İTALYA, FRANSIZ RİVYERASI VE KÜÇÜK ÜLKE MONAKO
Bir turda iki ülke gezmenin keyfi bir başka oluyor. Tempo Tur ile yaptığım İtalya turlarımızda, Roma, Floransa, Venedik gibi İtalya'nın en turistik en bilinen yerlerini gezip gördükten sonra genelde sorulan soru şu oluyor: "İtalya'da başka gezilecek nereler var?" Sorunun cevabı o kadar uzun ki...
Ama, gerçekten bir haftalık İtalya turu bize kendisini çok sevdiren İtalya'ya doyamamış olmanın verdiği bir duyguyla bitiyor genelde. E o zaman daha nereleri görelim? Tabii ki alternatif çok. Sicilya başlı başına bir tur. Ama kuzeybatı İtalya'yı Fransız rivierası ile birleştirince ortaya çok güzel bir tur programı çıkıyor:
İşte Tempo Tur ile yaptığımız İtalya, Fransa, Monaco turumuz...
Genova, Cote d'Azur, Cinque terre, Portofino, Monaco gibi yerleri geziyoruz bu turda. Aşağıda tur programı esnasında aldığım notlardan bir ufak özet yaptım. Faydalı olur umarım.
Ama, gerçekten bir haftalık İtalya turu bize kendisini çok sevdiren İtalya'ya doyamamış olmanın verdiği bir duyguyla bitiyor genelde. E o zaman daha nereleri görelim? Tabii ki alternatif çok. Sicilya başlı başına bir tur. Ama kuzeybatı İtalya'yı Fransız rivierası ile birleştirince ortaya çok güzel bir tur programı çıkıyor:
İşte Tempo Tur ile yaptığımız İtalya, Fransa, Monaco turumuz...
Genova, Cote d'Azur, Cinque terre, Portofino, Monaco gibi yerleri geziyoruz bu turda. Aşağıda tur programı esnasında aldığım notlardan bir ufak özet yaptım. Faydalı olur umarım.
Varış, Genova Havalimanı: Bir liman kenti olan Genova'ya çok yakın sahilde konumlu küçük bir havalimanı. Oradan yaklaşık 2 saatlik bir yolculukla hemen 50.000 nüfuslu San Remo'ya geçiyoruz. Buranın bizim tarihimizde de çok önemli bir yeri var. Son padişah Vahdettin'in, 1922'den, ölüm yılı olan 1926'ya kadar yaşadığı kent olması.
Bir başka önemi ise 1920 Nisanında yapılan ünlü San Remo konferansları. Sevres Antlaşmasının maddelerinin ve Osmanlı İmparatorluğunun nasıl bölüneceğine karar verilen konferanslar burda yapılmıştı. San Remo, 1.Dünya Savaşı yıllarına kadar Avrupa ve Rus sosyetesinin en gözde tatil mekanı idi. Günümüzde de özellikle yaz aylarında çok revaçta bir sayfiye mekanı San Remo.
Ertesi gün Monaco'ya doğru yaptığımız yolculuk esnasında muhteşem bir köye uğruyoruz. Dolceacqua: Ortaçağda zamanın durduğu hissine kapıldığınız, dar ve karanlık sokakları, kale içinde labirenti andıran bu 2000 nüfuslu köy ünlü Cenevizli amiral Andrea Doria'nın da doğum yeri.
Turun 3. günü Fransız Rivyerasına doğru bir yolculuk yapıyoruz. Yol, tamamen otoban. İtalya Fransa sınırı diye bir şey artık yok. En önemli sınır kapısı olan Ventimiglia kasabası o eski haşmetli günlerini kaybetmiş.
İlk durağımız Cannes kasabası. Kasaba desek de, aslında 72.000 nüfuslu bu kente biraz haksızlık etmiş oluruz. Dünyaca ünlü film festivali ile tanınan bu kent her yıl mayıs ayında festivale ev sahipliği yapıyor. Eğer festival zamanı yolunuz Cannes’a düşerse, dünyaca ünlü yıldızları sokaktaki kafelerde kahvelerini içerken rastlayabilir, beraber resim çektirebilirsiniz. Yine festival zamanı, eğer hava da müsaitse, kendilerini film yapımcılarına veya yönetmenlere tanıtmak isteyen genç film adayı kızları festivalin düzenlendiği sergi salonunun hemen yanındaki kumsalda çıplak güneşlenirken görebilirsiniz. Şehir deniz kenarında ve harika bir sahil boyu caddesi var. Ancak, benim önerim 1 saatlik traktör-tren turu yapmanız. Sonrasında şehri gezmeye devam edebilirsiniz. Cannes’da vakit geçirdikten sonra Saint Tropez’ye doğru yol alıyoruz.
Saint Tropez halkı aslında bizim hemşehrimiz. Yok öyle kardeş şehir olayı değil bu, daha farklı: Yunan kolonileri döneminde Anadolu’nun Foça’sından giden Yunanlılar kurmuş bu yerleşim yerini. Daha sonra kimler gelip geçmemiş ki. Amma bizim bu şirin balıkçı kasabasına aşinalığımız “Ve Tanrı Kadını Yarattı” filmiyle 1957 yılında herkesin gönlüne taht kuran Brigite Bardot’nun filminin çekildiği yer olması. Peppino di Capri’nin tiwisti de Saint Tropez deyince akla ilk gelenlerden.
Peppino di Capri’nin tiwistini bilmeyenler ya da hatırlamak isteyenler için linkimiz şöyle : https://www.youtube.com/watch?v=pBNAlHp_PS4
Artık 4. güne geldik. Tam günümüzü Fransa’nın muhteşem güzellikteki sahil kenti Nice’e ayırıyoruz. Fransa’nın Paris’ten sonra en fazla otele sahip kenti olan Nice, ülkenin 5.büyük kenti aynı zamanda. Yılda 11 milyon turistin ziyaret ettiği bir şehir. İsminin kökeni yine Yunanca’dan geliyor. Nike, yani zafer kelimesinden türemiş bir isim.
Nice Fransızlar ve İtalyanlar arasında çok sık el değiştirmiş bir kent. Dolayısıyla, İtalyan ve Fransız etkilerini bir arada görmek mümkün. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgaline uğrayan Nice, ağır bir bombardımana da maruz kalmış ve çok zarar görmüş. Yine, aynı savaş sırasında 1944 yılında müttefik kuvvetlerinin meşhur Dragon Harekatı ile çıkarma buradan yapılmış. Savaş sonrası hızla gelişmeye başlayan kent, günümüzde en önemli cazibe merkezlerinden birisi.
18. yüzyılın sonlarına doğru İngiliz zenginlerin önemli bir sayfiye kenti olan Nice’de İngilizler kıyı boyunca 6,5 km uzunluğunda harika bir yürüyüş yolu yapmışlar. Buraya Promenade des Anglais yani İngiliz yürüyüş yolu adını vermişler. Özellikle bahar aylarında bu yol boyunca yürüyüş yapmanın, bisikletle tur atmanın keyfi hiçbir şeyde yok.
1913 yılında Henry Negresco adında bir zat sahilde nefis bir otel inşa edip kendi adını vermiş. Hotel Negresco: 1974 yılında ülkenin kültür mirası listesine eklenmiş ve halen faal bir otel. 121 odalı ve her bir oda 14.Louis stilinden tutun da art deco tarzına kadar çeşit çeşit stili sunuyor misafirlerine.
Massena Meydanı şehrin bir başka cazibe merkezi. 1832 yılında yapılan meydan yeniden yapılan düzenlemeyle taşıt trafiğinden arındırılıp, tamamen halka açık bir meydan haline getirildi.
Meydana yakın bir alanda ise sebze meyve pazarından, yöreye has hızlı atıştırmalıklardan alınabilir. Fransa, İtalya’ya nazaran yiyecek konusunda daha pahalı. Ekonomik yiyecek seçenekleri için bu meydan ideal.
Akşama doğru tekrar San Remo’ya dönüyoruz; bu, San Remo’da son gecemiz.
5.gün artık Fransa’yla işimiz kalmıyor. İtalya’nın Ligurya bölgesinin başkenti olan Genova’ya doğru yola çıkıyoruz.
Genova kenti, tarihte bizimle de çok sıkı ilişkileri olan bir şehir. Daha doğrusu, zamanında bağımsız bir Cumhuriyet. Bizde bilinen adıyla Cenevizliler yani. Şehirde dolaşırken sanki İstanbul’un Beyoğlu Şişhane bölgesindeymişsiniz hissine kapılıyorsunuz. Genova’da o kadar çok kebapçı var ki, bazıları da Türkiye’den gitme kişiler tarafından işletiliyor. Balık yemekleri mükemmel. Yöreye has Pesto sosuyla yapılan makarnaların tadına doyum olmuyor. Gün, Genova’dan Santa Margherita adlı kasabaya doğru yaptığımız geziyle devam ediyor. Buradan, tekneye biniyoruz. İstikamet: adına şarkılar yazılan Portofino. Küçücük bir balıkçı köyü Portofino ve nüfusu sadece 1000 kişi. Gün içinde gelen turist gruplarının yemek yediği, deniz fenerine çıkıp eşsiz manzarayı seyredip bir kaç saatini geçirdiği ufak bir köy. Kara yoluyla ulaşım büyük araçlar için imkansız. O yüzden, deniz yoluyla ulaşım tercih ediliyor. Akşam konaklamak için yine bölgede bulunan bir başka küçük kente; 30.000 nüfuslu Rapallo’ya geçiyoruz.
6. gün Milano’ya yolculuk yapıyoruz. Milano İtalya’daki en önemli kent neredeyse. Büyük bir metropol şehir. Roma’nın, Floransa’nın, Napoli’nin havasını burada bulmak biraz zor. Daha bir Avrupa havası var Milano’nun. Şehrin en görkemli yapısı hiç kuşkusuz yapımına 1383 yılında başlanıp 1892’de tamamlanan Santa Maria Nascente, ya da daha yaygın bilinen adıyla Duomo Kilisesi. Castel Sforzesco dedikleri alanda otobüsten inmek suretiyle Duomo’nun bulunduğu meydana yürüyerek gidiliyor. Bu yol boyunca nefis kahve mekanları, pastaneler mevcut. 2015 EXPO Milano’da düzenlendiği için bu yol boyunca tüm katılımcı ülkelerin bayrakları dalgalanıyor. Bu yılki EXPO teması yiyecek içecek. Duomo’nun bulunduğu meydanda aynısını Napoli’de de gördüğümüz bir Galleria mevcut. Yani bir 19.yüzyıl alışveriş merkezi. Arka kapısından çıkışta yapımı 1778 yılında tamamlanan dünyaca ünlü Sacala operasını buluyoruz. Toscanini ve G.Verdi’nin anıları bu operanın duvarları arasında hala dolaşıyor. Akşamüstü Rapallo’ya dönüş başlıyor.
Turun son günü artık. Bu gün “cinque terre” tabir edilen beş kasabaya bir gezimiz var.
Aslında beş küçük balıkçı köyünden oluşan bir UNESCO Dünya Miras Listesine girmeye hak kazanmış ufacık yerleşimler. Çok kısa bir zaman öncesine kadar pek bilinmeyen bu alan son yıllarda oldukça moda haline geldi. Ulaşım sadece kıyıdan teknelerle ya da La Spezia’dan kalkan banliyö treniyle yapılıyor. Karayoluyla ulaşım sadece otomobiller için mümkün. Coğrafi yapı oldukça zorlu, bu nedenle tren adeta hep tünellerde gidiyor. Arada sırada tünelden çıkışlarda Tiren Denizinin muhteşem mavisi bizi kucaklıyor. Manarola ile geziye başlıyoruz. En küçük olanı aslında Corniglia, ancak turist kafilelerinin gezmesi için oldukça zahmetli. O yüzden Manarola ile başlamak en iyisi. Belki münferiden yapılacak bir gezide zevkli olabilir, ama grupla gitmek pek anlam ifade etmiyor. Genelde tüm katalog ve reklamlarda gördüğümüz kasaba Manarola. Denize dik inen yamaç üzerine kurulu bu küçük köyde evler çok renkli ve içlerinde yaşam devam ediyor. Bazıları pansiyon olarak işletiliyor. 2011 yılı ekim ayında sel felaketi neticesinde çok büyük zarar gören bölge yaralarını hızla sarmış ve felaketin izlerini silmiş. Yaşanan felaketi unutmamak için de istasyona yakın yerde o günlerde çekilmiş resimleri sergiliyorlar.
Gezimize yine trenle devam ediyoruz. Vernazza kasabasından sonar Monterosso’ya yine trenle geçiliyor. Yolculuk tek yönlü. Gezimizin bittiği noktada otobüsümüz bizi karşılıyor ve Rapallo’ya dönüş başlıyor. Ertesi gün memlekete dönüş yolculuğu başlıyor.
Son gün uçağımız öğlen saatlerinde olduğu için kahvaltıyı keyfe dönüştürüyoruz. Rapallo’nun oksijeninden depoladıktan sonra havaalanı'na doğru yola çıkıyoruz.