“Nasıl seyahat edemiyormuş, biz gayet de geziyoruz.” diyenleriniz olabilir.
Eğer bunu diyen kesimdenseniz Türkiye’nin %10’luk diliminin içindesiniz demektir. Çünkü Türkiye’deki insanların sadece %10’u pasaport sahibi, %90’ı henüz yurtdışına adımını atmamış.
Bunun altında birçok neden var tabi. Tamamen kendi kişisel görüşlerimden, gözlemlerimden, araştırmalarımdan oluşan bir nedenler listesi yapmak istedim ve üzerinde durmak istediğim konu “yurtdışında seyahat”.
Hiçbir iddiam, hiçbir kanıt derdim yok bunu yazarken, tamamen kişisel gözlemler, tamamen lanet olasıca genellemelerden oluşuyor bu yazı
Seyahat demek çok para harcamak demek
Bu ön yargıyı kırmak ve düşük bütçeyle seyahat etmenin de mümkün olduğunu gösterebilmek için yazılarımda bazen maliyetleri belirtiyorum. Ama düşük bütçeyle seyahat etmek bazıları için bir anlam ifade etmeyebiliyor.
Örneğin ben Paris’te Eyfel Kulesi’nin karşısındaki çimlerde 4 euroya şarap içmenin ne kadar keyifli ve romantik olduğundan bahsederken bir başkası “en lüks restoranda yemeğimi yiyip şarabımı içemedikten sonra Paris’e gittim demem ben” diye yorum yazıyor.
Hostel hayatı ile ilgili bir bilgi verirken “Yatakhane gibi 10 kişi bir odada kalıp seyahat ettim diyeceğime evimde yatağımda yatar televizyon izlerim daha iyi” diye bir yorumla karşılaşabiliyoruz.
Nehrin kenarında noodle yemek restoranda yemekten daha keyifli bence |
“Onu yapmadan şuraya gittim deme, bunu yemeden şurada gezdim deme” gibi kalıplarla birbirimizi boğup duruyoruz. Her iki tarzda seyahatin de farklı bir keyfi var elbet.
Senenin 50 haftası, 2 hafta tatil yapabilmek için çalışan insan için seyahat anlayışı “en lüks restoranlarda yemek yediği, en pahalı otellerde uyuduğu, en pahalı içkileri içtiği bir eğlence” demek olabiliyor, çünkü sistem böyle bir tatili pazarlıyor, sadece böylesi mümkün gibi hissetmemizi istiyor.
Oysaki az paralar harcayarak, çokça insanla tanışarak, bolca fotoğraf değil bolca anı biriktirerek de seyahat mümkün.
Önyargılar; pis mikroplar
Önyargılar; bir çoğumuzun zihnini mesken tutmuş, pis, acımasız, vicdansız, lanet olasıca mikroplar onlar. Hareket etmemizi, yeniliği, değişimi engelleyen mikroplar. Ah bir kurtulabilsek onlardan neler yapacağız, neleri keşfedeceğiz
“Ya orada çok yılanlar, böcekler varmış” , “orası çok pismiş, yemekleri çok kötüymüş”, “orada hırsızlık varmış, taciz varmış”, “orada her yemekte domuz yağı kullanılıyormuş”, “orada insanlar pis kokuyormuş” mışmuş da mışmuş…
Yanınıza gelip oturan böyle bir arkadaşı başka nerede edinebilirsiniz? |
Yeni bir ülkeye gitmeyi hayal eden insanlardan o kadar çok bu ve benzeri mesajlar alıyorum ya da sohbetlerde bu sorularla o kadar çok karşılaşıyorum ki…
Bırakın oradan buradan duyduğunuz mışlı muşlu sözleri , gidin, deneyin ve kendi fikrinizi edinin.
Birilerinin çok pis dediği bir ülkede siz çok farklı manevi değerleri keşfedersiniz belki, birilerinin çok kötü yemekleri var dediği bir ülkede siz damak tadınızın sınırlarını zorlar, keyiften dört köşe olursunuz belki, birilerinin nefret ederek anlattığı bir ülkede siz belki hayatınızın aşkını bulursunuz, belki hayatınızın macerasını yaşarsınız, belki hayatınızın en iyi dostunu edinirsiniz. Kim bilir? Denemeden kimse…
Şikayet etmeye bayılıyoruz
“Orada çarşaflar pis, şurada sokaklar pis, burası çok pahalı, orası çok sıcak, şurası çok kalabalık, burası çok sakin, orada insanlar gülmüyor, şurada insanlar çok yılışık”
Yani neredeyse her yer için, her durum için bir şikayet oluşturabilme alışkanlığına sahibiz. Çoğunluğu yaşadığı hayattan nefret eden ve her gün şikayet eden insanlar topluluğu olarak bence zamanla insanlar şikayet ile kendini beslemeye başlamış bu ülkede.
Seyahat ederken de çok görüyorum bu insanları. Her gittiği yerde memnuniyetsiz surat ifadesi, oturduğu yerde, yediği yemekte, içtiği içecekte hep şikayet edecek bir şeyler bulan insanlar.
Şikayet etseydi köpeğiyle beraber böyle bir macera yaşayabilir miydi sizce? |
Bu şekilde seyahat etmek tabi ki mümkün değil. Seyahat ederken evinizdeki konforu unutun, yaşadığınız anın, farklı deneyimler yaşıyor olmanın keyfine varın. Varsın çarşaflar pis olsun, varsın kahvaltıda portakal suyu yerine elma suyu gelsin, varsın beklediğiniz tren 2 saat sonra gelsin, varsın gittiğiniz restorandaki garson asık suratlı olsun…
Şikayet etmek yerine bu anıların oluşmasına vesile oldukları için sorunlara teşekkür etmeyi öğrenin. İnanın seyahatten sonra en keyifle anlatılan anılar en büyük sıkıntıları atlattığınız sorunlu zamanlar oluyor.
Seyahat etme kültürümüz yok
Seyahat etme kültürümüz yok gerçekten. Tatil yapmayı biliyoruz sadece. O da birkaç yıldızlı bir otelin şezlongunda uzanmak ve açık büfeden tıka basa yemek yemekten çok öteye gidemiyor.
Çok da anlaşılamayacak bir durum değil tabi ki, yoruluyoruz ve dinlenmek istiyoruz. Ama belki de seyahat deneyimi zihninizin daha çok dinlenmesine yardım edecek olabilir. Olamaz mı?
Seyahat ederken en çok rastladığım kesimlerden biri 18-19 yaşlarında gencecik Avrupalı gençler. Üniversiteye başlamadan önce bir yıl seyahat ederek üniversitede ne okumak istediklerine, hayatlarını nasıl şekillendirmek istediklerine karar veriyorlar.
Bir başka en sık rastlanan kesimde 30lu yaşlarında mola vermiş, birkaç ay ya da bir yıl seyahat ederek hayatlarını yeniden gözden geçiren kişiler.
Bu bizim kültürümüzde ne yazık ki çok yapılabilecek bir sistem değil elbet. Bizde gençler üniversite sınavına girip artık puanı ne elverdiyse o bölümü okuyor, sevip sevmediği kimsenin umrunda değil. |
Aileler için önemli olan çok para getirecek bir meslek olması. Okullar bitiyor, yıllar geçiyor, sevmediği işi en kötü şekilde yapan mutsuz insanlar topluluğu haline geliyoruz.
30'lu yaşlarında mola verme konusu ise bir çoğumuzun dilinde, çünkü çoğunluk sevmediği işi yaptığı için bu yaşlarda hayatını gözden geçiriyor. Yıllardır emek verdiği kariyerini bırakmak kolay değil kimse için.
Ama çalıştığınız şirketteki haklarınızı iyi araştırın, bazı şirketlerde (çoğunlukla yurtdışı kaynaklı olanlarda) çalışanın 1 yıl ücretsiz izin alma hakkı olabiliyor. Devlet memurlarının da belli bir yılı doldurduktan sonra 1 yıl ücretsiz izin alma hakkı var.
Böyle bir kültürü biz yaratabiliriz. Seyahat etmenin sadece bina görüp, müze gezmek olmadığını; bir kültür olduğunu, gelişim için farklı kültürleri deneyimlemenin önemli olduğunu, seyahatin kendinizi tanımanızda size çok iyi bir önder olduğunu anlamak, anlatmak gerekiyor.
Paramız gerçekten çok değersiz
Şöyle de bir gerçek var ki göz ardı edemeyiz; paramız gerçekten çok değersiz. O yüzden Lonely Planet’te falan ucuz diye gösterilen yerler bizim için gerçekten pahalı yerler.
Avrupa’da seyahat etmek için gerçekten çok cesur olmak gerekiyor mesela, ben bu senede 20 günde pes ettim yüronun karşısında. Kuzey Avrupa için ise milli piyango falan çıkmasını bekliyorum.
Her yerde mi böyle? Değil elbet. Bizim paramızın da azıcık değerli olduğu yerler var elbet. ( Dolar harcayan bir Amerikalı ve Euro harcayan bir Avrupalı yanında hala çok ama çok ezik kalsak da…) Örneğin Sırbistan’da, Ukrayna’da lira ile rahat edebilirsiniz belki , Bosna’da Türkiye’ye yakın fiyatlar ödersiniz ama Karadağ’a geçmeye kalkınca canınız yanar.
Asya ülkelerine gelince liranın dolar karşısında her değer kaybedişi Tayland’ta, Kamboçya’da, Bali’de artık eskisi kadar ucuza gezememek demek oluyor.
Ne yapabiliriz bu durumda diyorsanız liraya göre iyi ama dolara vurunca pek bir anlamı olmayan birikimlerimizi dikkatli harcamamız gerekiyor.
Lonely planet sizi yanıltmasın, araştırın, oradaki düşük bütçe fiyatları Amerikalı için düşük bütçe. Ama merak etmeyin orada gördüklerinizden daha da ucuza birçok yer bulabilirsiniz.
Pes etmemek, iyi araştırmak, doğru kaynakları, sizinle benzer deneyimler yaşayan blog yazarlarının yazılarını okumak çok önemli.
Bali’nin ana caddesinden bir arka sokağa geçip böyle bir yemeği 15 liraya yiyebilirsiniz. |
Bir güzel önerim daha var size. Artıway sistemini kullanabilirsiniz maliyetlerinizi düşürmek için. Alışverişlerinizi, otel rezervasyonlarınızı, araba kiralamalarınızı… sistem üzerinden yaptığınızda her şirketin kendi belirlediği oranlarda bir miktar size geri dönüyor, güzel bir birikim yöntemi.
Hoşgörüsüz olup hoşgörülü olduğumuzu sanıyoruz
Her ne kadar da her yerde “İslam dini hoşgörü dini” diye bilmiş bilmiş konuşan çoğunluktan oluşsa da toplum, ülkemizde hoşgörülü insan sayısı gerçekten çok az.
Kendi dininden olmayan, kendi gibi düşünmeyen, kendi gibi hissetmeyen, kendi gibi giyinmeyen insanları kolay kolay kabul edebilen, bağrına basan bir toplum içinde yaşamıyoruz ne yazık ki.
Avrupa’da bir ülke ile ilgili paylaşım yapıyorum, altına “Türk'ün Türk’ten başka dostu yok, oralarda gezinip Türk düşmanlarına para kazandırıp bir de utanmadan bunu paylaşıyorsunuz” diye yorum yazanı gördü bu gözler. Bu sadece bir de değil, beş de değil.
Hindistan ile ilgili paylaşım yapıyorum, “o pis ülkeyi övüyorsun bize, yazıklar olsun” diye yazıyor. Tayland ile ilgili paylaşım yapıyorum “oralarda neler döndüğünü biliyoruz biz, bize martaval okuma” diye yorum yazıyor bir başkası. Güler misin ağlar mısın?
Sizin gibi olmayana bu kadar hoşgörüsüz olursanız, bu kadar önyargılı olursanız seyahat etmeniz mümkün değil tabi ki. Budistler, Yahudiler Müslüman öldürüyor, Hindular ineğe tapıyor, Avrupalılar bize düşman, şunlar bizi sevmiyor, bunlar bizi tınlamıyor diye bilgisizce edindiğiniz tüm önyargılar hoşgörüsüzlüğün asıl nedeni. Hoşgörü de seyahat ederek, farklı kültürleri tanıyıp anlayarak gelişecek bir şey. Yani bir nevi kısır döngünün içinde bocalıyoruz.
Sarılınca birbirimize hayat çok güzel. |
Kırın döngünüzü, bırakın önyargılarınızı. Çıkın yola, keşfedin, deneyin, öğrenin. Ben söylüyorum ya da bir başka yazar söylüyor diye, nerede olduğunu bile hatırlamadığınız bir yerlerde nereden geldiği belirsiz bilgiler okudunuz diye bir ülke hakkında ön yargılar edinmeyin. İkinci el bilgi ile yaşamayın. Gidin ve kendiniz görün, kendi fikrinizi oluşturun.
İnsanlar arasında farklılıkları kabul etmenizi sağlayacak benim bildiğim en güzel yöntem seyahat etmek. Bak yine söylüyorum, bu benim bildiğim;) Senin fikrinin oluşması için şansını zorla, fırsatları değerlendir ve adım at…
Daha hoşgörülü yarınlara…