25 Ağustos 2017

KALEIDOSCOPE - Hindistan’da üç kez “BOŞ OL” diyerek boşanma yasaklandı.

Hindistan’da erkeklerin eşlerini üç kez “boş ol” diyerek boşayabilmesine izin veren tartışmalı gelenek yasaklandı.
Uygulama “İslam’a aykırı olduğu ve anayasal ahlâkı ihlal ettiği” gerekçesiyle Yüce Mahkeme’de 2’ye karşı 3 oyla kaldırıldı. Yargıçlar verdikleri karara gerekçe olarak “bir erkeğin evliliğini garip ve değişken bir şekilde bitirmesine” izin vermenin “tek taraflı ve keyfi” olduğunu gösterdi.
Müslüman kadınlar, erkeklerin eşlerini üç kez “boş ol” diyerek boşamasına izin veren talâk uygulamasının eşitsizliğe sebep olduğunu ve kişisel özgürlük haklarını ihlal ettiğini savunuyor. 
Bazı durumlarda WhatsApp veya Skype gibi anlık mesajlaşma uygulamaları aracılığıyla gönderilen “boş ol” mesajları kadınları zor durumda bırakabiliyordu. Bharatiya Muslim Mahila Aandolan (BMMA)* adlı kadın hakları savunucusu örgütün kısa süre önce yaptığı ankete göre, ankete katılan 4.710 Müslüman kadının yüzde 92’si tek taraflı boşanmaya izin veren bu geleneğin tamamen yasaklanmasını istiyordu.
BMMA’nın kurucu ortaklarından Zakia Soman“Bu bizim için çok mutlu ve tarihi bir gün. Adalet sonunda yerini buldu” derken; avukat Karuna Nundy“Kadınları mağdur eden ve dinle alakası olmayan bu geleneğin kaldırılmasının yenilikçi bir karar olduğunu düşünüyorum” diyerek mahkemenin kararının çok önemli olduğunu söyledi. Aktivist Feroze Mithiborwala ise Yeni Delhi televizyon kanalına, “Müslüman kadınlar bu geleneğin kaldırılması için 70 yıldır mücadele veriyordu. Artık seslerinin duyulmasının zamanı geldi” şeklinde açıklamada bulundu.
Erkeklerin eşlerini üç kez “boş ol” diyerek boşayabilmesine izin veren talâk geleneği Bangladeş ve Pakistan dahil olmak üzere yirmiden fazla Müslüman ülkede yasak. Fakat Hindistan’da yaşayan Hindu, Müslüman ve Hristiyan toplulukların evlilik, boşanma ve miras gibi konularda dini buyruklara bağlı kalmasına izin veren yasalar nedeniyle gelenek uygulanmaya devam ediyor.
*Müslüman kadınlar tarafından yönetilen ve Hindistan’daki Müslüman kadınların vatandaşlık hakları için mücadele veren bağımsız, seküler ve hukuka dayalı bir kitle örgütüdür.
Kaynak: DW, Al Jazeera / GAIA

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014
BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014

16 Ağustos 2017

KALEIDOSCOPE - EVRENİN AKIL ALMAZ GERÇEĞİ













Evrenimiz en yaratıcı bilim kurgunun dahi temsil edemeyeceği kadar geniş..

Bir astrofizikçi olarak, en afili bilim kurgu hikâyelerinin bile özünde hep insani kavramların olmasından her zaman etkilenmişimdir. Olayın geçtiği yer ne denli ilginç, bilimsel kavramlar ne denli olağandışı olsa da çoğu bilim kurgu senaryosu hep insan doğasının gerektirdiği şekilde olan etkileşimlerle, zaaflarla ve mücadelelerle neticelenir. Pek çok bilim kurgu senaryosu bir gezegende veya uzay aracında geçer. Asıl sorun ise evrenin kendisinin muazzamlığını yansıtırken, hikâyeyi insani duygu ve ölçütlere bağlamak.


Evrenin ne kadar büyük olduğu insanı her daim hayrete düşürüyor. Gözlemlenebilir evrenin on milyarlarca ışık yılı olduğunu söylüyoruz ancak bunun gerçekten kavranabilmesinin tek yolu konuyu dünya algımız üzerinden bir dizi adımlar halinde işlemek. Dubai’den San Francisco’ya aralık vermeden yapılacak bir uçuş yaklaşık 8.000 mil (1mil = 1,609344 km), yani hemen hemen dünyanın çapına eşit. 
Güneş ise çok daha büyük; çapı dünyanınkinin yaklaşık 100 katı. Dünya ile Güneş arasındaki mesafe ise neredeyse onun da 100 katı; 100 milyon mile yakın. Dünyanın Güneş etrafında çizdiği yörüngenin büyük ekseninin yarısı (yarıçapı) olan bu mesafe astronomide temel bir birimdir (uzaklık birimi), Astronomik Birim (AB) olarak bilinir. 

Örneğin, 1977’de fırlatılan ve saniyede 11 mil mesafe kat eden Voyager 1 uzay aracı şu an güneşten 137 AB uzaklıkta.
Fakat yıldızlar bundan da uzakta. Bize en yakın yıldız olan Proxima Centauri ile aramızdaki mesafe yaklaşık 270.000 AB; yani 4.25 ışık yılı. Güneş ile Proxima Centauri arasına güneşten 30 milyon tane dizerseniz ikisi arasındaki mesafeyi ancak kapatırsınız.


Samanyolu Galaksisi’ndeki yıldızların aralarındaki ortalama uzaklık 4 ışık yılı kadar, bu yıldızlara güneş de dâhil. Baya boşluk var yani! Samanyolu Galaksisi’nde yaklaşık 300 milyar yıldız bulunuyor, çapı da neredeyse 100.000 ışık yılı. Geçtiğimiz son yirmi yılın en heyecan verici buluşlarından biri güneşin beraberinde gezegen bulunduran tek yıldız olmadığı; elde edilen bulgular Samanyolu Galaksisi’ndeki güneş benzeri yıldızların çoğunun yörüngesinde gezegenler olduğunu gösteriyor. Bunların çoğu da bildiğimiz kadarıyla bağlı oldukları yıldızdan yaşam barındırmaya olanak sağlayan büyüklük ve mesafelerde.


Ancak bu yıldızlara ulaşmak da apayrı bir sorun. Voyager 1’in doğru istikamette yol aldığını varsayarsak; Proxima Centauri’ye ulaşması 75.000 yıl sürerdi. Bilim-kurgu yazarları hikayelerinde bu yıldızlararası mesafeleri kat edebilmek için seyahat boyunca yolcuların metabolizmalarını durdurma veya dondurma, ışık hızına yakın bir hızda yolculuk yapma, ışık hızından daha hızlı giden uzay motorları, solucan delikleri gibi çeşitli yaratıcılıklara başvuruyor.


Astronomlar yüz yıl kadar önce galaksimizin ilk kesin ölçümlerini yaptıklarında, ortaya çıkan sonuçla evrenin boyutunun muazzamlığı karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Başlarda, gökyüzünden elde edilen fotoğraflarda görülen “spiral nebula”nın aslında Samanyolu Galaksisi kadar büyük ancak daha uzakta yer alan yapılar olan “ada evrenler” olduğuna dair şüphe duyuluyordu. Bilim kurgu hikâyelerinin büyük bir kısmının mekânı bizim galaksimiz olan Samanyolu Galaksisi olsa da, astronominin son yüz yıllık hikâyesinin çoğu evrenimizin aslında çok daha büyük olduğunun keşfi oldu. Bize en yakın mesafedeki komşu galaksimiz yaklaşık 2 milyon ışık yılı uzaklıkta, teleskoplarımızın gözlemleyebildiği en uzak galaksilerden gelen ışık ise evrenimizin yaşı kadar; yani 13 milyar ışık yılı öteden geliyor.


1920’li yıllarda evrenin Büyük Patlama’dan beri genişlemekte olduğunu keşfettik. 20 yıl kadar önce de astronomlar bu genişlemenin, fiziksel doğasını anlamadığımız fakat “karanlık enerji” adını verdiğimiz bir güç tarafından hızlandırıldığını buldu. Karanlık enerji evrenin bütünü üzerinde bir işleve sahip. Böyle bir kavramı bir kurguda nasıl yansıtabiliriz?


Olay burada bitmiyor. Büyük Patlama’dan bu yana ışığının bize ulaşması için yeteri kadar zaman geçmemiş olan, evrenin kimi kısımlarındaki galaksileri gözlemleyemiyoruz. Evrenin gözlemlenebilir sınırlarının ötesinde ne var? En basit kozmolojik modelimize göre evrenin en geniş ölçeklerde sahip olduğu özellikler bir ve değişmezdir ve evren sürekli genişler. Başka bir fikre göre ise evrenimizi oluşturan Büyük Patlama muhtemelen sınırsız sayıdaki benzer patlamalardan yalnızca biri, buradan elde edilen sonuç itibariyle karşımıza çıkan “çoklu evren” kavramı ise akla hayale sığmayan bir boyut.


Amerikalı Neil deGrasse Tyson bir defasında şöyle demişti: “Evrenin size bir anlam ifade etmek gibi bir mecburiyeti yok.” Evrenin harikalarının bilim kurgu yazarlarına hikaye yazmaları için kavramları kolaylaştırmak gibi bir mecburiyeti de yok. Evrenin büyük bir kısmı boşluk, galaksilerdeki yıldızlar ve evrendeki galaksiler arasındaki mesafeler insanın kavrayamayacağı derecede büyük. Evrenin gerçek boyutunu bir şekilde insani çaba ve duygulara bağlayarak yansıtmak tüm bilim kurgu yazarları adına ciddi bir zorluk. Olaf Stapledon, 1937 yılında yazdığı Star Maker adlı, yıldızların, bulutsuların ve evrenin bir bütün olarak bilinçli olduğundan bahseden kitabında bu zorluğu ele almış. Evrene kıyasla ne kadar küçük olduğumuz gerçeğinin farkında olsak da, zihinlerimiz içinde bulunduğumuz evrenin ne denli büyük olduğunu belli bir dereceye kadar idrak edebiliyor. Astrobiyolog Caleb Scharf’ın dediği gibi: “Sınırlı bir dünyada evrensel bir bakış açısına sahip olmak bir lüks değil gerekliliktir.” Bu fikri halka aşılamak da astronomların ve bilim kurgu yazarlarının karşılaştığı asıl sorun. 
Yazar: Michael Strauss
Çevirmen: Leyla Belma Gazi 
Kaynak: Aeon / düşünbil.com



BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014








BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014























,

TARIM İLAÇLARINA DİKKAT



Tarım ilaçları otizmde patlama yaratabilir

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde yapılan araştırmalara göre, 2025 yılına kadar Amerika’da doğan çocukların yarısına yakınının Monsanto tarım firmasının kullandığı tarım ilaçlarına bağlı olarak otistik olma riski var.
Dr. Stephanie Seneff’in yaptığı araştırmalar, tarım ilaçlarının dikkate değer bir zararını ortaya koyuyor. Daha önceki haberlerimizden birinde, Afrika’da kuracağı tarım arazileri dolayısıyla tepki çeken Monsanto’dan bahsetmiştik. Dr. Seneff besin yetersizlikleri ve çevresel kirleticiler üzerine çalışmalar yapan bir biyolog. Yaptığı araştırmalar sonucunda, Monsanto’nun kullandığı tarım ilaçlarının insan sağlığına nasıl etkilerde bulunduğunu gözler önüne sermiş.
Monsanto’nun Roundup adlı tarım ilacının aktif bileşeni glifosat, diyabet, Alzheimer, sindirim sistemi bozuklukları, kısırlık ve doğum kusurlarına sebep oluyor. Daha moleküler düzeyde bakarsak glikofosat; Sindirim kanallarımızdaki yararlı bakterileri öldürerek, hastalık yapıcı bakterilerin üremesine imkan sağlıyor.
Önemli mineralleri kıskaca alarak işlevselliğini azaltıyor; örneğin demir, kobalt, mangan gibi mineraller. Bazı amino asitlerin sentezlenme yollarında bozukluklara sebep olarak, folat gibi kritik sinir sistemi elemanlarında eksikliğe sebep oluyor.
Bunlar gibi pek çok sebepten dolayı kullanılan tarım ilacı bebeklerde otizm oluşması için gereken tabanı oluşturuyor. Dr. Seneff’in yaptığı çalışmalar ayrıca Alzheimerçölyak ve sindirim sistemi hastalıklarının da mısır ve soya şuruplarında kullanılan glifosat ile birlikte artan bir grafik çizdiğini ortaya koyuyor. Elbette Monsanto kullandıkları Roundup tarım ilacının zararlı olduğunu kabul etmiyor. Buna kanıt olarak da, tarım ilacının bitkilerde bulunup insanlarda bulunmayan bir metabolik yola etki ettiğini öne sürüyor; fakat Dr. Seneff, Monsanto’nun bilerek, ya da bilmeden atladığı bir gerçeği hatırlatmadan edemiyor. Bahsedilen tarım ilacı, insan metabolizmasına katılmıyor bile olsa, insanların sindirim sistemlerinde bulunan bakterilerin metabolizmalarına katılma özelliğine sahip. Bu durumda vücudumuzdaki bakteriler tarafından sindirilen tarım ilacı, bizlerin de sistemine girmiş oluyor.
Monsanto tehlikeli
Bizlerin kendimizi korumak için yapabileceği şeyler ise, olabildiğince mısır ve soya ürünlerinden kaçınmak olabilir. Doğal koçanlı mısırdan bahsetmiyorum elbette; fakat özellikle sokaklarda bardaklar içerisinde satılan veya salatalara koyduğumuz tane mısırlar bu riski taşıyabilir. Onun dışında her zaman söylediğimiz gibi, yerel ve doğal tarıma yönelmemiz gerekmektedir; fakat bunun için devletin de bir adım atması gerekir. O zamana kadar belki apartmanlarımızda, komşularımızla birlikte ve balkonlarımızda, çeşitli sebze ve meyveler üreterek doğal tarımı öğrenebilir ve en azından vücudumuza biraz daha az zararlı kimyasal girmesini sağlayabiliriz.

Kaynak: GAIA

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014



03 Ağustos 2017

Jeoloji Yük. Müh. ZEKAİ TEKİN: DEPREMLER OLMASAYDI..


DEPREM HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ

Yöremizde yaşayan yurttaşların deprem gerçeğini ve yıkıcı depremlerin arkasında yatan asıl nedenleri bilmesinde büyük yarar var..

Türkiye’nin birçok bölgesinde Jeoloji ve maden çalışmalarında bulunan Jeoloji Yüksek Mühendisi Zekai Tekin, MTA’da (Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü) uzun yıllar yaptığı deprem araştırmaları ve altın yataklarıyla ilgili çalışmalarıyla tanınıyor.
Tekin’den bölgemizi yakından ilgilendiren deprem gerçeğiyle ilgili bilgiler istedik.

Sayın Tekin, Tokat ve ilçeleri 1. derece deprem bölgesinde yer alıyor. Olası bir depremin mal ve can kaybına neden olmaması veya hasarın en aza çekilebilmesi için ne yapmalı? 

Jeolojinin ana konularından biri olan ve halkımızı en çok tedirgin eden depremler ve fay hatları konularında da uzun yıllar çalışma ve araştırmalarda bulundum. Depremin hasar verdiği bölgelerde incelemeler yaptım. Her ne kadar depremler için doğal felaket desek de insanları bu acı dolu felaketlere sürükleyenler de yine insanlardır. Önce depremin ne olduğunu iyi bilmeliyiz ki dolayısıyla depreme karşı ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini de kavrayabilelim.

Halkımız bir takım şarlatanların ağzından depremin önceden tespitiyle ilgili yalan yanlış bilgiler edinmeye çalışıyorlar. Hepimizin bildiği örnekler; normal ötesi mevsim geçişleri olduğunda, karıncalar yuvalarını terk ettiğinde, atlar ve inekler huzursuzlandığında vb. olaylarla depremlerin olacağını önceden öngörme gibi düzmece bilgilerle halkımız kandırılmaktadır.

Depremler tamamen yer hareketleridir. Konuyu tüm ayrıntılarıyla ve bilimsel olarak anlatmayı çok arzu ederdim ancak buna ne sizin sabrınız ne de yayınınızın sayfaları yeterli olmaz. Fakat vatandaşlarımızın deprem gerçeğini ve yıkıcı depremlerin arkasında yatan gerçek nedenleri bilmesinde büyük yarar var.”

Bize önce depremin nasıl oluştuğunu açıklar mısınız?

Anadolu toprakları Afrika ve Arap kıtası tarafından her yıl ortalama 3 cm. olarak sıkıştırılmaktadır. Doğu Anadolu Fay Kırığı olarak adlandırdığımız kırıkla Kuzey Anadolu Fay Kırığı Muş Karlıova’da birleşerek bir kama yapıyorlar, Arap bloku Bitlis Dağlarının altından Türkiye’nin altına dalarken Afrika Anadolu’nun komple altına daldığı izleniyor. Bunların sıkıştırmasıyla bizim Karadeniz dağlarıyla Anadolu arasındaki Kuzey Anadolu Fayı ile Doğuda Bitlis Dağlarıyla Malatya Pötürge’den geçerek Kızıldeniz’e kadar uzanan bir kırık hattımız var. İşte bu hat arasında kalan kısım sıkıştığından dolayı Batıya doğru her yıl ortalama 2 cm. kayıyor. Kayma esnasında bu hareketi engelleyen kaya kertiklerinden oluşan blokları arkadan gelen basıncın artmasıyla, aynı zamanda kırıklar içinde bulunan suyun 600 bardan yukarı sıkışarak infilak etmesiyle o kırık engelleyen hatların daha çabuk kırılmasına neden olduğundan 3 Mt.,  5 Mt., 10 Mt. gibi belli bir uzaklığa ani olarak fırlar. Her fırlamada önündeki engele çarpar ve bu çarpmadan dolayı sarsıntılar oluşur. Yerin, 30 Km. - 40 Km. derinliğinde başlar, 10 Km. - 5 Km. derinliğine kadar yeryüzünü titretir. İşte bu sarsıntıya biz ‘Deprem’ ya da ‘Deprem Dalgaları’ diyoruz.


Deprem ve deprem Dalgalarını nasıl inceliyorsunuz?

Deprem dalgalarını 3 ana temelde inceliyoruz.  
   
1.    Bir ve iki katlı binalara hasar veren Küçük Frekanslı Deprem Dalgaları,
2.    İki ve beş kat arasındaki binalara hasar veren Orta Frekanslı Deprem Dalgaları,
3.    Beş katın üzerindeki binalara hasar veren Yüksek Frekanslı Deprem Dalgaları

Bu nedenlerden dolayı; depremler oluşurken su dalgaları gibi kıyıya vurup geriye yansıma özelliğine de sahiptir. Bu dalgalar birbirlerini ya güçlendirirler ya da zayıflatırlar. Yansıyan ve gelen dalga birbirini kuvvetlendirdiyse, yani binanın altına kuvvetli bir yükselme geldiyse o bina hasar görür. Hemen yanına birbirini yok eden dalga oluştuğunda, bir yan binanın altından nötr dalga geçtiği için, bu bina yıkılırken yanındaki bina sapa sağlam kalabilir. Bu da deprem dalgalarının birbirinin içine girmesinden doğan bir olaydır.

Sayın Tekin, vatandaşlarımızın çok sık karıştırdığı; “Depremin Şiddeti”, “Depremin Kuvveti (Büyüklüğü)”, “Depremin Derecesi”, “Fay Hattı” ve “Fayın Kırılması” hakkında da bilgi verebilir misiniz?

Evet, çoğu zaman karıştırılan kavramlardır. Testere dişlerini düşününüz. İki testerenin dişlerini birbirine geçirip yana doğru sürtünüz. O dişler ufalandığında biz ona depremde kırılma diyoruz. Yoksa kalem gibi ikiye kırılmıyor. Bir diğer karıştırılan konu da Kuvvet (büyüklük) ve şiddet tanımlarıdır.
Depremin Kuvveti (Büyüklüğü) ile Depremin Şiddeti farklı şeylerdir.
Sayılarla açıklayayım;
101=10’dur. 102=100’dür. Yani biz, 10’un üzerindeki o küçük rakama kuvvet diyoruz. 107.4 dediğimizde 10’un üzerindeki 7.4 rakamı 10 sayısının kuvvetini gösterir. Depremdeki kuvvet de aynı bu biçimde bir değerdir.
Depremde; 1 cm. x 1 mg. = 1 Erg’dir.
109 = 109 Erg’dir. (Depremin Kuvveti)
yani; 1 mg.’lık bir kütleyi 109 cm. ileriye hareket ettirmiş oluruz. Deprem esnasında kütlesel hareketin büyüklüğünü gösterir. 107.9 kuvvetindeki bir deprem sadece binaları değil, dev ağaçları dahi kökünden söker fırlatır.

Depremin Şiddeti ise; depremin dalga gücüdür. Bir örnek verecek olursam; Adapazarı - Gölcük depremimiz Adapazarı ve Gölcükte değil de Büyük Sahra Çölünde olsaydı bunun şiddeti “0” (sıfır) olurdu. Çünkü Jeoloji Bilimi Depremin Şiddetini şöyle tarif ediyor; Depremin Şiddeti, insanlara ve insanların yapmış olduğu yapıtlara vermiş olduğu zarardır. Çölde insan yok, bina yok ki, kime zarar verecek? O nedenle çölde depremin şiddeti “0” (sıfır)’dır. Bu nedenle deprem konusunda şiddet ve kuvvet karıştırılmamalıdır. Kuvvet depremin gücü, şiddet ise depremin insanlara ve insan yapılarına verdiği hasardır.

Peki hocam, en büyük deprem şiddeti nedir?

12 şiddetindeki bir deprem insanları can ve mal kaybına uğratır.

Büyüklüklerine göre depremlerin etkileri nasıl olur?

7 - 8 büyüklüğündeki depremler yapılara hasar verir. 5 büyüklüğündeki depremler kâgir binalara ve kerpiçten yapılara hasar verir. 4,5 büyüklüğün altındaki depremler sallar, yıkmaz ama korkutur. 3 büyüklüğüne kadar olan depremleri insanlar duymaz. 2,5 - 3,5 arasındaki deprem dalgalarını hayvanlar hisseder, 2 - 2,5 arasındaki deprem dalgalarını böcekler hisseder. 2 ve 2’nin altındaki depremleri sadece sismik cihazlar kaydeder.

1. derece deprem kuşağında yaşayan insanlar olarak olası bir depremi can ve mal kaybı olmadan atlatabilmemiz için ne öneride bulunursunuz?     
             
Evet, en önemli noktaya geldik. Yine bölgemizden bir örnek vermek istiyorum; 60 milyon yaşındaki Ballıca mağarası. İçindeki sarkıtları dikitleri bilirsiniz. Ne depremler, ne sarsıntılar yaşadılar ama ne bir kırık ne bir kopma yok hiçbirinde. Bu da demektir ki; doğa yapınca en sağlamını ve en iyisini yapıyor. Oysa, Gölcük Adapazarı depreminde ne oldu? 500 bin kişiyi binaların altına gömdük. Dikkat edin, “Binalara gömdük” diyorum. Yani deprem değil öldüren, yetersiz ve eksik malzemeyle, deprem yönetmeliğine aykırı biçimde üretilen yapılar öldürüyor insanları.

Önceki sohbetlerimiz sırasında “Muhteşem Deprem” söylemini paylaşmıştınız, okurlarımız için “Muhteşem Deprem” tanımını açar mısınız?   

Biz Jeologlar, depremlere “Muhteşem Deprem” deriz, çünkü; depremler olmasaydı yeryüzünde yaşam olmazdı. Oksijen, Hidrojen ve atmosferi besleyen gazların hepsi o yeraltı kırıklarından kurtuldu. Şu anda bile, bizim su kaynaklarımız o kayaların kırılmasıyla bize ulaşıyor. Kaynak sularımız kırıklardan çıkıyor. O nedenle biz depremleri çok severiz. Sevmediklerimiz, depreme uygun bina yapmadıkları için, insanların canına kıyan, malına hasar veren yeteneksiz ve çıkarcı müteahhitlerdir ve de çeşitli gerekçelerle yanlış uygulamalara göz yuman, görmezden gelen bürokratlardır. .

Soruyorum size; hangi depremde, doğadaki kaç canlının burnu kanamıştır? Asla söz konusu bile olamaz oysa binlerce yurttaşımızı göz göre göre binaların altına gömdük. Yazık değil mi? Bir insan kaç yılda ve ne emeklerle yetişiyor. Doğada depremden ölen bir tavşan, bir sincap, bir tilki duydunuz mu, gördünüz mü? Ama kerpiç ahırlarda enkaz altında can veren birçok büyükbaş hayvan, koyun, keçi ve kuzu sayabiliriz.
Türkiye’yi çok iyi tanıyan bir jeolog olarak ülkemizin deprem sorununun başlıca nedeninin inşaat sektörüyle ve yapı teknik ve denetimleriyle doğrudan ilişkili olduğunu söyleyebilirim. Kısaca; depremden korunmak mümkün, yeter ki istensin..

Sayın Zekai Tekin, verdiğiniz değerli bilgiler ve açıklamalarınız için çok teşekkür ederiz.


Kaynak: PHANORIA - Cihat TAŞKIN

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014


31 Temmuz 2017

SİRKECİ'DEKİ LEZZET DURAĞI..

BALDIR

Aylar önce Sirkeci’nin ara sokaklarında yürürken rastladım Baldır’a. Öncelikle ismi ve tarihi binası ilgimi çekti, durdum önünde. Dışarıya astıkları menüleri esprili bir dille hazırlanmıştı. Bu mekanda bir güzellik var dedim ve yoluma devam ettim. Yazdım kafamın bir yanına tabi burayı. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul’a gidince, yolum bu defa oralardan hiç geçmeyecekken sırf Baldır için Sirkeci’ye geldim. İyi ki de…

2015 yılının Ekim ayında açılmış. Binanın geçmişi ise çok eski. Yapımı 1890’lara dayanıyor. Tarihi eser olduğu için izin, restorasyon vs. derken 15 ayda ancak hizmete başlayabilmişler. 

İki ortaklar. Ben Murat (Güner) beyle sohbet ettim. Cidden zahmetli bir yolculuk geçirmişler burayı açarken. Ama tutkusu, heyecanı hala gözlerinden okunuyor.

İçerisi 80 kişilik. Yüksek bir tavanı var. Binanın içine pek bir şey yapmak mümkün olmadığı için yalın bir dekorasyon var. Ama bu durum buraya çok yakışmış. Mesela bir duvarda 1882 de kurulan Şahbaz Agiya Tuğla fabrikasının tuğlaları var. Üzerlerindeki damgalardan tanıyorsunuz. Onları küçük çerçevelerle belirginleştirmeleri özgün bir dokunuş olmuş. Buranın şu anki adı İmar Han. Çünkü bir zamanlar İmar Bankasının merkez şube binası olarak da kullanılmış.

Ben menüsü az ve öz olan yerleri ayrı bir severim. Kendine güvenen, ne yaptığını, ne sunduğunu bilen yerlerdir buralar genellikle. 

Haliyle baldır sipariş ettik önce. Dananın arka bacaklarının üst kısmı ile kuyruğunun bir kısmından elde edilen et, düşük sıcaklıkta tam 18 saat pişiyor. Yağsız bir et. Özel baharat ve sosları var tabi. İçinde mantar ve karamelize soğan da bulunuyor. İsterseniz sadesi de olur tabi. Et öyle güzel pişmiş ki, artık lime lime diye tabir edilen kıvamda. Ekmeği ayrıca leziz. Kendi üretimleri. Tam buğday ununa kavrulmuş soğan, patates, zerdeçal, kekik, fesleğen, biberiye, yumurta, özel bir kaşar ve ekşi maya konuluyor. Mayaları da pek yaşlıymış öğrendiğime göre (70 yıl kadar). Piştikten sonra üzerine sızma zeytinyağı sürülüyor.

Bir de baldırın kokoreç baharatlarıyla hazırlanmış bir versiyonu var. Onun adını da ‘Baldırewich’ koymuşlar. Çok yakışmış, adı da tadı da…

Baldırami ise aslında batıda pastrami olarak bilinir. Roast beef de diyebiliriz bir bakıma. Aslında bu bir pişirme yönteminin adı. Antrikot ya da kol altından elde edilen eti, 15 gün boyunca kaya tuzunda bekletiyorlar. Bu kısmın adı kürleme.  Sonra et 120 derecelik fırına alınıyor. Burada meşe gibi ağaçların odunlarının dumanlarıyla 24 saat pişiyor. Bu da tütsüleme oluyor. Sapsarı dilim ekmekle geliyor. Zerdeçalmış bu rengi veren. Bir de özel sosu var tabi. Sonuç muhteşem. Baldıramiyi ilk kez burası yapmış. Taklitlerinden sakınmak gerek.

Menüde bir de ‘Aman Diyim’ var. Dana bonfile, özel bir marinasyonda bir hafta kadar bekliyor. Sonra baharatlarla ızgarada pişiriliyor. Lokum gibi yumuşacık ve çok lezzetli. Ekmek arasında ve kendi yaptıkları peynir sosla servis ediliyor.

‘Baldırın Burgeri’ de var tabi. Uğraşıp didinmişler, bu burgerin köftesini ve ekmeğini nasıl daha farklı ve daha leziz yaparız diye. Ben tatmadım ama eminim onun da hakkını vermişlerdir. 120 ve 200 gr lık köfte seçenekleriyle 7 çeşit burger var. Bir de burger yapanlara uzun zamandır söylediğim tavsiyeyi onlar çoktan gerçekleştirmiş bile. Ekmeklerini, taş fırında öğütülen çavdar unu ve esmer un ile yapıyorlar. İşte budur.

Gramajlardan bahsetmişken, cidden esprili bir menü. Mesela baldırın 100 gr lık porsiyonu ‘İnsan’ diye adlandırılmış. 150 gr ‘Erkek’, 200 gr ‘Delikanlı’…  Aperatiflere ‘Yancılar’, içeceklere ‘Akışkanlar’ falan demişler.

Daldır Tabağını da unutmayalım. Antrikottan yapılmış, hiçbir katkı maddesi olmayan gerçek sosise kimse hayır demez sanırım. Yanında cheddar sosu ve baharatlı patates kızartmasıyla geliyor. Sosisle hasret giderme tabağı bence.

Özellikle kış günleri iyi gidecek Baldır Çorbası da var.


Bu arada ayranlarına bayıldım. İçinde nane, salatalık ve eser derecede sarımsak var. Menüdeki tatlarla çok uyumlu…

Tatlılardaysa tahinli sufle, el açması katmer, fıstıklı sarma gibi iddialı lezzetler yer alıyor

Tün bunları gidiniz, deneyiniz. Sonra alışkanlık yaptı diye de sitem etmeyiniz. 
Fiyatları soranlar olacak yine biliyorum. Gayet uygun, gayet yerinde.

O gün tesadüfen karşılaşıp, nihayet tanıştığımız Murat Güner’e güzel sohbeti için teşekkür ediyorum. Baldır ekibinin de ellerine sağlık.

Aşir Efendi Cad No:15/A Sirkeci/İST
Sirkeci Büyük Postane Arka Caddesi
Hobyar Cami Karşısında
0212 522 25 37


Pazartesi - Perşembe
10:00 - 20:00
Cuma-Cumartesi
10:00 - 21:00
Pazar
12:00 - 21:00

Kaynak: Şefika Onur Akatay - GURME RAKUN
http://mmmenfes.blogspot.com.tr/2017/07/baldir.html?m=1






25 Temmuz 2017

TODOSK'LU DOĞASEVERLER PERİHAN DEMİREZEN VE KEMAL ERECE'NİN NİKSAR'I TANITIM ÇABALARI YÖREDE HEYECAN YARATTI


Kısa adı TODOSK olan Toroslar Doğa Kulübü üyelerinden oluşan 41 kişilik ekip, 8 günlük Tokat ve ilçelerini keşfetti. Todosk’lular Kaz Dağlarından sonra oksijeni en bol olan Niksar Çamiçi yaylalarında Tokat kültürünü yaşadılar.

Kendileri de Tokat Niksarlı olan doğa rehberleri Perihan Demirezen ve Kemal Erece önderliğinde yola çıkan ekip, ilk olarak Zile’de mola verdiler. Zile gönüllüsü olarak tanınan Necmettin Eryılmaz tarafından karşılanan ekip, dünyaca bilinen Zile Kalesini, Roma imparatoru Julien Sezar’ın ünlü sözü “Veni, Vidi, Vici” sözlerini söylediği yerleri gezdirdi. 

Eryılmaz eşliğindeki ekip, Astım tedavisine iyi geldiği söylenen Ballıca Mağarasını gezip, Almus İlçesine geçip, burada kamp kurdular.

İkinci gün Tokat merkeze geçen doğaseverler, burada Tokat Tanıtım Vakfı yetkilileri tarafından karşılanan doğaseverler, kent müzesini gezdiler. Atatürk’ün boşanma kararını aldığı tarihi konağı ile kök boyalar ile taş basımların yapıldığı eski imalathanelerin olduğu ve Taş Bina olarak bilinen mekanı gördüler. Kısa bir kent turunun ardından yola çıkan ekip, Niksar İlçesine geçtiler.

Buradan oksijen deposu Çamiçi yaylasına çıkarak kamping alanında çadırları ile kamp kurdular. Niksar gönüllülerinden Necati Güneş ve İsmet Başar eşliğinde 4 gün boyunca türkülere konu olan Niksar Kalesi, köy yaylaları, kent merkezi ve kültür turları ile yaylalarda yürüyüş yapan ekip, artık nesli giderek azalan Niksar’ın yerel ağız ile “Kömüş” dedikleri Camızları da tanıdılar. Camız yoğurdunu tadan katılımcılar, köylülerin ikram ettiği Tokat böreği yediler. Aynı gün, Şair Cahit Külebi’nin anma törenine katıldılar.

Yine Niksar’ın tanıtım gönüllerinden Hasbi Şahin ve Osman Abakay tarafından Köy Yaylalarını gezdiler.  4 gün boyunca unutamayacakları bir gezi yapan ekip, son gecelerinde ise Niksar havalisinin “Raj Kapoor” olarak tanıdığı Cümbüş sanatçısı Raci Güleç tarafından türk sanat müziğinden, Türk halk müziğine kadar geniş repertuarını dinleme fırsatı buldular. Tokat’ın oynak türkülerinde ise katılımcılar yerlerinde duramayarak eğlenceye oynayarak katıldılar. Geri dönüşe geçen ekip, Amasya’ya geçen ekip, şehzadeler eli olarak bilinen Amasya’yı gezdikten sonra Antalya’ya döndüler.

Doğa rehberi Kemal Erece müthiş eğlenceli ve yararlı bir gezi yaptıklarını belirterek, “Amacımız, Akdeniz’in sıcağında birkaç günlük nefes almak isteyen katılımcılarımıza farklı bir kültürü tanıtmak istedik. Tokat ve Niksar bölgesini hiç gezmeyen arkadaşlarımıza Niksar’ın doğal güzelliklerini,. Anadolu’nun henüz yozlaşmamış kültürünü tanımalarını istedik. Bakir yaylalarımızın, güzelliklerimizi paylaşmak istedik. Bu gezimizde Niksar Belediyesine ulaşım konusunda yardımcı oldukları için teşekkür ediyorum. Programın hazırlanmasında destek olan Cihat Taşkın beyefendiye de buradan teşekkür ediyorum” dedi.

Kaynak: http://ilerigazetem.com/todosk-la-tokat-yollarinda/32245/

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014