30 Mart 2017

ROBOTİK SİSTEM İLE FELÇ HASTALARI İYİLEŞECEK

Teknolojinin bize sunduğu nimetlere her geçen gün bir yenisi eklenmeye devam ediyor.

56 yaşındaki Bill Kochevar, kol ve bacakların ikisini birden etkileyen felç durumu olan kuadripleji hastası bir vatandaş. Geçirdiği bir bisiklet kazasından sonra felç kalan Kochevar, Case Western Reserve Üniversitesi ve Cleveland Functional Electrical Stimulation(FES) merkezindeki araştırmacılar sayesinde, artık sadece düşünce ile kolunu oynatabilmekte.
Onlarca yıldır intrakortikal beyin-bilgisayar arayüzü (IBCI) adı verdikleri bir sistem üzerinde çalışan araştırmacılar, bu çalışmalarının ilk meyvelerini almaya başladılar. İlk başta sistemin uygulandığı kişi sadece ekrandaki görüntüyü istediği şekilde hareket ettirebilmekteydi. Fakat sistemi daha da geliştiren araştırmacılar, işin içine bir de robotik kol ekleyince, felçli hastalara umut ışığı olacak bir şey tasarlamayı başardılar.
Önce felçli hastanın MR makinesinde bir dizi teste tabii tutan araştırmacılar, hastalardan kol ve bacaklarını hareket ettirdiklerini düşünmelerini isteyerek bu düşüncelerin beynin hangi kısımlarını etkilediğini gözlemlemişler. Ardından gerekli verileri elde eden araştırmacılar, geliştirdikleri sistemi beynin söz konusu kısımlarındaki etkileri algılayacak şekilde düzenlemişler.
Tabii araştırmacılar büyük bir iş başarmış olsalar da söz konusu sistem şu an için oldukça kompleks ve hantal bir çalışma düzenine sahip. Araştırmacıların öncelikli hedefi ise sistemi daha basite indirgeyerek boyutunu vücuda kolaylıkla yerleştirilebilecek şekilde küçültmek.
Kaynak: Biliyormuydun.com

GERÇEKTEN TÜKETTİKÇE ÇILDIRIYOR MUYUZ?

Tükettikçe çıldıranlardan hiçbir şey almadan yaşayanlara..   

Çantaydı, ayakkabıydı, akıllı telefondu, markaydı derken insanlar çıldırdı! Tüketen ve tükettikçe mutluluğa ulaştığımızı sandığımız bir dünya yarattık. Bir de bu dünyaya, markalaşmayla bütünleşmenin bir sonucu olarak bu ölçütlere göre sosyal statü ekleniyor. Peki ne kadar farkına varabiliyoruz bu durumun? Hâl böyle iken “Almadım” isimli sayfasıyla Selma Hekim karşımıza çıkıyor.
Selma Hekim 1 yıl boyunca hiçbir şey almadan hayatını devam ettirme gibi radikal bir karar almış ve bu 1 yılın sonunda deneyimlerini kişisel internet sayfasında paylaşmıştır. 
Hekim’i bu karara iten sebeplerden birkaçı: İndirimlerle yükselen alışveriş çılgınlığı, reklamlarla gelen sahte ihtiyaçların temel ihtiyaçlar gibi gösterilmesi ve benzerleri.
Küreselleşmeyle gelen tek tip kültürleşme, tüketimin de tek tipleşmesine neden oluyor. Tercih edilen ürünler aynılaşmakla birlikte birer meta haline dönüşüp olmazsa olmaz algısını yaratıyor. (Örn: Apple, Nike, Guess vb.) Kullanılan telefon markası bile sosyal hayattaki konumunu rahatça belirleyebiliyor. Hekimi’i sadeleşmeye götüren bir sebep de “bir lokma bir hırka” (dünyaya karşı tavır) düşüncesidir. “Bir lokma bir hırka” anlayışı mala sahip olmak, onu başkalarıyla paylaşmak, kardeşlerini kendine tercih ederek bir lokma ve bir hırkanın dışında elinde ve avucunda bulunanı başkalarına dağıtmaktır. (YILMAZ,1999)
Bir de bu durumun psikolojik boyutu var tabii ki. Maslow’a göre birey, fizyolojik ihtiyaçlarını (yeme, içme, barınma üreme gibi) giderip doyuma ulaştıktan sonra, sosyokültürel ihtiyaçlarını (ün, saygı, tanınma, sevilme gibi) ön plana çıkmakta ve kendini hissettirmektedir. Yani temel ihtiyaçlarımızı tamamladıktan sonra diğer ihtiyaçlara yöneliyoruz. Var olan kapitalist sistemde bu durumu temel ihtiyaçlarmış gibi göstererek bizi sahte ihtiyaçlara yönlendiriyor diyebiliriz. “Alın, verin ekonomiye can verin” mantığıyla gerçekleştirilen tüketim meşrulaştırılıyor ve sistem tıkır tıkır işliyor.Her geçen gün gelişen teknolojiyle beraber satılmak istenen ürünler her yolla tüketiciye ulaşmayı başarıyor. (Sosyal medya ağları, programlardaki ürün yerleştirmeler, alışveriş siteleri, e-maille yoluyla gelen indirim fırsatları, promosyonlar vb.)
Selma Hekim’in de 1 yıl boyunca aldığı telefon şarjı, sabun, şal, bileklik ve doktor tavsiyesi üzerine aldığı krem gibi ürünlerin hangi ihtiyaç kategorisine girdiğine baktığımda telefon şarjı, bileklik gibi ürünlerin çok da gerekli olduğunu düşünmüyorum. Telefon günümüzün olmazsa olmazı olarak görüldüğünden sarjı da temel ihtiyaç olarak algılanabilir fakat bu da kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Değişen düzenle birlikte tüketim toplumu olarak var olduğumuz yüzyılda sistemin bize zorla kabul ettirdiği ihtiyaçmış gibi görünen ürünlerin temel ihtiyaçlarmış gibi benimsiyoruz. (Hekim’in bu süreçte telefonu kullanmaya devam etmesi gibi düşünebiliriz.) Bu noktada yapabileceğimiz tek şey temel ve sahte ihtiyaçlarımızı iyi saptayabilmek olur.
Selma Hekim’in ihtiyaç tüketimini minimuma indirip seyahat etmesini de bir ihtiyaç değil, bir tercih olarak değerlendiriyorum. Yazılarından anladığım kadarıyla yaptığı tasarruf seyahat sırasında gereksiz harcamalarda bulunmamak ve bu yolla öğrendiği takas, kiralama ve benzeri şekillerle konaklama maliyetini minimuma indirmek olarak düşünülebilir. İran’da aldığı beyaz bir şalın sıcaktan korunmak için aldığını belirtmiştir. Fakat bu noktada akla gelen yine İran’a gitmeseydin bu şalı almak zorunda kalmazdın fikri oluveriyor. Yani seyahat tercihi yeniden beliriyor.
Hekim sayfasında, aldığı karardan dolayı birçok eleştiriye maruz kaldığından bahsediyor.
Küçük burjuvazi hayatından sıkılıp macera aradığını söyleyen de var, onun kıstıklarını biz bulamıyoruz diyen de. Öte yandan takdir edip, kendi hayatlarında uygulamaya başlayan insanlar da oldukça fazla. Ama verdiğin kararın amacının kendisini frenlemek olduğunu, sadeleşmeye gitmek istediğini, mevcut kapitalist sisteme bugüne kadar kendisinin de katkı sağladığını fark edip, yaptığı şeyin tüketime meydan okuma olduğunu söyleyebiliriz. İnsan olarak eleştirmeye bayılıyoruz. (kötü eleştiri)
Yapılan iyi şeylere mutlaka bir kulp bulup memnuniyetsizleştirmekte üstümüze yok. Mutsuz olduğumuz anlarda, kızgın olduğumuzda ve hatta mutlu olduğumuz anlarda bile kendimizi AVM’lere mağazalara atıyoruz. Satın aldığımız ürünlerle hazzı yakalamaya çalışıyoruz. Mağazalardaki, marketlerdeki enerjik müziklerle (ticari stratejiler) sepetlerimizi dolduruyoruz. Kredi kartlarıyla, hop diye verilen kredilerle tüketimde zirveyi zorluyoruz. En basitinden dostlarımıza aldığımız ve bize gelen hediyelerde bile verilen değeri hediyenin markasıyla, pahadaki ağırlığıyla ölçüyoruz. Sistemin bize servis ettiği her şeyi sorgulamadan sepete atıyoruz. Mekanikleşiyoruz, sorgulamıyoruz. Doğuyoruz, büyüyoruz, satın alıyoruz, tüketiyoruz ve ölüyoruz. Zincir bu kadar net aslında. Büyüklerimizin “ayağını yorganına göre uzat” lafı masallaşmış durumda.
Hekim de buna bir son vererek 1 yılın sonunda tecrübe ettiği şeyleri, alternatifleri sayfasında sıralamış. Takas yaparak, 2. el alternatifler arayarak, çiçek, fidan, tohum dikerek doğaya katkı sağlayarak, az tüketerek hazzı yakalamış. Aldıklarının ya da almadıklarının temel ihtiyaçlar ya da sahte ihtiyaçlar üzerinden değerlendirmesini yapmak yerine olayın mantığını anlamak yeterli aslında. Farkındalık yaratmak, bilgilendirmek, örnek olmak tüm bireylerin sağlıklı bir sosyal toplumu oluşturması için önemli noktalar. (Bu marka sahiplerinin hoşuna gitmeyecek tabii ki.)
Selma Hekim, bir röportajında bundan sonraki yaşamını da bu oyunun bir piyonu olarak devam etmeyeceğini, sadeleşmeye devam edeceğini ve buna şimdi de evdeki eşyaları sadeleştirerek başlayacağını belirtmiştir.
Sonuçta her birimiz kendi kesemize göre küçük tasarruflar yaparak büyük sonuçlara ulaşabiliriz. Hekim’in kararı kadar radikal bir karar olmasa da kendimizi gereksiz alım konusunda frenleyebiliriz. Çok sayıda kitap almak yerine takas yoluyla kitap temin edebiliriz, kullanılmayan kıyafetleri atmak yerine ihtiyacı olan insanlara ulaştırabiliriz, mekânlarda yediğimiz yemeklerin artan kısımlarını çöpe attırmak yerine onları alıp sokaktaki dostlarımıza ayırabiliriz. Ve işletmelerde de bu durumu örgütleyip artan yemekleri doğru yerlere ulaştırabiliriz. Sevdiklerimiz adına bir fidan dikip onlara armağan edebiliriz. Eğer istersek birçok yolla bu tüketim çılgınlığına biraz olsun dur diyebiliriz.
Her şey elimizde sağlanacak faydalı alternatiflerle insana, topluma, doğaya, canlılara destek olabiliriz.
Kaynak: Zeynepşah IŞIKLI - GAIA 

İNŞAAT İŞÇİLERİ TESADÜFEN ASUR MEZARI BULDU..


Neo-Asur dönemine (M.Ö. 9.-7.) tarihlenen Asur mezar alanında yine aynı döneme ait 10 iskelet de kayıtlara geçti.
Irak”taki Erbil kentinde inşaat işçileri, yanlışlıkla Asur İmparatorluğu dönemine ait tonozlu bir mezar keşfetti. Alanda ayrıca 10 iskelet bulundu.
Mezar, Erbil’de yapılan inşaat çalışmaları sırasında tesadüfen bulundu. F: Courtesy of Goran M. Amin
Arkeologlar pişmiş tuğlalarla inşa edilen mezarın içinde iki iskelet barındıran pişmiş topraktan üç lahit buldu. Diğer sekiz iskelet, mezarın etrafındaki alanda bulundu.
Kazıları yöneten Goran M. Amin ve ekibi, değişik boyutlarda ve şekillerde pişmiş toprak kap buldu. Kapların günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaştığı belirtildi. Geçtiğimiz haftalarda kaşfedilen mezar ve buluntular, henüz bilimsel bir yayında yayımlanmadı.
Bulunan mezar Neo-Asur dönemine ait ve MÖ. 9. ila 7. yüzyıllar arasına tarihleniyor. Bu zaman zarfında Asurlular, en parlak dönemlerinde Basra Körfezi’nden Mısır’a kadar uzanan muazzam bir imparatorluğu yönetiyordu.
Erbil’de bulunan bu mezara benzer mezarlar, Asurlular tarafından kurulan Nimrud gibi şehirlerde de daha önce keşfedilmişti.
Erbil’de Salahaddin Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Assur arkeolojisi uzmanı Marf Zamua, “Asur döneminde bu mezarlar elit ve zengin insanlar için inşa edilmişti. Bazen bu mezarlar ailelerin yeni ölülerini gömmek istediklerinde birkaç kez açılmıştı.”
Asur mezarı ve içinde bulunan seramik lahitlerin bir görünümü. F: Courtesy of Goran M. Amin
Marf Zamua, “Asur İmparatorluğu döneminde Erbil, Arbela olarak biliniyordu ve Asuriler için önemli bir kentti.” diyor.
Marf Zamua, “Arbela, Zagros Dağlarının eteklerinde, Üst Zab ve Aşağı Zab nehirleri arasında stratejik bir konumda verimli bir ovada yer alıyordu. Bu kentte Asur Savaş Tanrıçası İştar’ın ana tapınağı da vardı. Birçok Asur kralı, Zagros ve Elam’daki doğu illerine yönelik askeri harekatlar öncesinde bu tapınakta ibadet ediyordu. MÖ. 7. yüzyılda Asur kraliçeleri hamileyken İştar tapınağında kaldı ve hatta İştar rahibeleri yenidoğan prensleri emziriyordu.”
Arbela ve çevresi, Asurların kültür ve arkeolojisini anlamak için önemli bir alan. Erbil, IŞİD’e karşı oldukça başarılı bir şekilde savunuldu ve bu sayede yağmalanmaktan ve yıkımlardan kurtuldu.
Zamua, “Ne yazık ki, Asur başkentleri Nimrud, Khorsabad ve Nineveh’deki son zamanlardaki yağma ve yıkımlar, bu alandaki gelecekte gerçekleştirilecek arkeolojik kazıları daha zor hale getirecek. Bu nedenle, Arbela ve çevresi, Assur arkeolojisi uzmanları için Asur arkeolojisi ve Zagros etekleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için en iyi seçenek olacaktır.”
Kaynak: ARKEOFİLİ - Erman Ertuğrul