Bosna-Hersek Yolcusu Kalmasın!
Yemyeşil dağları, bu
dağların arasından kıvrıla kıvrıla geçip giden nehirleri, vadilere
serpiştirilmiş irili ufaklı şehirleri, konuk ağırlamaya can atan kasabaları,
kıpır kıpır nağmeleri ve birbirinden lezzetli yemekleri ile Balkanların incisi
Bosna-Hersek...
Hani bazı ülkeler, şehirler vardır. Kitaplarda okumak, filmlerde izlemek,
anlatılanları dinlemek yetmez... Yola düşüp, tarih kokan sokaklarında yürümek,
köprülerinden geçmek, bir tepeye çıkıp uzun uzun gün batımlarını seyretmek,
köşe başında kurulmuş semt pazarından alışveriş etmek lafın kısası yaşamak “anı
biriktirmek” gerekir. İşte Bosna-Hersek tam da böyle bir Balkan ülkesi...
“Çadırımız mavi beyaz
Bu sene gelemedi yaz
Aman katip haller yaman
Beni başka deftere yaz....”
Bu sene gelemedi yaz
Aman katip haller yaman
Beni başka deftere yaz....”
- Eski Bir Balkan Türküsü
Çocukluk yıllarımın karlı buzlu kış günlerinde bir sonraki günün daha da soğuk olacağının habercisiydi Balkanlar... Tek kanallı televizyonumuzun uzun kış günlerinde her akşam konuğu olan sunucu “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası tüm yurtta etkisini gösterecek” derdi. Üniversite dahil öğrencilik hayatım boyunca ne çok okuyup sınav oldum Balkanlar’dan. İlk gençlik yıllarımda hep duyup okuduğum Bosna-Hersek vardı. Acılarıyla, yaşanmakta olan savaşla!
Çocukluk yıllarımın karlı buzlu kış günlerinde bir sonraki günün daha da soğuk olacağının habercisiydi Balkanlar... Tek kanallı televizyonumuzun uzun kış günlerinde her akşam konuğu olan sunucu “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası tüm yurtta etkisini gösterecek” derdi. Üniversite dahil öğrencilik hayatım boyunca ne çok okuyup sınav oldum Balkanlar’dan. İlk gençlik yıllarımda hep duyup okuduğum Bosna-Hersek vardı. Acılarıyla, yaşanmakta olan savaşla!
Ve şimdi Bosna-Hersek’teyim... Evet, yakın zamanda yaşanan savaş günlerinin sokaklarda, mezarlıklarda, yıkık binalarda hala izleri var. Silinmemiş silinemez de... Ama burada da her yerde olduğu gibi çocuklar var, parkları dolduran, koşup oynayan çocuklar; sonra gençler hepsi de pırıl pırıllar.
Bosna-Hersek’te ilk durağımız ülkenin başkenti Saraybosna, nam-ı diğer Sarajevo. Türklerin Avrupa’da kurduğu en büyük şehirlerden birisi olan Saraybosna, tarihi boyunca birçok önemli olaya tanıklık etmiş. Bunlardan ilk aklıma gelenler, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olarak gösterilen Arşüdük Franz Ferdinand’ın öldürülmesi, 1984 Kış Olimpiyat Oyunları ve Bosna Savaşı sırasında neredeyse üç buçuk yıl süren amansız kuşatma.
Miljacka Nehri Saraybosna’nın tam ortasından geçiyor. Nehir üzerinde irili ufaklı köprüler var. Nehrin bir tarafında yürüyerek gezebiliyorsunuz diğer tarafında ise şehri bir baştan diğerine dolaşan soluk mavi, bordoya çalan kırmızı sözün kısası eski hem de çok eski tramvaylarla istediğiniz yere ulaşabiliyorsunuz. Nehir üzerindeki köprülerden en meşhuru Latin Köprüsü. Köprüde karşıdan karşıya geçenlerden çok fotoğraf çektirenler dikkatinizi çekecektir. İşte, Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen olayın gerçekleştiği adres burası. O günlere ait merak ettiğiniz her şeyi köprünün hemen yakınında bulunan müzeyi gezerek öğrenebilirsiniz.
Yürümekten yorulup, hem biraz soluklanmak hem de bir şeyler içmek için
köprünün biraz ilerisindeki küçücük beyaz badanalı yapıya “İnat Kuca”ya
ulaşırsanız hikayesi eminim sizin de ilginizi çekecektir. Bugün kafe olarak
faaliyet gösteren İnat Kuca’nın sahibi inatçı mı inatçıymış. Kütüphane
binasının yapımı sırasında civardaki bazı evlerin yıkılması gerekiyormuş. Evler
yıkılacak, o evlerden çıkanlara yeni ev verilecekmiş. İşte bu evlerden
birisinin sahibi “ben çıkmam da çıkmam evimden” diye inat etmiş. Devletin ileri
gelenleri onca dil dökmüşler ama bir türlü ikna edememişler. Gel zaman git
zaman yumuşamış evin sahibi, ama bir şartı varmış: Evinin duvarlarındaki tüm
tuğlalar teker teker sökülecek aynı malzemeyle nehrin tam karşısında kendisine
bir ev yapılacak. Ev yıkılmış ve karşı tarafa aynısı yapılmış; yeni evin adı da
“İnat Kuca” kalmış. İşte yanında bir lokma bol Hindistan cevizli lokum ile
şekersiz ikram edilen Boşnak kahvenizi yudumladığınız mekanın “İnat Kuca” nın,
dinlediğim öyküsü.
Saraybosna, yürüyerek, ara sokaklarında kaybolarak keşfedilecek bir şehir.
Şehrin mutlaka görülmesi gereken önemli tarihi mekânlarını da bu yürüyüşleriniz
sırasında elinizle koymuş gibi bulursunuz. Tüm sokakların birleştiği nokta
Güvercin Meydanı. Meydan kalabalık mı kalabalık, turistler, yerliler ve
tabii ki güvercinler. Ortasında yeniden yapılmış ahşap bir çeşme... Meydana
açılan sokakların her birinde el emeği göz nuru ürünlerin satıldığı minik dükkânlar
var, akşam olunca bunların çoğunun ahşap kepenkleri kapanıyor. Her sokak
başında meşhur Boşnak börekçileri… Boşnak böreği; hani ucundan bir lokma tadına
bakıyım, diye başlayıp “hadi biraz daha, azıcık daha” yiyim deyip ölçüyü
kaçırtacak kadar muhteşem bir lezzet. Kıymalı içle hazırlanan böreğin üzerine
yoğurt konularak servis ediliyor. Ama ne yoğurt, kaymak tadında, krema
kıvamında. Ayrıca ıspananklı, patatesli ve peynirli böreklerin de tadına
bakmalısınız. Fırından yeni çıkmış, nar gibi kızarmış güzelim böreklerin tek
eksiği şöyle taze demlenmiş bir bardak çay. Evet, demleme çay yok buralarda ne
yazık ki. Börekle bitmiyor tabi ki. Kebap denilen köfte, kıyması bol pirinci az
malzemeli dolmalar, çorbalar, etin her çeşidi, benim pek beğendiğim ve iki tane
yediğim içi bol cevizle doldurulmuş tufahiye tatlısı, peynir çeşitleri,
şaraplar ve siyah bira... Göze de mideye de hitap ediyor buranın
yemekleri.
Sokaklarda dolaşırken Morica Han, Gazi Hüsrev Bey Cami ve Medresesi, saat
kulesi hemen yolunuzun üstünde. Daha ileriye devam edince ise Ortodoks
Kilisesi, Katedral, Boşnak Enstitüsü var. Saraybosna, aynı cadde üzerinde veya
ara sokaklarında Katolik, Ortodoks ve Müslüman ibadet yerlerinin bir arada
olduğu ender şehirlerden.
Şehrin yeni olan bölümünde ise kafeler, restoranlar, dünyanın tanınmış markalarının satıldığı mağaza ve butikler ile şimdilerde büyük şehirlerin vazgeçilmezi olan alışveriş merkezleri bulunmakta. Yeni olan tarafta yürürken iki caddenin birbirini kestiği yerde sönmeyen bir meşale çıkar karşınıza. İkinci Dünya Savaşında yaşamlarını kaybedenler anısına konulmuş olan bu meşale gece gündüz sürekli yanıyor.
Tarih kokan şehir Saraybosna’dan sonra ülkenin diğer şehir ve kasabalarını bir araç kiralayarak gönlünüzce dolaşabilirsiniz. Dağların, tepelerin arasından, yemyeşil vadilerden ve bütün güzellikleri üzerinde yansıtan hani “su yeşili” dediğimiz türden nehir kıyılarından yapacağınız geziniz de Mostar’a mutlaka uğrayın. Neretva Nehri’nin üzerinde Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin tarafından yapılan Mostar Köprüsü’nde soluklanıp, Mostar’ın, vaktiniz bolsa tüm bölgenin öyküsünü bir de yorulmak bilmez seyyah Evliya Çelebi’den dinleyin. Kış kapıdan girmeden yola çıkın....
Haydi, Bosna-Hersek Yolcusu
kalmasın!
Kaynak: Leyleğin Güncesi -
Yazı:Yeşim Özcan / @yesimcimcim Fotoğraflar: Murat Solakoğlu / @msolaks