Hani o adını "yaşam telaşı" koyduğumuz, kalbimizden ve ruhumuzdan kaçışlarımız vardır ya... Hani hiç bir yere tam olarak gidemediğimiz, gitsek de orada değil de cep telefonlarımızda yaşadığımız... Halbuki insanın sosyal ağlarını kapatıp, kendine doğada bir randevu vermesi ne büyülü bir keşif! Kendiyle buluşması, kendine yol alması, sonunda yolun kendisi olmayı öğrenmesi...
"Doğada yürüyüş" denince, bir çoğumuzun aklına bahar rotaları gelir hemen... Çiçekli, böcekli, günlük güneşlik, limonata gibi havalarda doğada olmak... Kara kış pek sevilmez kent yaşamında. Hele ki benim gibi memleketin güney sahillerinden kopup gelmiş bir "yaz bilir insanı", ne bilsin kışın doğanın ne kadar nefes kesici güzellikte olabileceğini... Karlı kış aylarının büyük bir tutkuyla sevilebileceğini... Hatta dağlara çıkıp, "seviyorum uleennn dağları" diye arabesk Türk filmleri repliğinde, bağıracak kıvama gelinebileceğini...
Mevsimler ve takvimler kış ayını işaret ederken, Tempo Doğa Kulübü (TEDOK) ile Derya Duman rehberliğinde, ilk kez "kış rotaları"nda yürüme sözünü verdim kendime... Kendime verilen o söz, en güzel armağanmış meğer... Bedenimi, kalbimi ve ruhumu temizleyip, yıkayan... Her hafta pazar gününü heyecanla bekleten...
Tüm haftanın iş ve yaşam yorgunluğundan sıyrılıp her pazar sabah erkenden sıcak yatağından kalkmak, zorla tek gözün kapalı vaziyette kahvaltı yapmaya çalışmak, kış yürüyüşü olduğundan termal içliklerden, katmanlı outdoor üstler ve eldivenlere kadar lahana gibi kat kat giyinmek, sırt çantanı ve öğle yemeğinde yiyeceğin kumanyayı akşamdan hazırlamak, batonlarını ve tozluklarını unutmamak... Saatinde Tempo Tur'un bizleri alacağı durakların birinde hazır olmak... İşte o araca bininceye kadar geçen süre işkenceli ve caydırıcıdır!
Sonra... yürüyüşün başlamasıyla birlikte beyne tertemiz oksijenin gitmesinin bir sonucu mudur bilinmez, ağzınızdan şu sözcükler dökülür; "iyi ki geldim", "gelmekle doğru yapmışım"...
Yaklaşık 25-30 kişilik grupla bir rehber ve artçı eşliğinde, doğada 15 ile 20 km. arasında inişli çıkışlı çeşitli parkurlarda yürürken, kendimizi yeniler, yeni arkadaşlıklar kurar, farklı sitiller görürüz.
Pusulamız doğanın kalbi olduğu an; kimi kendi içine yürür sessizce, kiminin de biriktirdiği çok anısı ve hikayesi olduğundan konuşur her nefes alışında... Masmavi gökyüzüne dağılmış bulut kümelerinin altında; birileri şarj olurken, diğerleri deşarj olur doğada...
İnsanın ağzından ne zaman güzel ve özel bir şeyin döküleceği belli olmaz hem... Bir bebeğin ne zaman gülümseyeceğinin veya ilk adımı atacağının belli olmaması gibi... Bu özel anların bir randevusu da olmaz. An gelir ağzınızı bıçak açmaz, sonra bir an gelir, hesapsızca dökersiniz ruhunuzun tüm yüksek ve alçak yanlarını, alt yazılarını... İşte o an yanınızda olanlar, özünüze gerçekten şahit olurlar... Onlarla ruhen el ele tutuşuruz. Bu anlar yaşam telaşının içinde fark edilmez. Cep telefonlarımıza da mesajla gelmez!
Doğa, kendi içindeki mükemmel dengesi, ritmi ve sessizliğiyle huzur verir insana... Atılan her adım, tam bir meditasyondur. Düşüncenin bittiği, insanın kendisini sonsuzlukta unuttuğu, zihnini dinlendirdiği, zekasını keskinleştirdiği özel bir mekandır doğa... Fotoğrafseverlerin de gözdesidir. Dört mevsim iyi fotoğraf verir, fotojeniktir. Yeter ki ışık iyi olsun... Kalp gözüyle vizörden bakılsın ve "o an" deklanşöre basılsın :)
Enfes bir manzara eşliğinde karların içinde bata çıka yürümek çok romantik gibi görünse de, belli bir süre sonra sizi fazlasıyla yorar. Kış rotaları kolay ve konforlu değildir aslında... Kar kalınlığının artması, rüzgar, bazen de tipi, yürüyüşü zorlaştırır. Burada en önemli faktör doğanın dilini iyi bilen, acil durumlarda çözüm üretebilen profesyonel bir rehber eşliğinde olmaktır. Yürüyüş ekipmanlarınızın mevsimin gereklerine uygun, su geçirmez, hafif ve kaliteli olması da diğer bir etken elbette... Sonra ekip ruhu ve yardımlaşma...
Tertemiz bir havada yaklaşık 5-6 saatlik tempolu olarak gerçekleştirilen yürüyüşlerde, hafif ve enerji verecek gıdalar tüketmek, kas ağrısı yaşamamak için bol bol su içmek gerekir. Her yürüyüşte ortalama 1.5-2 lt su içmemizi tavsiye eder rehberimiz Derya Bey... Tamam şahane, su içelim güzelleşelim de bu kadar sıvıyı doğada nasıl boşaltalım Derya Hoca?
-"Erkekler sağda, kadınlar sol taraftaki ağaçların arasında çiçek toplasıııınn..."
Öğle yemeği molasında çiçek toplandı, itinayla toprak tuzlu suyla sulandı. :) Durmak yok, yola devam...
Bir ressamın paleti gibi bir çok rengin yanı sıra makro ve mikro düzeyde milyarlarca canlı ve gizem taşır doğa ana kucağında... Görünenin çok ötesinde...
Tarla fareleri, tavşanlar, yaban domuzları, az önce yan taraftaki patikadan geçmiş bir ayının kocaman ayak izi, göklerde süzülen akbabalar, atmacalar, güzel ötümlü kuşlar, kurnaz tilkiler, likenli taşlar, mantarlar, böcekler, kelebekler, ağaçlardan atlamış kozalaklar, alıç ağaçları, dikenli böğürtlen ve kuşburnu çalılarıyla; gördüğümüz ve gözlerimizin göremediği ama varlığını hissettiğimiz, birbiriyle uyum ve işbirliği içinde yaşayan sayısız çeşitlilikteki canlı... Tam bir cümbüş ve gerçek birer görsel şölen...
Pırıl pırıl sularıyla eğilip "içmek" değil, "öpmek" isteyeceğiniz tatlı derelerden geçerken, avlanma iç dürtüsünü ilkel yaşam formlarında bırakamamış avcıların tüfeklerinden çıkan kurşun seslerini işitiriz bazen... Sessizliği yırtarcasına... Bazen de yolumuzun üzerinde bir avcıya rastlarız çantasında ölü bir tavşan taşıyan... yada bir ağacın dibinde cansız yatan yavru ayıya... Hepsi ölüdür çünkü insanoğlu kadar zeki ve donanımlı değildir, bir kurşunla yaşamını yitirmiştir! İnsan yavruları doğaya yalnızca huzur bulmaya değil, yemek için can almaya da gelir. Herkes kendi doğası kadardır doğada çünkü... Ne eksik ne de fazla!
Ne diyor İtalyan tiyatro yazarı Carlo Goldoni... "Dünya güzel bir kitaptır, fakat okumasını bilmeyene pek fayda sağlamaz" Kitabı sadece okumak değil, anlamak da gerekir... Kristalleşmiş kar tanelerinin üstünde ayak izimizi bırakırken... Donmuş yabani otların yanından yürüyüp geçerken "farkında" olmak önemlidir.
TEDOK ile Ankara çevresinde yürüdüğümüz günübirlik kış rotalarında; karlı dağlarda, tepelerde, yaylalarda, uzakta unutulan köylerde, kanyonlarda yürüyoruz. Bulutlara doğru yol alırken, geride çöp değil tabiata saygı ve şükranlarımızı sunup, ayak izimizi bırakarak...
Ve ne çok anı biriktiriyoruz belleklerimizden silinmeyecek... Dağların zirvelerinde karanlıktan doğan ışığı yeniden gördük hep birlikte...Yüreğimizde sakladığımız rengarenk kelebekleri uçurduk bir bir... Tabiatın içinde onun ritmiyle ilerlerken, gözlerimiz ve yüreğimiz sevgiyle doldu. Doğa ana, bizi şefkatiyle sarıp sarmaladı. Merhamete, iyiliğe, barışa, huzura ve özümüzü hatırlamaya ne kadar çok ihtiyacımız varmış. Sütten kesilmiş bebek gibi eksilerek, yaşayıp giderken...
Herkes kendi masalının kahramanıdır ya... Ben de kendi masalımın... Bembeyaz bir kış masalının... İpini kopartmış bir uçurtma misali... Gökyüzünde süzülen... Yaşam dediğimiz kim bilir belki de yerle gök arasında ruhun seyahatidir yalnızca!
Kent yaşamında doğadan kopartılıp, kutsal tapınaklar haline getirilen alış veriş merkezlerine hapsedilen insanoğlunun, özgürlüğe açılan çıkış kapısıdır doğaya dönmek... İster sevdiklerinizle ister kendinizle mutlaka yürüyün. Spor salonlarındaki koşu bantlarında değil, açık havada!
Yenilenin, yeniden doğun, değişip-dönüşün, farkında yaşayın, kalbinizde doğa ananın şefkatini ve sevgisini taşıyın. Şifalanın... Eksilmeyin, çoğalın... Yaşama yeni sürgünler verin. Sonra ne mi olacak? Doğadaki her canlı gibi, hesapsız kitapsız, yargısız, kim ve ne olduğuna bakmadan hepimizin ruhu birbiriyle iliklenecek...
Kaynak: Gülden Baraklı KAYA