07 Kasım 2018

RENKLER VE ETKİLERİ

renklerin anlamı ve üzerimizdeki etkisiRenklerin Anlamları ve Psikolojik Etkileri nelerdir?

Kültürden kültüre değişmekle birlikte antik çağlardan beri birçok renge değişik anlamlar verilmiştir. Renklerin bir kısmı diğerlerine göre daha kolay  fark edilir, bazıları fizyoloji ve psikolojimizi olumlu veya olumsuz yönde daha çok etkiler. Çalışma ortamında renklerin doğru kullanımı, üretkenliği artırabilir; yaşanılan iç, dış mekanların daha ergonomik ve sevimli olmasını sağlayabilir. Aşağıda renklerin anlamları ve insan psikolojisi üzerindeki etkilerini paylaşıyoruz, inanıp inanmamak size kalmış.
KIRMIZI
Sıcak, ateş, kan, şehvet, aşk, samimiyet, güç, heyecan ve agresiflik gibi kavramları simgeler. Kan basıncını ve solunumu hızlandırabilir. İnsanları çabuk karar almaya ve beklentileri arttırmaya teşvik edici bir etkisi vardır. Kırmızı, dikkat çekici bir renktir. Kırmızı renkteki kelimeler ve objeler insanların dikkatini hemen çeker. Dekorasyon ve dizayn yaparken kırmızıyı tercih edersek bu objeler hemen farkedilecektir. Kırmızı, duygusal yoğunluğu arttıran ve çoşturan bir renktir. Kırmızı kıyafetler insana özgür enerjik bir moda sokabilir. Kendini kontrol etmekte zorluk çekenlerin kırmızı renkten uzak durmalarını tavsiye ederiz.
kırmızı rengin anlamı
Kırmızı, hakimiyet kuran bir renktir. Kırmızı renk insanların zamanı unutmasına yol açar. İşte bu yüzden barlarda ve gece klüplerinde kırmızı renge ağırlık verilir. Kırmızı renk kan rengidir, asırlar boyu tehlikenin ve tahribatın simgesi olmuştur. Trafik ışıklarında ‘dur’ sinyali olarak kullanılmasının nedeni de budur.
Kırmızı rengi tercih edenlerin kişilik analizlerinde, bu kişilerin güç ve iktidara düşkün oldukları görülür. Bu kişiler aktif, atılgan, girişken olup kazanmayı ve elde etmeyi sever. Belirleyici ve yönlendiricidir. Arzuludur, iştahlıdır, hırslıdır. Duygularını anlatırken tepkiseldir. Liderlik ve önderlik özellikleri toplumca hemen fark edilir.

MAVİ

Yalnızlığı, üzüntüyü, depresyonu, bilgeliği, güveni ve sadakati simgeler. Psikologların hasta görüşmelerinde mavi renkli giysiler asla giymemelidirler. İş görüşmelerine mavi giyerek gitmek kararlılığı ve bağlılığı ifade eder. İş görüşmelerine giden kişilerin kostümlerinde mavi rengi tercih etmeleri işe kabul edilmelerini sağlayabilir. Dolayısıyla mavi en popüler renklerden biri olmasına rağmen yiyeceklerle ilgili konularda mavi kullandığında dikkatli olmak gerekir. Çünkü mavi doğal bir iştah kapatıcıdır ve bazı durumlarda itici etki yaratabildiğinden kilo almak isteyenlerin mavi renkten uzak durmaları gerekir.
Kilo problemi olanların evlerini maviye boyamaları, onların diyetine  yardımcı olabilir. Bu nedenle kilo problemi olanların, özellikle yemek odalarını ve mutfaklarını mavi renge boyatmaları gerekmektedir. Aynı şekilde müşterilerinin daha fazla yemek yemesini arzu eden restoran işletmecileri ise mavi renkten kaçınmaları gerekir.
mavi rengin anlamı
Mavi ve açık mavi boyanmış ortamlar, verimliliği ve performansı arttırır. Çalışırken akılda kalması gereken notların altını kalın mavi kalemle çizmek okunan şeylerin akılda kalmasını kolaylaştırır. Dünyada neden mavi renkli kalemlerin tercih edildiğini sanırım birçok kimse düşünmemiştir. Mavi kalemle yazılan yazılar hafızada daha çabuk ve kalıcı olarak yer almaktadır.
Mavi rengi tercih edenlerin kişilik analizlerinde bu kişilerin toleranslı, hoşgörülü, anlaşma yanlısı olduklarını ve huzuru aradıklarını görmekteyiz. Çevreleri ve kendileri ile barışıktırlar. Az ile yetinirler, sabırlı ve metanetlidirler. Ayrıca çok fedakardırlar. Aileleri ve arkadaşları için oldukça özverili olmaları bazen suistimallere sebebiyet verebileceğinden dikkatli olmalıdırlar.

SARI

Parlak limon sarısı gözü en çok yoran renktir. Aynı zamanda sarı renk metabolizmayı hızlandırır. Odanızı parlak sarıya boyarsanız bebeklerin ağlamasına ve erişkinlerin sinirlenmelerine yol açarsınız. Ayrıca sarı sayfalı not defteri ve bilgisayar ekranında sarı renkli arka fon pek iyi bir fikir değildir. Beyninizi ve gözlerinizi yorar.
sarı rengin anlamı
Sarı, az miktarlarda kullanıldığında parlaklık ve sıcaklık hissi verir. Tıpkı güneşli bir gün gibi davet edicidir. Sarı, güneş ışığı gibidir, kendinizi iyi hissetmek için orada olmasını istersiniz ama gözünüzün içine girmesini istemezsiniz. Soluk sarı söz konusu olduğunda, çürümeyi, hastalığı, kıskançlığı ve hilekarlığı simgeler. Dolayısıyla sarı söz konusu olduğunda seçilen tonlar oldukça önemlidir.
Sarı rengi tercih edenlerin kişilik analizinde, bu kişilerin özgür ve bağımsız olmayı sevdikleri ortaya çıkmıştır. Değişkenlikten hoşlanırlar. Çapkın ve şıpsevdi bir yapı gösterebilirler. Günübirlik, dolu dolu yaşamaya bayılırlar. Çevrelerine enerji saçarlar. Yaşamlarında bir terslikle karşılaştıklarında hemen yeni bir ritme girerler. Bu kişilerin ikna kabiliyetleri üst düzeydedir. Entellektüel olma, yöneticilik, hırs ve iddia onun temel öğeleridir.

YEŞİL

Yeşil, pek çok kavramla ilişkili olarak karşımıza çıkar, bunların içinde en güçlüsü ve evrensel olanı doğadır. Buna bağlı olarak ayrıca yaşamı, gençliği, yenilenmeyi, ümitleri ve dinçliği simgeler. Bazı kültürlerde orta yaşlardaki gelinler, doğurganlığı simgelemesi icin yeşil giyer. Yeşil, gözler için en rahat renktir ve görme gücünü arttırır. Sakinleştiricidir ve sinir sistemi üzerinde doğal bir etki yapar. Yeşil aynı zamanda hastanelerde de tercih bir renktir. Çünkü hastaların rahatlamasını sağlar.
yeşil rengin anlamı
Yeşil, aynı zamanda Amerikan kültüründe parayı simgeler.
Yeşil rengi tercih edenlerin kişilik analizinde, bu kişilerin kendilerine değer verme duygularının çok fazla olduğu görülür. Doğru bildiğinde ısrarcıdırlar. Fikrinden ödün vermez. Kovalayıcı ve takipçidir. Otoritesi ve inandırıcılığı ile çevresindekileri etkilemeyi başarır. Bazen abartıya kaçarak megaloman küstah bir kişilik sergileyebilirler.

SİYAH

Tartışmalı bir renktir. Bir taraftan karanlık güçler, suç ve kötülük ile düşünülürken, diğer taraftan sadakat, sebat, dayanıklılık, ihtiyat, bilgelik ve güvenilirlik ile ilişkilendirilir. Bir tarafta yönetim ve güç anlamına gelirken diğer taraftan acı, keder ve yas anlamına gelir. Siyah, pek çok insan için kıyafet rengidir. Bazıları siyahı güçlü ve ciddi görünmek için kullanır. Bazıları ise daha zayıf gösterdiği için tercih eder.
siyah rengin anlamı
Siyah rengi seven insanlar genellikle özgüveni yüksek, azimli ve kararlı kimselerdir. Kendi kararlarını kendileri vermek isterler. Bu özellikleri ile iş hayatında başarılı olabilirler, fakat inatçılık ve aşırı hırs gibi olumsuzlukları dengelemeleri gerekir. Ayrıca, siyah giyen insanların ruhsal sorunlarının daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Özellikle çocuklarda inatçılığa ve depresyona neden olabilir

BEYAZ

Saflığı, temizliği ve masumiyeti simgeler. Pek çok kültürde gelinler beyaz giyer. Ayrıca temizliği simgeler. Bu yüzden doktorlar, hemşireler ve laboratuvar teknisyenleri steril görünmek icin beyaz giyerler. Beyaz, ışığı yansıtır ve ortamı serin tutar.  Dolayısıyla yaz ayının kıyafet rengidir. Genel olarak serin ve canlandıran bir his verir.
beyaz rengin anlamı
Beyaz rengi seven insanlar genellikle, temizliği, aydınlığı ve düşünmeyi seven, hayal dünyası geniş, soğukkanlı ve uzlaşmacı kişilerdir.

MOR

Asaletin rengidir. Lüks hayat, zenginlik ve zarafeti simgeler. Aynı zamanda romantizmin, duygusallığın ve tutkunun rengidir. Bazı insanlar mor rengi, gösterişli havasından dolayı dekorasyonda kullanmayı sever. Bazıları ise suni bir renk olarak algılar.
Morun açık tonları olan lavanta, leylak gibi renkler ilham verici etkileri için çalışma odalarında tercih edilebilir. Beyinsel faaliyetleri ve sanatsal düşünceyi arttıran mor, özellikle sanatçıların çalışma ortamları için uygun olabilir.
mor rengin anlamı
Mor rengi seven insanlar genellikle, ruhsal dünyası ön planda olan, kişilerdir. Duyarlılıkları fazla olduğu için sanat dallarında başarılı olma ihtimalleri daha fazladır.
KAHVERENGİ
Toprağın ve ahşabın rengidir. Sağlam ve güvenilir bir his verir. Kahverengi doğal, rahat ve açık bir atmosfer yaratmayı sağlar. Durağanlık, güçlülük, olgunluk ve güvenilirlik mesajları iletir.
kahverengi anlamı
Kahverengiyi seven insanların tenleri genellikle hassas ve duyarlıdır. Duygusal yönleri ağır basar. Kendilerini güvende hissedecekleri tanıdık ortamlara ihtiyaç duyarlar. Sakinliği ve sadeliği severler, fakat yalnızlıktan hoşlanmazlar.

PEMBE

Romantik ve narin bir renktir. Aynı zamanda sakinleştirici bir etkisi vardır. Araştırmalar gösteriyor ki, pembe insanları sakinleştirmekte ve kalpleri yumuşatmaktadır.
pembe rengin anlamı
Bir hapishanede kapı ve pencere demirleri pembeye boyandığında, mahkumların agresif davranışlarının kaybolduğu gözlemlenmiştir. Pembe enerjiyi çeken sakinleştirici bir rol oynar. Ancak maalesef pembe rengin teskin edici etkileri bazen kısa süreli olabilmektedir.
Pembe rengi seven insanlar ki bunlar genellikle kadınlardır, duygusal, neşeli, sorumluluklarının bilincinde ve biraz ürkektir, fakat çekingenliklerini fazla belli etmezler.

TURUNCU

Turuncu dışa dönük, heyecan ve mutluluk verici, dinamik, dikkat çekici, çarpıcı ve iç açıcı bir renktir. Kırmızıdan sonraki en sıcak renk olan turuncu gösterişin ve şatafatın rengidir, fakat kırmızı kadar rahatsız edici değildir. Turuncu renk metabolizmayı hızlandırır. Canlılık, cesaret ve güven verir. Zihni harekete geçirir.
turuncu rengin anlamı
Turuncu renk, kullanıldığı ortamlara neşe ve canlılık verir. Bundan dolayı, çocuk odalarında, mutfakta ve yemek odasında kullanılabilir. Çalışma odası ve dinlenme mekânları için çok uygun değildir.
Turuncu rengi seven insanlar genellikle dışa dönük, hareketli, neşeli ve sosyal ilişkileri kuvvetlidir. Bazen de gösterişe yatkınlık, sürekli haklı olma ve üstün gelme isteği görülebilir.

GRİ

Siyah ve beyaz renklerin değişik oranlarda karıştırılması elde edilen bir renk olan gri, gözün en rahat algıladığı renklerden biridir. Alçak gönüllülüğü ifade eden, uzlaştırıcı ve denge unsuru olan bir renktir. Ciddiyet ve hareketsiziliği çağrıştırır. Diplomatik ve ağır ortamlarda denge unsuru ve uzlaştırıcı olarak kullanılabilir. Kullanıldığı ortamlarda bunaltıcı bir havaya neden olabileceği için fazla tercih edilmeyen bir renktir.
gri rengin anlamı
Gri rengi seven insanlar genellikle olaylardan uzak durmayı tercih ederler. Kuralcı, tutucu ve hareketsiz yanları ağır basabilir. Karamsarlık ve içe kapanıklığa da neden olabilir. Aktif ve dışa açık insanlar griyi bunaltıcı bulurlar.
Kaynak: Nörolog Mehmet avuz, renklerinanlamlari.com http://www.leblebitozu.com/renklerin-anlamlari-ve-psikolojik-etkileri/

Ustaya Saygı: ARA GÜLER

Bu hafta, "Ustaya Saygı" bölümünde 17 Ekim 2018 tarihinde yitirdiğimiz ünlü fotoğrafçı ARA GÜLER'i ve fotoğraflarını kendi anlatımıyla sunuyorum. 
1928 yılında İstanbul’da doğmuşum. Çocukluğumdan beri benim fotoğrafa, kameraya ilgim zaten var. Muhsin Ertuğrul’un tiyatrosunda öğrencilik yaptım kurslara giderek. O zamanlar rejisör veya oyun yazarı olmak istiyordum. Muhsin Ertuğrul bana tiyatro sevgisini katmıştır. O arada İstanbul Üniversitesine devam ettim. 1950’de gazeteciliğe başladım. Dünyada hemen hemen gitmediğim yer kalmadı, çekmediğim fotoğraf. Bir çok ödül aldım, devlet sanatçılığı ödülü de buna dahil.
Önceleri hikaye de yazardım. Ama sonra fotoğrafla daha çok şey anlatabildiğimi gördüm. Benim fotoğraflarımda anlayanlar için tiyatro hala vardır. Film gibidir fotoğraflarım. Arka plan, ön plan, kompozisyon görürsün. Mana görürsün. Ben hikâyeciliği fotoğraflarda sürdürüyorum.
ara güler liman işçileri fotoğraf
Fotoğraf bir kere sanat falan değildir. Fotoğraf görülen bir şeyin zapta kayda geçmesidir. Fotoğraf meselesi bir arşiv meselesidir. Arşiv, kaybolmasın, yitmesin, bitmesin, gene bakayım, gene göreyim diye. Onun için fotoğraf bir alettir, makinedir onunla hayatı yakalarsın hayatı yakalamak da arşiv yapmandan çok daha mühimdir. Bir arşiv bir dünyayı getirir. Fotoğraf makinesinin icadı bunun içindir.
ara güler çaycı fotoğrafı
Benim yaşadığım İstanbul zaten İstanbul değildi. Aslında ben de İstanbul’u görmedim. İstanbul zaten bitmişti. İstanbul Pera’da bitti. Bizanslılar 1917’de Rus İhtilali olduğunda buraya beyaz Ruslar geldi, Asmalı Mescit kuruldu, orada bohem hayat başladı, herkes oraya daldı, Markiz açıldı falan ama hayat bitti. Bugüne baktığında Lebon diye sadece pastane kalmıştır. İnsanlar zamanla kendilerini bitiriyorlar, onun için biz İstanbul’un ölüsünü görüyoruz, ölü İstanbul’un üstünde geziyoruz.
ara güler fotoğraf
Benim bildiğim İstanbul, fotoğrafçı Abdullah Biraderler’in zamanındakinden hemen biraz sonrasıdır. Gerisi bir şey değildir. Bir de benim dediğim gözle İstanbullu adam yok. İstanbul’da fotoğraf çekmiyorlar ızdırap çekiyorlar. İstanbul ızdırabı çekiyorlar. Çünkü kaçırdıkları İstanbul’u bulamıyorlar.
ara güler balıkçı fotoğrafı
Sokağa çıktığım zaman o eski İstanbul’u arıyorum ben ama yok. Nerede bu İstanbul, denize düşmüş. Sevdiğin İstanbul nedir? Salacak’ta bir apartman veya bir bahçe var, onun arkasında bir konak var, oradan kör kedi çıkar veya ufak bir kedi yavrusu çıkar camdan atlar aşağıya.
ara güler sokak fotoğrafı
İnsan neye memleketim der? Çünkü orada camdan gördüğü kıza âşık olmuştur, bu tip hatıraların yan yana gelişiyle memleket doğar, onun için herkes memleketinde doğduğu yerde ölmek ister. Çünkü hatıraları oradadır yani, orada var olacağını düşünür, ben de şimdi fotoğraf çekmeye giderken o var olmasını istediğim şeyleri arıyorum ve bulamıyorum. Hayatın temposu değişti.
ara güler karpuzcu fotoğrafı
Afrodisias’a gittiğimde insanlar adeta 21. yüzyılda Roma’yı yaşıyordu. Adnan Menderes’in baraj açılışını çekmeye gitmiştim. Sonra kaybolduk. Yolu bulmaya çalışırken koca koca kayaların içinden geçtik sonra bir ışık gördük meğer kahveymiş, saat on birdi, lüks aydınlatmasında iki üç insan, odun sobası var, pişpirik oynuyorlar. Roma şapitoları, sütunları üzerinde almışlar masa diye kullanıyorlar kahvede. O gece orada kaldık. Dedim burada muhakkak bir şey var. Şapitoları falan kahvenin içinde görünce, nasıl bir yer burası diyerek her tarafı gezmeye başladım. 
ara güler boğaz kayıklar fotoğraf
Çocuklar arkama takıldı, abi gel burada da taş var, bir bakıyorsun boynuna kadar gömülü heykel toprakta kalmış kafası dışarıda. Evde bir tane sütun üstünde Afrodit’in bir şeyi var. Bir adam, ineğin yanında sigara içiyor. Oturduğu yer bir şapito. Bunları çektim. Hayat mecmuasına götürdüm. Hepsi birden, “Gider dağın taşın fotoğrafını çekersin, Türkan Şoray’ın fotoğrafını falan çek de kapak yapalım.” dedi. Türk basınının hali budur. Bugün de böyle.
ara güler mevlevihane semazen fotoğraf
Edebiyatçıların çoğu benim arkadaşımdı, her gece Sabahattin Eyüboğlu grubu vardı. Entelektüel bir hayat vardı. İnsanlar birbirlerinin evine gider edebiyat konuşurlardı. Şimdi futbol maçı konuşuyorlar.
ara güler ahşap köşk fotoğraf
Necip Fazıl Kısakürek, dünyada gelmiş geçmiş en büyük şairdir, fakat çok tehlikeli biridir. Orhan Veli Kanık arkadaşımdır, sarhoşken belediyenin açtığı lağım çukuruna düşüp öldü. Orhan Kemal de arkadaşımdı. 6-7 Eylül günü sokakta yürüdüğümüz babası Güney’in İstiklal Mahkemeleri başkanıydı. Atatürk’ten kaçıp gitmiştir. Bedri Rahmi Eyüboğlu da haftanın üç günü birlikte olduğum adamlardan. Fikret Mualla, dünyanın en iyi adamıdır. Sabahattin Eyüboğlu hocamızdı bizim. Onların içinde yaşadım. Onlara gidip de röportaj yapmama gerek yoktu.
ara güler çocuklar fotoğraf
İnsan her eserini sever ama özel olanı mutlaka vardır. Sirkeci’de çektiğim bir fotoğraf var. Sirkeci’de bir tramvayın önünde at arabasını çeken arabacı fotoğrafımı çok severim. Tam anında çekilmiş bir fotoğraftır, denk gelmiş ve ben de uyanık davranmışımdır orada. Anlık bir olaydır. Bir saniye geç kalsam o fotoğraf olmazdı. Bir dakika, öylesine uzun bir süredir ki fotoğraf çeken için. Bunu ancak bu işle uğraşan bilir. Eski İstanbul fotoğrafları da önemlidir. Ben çekmeseydim olmayacaktı. Eski İstanbul’u çekmiş olmak İstanbul’un yok olmasının önüne geçti. Kendisi yok ama fotoğrafı var.
ara güler tramvay at arabası fotoğraf
Artık herkes aynı. İnsanlar çok renksiz, renksizleştiler iyice. Eskiden mahalle diye bir şey vardı, meydanda manav vardı, nalbant vardı, ayakkabılarımızı tamir eden insanlar vardı. İnsanlar muhabbet ederlerdi sokaklara oturup… İnsanların bir arada bulunma zamanları azaldı. Şimdi sokaklarda otomobil parkından başka bir şey yok. Artık doğal hayat kayboldu. Her taraf maden duvar. Herkes maden kutuların içinde. Hava yok. Sinirler alışıyor. Çocuklar ona göre doğuyor.
Memleket sadece bir bayrak, bir marş değildir. Yaşadığın topraklardır. İnsanlar yaşadıkları topraklarda gömülmek isterler.
Babam bir gün bana Beni niçin doğduğum memlekete götürmüyorsun? diye sordu. Neresiydi gitmek istediği yer? Şebinkarahisar… Gittik, doğduğu köyü aradık, bulduk. Hayatındaki en önemli ‘mantrası’ bu oldu.
ara güler vapur fotoğrafı
Alfred Hitchcock ile yaptığımız çalışmayı unutamam. Onun çekimi biraz sıkıntılı olmuştu. Ayaklarını ön plana alarak bir fotoğraf çekmek istedim. Hitchcock da rejisör falan olduğu için, fotoğraf işlerini de iyi biliyor. Karşımda kurnazca hareketler yapıyor. Sabah 11.00’de başladığımız çalışma hiç unutmuyorum akşam 5’te bitti. Bana kızdı başlarda, sevmedi ama sonra alıştık birbirimize. Şakalaşmaya başladık. Baktı ki, ben ondan daha matrak biriyim, rahat rahat çalıştık sonra. Ben de içimden: “Yahu ben, Picasso’larla falan çalışıyorum. Sen de kim oluyorsun? Sen Hitchkock isen ben de Ara Güler’im.” diyorum.
ara güler alfred hitchcock fotoğraf
Ben kendim uğraşıp uğraşıp görüşememiştim Picasso’yla. Herif yanına adam sokmuyor. Yoksa resim yapamaz. Bizim yayınevi kitabını basacaktı. Patron da meyhane arkadaşım, “Beni götürmezsen konuşmam seninle” dedim. Öyle gittim. Picasso da sevdi beni, “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin resmini çizeyim” dedi. Türkiye’de bir adet orijinal Picasso var, benim evde.
ara güler picasso fotoğrafı
Dali’nin Paris’te oteline gittim, 101 numarada kalıyormuş. Kapısını açtım, bana bakıyor; “Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun?” dedi. “Çok meşhursun da onun için.” dedim. “Benim dakikam 25 bin dolardır.” dedi. “Güzel ama ben bir dakikada fotoğraf çekemem ki!” dedim. Beni tuttuğu gibi dışarı attı. O akşam bir Yahudi arkadaşımla yemeğe gittim.Dali beni dışarı attı. dedim, “O benim vaftiz babam.” dedi. “Ama sen Yahudi’sin o Hristiyan nasıl olur?” dedim. “Sen karışma.” dedi, gitti konuştu. Ertesi sabah saat 11’de gittik. Dali bana bakıyor ben ona. “Senin fotoğrafını çekmeliyim. Adamakıllı bir fotoğrafın yok.” dedim. “Kimse yokken gel.” dedi. Ertesi gün saat onda gittim, üç gazeteci daha geldi. Hani benden başka kimse olmayacaktı. dedim. Dur ben onları hemen salarım. dedi. Elinde de gümüş saplı bir baston var. “Bilin bakalım, ziftin formülü nedir?” dedi. Kimse bilemedi. Formülü kafadan attı. “Benim adım Salvador Dali, bu bastonu ziftin içine sokar çıkarırım. Beş kuruşluk baston olur 50 bin dolar. Sen bunu yaparsan deli derler. Şimdi dediğimden ne anladınsa git onu yaz.” dedi. Üçünü birden toplayıp dışarı attı. O fotoğrafları o gün çektim.
ara güler salvador dali fotoğrafı
ara güler kayıkçı istanbul fotoğraf
ara güler uyuyan adam fotoğraf
ara güler fotoğraf işçiler

"İstanbul, Jean Giraudoux’nun La Folle de Chaillot’sudur. Fikret Adil, bu oyunu Deli Saraylı adı ile Türkçe’ye uyarlamıştır. Çocukluğumdan beri İstanbul’un bu deli saraylı olduğunu düşünürüm. Ama öyle bir deli saraylı ki, hem Roma’da hem Bizans’ta hem Osmanlı’da yaşamış. Birikimlerin deli saraylısı… Hipodromda gladyatörlerle birlikte ata binmiş, Bizans Sarayı’nda gözde olmuş Zoe adıyla, Teodora adıyla imparatoriçelik tahtına oturmuş, Osmanlı’da Hürrem Sultan olmuş… Bugün bile kenti gezerken Binbirdirek Sarnıcı’nın sütunları arkasından sizi gözler, geceleri Bizans saray mozaiklerinin üzerinde dolaşır, Tekfur Sarayı’nın penceresinden bizi izler. Bugün artık ihtiyar bir deli saraylı olmuştur; süslenmeyi ihmal etmez, takar takıştırır, kokularını sürer; bir sürü çekmecesi vardır, içleri eski günlerin görkeminden kalma mücevherlerle doludur. Bu İstanbul denen deli saraylının neresine dokunsan, altından bir mücevher çıkar.”
ara guler 1958
1958
Karanlık basmış, hava soğuk ve eve varmak gerek. Herkesin acelesi var, tek kurtuluş bir vasıta bulmak, ayrıca İstanbul’da bu bir mesele, zor bir iş, muhakkak kurtarıcı bir dolmuş bulmalı. İşte İstanbul 1950’li yılların sonuna doğru bu endişeler içinde hayatta dolaşıp duruyordu. Fotoğrafta Eski Galata Köprüsü’nün Eminönü tarafında her gün olduğu gibi bu hercümerç ve kaçış yaşanıyordu; eve dönüşe giden bir yarış…
ara guler 1957
1957
İki sandalcı Haliç’in başındaki sahilde arkalarına, vapur dumanlarından kapanmak üzere olan Yeni Camii’yi almışlar ve kimbilir ne konuşuyorlar. Eski köprüden kalabalıklar geçiyor ve iki kuş Haliç üzerinde uçuyor. Uzaktan şehrin uğultusu, ara sıra vapur düdükleri ve daha derinden taksilerin korna sesleri de işitiliyor. Bu İstanbul’un sesidir, bu gizemli bir büyünün sesidir, sizi kendine çeker ve içine alır, eğer bu şehirde yaşıyorsanız bu sesleri hep duyacaksınız, çünkü bu sesler şehrimizin sesidir.
ara guler 1950
1950
Kumkapı’daki balıkçı barınaklarında kurumak için asılmış ağlar. Yarın bu direklere başka ağlar da asılacak ve onlar da kurumaya bırakılacak ve hep böyle devam edecek. Her akşamüstü sahilde yüzenler bunları seyreder ve güneşin batışının güzelliğini tadarlar. Şehrin surları daha yıkılmamıştır ve sahile vuran manzaranın okşadığı dalgalar surların dibine kadar gelir.
ara guler 1976
1976
Ben her zaman Eyüp civarındaki mezarlık tepelerinde bir huzur hissederim. Buralarda birçok türbe ve tekke vardır. Bu fotoğrafta da bir minare silüeti ve mezartaşlarının önünde oturan adamlar bir nevi huzura ulaşıyorlar. Belki de bir nevi sonsuzluğu hissediyorlar. Manzara ve atmosfer onlara muhakkak ki bir sonsuzluk hissi veriyordur.
ara guler 1969
1969
Bu fotoğraftaki adam benim hayatımdaki en mühim çöpçü, İstanbul’un çöpçüsü. Bu fotoğrafı çekmesem belki de çöpçüler hakkında hiçbir şey düşünmeyecektim, ama bu adam, bu çöpçü, benim için çöpçüler kralı, evinin önünde oturup sanki benim gelmemi bekliyordu. Sonra oraya defalarca gittim, karısının yaptığı kahveleri içtim. O mahallede çöpçü bir dostum olduğunu hep hatırlarım. Yine bir keresinde gittiğimde kendisi yoktu, sarı boyalı evin de rengini atmıştı. Anladım ki rengini atan boyalar gibi, geçen zaman hayatı değiştiriyor. İşte Haliç’te Balat’ın Eyüp’e doğru olan surların kıyısındaki bu çingene mahallesinde de hayat değişiyor.
ara guler 1965
1965
Eski Galata Köprüsü’nün altından oltalarla bir sürü balık yakalamak mümkündü. Aynı zamanda iskele kenarında kurulmuş olan seyyar lokantalarda da bu balıklar hemen pişirilir ve gelip geçenler buralarda karnını doyururdu. Herhalde, bugün düşünüyorum da, bu kadar taze bir balık ziyafeti dünyanın başka hiçbir köşesinde yoktur.
ara guler 1957
1957
Boğaziçi’nin İngiliz yapımı vapurları boğazın adeta bir süsü idi. Ben her zaman boğazda bir fotoğraf çekeceksem, muhakkak bu tertip bir vapurun geçmesini beklerdim. Bu vapurlar, boğazın yüzen tarihi, mücevherleri idiler. Dostlar ve tanıdıklar oradan beklenir, dostluk ve sevgi oralardan beklenirdi.
ara guler 1959
1959
Haliç, asırların birikimini içinde barındırıp bugün bize aksettiren sihirli bir ayna gibidir. Eski günlerde bu suyun üstündeki mavnalar bugün bize bir rüya gibi gelse de, o zamanlar bu sular sonsuz bir hareketin hissedildiği yerlerdi. Onu seyrederken bütün asırları birden yaşayacak gibi olursunuz.
ara guler 1958
1958
Bu gemiler gider ve başka gemiler gelir, fakat manzara aşağı yukarı hep aynıdır. Bacalarından çıkan duman bana yolculuğu hatırlatır. Düdük sesleri ve sahillerden ayrılan gemiler, gidenler, gelenler bütün gemilerin yolları açık olsun. Biz İstanbullular buna aşığız, çünkü içimizde yeni yerler bulma görme arzusu vardır. Hiç de böyle birşeye alışık olmadığımız halde ve sonunda bakarız sadece.
ara guler 1958
1958
Eminönü civarında bir balıkçı barınağının önü. Balık Hali’ne gitmeyen balıklar buralarda da müşteri bulurdu.
ara guler 1962
1962
Beyoğlu’nun kenar sokaklarında, ekseriyetle az ışıklı kısımlarında karanlık suratlı kapılar vardır. Buralardan girince loş ışıklı koridorlardan ve bazen de iki üç basamaklı yerlerden geçerek içeriye girersiniz. Sahnesinin önünde oturup da gözünüz bu boşluğa alışınca, garip uyarılar okursunuz sahnenin üzerinde. Mesela hariçten gazel okumak zabıtaca yasaktır gibi… Başka yerlerde başkaları da vardır. Kalabalık içkisini içer mezelerini yer ve saz dinler. Tam da Yunanlıların rembetikosu gibi. Geçmişi derin ve uzun olan medeniyetlerde örf ve adetler sağlam yer tutarlar, bizde saz Yunan’da rembetiko olduğu gibi.
ara guler 1959
1959
Karaköy Köprüsü’nden gözüken rıhtıma bağlı bir turistik gemi ve etrafı. Akşam olmuş ve herkes eve gidecektir ve trafik hercümerci vardır. Bütün bir büyükşehir gürültüsü içinde akşam vaktinin verdiği acele duygusu ile havada adeta bir kaçış dürtüsü vardır, düdük sesleri ve göğü karartan vapur dumanları da cabası.
ara guler 1982
1982
Büyükdere sahilindeki küçük balıkçı lokantalarından birinde sahilde oturan balıkçılar. Dışarda yağmur vardır ve pencereler hep buğuludur. Dönmesi gereken diğer balıkçılar da gelse hep beraber kahvelere girecekler ve kimisi ağların tamirine başlayacak, bir kısmı da günün dedikodusuna dalacaktır.
ara guler 1956
1956
Haliç’in sandalcıları günün geç saatlerine kadar sefer yapar, kürek çekip dururlar iki sahil arasında. Bazıları için sandalla karşıya geçmek hem daha eğlenceli hem de daha pratik ve çabuktur. Çünkü beş kişilik alan sandal hemen dolar ve hareket eder. Tramvay veya otobüsü ise beklemek gerekir ve bir de ayrıca duraklar vardır. Öyle anlaşılıyor ki eski İstanbullu işini bilmektedir.
ara guler 1956
1956
Kartal’da otobüs durdu ve ben ne oluyor diye camdan dışarı baktım. Birden karşımda iki dünya belirdi. Kahvenin dışındaki bir çocuk, kovalar ve kahvenin içindeki boş bir dünya, adamlar, bekleyiş ve bir birikmiş sıkıntı dayanışması. Burası bir kahve idi ama iki dünya vardı karşımda. İki dünyalı kahve idi bu. Pencerenin içi sanki başka ayrı fotoğrafmış gibi idi, bir de dışı. Ben bu fotoğrafta adeta iki dünyayı birleştiriyordum. Bravo dedim kendime.
ara guler 1951
1951
Paşabahçe’de Polenezköy’e gitmek için atlı araba beklerken bu kahvede buluşulur ve oradan Polenezköylüler bizleri alır atlı arabalarıyla köye götürürlerdi. Hava sıcak olacak ki, masadaki adam gibi kedi bile uyuyordu masanın altında. Polenezköy’e giden araba gelse bile herhalde bu sıcakta hayli zor bir yolculuk olacaktı ve öyle de oldu, yolda epeyce terledik.
ara guler 1959
1959
Burası Erenköy civarında eski bir konağın bahçesi. Bahçede şapkalı bir adam dolaşıyor ve bulunduğum yüksek yerden benim için bir kompozisyon oluşturuyor. Hemen fotoğraf çekiyorum. Sonradan bakınca bu fotoğrafımın oldukça estetik olduğunu keşfediyorum. O fotoğraftaki adam ise fotoğrafın farkında bile değil, ama ben onu biliyor ve tanıyorum, o arkadaşım şair ve ressam Metin Eloğlu.
ara guler 1956
1956
O sabah birden kar yağmaya başladı. Hayat mecmuasında çalışıyordum. Bu kar mevsimin ilk karı idi. Yazı İşleri bir karlı İstanbul fotoğrafı olursa iyi olur dedi. Makinemi alıp Cağaloğlu yokuşundan aşağıya doğru indim. Kar fotoğrafı ama ne? Bir tramvaya binip arka kısımdaki camı açarak yer kollamaya başladım. Sultanahmet civarında muhakkak birşeyler olur diye düşünüyordum ki, atlı bir arabayı çeken adam ve arkasından gelen tramvayın bir kompozisyon kuracağını farkettim ve vaziyeti kolladım. Neticede bu atlı araba ve tramvay fotoğrafı çekilmiş oldu. Bu fotoğraf, belki de bendeki en sağlam fotoğraflardan biridir. Ama ne yazık ki negatifi pis olduğu için yıkarken ilacın içinde negatif eriyip gitti. Bunun için de ne yazık ki bu fotoğrafın negatifi artık yoktur.
ara guler 1956
1956
Bu fotoğraftaki vapur Boğaziçi’nde Kandilli’den kalkan vapurdur. Eski İstanbul Anıları kitabımın Temmuz 1994’teki ilk baskısında bu fotoğraf için bir şiir yazmıştım ve çok sevmiştim o şiiri. Onun için bu kitabın son fotoğrafı da aynı fotoğraf olduğu için aynı sevgimi eskisi gibi bildirmek için o şiiri tekrar yazyorum…
Ve…
günlerden bir gün
güzel bir günbatımında
kalktı gemisi eski İstanbul’un
Boğaziçi’nden..
Kaynak: http://www.leblebitozu.com/ara-gulerin-fotograflari-ve-hikayeleri/

23 Ekim 2018

İĞNEADA LONGOZ ORMANLARI MİLLİ PARKI GÖRÜLMEYE DEĞER

longoz-ormanlari1













İğneada ve civarında yaptığımız gezinin son durağı, aslında en çok görmek istediğim Longoz Ormanları Milli Parkı oluyor.  Otelde milli parka düzenlenen rehberli turlar, ATV safari/bisiklet vb. turlar olduğunu gösteren bir broşür görmüştüm; ama ücretleri yüksekti ve nasılsa biz arabayla gideceğiz diye çok önemsememiştim. Gerek hiçbir şey bilmeden kendi kendimize gitmemiz gerekse tüm günün yorgunluğu üstüne en son akşam saatine kalmasından (eşimin isteksizliği de eklenince) benim için verimsiz bir gezi olduğunu söyleyebilirim. Oysa çeşit çeşit kuşlar, orman hayvanları, sulak alanlar, harika bir doğa güzelliği görmeyi umuyordum (kısmen gördüm).
Demirköy-İğneada yolu üzerinde İğneada’ya 5 km kala aşağıdaki fotoğraftaki tabeladan sağa dönerek 3155 hektarlık milli parka giriş yaptığımızda saat 17:00’yi geçiyordu. Orman yoluna girer girmez bol çukurlu zor bir yolla karşılaştık. Akşam saati zaten çok yorgun olan eşim, in-cinin top oynadığı bu ıssız mekanda arabaya bir şey olur da kalırız buralarda diye oldukça tedirgin biraz daha ileri gitmek istemezken, ben en azından Mert Gölü‘ne kadar gitmeyi kafaya takmıştım. Arabayı ben kullandığım için yavaş yavaş gidiyor hem etrafa bakıp hem de arabanın altını vurmadan ilerlemeye çalışıyordum.
Yolun bozukluğu bir yana yol kenarındaki ormanlık alan da çok bakımsız görünüyordu. Bu alanda en güzeli yürüyerek ya da ATV ile gezmek iyi olurdu diye düşündüm. Daha güzeli de rehberli gezmek tabi…
longoz-ormanlari3
longoz-ormanlari2
Yol boyu dümdüz ilerlerken solda “Mert Gölü 2,5 km” tabelası gelince hemen o tarafa döndüm. Öncekinden daha da beter bir yolla karşılaştım ve hatta eşimi çok endişelendirecek şekilde arabanın altını da vurdum. Ben bu durumu önemsemeyip çevrede uçuşan kuşlara, meşe vb. ağaçlara bakarken birden önümüzden çok güzel bir hayvan hızla geçip ormana daldı. Tilki olamayacak kadar güzeldi; ama başka hiçbir hayvana da benzemiyordu. En sonunda yavru ve sevimli bir tilki olduğuna karar verdik. Ben ısrarla Mert Gölü’ne kadar gitmek için mücadele ederken bu sefer beni durduran eşim değil, doğanın ta kendisi oluyor! Yüksek boylu ağaçların bittiği, sazlıkların ve bataklıkların başladığı bu görüntü ilerleyişimizin de sonu oluyor.
longoz-ormanlari
sari-kuyruksallayan
Sarı kuyruksallayan
Göl mü bataklık bilmediğim bu suya arabayla giremediğim için orman içinde bu noktadan öteye gidemiyoruz. Oysa önceden hazırlıklı gelseydim (çizme vs.) ve de buralarda yürümeye istekli birisiyle(!) çok keyifli olabilirdi. Bense yol kenarındaki bataklığa girmeden arabayı döndürüp aynı bozuk yoldan geri dönmek zorunda kalıyorum. Bu son noktanın güzel sürprizi ise yukarıda fotoğrafta fark edilmeyen; ama göl kenarına yıkanmaya gelen bir sarı kuyruksallayan oluyor.
İğneada Longoz Ormanları, ülkemizin en önemli ekosistemlerinden biri. Bunun ne anlama geldiğini anlamak için önce longozun ne olduğunu iyice anlamak gerekiyor. Öğrendiğime göre longozu şöyle tanımlayabiliriz: Yıldız (Istranca) Dağları’ndan Karadeniz sahillerine doğru akan derelerin taşıdığı alüvyonların birikmesi ve mevsimsel olarak sular altında kalması sonucunda longoz ormanları oluşmuş. “Longoz” tipi (Su basar) ormanlık alanı, kışları sularla kaplanan ormanlık alandır. Dünyada Amazon, Afrika Kongo Havzası ve İğneada – Kıyıköy sahil şeridi longoz tipi ormanlıklarmış.
Bu alanda zengin sucul bitki örtüsüne sahip beş göl bulunuyor. Erikli Gölü, yaz aylarında denizle bağlantısı kesilen bir lagün. Bizim gitmeye çalıştığımız Mert Gölü ise Çavuşdere’nin denize döküldüğü yerde oluşmuş. Alanın en güneyinde bulunan Saka Gölü, orman ve kumullar arasında bulunan içlerindeki en küçük göl. Hamam Gölü ve Pedina Gölü ise iç tarafta kalıyormuş.
Erikli, Mert ve Saka Göllerinin önlerindeki kumul engeli nedeniyle denizle bağlantıları kesilince ilkbaharda fazla gelen sular geriye doğru taşıp düz araziyi kaplıyormuş. Bu taşkın alanlar subasar alanlarını ve birbirinden farklı deniz, göl ve orman ekosistemlerini oluşturuyor. Kış ve ilkbaharda tamamen sularla kaplı olan ve yaz-sonbaharda suyu çekilen bu ormanlık alan 8-15 metrelik karışık ağaç türleriyle zengin bir floraya sahip (Dişbudak, kayın, saplı meşe, sapsız meşe, akağaç, üvez, ıhlamur, kızılağaç, karaağaç, gürgen vb. burada yer alan longoz bitkilerini oluşturuyor ve mevcudiyetlerini korumaları yüksek taban su seviyesine bağlı).
İğneada Milli Parkı; lagün, göl ve dere gibi farklı sulak alanlarda bilinen 30 balık türüsu ve bataklık bitkileri (göl kestanesi, nilüfer, su sümbülü, kamış vb); memeliler (geyik, karaca, yaban domuzu, kurt, tilki, çakal, yaban kedisi, sansar, orman faresi, porsuk, yarasa, su samuru); soğanlı bitkiler(ters lale, orkide türleri, iki yapraklı ada soğanı, siklamen vb.); longoz bitkileri (dişbudak, kayın, saplı meşe, sapsız meşe, akağaç, üvez, ıhlamur, kızılağaç, karaağaç, gürgen vb.); 194 kuş türü310 böcek türü ve kumul bitkileriyle (kum incisi, peygamber çiçeği, hindiba, kum zambağı, güneş çiçeği, Karadeniz salkımı vb.) çok zengin fauna ve floraya sahip. İşte bu nedenle de çok özel bir ekosistem…
İğneada Longoz Ormanları Milli Park alanı, 03.11.2007 tarihli bakanlık 0luru ile 26699 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak daha önce Tabiatı Koruma Alanı, Doğal Sit, Yaban Hayatı Koruma Sahası gibi çeşitli statülere sahip ve birbirinden ayrı parçalar halinde yer alan korunan alanların, daha geniş bir alanda milli park şemsiyesi altında birleştirilmesiyle ülkemizin 39. Milli Parkı olarak ilan edilmiş.
Umarım bir gün -hatta ilkbaharda- bu bölgeye rehberli ve yürüyerek bir tur yapabilirim. Milli Parktaki -mecburen- kısa gezintinin sonunda İstanbul’a dönmek üzere yola çıkıyoruz. Gezi rotası için buraya bakabilirsin.
Kaynak: http://www.geziyazilari.net/igneada-longoz-ormanlari-milli-parki/

SİNOP NOKULU'NU DENEDİNİZ Mİ?


Sinop’un meşhur lezzetleri arasında mantısı ve Şen Pastaneleri dışında bir de Nokul var. El açması hamurla yapılan bir tür börek diyebiliriz sanırım. Geleneksel olarak kıymalı ya da üzümlü-cevizli olarak evlerde yapılan bir tat iken yakın zamanda artık Sinop’ta pek çok fırın ve pastanede yapılmaya başlandığı için daha ulaşılır bir tat olmuş. Her sabah otelde kahvaltı yaparken otelin yan tarafındaki iki fırından kıymalı, üzümlü-cevizli ve ıspanaklı çeşitlerinden alıp denemişliğimiz var. Yedik güzeldi, ama çok da özel bir tat gibi gelmedi bize. Ya da ben gözümde çok büyütmüşüm dedim, ama her sabah ısrarla farklı bir çeşidini de denedim.












Son gün, uçağa binmeden önce nokulu çok güzel yaptığını bir blogtan okuduğum Örnek Fırını’na uğradık (Ayhan Kotra’nın yanında, şimdiki ismi Sinop Örnek Mantı). Eve dönerken birer tane alıp paket yaptırdık. Paketin sıcaklığından fırından yeni çıktığı belliydi; ama o sırada aç olmadığımdan hiç ellemedim. Uçak yolculuğu, İstanbul’da eve ulaşma trafiği derken ancak saat dokuz gibi nokulun tadına bakabildik. Bir çay demleyip yanına kıymalı ve üzümlü-cevizliyi dilimleyip sofraya getirdiğimde “işte nokul buymuş” dedim.
Diğer yediklerimden -üstelik saatlerce beklemiş olmasına rağmen- çok çok daha güzeldi. Örnek Fırınının nokulu çok güzeldi; şu sıralar daha çok mantısıyla ön plana çıkıyor sanırım. Dükkanın adı, Sinop Örnek Mantısı olmuş zaten (mantısını denemedik).
Kaynak:http://www.geziyazilari.net/sinop-nokulu/