevirilerinde çok laf kalabalığı yapmaya da bayılırdı.’’
Doğru ya da yanlış Bridges’in mamihlapinatapai çevirisi günümüze kadar cazibesini saçarak geldi. Meroz, Bridges’in kelimeyi popülerleştirdiğini ve İngiliz dili materyallerinde defalarca alıntılandığını söylemiştir.

“her ikisinin de istediği ancak başlatmak istemediği bir şeyi, diğerinin başlatmasını dilediğini gösteren iki insanın paylaştığı bakış’’

Kelime bir çok yorumda, aşıklar arasındaki bakışmalarını simgeler. İnternette tanımı “her ikisinin de istediği ancak başlatmak istemediği bir şeyi, diğerinin başlatmasını dilediğini gösteren iki insanın paylaştığı bakış’’ olarak hafif farklı şekilde ifade edilir. Filmler, müzik, sanat, edebiyat ve şiir hepsi onun görünürdeki örtülü romansını büyülemiş ve karmaşık bir insan etkileşimini kısaca yakalama yeteneğini varsayması hayrete düşürmüştür. 1994’te Guinnes Dünya Rekorları Kitabı mamihlapinatapiyi dünyanın en özlü kelimesi olarak kaydetmiştir.
Dünyadaki tek günü resmeden Life in a Day adlı 2011’ deki kitle kaynaklı belgeseldeki bir kız anlamının çok güzel olduğunu, muhtemelen iki kabile liderinin de barış yapmak istemesi ama ikisinden birinin de başlamayı istememesi olabileceğini ya da birbirlerine yakınlaşmak için parti yapmak isteyen iki insan ve hiçbirinin ilk adımı atacak kadar cesur olmadığını dile getirmiştir.
Ancak, mamihlapinatapainin Yaghanlara gerçekten ne anlam ifade ettiği muhtemelen gizemini koruyacaktır. Şu anda 89 yaşında olan Calderon kökenleri bilinmeyen izole bir dil olan Yaghancanın son akıcı konuşanıdır. Ushuaia’dan Beagle kanalı boyunca Şile Isla Navarino’da doğan Calderon dokuz yaşına kadar İspanyolca öğrenmemiş. Meroz, Yaghan kayıtlarını ve metinlerini tercüme etmek için Calderon’u birçok kez ziyaret etmiştir. Ama mamihlapinatapaiyi sorduğunda ise Calderon kelimeyi tanıyamamıştır.
Cristina Calderon(solda)
Meroz Calderon’un hayatında Yaghanca konuşacak pek insan olmadığını bu yüzden eğer bu belirli [kelimeyi] düşünmeden hatırlayamıyorsa bunun pek çoğunu kanıtlamadığını söylemiştir.

Belirsiz kelime ölen bir dilin tek kurtulanı mı olacak?

Meroz: Yaghan dilinin önceleri ölmek üzere olan bir dil olarak anılıyordu, ama bugünlerde insanlar, özellikle de Yaghanlar, bu duruma daha iyimser bir açıdan yaklaşıyorlar. Bu dili yeniden canladırabilme imkanımız var.”
Calderon ve büyük kızı Cristina Zarraga memleketi Villa Ukika’nın yakınındaki Isla Novaro’daki bir deniz kasabası olan Puerto Williams’ta az rastlanan Yaghan dili atölyesini yönetmişlerdir. Calderon’un çocukları İspanyolca konuşarak büyüyen ilk nesildi çünkü o zamanlar Yaghan dilini konuşanlarla alay edilirdi. Ancak Şili hükümeti son zamanlarda yerel dillerin kullanımı ve devamlılığını teşvik etmektedir ve Yaghan dili günümüzde yerel anaokullarında öğretilmektedir.
Calderon, Yaghan dilini kurtarmak için dilbilimcilerle birlikte çalışıyor.

“Çevrede sorular sormak için anadil konuşan birine sahip olmak güzel ve her zaman sorulacak daha çok soru vardır.”diyor Meroz.

Yaghan dilindeki birçok karmaşıklığı, halkın antik yaşam şekillerinin doğayla nasıl iç içe olduğuna dayanır. Meroz Calderon’un Yaghan dilinde uçan kuşları hem tek bir kuş için hem de bir kuş sürüsü için farklı fiil kullanarak nasıl tarif ettiğini anımsadı. Benzer şekilde bir ya da birden fazla sandalı denize indirmek için de farklı kelimeler vardır. Meroz, yemek yemek için farklı kelimeler olduğunu örneğin yemek yemek için genel bir kelime, balık yemek için bir kelime ve deniz kabuklusu yemek için bir kelime olduğunu söylemiştir.

“Az kelimeyle çok şey söyleriz.”

19. yüzyılda Avrupalılar ile Yaghanlar arasındaki etkileşim daha yoğun hale gelir, yeni hastalıklar nüfusu kırıp geçirir ve Yaghanlar topraklarının çoğunu Avrupalı göçmenlere kaptırır. Vargas’ın büyük büyük babası Asenewensis, binlerce yıldır var olan kabilede yaşayan son Yaghanlardandı, sandalıyla soğuk sularda yiyecek arardı ve ateşin etrafında sıcaklığı ve topluluğu bulurdu. Birçok şekilde o, Vargas’ın Mi Sngre Yagan(Benim Yaghan Oğlum) kitabının ilhamıydı.
Vargas, ailesindeki büyükler tarafından konuşulan dili dinlediğini anımsayarak: “Yaşlı Yaghanların konuşmalarını ve kelimeleri sessizce bölmelerini izlerdim; yavaşça, duraksayarak ve çok az ses yaparak konuşurlar, az kelimeyle çok şey söylerler.”
Sıklıkla Ushuia’yı Isla Navarino’dan ayıran 240 km uzunluğundaki Beagle Kanalı kıyısı boyunca onun Yaghan atalarının toplandığı yeri ziyaret eder. Rüzgarlı geçidin su yabanı hayatıyla dolu kayalık adalarıyla bezelidir. Siyah çizgili Macellan penguenleri ve turuncu gagalı Gentoo penguenleri, yakındaki insanlara açık olmayan Isla Martillo’daki Yécapasela Rezervinin kıyısından geçer. Güney Amerika deniz aslanları ve kürklü foklar kayalık sahil kıyılarına uzanıyor.
Vargas Ushuia çevresindeki kamplarda ateş yakıyor ve mamihlapinatapai olduğuna inandığı şeyi yaşıyor.
“Bu, arkadaşlarımla ​​doğada uzakta, ateşin etrafında birçok defa hissettiğim şey; konuşuyoruz ve aniden bir sessizlik çöküyor. Bu, mamihlapinatapai anı.” diyor.
Kaynak: BBC

LAZER IŞINI YAYABİLEN YENİ BİR KONTAKT LENS TASARLANDI

Teknoloji ve bilim ilerledikçe hepimizi şaşkına çeviren yeni gelişmeler yaşanıyor. Bunların sonuncusu da lazer ışını yayan kontakt lens oldu.


Gözlerinde lazer tabancası taşıyan yeni bir süper kahraman tanıtımı gibi görünse de, aslında bu tamamen bilimsel bir gelişme. Yeni tasarlanan bu kontakt lens sayesinde kullanan kişi gözlerinden lazer ışını çıkarabilecek. Tabii ki bu bir tür silah değil ve aslında güvenlik konusunda kullanılabilmek için geliştirilmiş, ancak ne olursa olsun kulağa oldukça enteresan geliyor.
İskoçya’da St. Andrews Üniversitesi’nde bir ekip tarafından aylardır üzerinde çalışılan bu proje, sonunda beklenen başarıyı yakalamış ve araştırmacılar elde ettikleri sonuçları, projenin amacını ve beklentilerini belirttikleri makaleyi Mayıs ayında yayınlamışlar. Proje kapsamında alanının en iyisi olan kimya ve fizik profesörleri birlikte çalışmış. Elde edilen sonuç ise oldukça tatmin edici.
Kontakt lensler sayesinde doğrudan göz yüzeyine entegre edilen ultra ince ve bükülebilir lazerlerden meydana gelen proje, gözlerden yayılan lazer ışınlarının gerçek olmasını sağlamış. Ses tanıma gibi zaman zaman yanılma payı olan bazı güvenlik önlemlerine bir tür alternatif olarak tasarlanan lensler oldukça kullanışlı ve gelecekte seri üretime geçilerek çok yüksek olmayan bir maliyet ile yaygınlaştırılması planlanıyor.
Ekip, geçmişte geliştirilmiş olanlara kıyasla daha fazla esneklik gösteren ve ayrıca “kontakt lensler üzerinde giyilebilir güvenlik etiketleri olarak entegrasyonunu kanıtlayan” bir organik yarı iletken oluşturmayı başarmış ve sonucunda ise bu bilim kurgu senaryosu gibi görünen yeni teknoloji ortaya çıkmış. Gelecekte ‘giyilebilir güvenlik’ olarak adlandırılan bu alanın çok daha fazla gelişeceği ve günlük hayatın bir parçası olacağı düşünülüyor.
Kaynak: https://gaiadergi.com/bilim-insanlari-lazer-isini-yayabilen-yeni-bir-kontakt-lens-tasarladi/

ÖDÜLLER 18 NİSAN'DA SAHİPLERİNE VERİLECEK


30. Ankara Uluslararası Film Festivali Onur Ödülleri Belirlendi 


Ankara Uluslararası Film Festivali çerçevesinde her yıl verilen onur ödüllerinin bu yılki sahipleri belli oldu.

Otuzuncu yılını kutlayacak olan festivalin açılışında Aziz Nesin Emek Ödülü Kadir İnanır’a, Sanat Çınarı Ödülü Nazlı Eray’a, Kitle İletişim Ödülü Gülse Birsel’e verilecek.Festivali düzenleyen Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı yönetim kurulu tarafından ödüle layık görülen isimler ve gerekçeleri şöyle; 

AZİZ NESİN EMEK ÖDÜLÜ: KADİR İNANIR

Aziz Nesin Emek Ödülünün, 1970 yılında yola çıktığı sinema serüveninde önemli filmlere imza atıp, birçok ödül alan, yıllar içinde unutulmaz bir ikona dönüşen Kadir İnanır’a verilmesi uygun bulundu. 1970 yılında yanındaki iki önemli isimle; Atıf Yılmaz ve Türkan Şoray’la Kara Gözlüm filminde başrol oyuncusu olarak sinemada yola çıkan Kadir İnanır, Türk Sinemasında ikona dönüşeceğinin farkında değildi belki de. O önce oyunculuğunu kanıtladı, yine Atıf Yılmaz vardı yanında ve 1972 Utanç ona Adana Altın Koza Film Festivalinde (1973) en iyi erkek oyuncu ödülünü getirdi. Kırık aşk hikâyeleri, bir yudumluk sevgiler, amansız yollar kimi kez İstanbul’da kimi kez de taşrada sürdü yıllar boyu. Sonra yılanlar 1985’te bir kez daha öç aldı Türk Sinemasında ve Kadir İnanır 1986 Antalya Altın Portakal Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu seçildi. Adana ve Antalya’dan sonra Orta Anadolu da onu unutmadı, 1990 yılında Medcezir Manzaraları filmiyle Ankara Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı Kadir İnanır. Dünya Kitle İletişim Vakfı Ankara Film Festivali 30. Yılında Aziz Nesin Emek Ödülü’nün verdiği emekler, gösterdiği çabalar için Kadir İnanır’a verilmesini uygun buldu. Kendisine bu ödülle bir kez daha teşekkür ediyoruz.

SANAT ÇINARI ÖDÜLÜ: NAZLI ERAY

Sanat Çınarı Ödülü; Ankara’da doğmuş ya da sanat yolculuğunu Ankara’da yapmış isimlere verilen ödül, bu yıl Ankara’da doğan ve bu kentin hikayelerini yazan Nazlı Eray’a verildi; Roman okuyan kadınların yitip gittiği ama kadınların fantastik dünyalarda en gerçekçi hallerini sundukları hikâyelerin yazarı Nazlı Eray Ankara’da doğdu. Bu kenttin hikâyelerini yazdı yıllar boyu. Ankara’da İzmir’i aradığı da oldu, ama gönlü Ankara’daydı. Karanfil sokakta gece kursuna gitti ve 1988’de Haldun Taner Öykü Ödülü’nü aldı. Ankara’yı ben- anlatıcı diliyle, kendi bakış açısından anlattı, gece boyu sokaklarında gezerken kentin ona ait olduğunu söyledi ve bozkır kentinin yalnızlığını bizlere duyumsattı. “Kara kuru kent” diye nitelendirdiği Ankara ile kurduğu özel ilişki çerçevesinde onlarca hikâye ve romanı bizlere kazandıran Nazlı Eray Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından Ankara Film Festivalinin 30 yılının Sanat Çınarı olarak seçildi. Bizleri ve Ankara’yı onurlandırdığı için kendisine teşekkür ediyoruz.

KİTLE İLETİŞİM ÖDÜLÜ: GÜLSE BİRSEL

Bu yıl Kitle İletişim Ödülü, medyanın tüm mecralarında eserler veren, özgün tarzıyla öne çıkan yazar, senarist, yapımcı ve oyuncu Gülse Birsel’e verildi.Önceler kadın komedyen kategorisinde değerlendirilirken, bu klişeyi yıkarak kendi tarzını belirleyebilmesi. İlk eserlerinden bu yana, iki binli yıllar boyunca değişen kültürel değer sistemini gözlemleme gücü, çoğunlukla ironi üzerinden kimi zaman ise kara mizah düzeyinde eleştirebilme becerisiyle ön plana çıkmış olması. Özellikle ayrımcılık, kadına yönelik şiddet konularındaki duyarlılığı ve eserlerinde eşitlik ve hakkaniyet ilkesini savunması. Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet kimlikleri konularına cesaretle yer vermesi. Gag, Avrupa Yakası ve Yalan Dünya gibi yapımlarla son yirmi yılın komedi tarzını belirleyen ana figürlerden biri olması. Medyanın hemen tüm mecralarında yazılı basın, televizyon ve sinemada yazar, senarist, yapımcı ve oyuncu olarak ortaya koyduğu ürünlerle kendi tarzıyla özgünleşmesi nedeniyle 30. yıl kitle iletişim ödülünün Gülse Birsel’e verilmesine karar verilmiştir.

Ödüller sahiplerine 18 Nisan’da MEB Şura Salonunda düzenlenecek Festival Açılış Töreninde verilecek.

DİJİTAL MÜZE ANKARA'DA


Dijital müze, 3D baskı ve sanal gerçeklik atölyeleri Ankara Fransız Kültür Merkezinde!

Eylül ayından bu yana devam eden Küçük Çılgınlık dijital müze ve 3 boyutlu atölyeler yoğun ilgi üzerine Ankara Fransız Kültür Merkezi’nde 31 Ocak 2019 tarihine kadar uzatıldı. 


Ankara Fransız Kültür Merkezi’nde ziyarete açık olan Küçük Çılgınlık dijital müzesi ve sanal gerçeklik atölyeleri her yaştaki izleyicilere Fransa’daki 8 önemli müze ve kurumda bulunan 250 başyapıtı dev ekranda görme, tabletler üzerinde inceleme ve dev eserlerin sırlarını keşfetme olanağı sunuyor.
Proje dahilinde, Versailles Sarayı, Pompidou Merkezi, Louvre Müzesi, Picasso Müzesi, Quai Branly, Philarmonie, Universcience ve Ulusal Müzeler, Grand Palais gibi kurumlarda yer alan 250 dev sanat eseri rehber eşliğinde dev ekrandan ve özel uygulamalar ile tabletlerden incelenerek yapboz gibi oyunlar ile çocuklara özel etkinlikler düzenleniyor.
Eylül ayından bu yana yaklaşık 3.000 çocuk ve gencin öğretmenleri eşliğinde ziyaret ettiği Küçük Çılgınlık’ta tüm atölyeler ve rehber eşliğinde dijital müze girişleri ücretsiz olup, haftanın her günü çocuk ve yetişkin tüm Ankaralılar’ın ve özellikle okulların ziyaretine açıktır.Micro-Folie dijital müze kapsamında 3D baskı atölyeleri ve sanal gerçeklik gözlükleri ile filmlerin izlenebileceği sanal gerçeklik atölyeleri de düzenleniyor.
Micro-Folie “Küçük Çılgınlık” izleyicilerine büyük kültürel kurumların hazinelerine dijital ortamda ulaşılabilirlik sağlamak, yeni eserlerin yaratılmasına öncülük etmek ve fikir alışverişinin yapılacağı bir ortam yaratmayı hedefleyen bir kültür projesidir. Mimar Bernard Tschumi tarafından yapılan La Villette’teki « Folies » (çılgın fikirler) kültür parkından yola çıkarak gerçekleştirilen bu yenilikçi proje Fransa İletişim ve Kültür Bakanlığı tarafından hayata geçirilmiştir.
Küçük Çılgınlık okul ziyaretleri için 05379748002 numaralı telefondan randevu alabilirsiniz. 
Kaynak: https://gaiadergi.com/dijital-muze-3d-baski-ve-sanal-gerceklik-atolyeleri-ankara-fransiz-kultur-merkezinde/

BİR KAÇIŞ ÖYKÜSÜ: YOLA SOR

yola sor blog










Yürüyerek gezenlerden bir kaçış öyküsü

Birçoğumuz gibi kapitalist metropolün içine sıkışanlardandı onlar da.

09.00-18.00 mesaileri içinde bilgisayarlarının başlarında oturup kendi kendilerini sanal alemde gezdirdiler yıllarca. Akşam işlerinden çıkıp tıkış tıkış metro, otobüs, metrobüs çilesi içinde yaşam sürdürdüler.
30’lu yaşlarına henüz geliyorlarken tüm toplumsal normlara karşı koydular. Yolculuklarına anlam katan şey ise yürüyerek gezmeleri. Yürüme isteklerini içlerinde alevlendiren sebeplerden bir tanesi Güneşin Ülkesi, Işıklar Ülkesi – Likya Yolu’idi.
İstanbul’da doğup büyüyen çift, hayatlarının yıllarca toplu taşıma, keşmekeş trafik içinde geçtiğini belirtiyor. Yıllık izinlerindeki tatillerinde gittikleri ülkelerde, şehri bir yerli gibi davranıp, yürüyerek keşfetmeyi tercih ediyorlar. Şimdiler de ise yapılacak listesinin en başında olan Likya Yolu yürüyüşündeler. Yolculuklarındaki anları Yola sor adlı Instagram ve Facebook sayfalarından paylaşıyorlar…
“Yıllar sonra yine baktığımızda tüm bu çalışmalarımızın, terfi için gecemizi gündüzümüze katmalarımız sonucunda elimizde hiçbir şeyin olmadığı gördük. Günün sonunda bize kalan hep stres oluyordu. Arada bir dışarı çıkıp arkadaşlarla kafayı dağıtıyorsun, bir iki konsere gidiyorsun bununla motive oluyorsun. Tam motive oldum derken, hoop sabah yine kaldığın yerden tutunmaya çalışıyorsun hayata. Günaydın, maraton başladı! Yahu benim yapılacak listem doluyor taşıyor ama vakit ?! Hep ertelenmiş hayaller, 15 günlük yıllık tatile hangisini sığdıracağını şaşırıyorsun arkadaş. Bize geldi bir deli cesareti. Kaybedecek bir şeyimiz yoksa, durmamızın da bir anlamı yok dedik. 6 aylık plan yapmıştık, sonrasına ise dönünce bakarız. Denizden, karadan, havadan, taştan-topraktan derken. Sarıldık birbirimize, "aşk bir yolunu bulur" dedik verdik istifamızı düştük yollara…”
Yazar: Su Gökarca - Kaynak: https://gaiadergi.com/yuruyerek-gezenlerden-bir-kacis-oykusu-yola-sor/