26 Kasım 2020

YEŞİL NİKSAR - Yazar: L. Doğan TILIÇ

Başlığa bakıp da yazıyı bir Niksarlının “mikro milliyetçiliği” diye okumayın! Başlıktaki “yeşil”in önüne istediğiniz yeri yazın. Eğer bir şeyler yapmak için geç kalmadıysanız. Yazın ve sıkı sıkıya sarılın o yeşile!

Özelleştirip güzelleştireceğiz masalıyla, yer üstünde satılacak bir şey kalmayınca, ekonomi gittikçe çirkinleşip bugünlere gelince, sıra yerin altına geldi. Yama tutmaz açıkları kapatmak için, kah doğru dürüst bir Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu olmadan, kah uydurma ÇED raporlarıyla, bol keseden maden ruhsatları dağıtılmaya başlandı.

Geleceğimize olan maliyetini umursamadan, gözler anında nakde çevrilebilen madenlere dikildi. Gün kurtulursa ne ala!

Memleketin dört bir yanında, ağacın, suyun, toprağın, her türden yaşamın yok edildiği kapanmaz devasa yaralar açıldı!

Madenciliğin ülke ekonomisi için anlamını, stratejik önemini, yaratacağı istihdamı ve toplumsal yaşama olası etkilerini, üniversitelerimizde boşuna maden mühendisleri yetiştirmediğimizi bilmiyor değilim. Tabii ki maden çıkaracaksınız, ama nerelerde ve ne pahasına?

Bir süredir Erbaa’nın, Niksar’ın, Kelkit Ovası’nın insanları doğalarını ve geleceklerini geri dönülmez bir felaketten korumak için çırpınıyor.

İnsanlar artık biliyorlar: İster altın olsun ister bakır, ya liç tanklarında ya da açık havuzlarda tehlikeli kimyasallarla (sülfürik asit/siyanür) çok büyük miktarlarda su kullanılarak ayrıştırılıyor. Bu süreçte kimyasallarla kirletilmiş toprak ve su atık havuzlarında toplanıyor. Ya sonra?

Niksar Belediye Başkanı Özdilek Özcan, büyüyen tepkilere cevap verebilmek için bir basın toplantısı yapmış. Söylediklerini Belediye’nin sitesinden okudum.

Bir; “Bizler Niksar’ın aleyhine olan her şeyin karşısında, lehine olacak her şeyin de yanında oluruz.”, diyor. Ve Kent Konseyi, odalar ve tüm STK’larla birlikte hareket edeceklerini söylüyor. Bu iyi bir şey!

İki; “Kulaktan dolma bilgiye inanmayın.”, diyor. Peki! İnanılacak doğru bilgiyi sağlama görevi birinci derecede kendisinde ama böyle bir bilgi verdiği yok!

Üç; tepkisini altın madenciliğine yönelten hemşerilerine, “Şirket müdürüyle görüştüm, altın değil bakır çıkaracaklarmış.”, diyor. (Bu arada altın görürlerse, nasip işte, onu da çıkarırlarmış.) Yani, altın madenciliği çevreye zararlı da bakır o kadar değil! İşte bu da kulağa doldurulmuş yanlış bilgi!

Doğru bilgi adına sorulması gereken o kadar çok soru var ki. CHP Tokat Milletvekili Kadim Durmaz, geçen hafta, Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli’nin yazılı olarak cevaplaması talebiyle bir soru önergesi verdi. Ne kadar ağaç kesilecek, ne miktarda su kullanılacak, meralar ve tarım alanları nasıl etkilenecek, Niksar Ayvaz Suyu ne olacak?

Ve deprem? Niksar ve Erbaa Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde. 1939 Erzincan depremi, 1942 Niksar-Erbaa depremi Kelkit Vadisi’nde binlerce can aldı, on binlerce bina yıkıldı. Ya yeni bir depremde atık havuzlarından sızıntı olur, toprak ve suyunuzdan yüzlerce yıl temizleyemeyeceğiniz bir kirliliğe yol açarsa?

Belediye Başkanı Özcan’a bakır madenciliğinin ne kadar “zararsız” olduğunu görmek için Kıbrıs’a, Lefke’ye bir inceleme gezisi yapmasını öneririm. 74’de çekip giden Kıbrıs Maden Şirketi CMC’nin arkasında bıraktıkları, temizlemeye bütün Kıbrıs’ın bütçesinin yetmediği, “Ortadoğu’nun en büyük çevre felaketi” olarak orada duruyor. Tam 1 milyon metrekarelik alanda, Kıbrıs’ın bağrında, bütün bölgenin ekolojik sistemini bozan ve hâlâ topraktan denize zehir akıtıp balığı yenilmez kılan, insanları kanser eden iğrenç bir yara olarak!

Dedim ya, ben Niksar dedim ama siz “Yeşil”in önüne istediğiniz yeri yazıp öyle okuyun! 

Kaynak: Birgün Gazetesi -  https://www.birgun.net/haber/yesil-niksar-324011

18 Kasım 2020

UYGARLIK VE ÇAĞDAŞLIK


Uygarlık tanımı günümüzde çağdaş olmakla örtüşen bir toplumsal niteliktir. Meksikalı ‘Biz Aztek uygarıyız, Çinli ‘Biz Han Çağı uygarıyız’, Avrupalı ‘Biz Rönesans uygarıyız’, Türkler ‘Biz Türk ya da Osmanlı uygarıyız’ derlerse arkalarına bir kuyruk takmaları gerekir.

Fakat uygarlık kavramının bugün kitaplarda okuya geldiğimiz tanımlarla bir ilişkisi kalmadığına dikkat etmek gerek. Geçmiş uygarlıklar deyimi, kültürel gelişmeleri bir ölçüde değişik coğrafi koşullarda, birbirleri ile yoğun bir iletişim içinde olmayan toplumların özgün gelişmeleri, insanlığın ortak kazanımlarına katkısı anlamına geliyor. Bunlar zamanla birbirlerini de etkilemişlerdir.
Günümüzde dünyanın her köşesi için ortak, tek bir uygarlık var. Bu dünyanın ekonomik sisteminin, teknolojisinin aynı verileri kullanmasından, ve iletişimin dünyayı birleştirmesinden kaynaklanıyor.
Dünyanın nüfusunun birkaç yüz milyonu bulmadığı çağlarda, insanlar birbirlerinden hiç haberdar olmadıkları, tesadüfi iletişimlerle birbirlerinden hikaye gibi söz ettikleri, büyük çoğunluğun göçer olduğu, kentlerin söz konusu olmadığı dönemlerde ‘medeniyet ‘ yani uygarlık da yoktu. Kentlerle birlikte, Hindistan’da İndus Bölgesinde Mohencodaro; Mezopotamya’da Ur, Mısır’da Menfis gibi, kent dediğimiz yerleşmelerde ortak yaşam gereği oluşan düzene uygarlık dendi.
Toplumların örgütlenmesi, fiziksel çevrenin yaratılması, insanın kendini doğal yapıdan ayıran bir kimlik göstermesi bağlamında uygarlık özel bir kavram oldu. İnsanların kendi varlıklarının doğadan, akıl nedeni ile farklı olduğu bilincine vararak bu gelişmeye ‘uygarlık’ demeleri çok eski değil. Fakat her izole kültüre uygarlık denmesi de anlamsızdır. Birbirleriyle etkileşim içinde olmayan kültür ceplerine ‘uygarlık’ demenin ne anlamı var, ne de dünyayı daha iyi anlamağa hizmet eder.
Etkisi günümüze kadar gelen çok uygarlık yok. Onların ürünleri de genelde arkeolojik kalıntılar. Maya, Aztek, İnka uygarlıkları konusunda ne kadar ayrıntılı bilgi edinseniz, onların yeri geçmişte kalacaktır. Doğu Asya’da Çin uygarlığı, Güney Asya’da Hint uygarlığı, Ortadoğuda Mezopotamya, Kuzey Afrika’da Mısır uygarlıkları, Anadolu’da birbirlerini izleyen katmanlar, Ege’de Yunan uygarlığı, bizim oturduğumuz toprakların alt tarihi katmanlarıdır.
Aztek, Maya, İnka uygarlıkları sıradan insanın bildiği konular değil. Bir iki ad anımsayanın kendini bilgili sanması zavallı bir övüntüdür.
4 uygarlık ocağı
Yok olmuş bu tarihi gelişmelerin dışında, kimliklerini hala sürdüren ve değişik yoğunluklarla evrensel içerikleri olan dört uygarlık ocağı var: Çin, Hint, Yunan ve yaygın monoteist üç Yakındoğu dininin birbirinin içinden çıkmış evrensel serüvenleri.
Bunlar çağdaş dönemin uygarlık bileşenleridir. Çünkü etkileri güncel yaşamımızda sürüyor. Fakat bunlara mensup olan insanların uygar olması gerekmiyor. Afrikalı, Kızılderili, Çinli, Arap Hıristiyan, Müslüman, Yahudi olabilirler. Fakat içinde yaşadıkları ortamların mensupları ve temsicileridir.
Amerika’da yaşayan Afrikalı ile Arap bedevisinin ilişkileri dinle tanımlanmaz. Amerikalıdırlar. Anadolu köylüsünün dindarlığı İslam uygarlığı anlamına gelmez. Onun için Müslümanlık, namaz kılmak, oruç tutmaktır. Okumamış köylü İslam uygarlığı hakkında bir şey bilmez. Muhammed İslam’ı halka anlattığı sırada Mekke’de okuma yazma bilen, Balazuri’ye göre, sadece 17 kişi varmış. Peygamber de bunların arasında değildi. İslam uygarlığı ürünlerini Hazreti Muhammed’den sonra vermiş. Hadislerin büyük çoğunluğu ‘sahih’ değildir.
Uygarlık tanımı bugünden başlar
Onun için uygarlık tanımı dünden değil, bugünden başlar. Bunların gerçekten en büyüğü ve süreklisi Çin uygarlığıdır. Kanımca modern Çinlinin yaşamına da bir şey katıyor. Amerikalı Lin Yutang’ın ‘Yaşamın Önemi’ adlı kitabını okuduğum zaman bunu görmüştüm. Ben de Lao Tzu’nun Tao Te Ching’ini Türkçeye çevirerek tanımladığım şeye katkıda bulundum.
Bugün egemen olan tek bir çağdaş uygarlık düşüncesidir. Günümüz uygarlığı çağdaş insan düşüncesinin ve duyarlığının yaşam, doğa ve evren bağlamında ulaştığı düzeydir. Paris’te yaşayan Hıristiyan, Müslüman, Yahudi, Çingene aynı uygarlığın mensuplarıdır. Kuşkusuz bu tanım “herkes çağdaş uygardır, ya da uygardır” anlamına gelmez.
İnsanlık hiçbir çağında homojen davranışlara sahip olmadı. İnsanlar da eşit değildir. Fakat insan ortak yaşamın koşullarına uymak zorundadır. Yine de, Brezilya’nın tropik ormanlarının yerlileri, Rio de Janeiro ya da Sao Paulo’nun insanları ile aynı değildir. Taoizm’i de, İslamı da bilmezler. Mercedes’leri de yok. Uygarlık kategorisine girmezler.
Hepimiz çağdaş araçlarla çalışıyoruz. Fakat aynı amaçlarla çalışmıyoruz. Çağdaş teknolojinin sağladığı konforu istiyoruz. Fakat insan düşüncesinin ulaştığı yüksek uygarlık düzeyinin altında yaşıyoruz.
Mersedesli ile Beethoven dinleyen
Fakat Mercedes arabasında gözü kara dolaşan bir sergerde ile, Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisinin sonunda koro dinlerken kendini aşan adam arasında uygarlık açısından bir ilişki yoktur. Günümüzde uygarlığın ilk aşamalarında yaşayan milyarlar var. Bu da çağımızın utancı olmalıdır.
Uygarlık dediğimiz, yücelmiş bir düşünce, duyarlık ve üretme çabası, insanların binlerce yıl süren serüvenlerinden sonra, bugün bilim, sanat, felsefe ve teknolojide geçmiş zamanlarla karşılaştırılamayacak bir yaşam ortamı yaratmıştır. Bu ortamın öğeleri her tür İnsan grubuna ulaşabilir. Bunların arasında toplumun her sınıfından insan olur.
Orta halli bir memur, orkestrada flüt çalan bir müzisyen, bir öğretmen, bazen bir büyük patron, bir düşünür, bir yazar, belki bir politikacı uygarlık temsil eden bir düzeye yükselmiş olabilir. Fakat çağdaş sanayinin ürettiği araçları kullandığı; otomobili, yatı, çamaşır makinesi olduğu için kimse uygar olmuyor. Uygarlığın öğeleri, bu günün sınırsız iletişim dünyasında herkese sunuluyor. Fakat vitrinlerdeki eşyalar, uygarlığı tanımlamaz.
Hepimiz çağdaş araçlarla çalışıyoruz. Fakat aynı amaçlarla çalışmıyoruz. Çağdaş teknolojinin sağladığı konforu istiyoruz. Fakat insan düşüncesinin ulaştığı yüksek uygarlık düzeyinin altında yaşıyoruz.
Tarihte de eşitsizlik doğaldı. İnsan eşit olarak yaratılmıyor. Eşit koşullarda yaşamıyor. Bunun zenginlik ve fakirlikle de ilişkisi sınırlı. İletişim çağı insanların çağdaş dünya bağlamında bilinçlenmesine büyük bir hız kazandırdı Çinde 50 000 000 klasik piyano öğrencisinin varlığı bu homojenleşmenin varlığını kanıtlıyor.
Yaratıkların en canavarı
Öte yandan bu gelişmenin arkasında, insanın, yaratıkların en canavarı olduğu, ve insan aklının iyiyi ve doğruyu olduğu kadar kötüyü ve yanlışı da üreten bir mekanizma olduğu gerçeği de var.
Binlerce yıl önce Aristo’yu yaratan insan toplumu, bugün Putin ve Trump’ı ve benzerlerini de yaratıyor. Daha önce de yaratmıştı. Bilim adamları insanlığın kaotik yapısının akıllı yapısından daha güçlü olduğunu ve kendi yaşamını tehlikeye soktuğunu söylüyorlar.
En eski uygarlığı kuran Çinliler yaşamın Kaos (yang) ile Düzen (Yin) arasındaki dengenin varlığına bağlı olduğunu söylemişlerdi.
Yin dişi düzeni, Yang erkek kaos’u simgeler. Düzen ve Kaos birbirlerini yok etmezler. Kötünün olduğu yerde iyi, iyinin olduğu yerde de kötü vardır.
Tanrının cahil kulları, yüzlerce yıl süren sultan kulluğundan sonra, paranın kulu olarak, kendilerine ait olmayan bir dünyanın demokratik sokaklarında, egzoz koklayarak birbirlerini doğruyorlar.
Çağdaş oldular!
DOĞAN KUBAN

17 Kasım 2020

Dr. ALİ NEJAT ÖLÇEN'e Saygıyla..

      İnsanların, tanıyıp dost olmakla onur duydukları, övündükleri isimler vardır.

        Benim yaşamımda da, kendilerini yakından tanıdığım için mutluluk duyduğum, onlardan yeni şeyler öğrendiğim ve beni derinden etkileyen böyle insanlar vardır.

        Bugün o insanlardan birini tanıtacağım sizlere… 

***

        Ali Nejat Ölçen 4 Haziran 1922 Amasya doğumlu, İstanbul Teknik Üniversitesi “Su Kolu” mezunu 88 yaşında bir delikanlı!..

        Evet, o bir delikanlı…

        Andre Maurois, Yaşamak Sanatı adlı kitabında “Yaşlılık, artık geç kalındığı, oyunun oynanmış ve sahnenin başka bir kuşağa geçmiş olduğu duygusudur” der. Gerçekten, ülkemizde, daha ellili-altmışlı yaşlarda emekli olup köşesine çekilerek artık sadece gençlerin yaptıklarını seyreden bir büyük yaşlı çoğunluğun yanında; Ali Nejat Ölçen gibi, yurt ve dünya sorunları üzerine durmadan okuyup, yazan, konuşan, üreten ve yaşam sahnesinde dimdik duran, birisine rastlamak adeta olanaksız gibi…

        Bu yüzden Sayın Ölçen 88 yaşında bir genç insan!..

            1928–1946 arası öğrenci,

            1946-1950 arası mühendis,

            1960-1973 arası iktisatçı,

            1973-1980 arası politikacı..

            1980 sonrasında ise hem öğrenci, hem mühendis, hem iktisatçı, hem de politikacı olarak düşünüyor, okuyor, yazıyor, konuşuyor…

*

        Ali Nejat Ölçen’in doğum yeri başka bir kent olmasına karşın Niksarlılar onu hemşerileri olarak görür ve onunla övünürler.(1) Bunun birkaç nedeni vardır:

Birincisi, Ali Nejat Ölçen Niksarlı bir ailenin oğludur. 1958’de ölen babası Albay Mehmet Arif Ölçen (Emmioğlu) Niksar’ın Kuz Mahallesi’nde 1893’te doğmuştur. (Arif Ölçen’in doğduğu ev 1939 depreminde yıkılmıştır)

        İkincisi, kendisinden beş yaş küçük olan eşi -aynı zamanda akrabası- Makbule Ölçen, ünlü Nakşibendi şeyhi Hacı Ahmet Niksarî’nin kardeşi Ömer Lütfi Zarakol’un kızıdır.

        Üçüncüsü, çocukluğundan başlayarak yaşamının her döneminde Niksar’la yakın bir ilişki içinde olmuştur. Çocukluğunun yaz aylarını Eğricesu Yaylası’nda geçiren Ali Nejat Ölçen, daha sonra da her yıl yaz aylarını, Niksar’ın Çamiçi Yaylası’nda yaptırdığı evinde geçirmektedir.

        Niksar’da yayınlanan Yeşil Niksar gazetesinde yazılar yazmış, Devlet Planlama Dairesi’nin çeşitli kademelerinde görev yaptığı yıllarda da, dönemin Niksar Belediye Başkanlarına yol gösterici çalışmalarda bulunmuştur.

        Niksarlılar hemşerileri Ali Nejat Ölçen ve “Zihinsel Özürlü Çocuklar” konusunda ülke boyutunda çalışmalar yapan Sevgili Eşi Makbule Ölçen’le haklı olarak gurur duyarlar. 

***

        “Ali Nejat Ölçen, 1960 yılında, askerlik görevini yaptığı sırada kurulmakta olan DPT’ye uzman olarak atandı. Bu örgütte onbir yıl çalıştı. DPT’nin Tetkik ve Tahlil Şubesi’ni kurdu, müsteşar müşavirliği görevinde bulundu ve Araştırma Dairesi Başkanlığı yaptı.

        1962 yılında Birleşmiş Milletler bursuyla Almanya’da Kiel Üniversitesi’ne ekonomi eğitimi için gönderildi. Burada yaptığı Minimum Maliyet Prensibi üzerindeki araştırması, uyandırdığı yankı üzerine 1965 yılında Weltwirtschaftliches Archiv’de yayınlandı.

        1969 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde matematiksel ekonomi dersinin öğretim görevlisi oldu.

        14 Ekim 1973 seçimlerinde, CHP merkez kontenjanından İstanbul Milletvekili seçildi. 1976-1978 yılları arasında CHP Grup Başkanvekilliği yaptı.”

                                                  ***

         Bir kişiyi, diğer insanlardan farklı kılan, onun düşünce yapısı ve eylemidir.

         Kitaplığımdaki bir raf, Ali Nejat Ölçen’in yazdığı kitaplarla doludur.(2) Ama bence onun en büyük eseri 1994 yılından beri yayınladığı “Türkiye Sorunları” kitap dizisidir.

        Sayın Ölçen iki ayda bir yayımladığı bu kitapları isteyenlere ücretsiz gönderirken şöyle demektedir:

       “Kitap dizimiz bir halk hizmetidir. Edinmek için bedel ödemek gerekmez. Yazıyla ya da telefonla açık adresinizi bildirmeniz yeterlidir. Bu halk bu ülke hepimizin”

       Ben bu kitapları ve üzerindeki bu ifadeyi görünce “Bu değirmenin suyu nereden geliyor” diye düşünmüştüm. Bu sorunun yanıtını  www.olcen.net sitesine girince aldım.

       Ali Nejat Ölçen 1973-1980 arası politika yaptığı için TBMM’nin eski parlamenterlere uyguladığı parasal ödemeden yararlanmaktadır.

       Bilindiği gibi, bu ödemeleri Anayasa Mahkemesi yürürlükten kaldırdığı halde TBMM çeşitli yöntemler uygulayarak tekrar yürürlüğe sokmuştur.

         Ali Nejat Ölçen bu uygulamayı içine sindirememiş, TBMM’nin verdiği bu parayı bu kitap dizisinin yayın ve ulaşım giderlerini karşılamakta kullanmayı kararlaştırmıştır.

        Sayın Ölçen kitap dizisinin hedefini şöyle ifade etmektedir:

"korkmayan, korkutulmayan ve korkutmayan;

aldanmayan, aldatılmayan ve aldatmayan;

yönetilirken, yönetime katılabilen

inançla akıl arasında denge kurabilen;

dış borca muhtaçlık duymayan;

üretken;

temiz doğa, temiz devlet ve temiz toplum yaratılmasına                katkıda bulunmak"

Sayın Ölçen bu ilkeleri “Mustafa Kemal Atatürk’ün laik, çağdaş ve cumhuriyetçi devlet yapısını oluşturan geniş kapsamlı tasarımının özü ve özeti” olarak görmektedir.

O bu kitap dizisini, “.. yeni dünya düzeninin küreselleşme, serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme türündeki araçlarına karşıt “Ulus devlet ve tam bağımsızlık” ekseninde çoğulcu, katılımcı ve eşitlikçi demokrasiyi özümseyerek, ulusal çıkarları, uluslar arası ilişkiler içinde korumanın ve geliştirmenin araçlarını ve seçeneklerini yaratabilen toplumsal ve kamusal alan yaratmaya” katkıda bulunmak olarak ifade etmektedir

                                        ***

Ali Nejat Ölçen’in “Yapı Acısı” ve “Ecevit Çemberinde Politika” isimli kitaplarıyla Makbule Ölçen’in “Özürlüler Yokuşu” adlı kitabında anlatılanlar bir bakıma Ölçen Ailesi’nin yaşam öyküsü çerçevesindeki Türkiye tablosudur.

Ali Nejat Ölçen’in henüz basılmayan “Beş Cumhurbaşkanı” isimli anı kitabının Türk okuru tarafından ilgiyle karşılanacağını zannediyorum. Ben kitabın bilgisayar çıktılarını büyük bir heyecanla okudum.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nden bir yaş daha büyük olan Nejat Ağabey yaşamına o kadar çok şey sığdırmış ki, bunları bir gazetenin veya derginin sayfalarına anlatmak olanaksız.

1933’te İstanbul’da Feyzi Ati İlkokulu 5. sınıfta iken okulun önünde, üstü açık bir otomobilin içinde Atatürk’le İran Şahı’nı görür.

1939’da lise son sınıf öğrencisiyken çıktıkları askerlik kampında ilk kez İnönü’yle karşılaşır.

1942’de Yüksek Mühendis Okulu öğrencisiyken Ömer İnönü sınıf arkadaşıdır. (Ali Nejat Ölçen’in amacı aslında hekim olmaktır. Ancak Askeri Tıbbiye’den “Asker hekim gözlüklü olamaz” gerekçesiyle geri çevrilir.)

Yüksek Mühendis Okulu 1945’te üniversiteye dönüşür ve Ali Nejat Ölçen 6.5 yıl eğitim görerek “Yüksek Su Mühendisi” olur. (Ama betonun yeşilimsi bir renkte olduğunu ancak Porsuk Barajı’na mühendis olarak atandığında öğrenecektir.)

1959’da Ordinant Okulu’nda 51. dönem yedek subay olarak askerliğini yapar. Turgut Özal asker arkadaşıdır. Okulun kurmay albayı da Kenan Evren’dir.

27 Mayıs 1960 ihtilâlinden 15 gün önce, omuzlarına demirler takılarak asteğmen olarak evlerine gönderirler. Çünkü Menderes “Ben bu orduyu yedek subaylarla idare ederim” demiştir. Ama 27 Mayıs sabahı tekrar okula çağırırlar ve gerçek mermili silahlarla kısa bir eğitimden geçirilerek ikili gruplar halinde Ankara’da DP’li milletvekili avına çıkarlar.

Bu arada tangolarıyla ünlü Yaşar Güvenir’den 8 silindirli, otomatik vitesli bir Buick otomobil satın alarak Ankara caddelerinde hava atmayı(!) da ihmal etmez.

Daha sonra teğmen olarak DPT’de uzman olur. (Bunda babası Mehmet Arif Ölçen’in sınıf arkadaşı olan Cemal Gürsel’in katkısı olmuş muydu, diye düşünmeden edemez)

DPT’de 1972 yılına kadar çalışır. Bu arada Turgut Özal’ın DPT Müsteşarlığı’na atanmasıyla başlayan İslamcı akımın devleti ele geçirmesini de büyük bir üzüntüyle izler.

                                          ***

Eğer bugün Türkiye’de Zihinsel Özürlü Çocukların sağlıklı şekilde rehabilitasyonu ile ilgili birazcık yol alınabilmiş ise, bunu Ölçen Ailesi’nin yılmadan, usanmadan büyük bir özveriyle yaptıkları çalışmalara borçluyuz.

Ali Nejat Ölçen ve 1927 doğumlu olan Makbule Zarakol 1946 yılında evlenirler. Bakın Nejat Ağabey 64 yıllık eşi için yazdığı bir şiirinde ne diyor: 

“Bir yastıkta kocayın dediler mi bize

o sözü yakıştıramadık kendimize

64 yıl bir yastıkta kocamadık

genç kaldık

yazgımızı getirdik dize. 

Yazgımız; onu da biz yarattık

dünya malını bir yana attık

ağacı, taşı toprağı ve kuşları sevdik

düz yolu değil yokuşları sevdik

sevgiye aşıktık

birlikte yokuşları aştık.

Sevgimiz başkadır bizim, başka

Biraz da benzer ilahi aşka

Makbule Ölçen, sevgili karım

Öteki dünyada da seninle varım.”

Nejat Ağabey’e ve Makbule Abla’ya uzun ömürler diliyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.

(*) Ali Nejat Ölçen’in sağlık ekonomisi dalında hazırladığı doktora çalışması “Nüfus Sorunu Ve Toplum Sağlığının Ekonomik Analizi” adını taşımaktadır.

 DİPNOTLAR:

(1)   Ali Nejat Ölçen’in annesi Refika Hanım, eğer, Amasya’da bulunan eşi Mehmet Arif Ölçen’in yanına 15 gün geç gitseydi Ali Nejat Ölçen Niksar’da doğacaktı. Çünkü Refika Hanım Niksar’daki evlerinden Amasya’ya -Niksar tabiriyle- “karnıburnunda” gitmiş ve iki hafta sonra da Ali Nejat’ı doğurmuştur.

              (2)  Ali Nejat Ölçen’in benim kitaplığımda bulunan eserleri şunlar:

Yapı Acısı (Roman. 1958 Ankara Ayyıldız Matbaası)

Türkiye’de Plân Sonrası İktisadi Durgunluk Ve Sebebleri (İnceleme, 1964 Ankara Ayyıldız Matbaası)

Halk Sektörü (İnceleme, 1974 Ankara Ayyıldız Matbaası)

Günümüzde Kapitalizmin, Sosyalizmin Konumu Ve Demokratik Sol Düşüncenin Görünümü (Demokratik Sol Düşünce Forumuna sunulan tebliğ (1974, Ankara Ayyıldız Matbaası)

Demokratik Sosyalizme Giriş (İnceleme, 1976 Ankara Ayyıldız Matbaası)

Faşizm Millet Meclisinde Yargılanıyor (TBMM’de geçen bir olayın halka nasıl yanlı yansıtıldığının öyküsü, 1977 Ajans Türk Matbaacılık)

Karl Marx Ve İngiliz Emperyalizmi (İnceleme, 1992 Ankara Ekin Yayınevi)

İslamda Karanlığın Başlangıcı Ve Türk İslam Sentezi (İnceleme, 1991 Ankara Ekin Yayınevi)

Özürlüler Hukuku (İnceleme, Makbule Ölçen’le birlikte) (1991, Zihinsel Özürlü Çocuklar Vakfı Yayını, Ankara Ajans Türk Matbaası)

Ecevit Çemberinde Politika-Politika Çemberinde Ecevit (Anı,  1995 Ankara Ümit Yayıncılık)

Vetluga Irmağı (Mehmet Arif Ölçen-Yayına Hazırlayan Ali Nejat Ölçen) (Anı,1994 Ankara Ümit Yayıncılık

Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda İttihat Ve Terakki Zorbalığı Ve Siyasal İşkenceler (İnceleme, 1982 -2. Baskı 2000,  Ankara Güldikeni Yayınları)

Kendini Yok Eden Osmanlı (Araştırma-inceleme, 2006 Ankara Ümit Yayıncılık)

Özürlüler Yokuşu (Makbule Ölçen- Yayına Hazırlayan Ali Nejat Ölçen) (Anı-inceleme, 2005 Ajans Türk Matbaası)

Türkiye Sorunları (Kitap dizisi 79 adet –Toplam 5372 sayfa)

       Sayın Ölçen’in 1957-60 arasında üç yıl süreyle çıkardığı “Yapı Teknik Dergisi” ve 1960’tan sonra yayımladığı “Akselerasyon Prensibi Ve Türkiye’nin Makroekonomik Hedefleri” ile “Türkiye’nin Endüstrileşme Sorunu” adlı çalışmaları bende yoktur.

       Yine Almanya’da yayımlanan ve Türk işçilerinin geri dönüş eğilimleri üzerinde etkin rol oynayan ekonomik ve sosyal etkileri konu alan “Türken und Rückkehren”  adlı araştırması bende bulunmamaktadır.  

          Bu yazı Emekli Yazın Öğretmeni ve Araştırmacı - Yazar HAMİ KARSLI                tarafından 2010 yılında kaleme alınarak yayımlanmıştır..