14 Ocak 2018

DEVREZ VADİSİ


İnce Geliş Tuz Yolu’nun en gözde kesimi: DEVREZ VADİSİ

Yazı: TİMUR ÖZKAN

Türkiye’nin en büyük akarsuyu olan Kızılırmak’ın üç ana kolundan biri olan Devrez Çayı aynı zamanda 211 km uzunluğuyla da, Delice Çayı’ndan sonra ikinci büyük kaynağını oluşturur, Kızılırmak’ın...



Kızılırmak’a Gökırmak’la birlikte batıdan karışan iki akarsudan biri olan Devrez, Ankara’nın Kızılcahamam ilçesi sınırlarında, Köroğlu Dağlarının kuzeye bakan yamaçlarından doğar. Daha sonra Çankırı’nın Orta, Kurşunlu ve Ilgaz ilçeleri ile Kastamonu’nun Tosya ilçesini geçerek Çorum’un Kargı ilçesi sınırlarında Kızılırmak’la buluşur. İlkbaharda artan yazın azalan sularıyla değişken bir akış rejimine sahip olan Devrez, Orta’da yapılmış olan sulama işlevli Güldürcek Barajı’ndan sonra Kurşunlu’da yapım aşamasında bulunan enerji ve sulama işlevli Kızlaryolu Barajı’nın tehdidi altındadır.


Gerçek bir doğa harikası

Adının kökeni hakkında bir bilgi bulunmayan ve -kimi kaynaklarda- Hititler zamanında Dahara olarak söylendiği yazan Devrez’in yatağı vadi olarak anılsa da daha çok kanyona benzetmek mümkün. Yer yer genişleyen, yer yer de geçit vermeyecek kadar dar boğazlara dönüşen bu kanyonun dik kenarlarında pek çok, peri bacası ve doğal veya yapay mağara ile kaya mezarları ve kaya yerleşimleri bulunuyor. Ayrıca Vadi boyunca aralarında tarihi köprü ayaklarından eski su değirmeni duvarlarına kadar birçok mimari kalıntı görülebiliyor.




Öte yandan gerçek bir yaban hayatının devam ettiği Devrez’de örneğin bir yaban domuzu görmek sürpriz sayılmaz. Son tahlilde gerçek bir doğa harikası olarak tanımlayabileceğimiz Devrez Vadisi’nin fauna ve florası, özellikle ilkbahar ve sonbahar günlerinde doğaseverlerin ve fotoğrafçıların kayıtsız kalamayacakları güzel görüntüler sunar.İnce Geliş Tuz Yolu
Devrez Vadisi, İnce Geliş Tuz Yolu’nun da önemli bir bölümünü de teşkil etmektedir. Vadinin bu rota kapsamı içinde kalan kesimini yürümeye başlamadan önce kısaca İnce Geliş Tuz Yolu’nu tanıyalım.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek daha çok ilgi gören doğa veya kültür temalı yürüyüş rotalarının en yenisi olarak tasarlanan ve etüt çalışmaları devam eden İnce Geliş Tuz Yolu, adını tarihten alıyor. Çankırı’nın 20 km kadar doğusundaki, beş bin yıllık Tuz Madeni’nden çıkarılan tuzun, geçmişte kervanlarla Karadeniz kıyısına kadar taşındığı yolun Köroğlu dağlarını aşan kesimi, yörede eskiden beri “İnce Geliş” olarak adlandırılıyor.
Söz konusu kervan yolunun -ilk etapta- Çankırı-Kurşunlu arasında kalan bölümü İnce Geliş Tuz Yolu adıyla bir kültür rotası olarak düzenlenmekte olup bu bağlamda Çankırı Tuz Madeni – Çankırı – Ildızım - Hocahasan/Hanönü – Kapaklı – Köpürlü - Mamu Köprüsü - Sumucak Köprüsü - Kurşunlu hattını takip eden ve ara bağlantılarıyla birlikte takriben 110 kilometrelik yolun uluslararası standartlarda işaretlenerek yürüyüşçülerin kullanımına açılması, devamında ise önce Karabük sınırına ve daha sonra da Bartın üzerinden Karadeniz kıyısındaki Amasra’ya kadar uzatılması öngörülüyor. Öte yandan İnce Geliş Tuz Yolu’nun; Kastamonu bölümü işaretlenen ve Çankırı-Kastamonu sınırından Ankara’ya kadar uzatılması planlanan İstiklal Yolu ile Ankara, Eskişehir, Afyon ve Kütahya illerini kapsayacak şekilde oluşturulan Frig Yolu ile de entegre edilmesi planlanıyor.
Devrez Vadisi’nin İnce Geliş Tuz Yolu kapsamı içinde kalan kesiminde yürüyüş grupları için Ankara’dan günübirlik olarak düzenlenen turlar Köpürlü - Mamu - Sumucak köprüleri arasında gerçekleştirilmekte ise de kamplı hafta sonu yürüyüşlerinde bu rotaya (Hocahasan/Hanönü çıkışlı) Kapaklı - Köprülü arası da eklenebiliyor.

Devrez Vadisi’nde Yürüyüş



Çankırı Tuz Mağarası’ndan başlayarak Çankırı il merkezi, Ildızım köyü, Hocahasan Hanönü mevkii ve Boncuklu Yaylası yoluyla geldiğimiz Kapaklı köyünden sonra Devrez’le buluşuyoruz. İnce Geliş Tuz Yolu yürüyüşümüzün bundan sonraki iki gününü Devrez boyunca sürdürdükten sonra Sumucak’ta, Devrez’den ayrılarak yürüyüşümüzü Kurşunlu’da tamamlayacağız.


Devrez’in ilkbaharda ayrı, sonbaharda ayrı güzellikler sunan doğasında başlıyoruz yürüyüşümüze. Dev bir aslan kafasını andıran kayaları gördüğümüzde Yedikapılı olarak anılan kanyonun girişine geldiğimizi anlıyoruz. Burası başlı başına bir yürüyüş rotası olduğu için bugünlük bir selamla yetiniyoruz. Devrez’e bağlanan Yedikapılı Deresi boyunca devam eden kanyonda, Bizans dönemine tarihlenen 20 kadar kaya yerleşimi ve/veya mezarı bulunuyor. (Esasen kaya yerleşimi açısından oldukça zengin olan yörede en çok kaya yerleşimi, Devrez’in gerimizde kalan kesiminde, Orta ilçesinin Sakaeli köyünde yer alıyor.)
Kapaklı’dan çıktıktan yaklaşık 4-5 saat sonra ulaştığımız Köpürlü köyüne (Köprülü adı zamanla Köpürlü olmuş) adını veren köprü kaybolmuş, mevcut karayolu köprüsü ise Kızlaryolu Barajı suyu altında kalacağı için olsa gerek oldukça mahzun görünüyor gözümüze. Devrez’in köprüleri biraz kadersiz sanki. Akşama doğru ulaşacağımız ve yakın zamandaki bir sele direnemediğini öğrendiğimiz tarihi Mamu Köprüsü’nün ayakları da hüzün veriyor, biz yürüyüşçülere...
Olağanüstü güzel doğa manzaraları arasındaki yürüyüşümüz boyunca gördüklerimiz; (mevsimine göre) akyıldız, altınyıldız, ballıbaba, çiğdem çeşitleri, Ankara karanfili vb kır çiçekleri; karamuk, böğürtlen, alıç, ahlat, kuşburnu, kızılcık, elma gibi meyveler; ökseotu, hindiba, üçdiken, su mercimeği, gibi bitkiler ile yaban domuzu, tavşan, tilki, kurt ve hatta vaşak gibi hayvanlar ve de angut, keklik, atmaca, balıkçıl, gibi yerli ve göçmen kuşlar olarak özetlenebilir.
Vadinin iyice daraldığı, artık Devrez’in geçit vermediği yerlerden ilkiyle Köpürlü’den önce karşılaşmış ve suyu yürüyerek geçerek yürüyüşümüze karşı kıyıda devam etmiştik. Benzer bir yerle bir kez daha karşılaşıyoruz. Bu defa iki seçeneğimiz var. Ya daha önce olduğu gibi botları çıkarıp suyu yürüyerek geçeceğiz ya da kanyonun üst tarafına tırmanarak devam edeceğiz. İkinciyi seçiyoruz, böylece Devrez’i yukarıdan da görüp fotoğrafladıktan sonra aynı zamanda kamp yapacağımız, Mamu’daki tarihi köprü kalıntısına geliyoruz. Burada, KUZKA (Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı) Belediye tarafında inşa edilen bir mesire alanı bulunuyor. (Köpürlü - Mamu arası 3-4 saat sürüyor.)
Yürüyüşümüzün bundan sonraki kesiminde zorluk derecesi biraz artıyor. Yer yer hafif/orta zorluk derecesi gösteren ve yine 3-4 saat kadar süren Mamu – Sumucak arasında Çukurca köyünü geçerek bu yürüyüşteki son, daha doğrusu sondan bir önceki durağımız olan tarihi Sumucak demiryolu köprüsüne geliyoruz. Bir Cumhuriyet eseri olan köprü Zonguldak Kara Elmas demiryolu hattının inşası esnasında yapılmış. 1935’de hizmete açılan görkemli taş köprünün biraz küçüğü de Devrez’in yan tarafındaki vadide, Devrez’le Sumucak İstasyonu arasında bulunuyor.


Kaplıcada (!) final İnce Geliş Tuz Yolu’nun bir ayrıcalığı... Hocahasan Hanönü mevkiinden Çavundur kaplıcalarına kadar tamamı 30 km kadar olup molalar hariç 6-8 saat süren Devrez Vadisi yürüyüşünün sonunda; bir iki saat yorgunluk atabileceğiniz veya konaklayabileceğiniz şifalı termal tesisler Kurşunlu’ya 10 km uzaklıktaki Çavundur Mahallesi’nde bulunuyor. Tesislerde, kaynağında 58 derece olan doğal termal su, özel bir teknikle (önce ısıtmada kullanılıyor) hiç soğuk su karıştırmadan 41 dereceye kadar soğutularak havuzlara veriliyor.
Nasıl Gidilir? Ne Yenir? Ne Alınır?
Devrez Vadisi’ne ulaşım zor değil. Ankara’ya 170 km uzaklıktaki Kurşunlu’ya Kızılcahamam, Işık Dağı yoluyla özel araçla gelinebileceği gibi AŞTİ’den her gün karşılıklı olarak iki kez düzenlenen otobüs seferlerinden yararlanılabilir. Kurşunlu’nun İstanbul’a uzaklığı 420 km olup Gerede üzerinden özel araçla veya Karadeniz otobüsleriyle ulaşılabilir. Devrez Vadisi’nin İnce Geliş Tuz Yolu kapsamındaki etabı için, bir taksiyle gidilerek ilçe merkezine 12 km uzaklıktaki Kapaklı’dan başlanabileceği gibi, yine taksiyle gidilerek 6 km uzaklıktaki Sumucak köprüsünden de başlanarak da yürünebilir. İstanbul’dan gelişte Kurşunlu’yu geçtikten 6 km sonra veya Karadeniz tarafından gelişte Kurşunlu’ya varmadan, Amcaoğlu akaryakıt istasyonunda inilerek doğrudan, Sumucak tarafından yürüyüşe başlanabilir.
Yemek için Kurşunlu’nun merkezindeki veya İstanbul’u Karadeniz’e bağlayan E80 Yolu üzerindeki tesislerden yararlanılabilir. Alışveriş ederken Çankırı’nın meşhur kaya tuzunun yanı sıra Kurşunlu’nun yöresel nokulu (bir çeşit ekmek/çörek) ve ödüllü çiçek balı da unutulmamalı.

Bir İnce Geliş Tuz Yolu Ritüeli

İnce Geliş Tuz Yolu’nu diğer kültür rotalarından ayıran en önemli özellik, tarihte de kullanılmış bir rota olması. Yüzyıllar boyunca bu yolda tuz taşıyan kervancıları anmadan, en azından bir selam göndermeden geçmeyelim diyenlere, deneyimli bir gezginden anlamlı bir öneriyle bitirelim yazımızı. Şöyle diyor Gülden Kaya; “İnce Geliş Tuz Yolu gibi bir kervan yolunda yürümenin sembolik de olsa bir ritüeli olsun, o ruhu hissedeyim derseniz, sırt çantanıza ya da bir cebinize bir kese kaya tuzu koyun. Öğle yemeği molasında, taşıdığınız bu tuzu ekin kumanyanızdaki domatesin üstüne mesela...” Başka önerileri de var Kaya’nın: “Sonbaharda yürürseniz aç gidin! Zira rota açık büfe gibi yok yok... / Mutlaka tozluk takın ki dikenler, otlar, sarmaşıklar size takılmasın! / Uzun kollu bir üst giyin. Meyve toplarken ağaç dalları ve çalılar kollarınıza imzalarını atmasınlar. ‘Yok imza alırım ben’ diyorsanız tercih sizin!  / Baton da çok işe yarıyor tavsiye ederim. Sadece dizleri korumakla kalmıyor en üst dallardaki elmaları, cevizleri kolayca indiriyor...”

Sonsöz: 
"Sofranızda tuzunuz, İnce Geliş Tuz Yolu’nda ayak iziniz eksik kalmasın..."



13 Ocak 2018

ONLARDAN BİRİ MİSİNİZ?




Tüm Zeki İnsanların Tek Ortak Özelliği: Gece Geç Saatlere Kadar Ayakta Kalmak





Amerika’da yayınlanan Psychology Today dergisine göre, zeki insanlar düşük zekalı insanlara göre daha geç saatlerde yatağa gidiyor ve uykuya dalıyor. Genç insanlar üzerinde yapılan araştırmaya göre, zeki bireyler gece saatlerini uyuyarak geçirmek konusunda daha isteksiz.
Araştırmanın sonuçları şu şekilde:
(IQ < 75)
Hafta İçi: 23:41 – 7:20
Hafta Sonu: 00:35 – 10:09
(90 < IQ < 110)
Hafta İçi: 00:10 – 7:32
Hafta Sonu: 01:13 – 10:14
(IQ > 125)
Hafta İçi: 00:29 – 7:52
Hafta Sonu: 01:44 – 11:07

1. Ay’da bir çeşit elektrik var sanki. Bir tür nabız atışı, bir enerji, Güneş’in aydınlığında bulunmayan bir şey.




Ay'da bir çeşit elektrik var sanki. Bir tür nabız atışı, bir enerji, Güneş'in aydınlığında bulunmayan bir şey.
Yüzyıllardır göz ile görülmeyen şeylerle, karanlıkta yapılan işlerle ve sisin altında kalan gizemlerle özdeşleştirildi Ay. Aslında Ay’ın ortaya çıktığı gece saatleri, vahşi kalplerin ve kaygısız ruhların zamanıdır. Ay’ın karanlık patikalarında planlar yapılır ve loş ışığında gizemler ortaya çıkar.




2. Ancak geceleri farkına varabiliyoruz gerçek arzularımızın.




Ancak geceleri farkına varabiliyoruz gerçek arzularımızın.
Aslında işte böyle zamanlarda aşık oluruz. O tüm arzusuyla bizi tüketen güçlü ve karşılıksız aşk böyle zamanlarda baş gösterir ve gün ışığındaki halinden oldukça farklı görünür.
Güneşin tepemizde olduğu zamanlarda yaşadığımız mutsuz anlarımızı hatırlarız gece saatlerinde. Gece çöktüğünde bizler şair ve filozof oluruz, kendi doğamızı keşfederiz.
Geçmişe dair pişmanlıklarımız geceleri gelir aklımıza ve böylece bizi incitmiş olan insanlara duyduğumuz nefretin de farkına varırız. Gözyaşlarına geceleri boğuluruz ve bizi teselli edecek tek şey gecenin huzuru olur.

3. Gece tutkudur, bir aşk hikayesidir ve düşüncenin zamanıdır.




Gece tutkudur, bir aşk hikayesidir ve düşüncenin zamanıdır.
Gece saatlerinde, peşin hükümsüz yıldızların altında, en hassas ve bastırılmış duygularımız çıkar ortaya. Gün boyunca yapamadığımız ve düşünemediğimiz şeylerin ortaya çıktığı eşsiz bir andır gecenin karanlığı.
Gece saatlerinde ayakta kalmayı seçen ve Ay’ın enerjisini kendine çeken insanların daha yaratıcı ve açık görüşlü olduğu konusu tartışmaya kapalı sanırım. Şu çok açık ki, erken saatlerde uykuya dalan insanlar, gecenin büyüsü içinde psikolojik ve duygusal değişimler yaşamadan hayatlarına devam ediyor.




4. Ortalama zekaya sahip insanlar toplumun öngördüğü uyku düzenini takip ederken, zekası ortalamanın üzerinde olanlar kendi uyku düzenlerini yaratıyorlar.




Ortalama zekaya sahip insanlar toplumun öngördüğü uyku düzenini takip ederken, zekası ortalamanın üzerinde olanlar kendi uyku düzenlerini yaratıyorlar.
Londra Ekonomi ve Siyasal Bilgiler Üniversitesi psikologlarından Satoshi Kanazawa’ya göre, bireylerin IQ seviyeleri ve uyuma alışkanlıkları arasında doğrudan ilişki bulunuyor. Kanazawa’nın raporuna göre, gece geç saatlere kadar ayakta kalan insanlar erken yatanlara göre daha zeki.
Bu araştırma sırasında ilk çağlardan örnekler bile inceledi ve böylece IQ – Uyku Düzeni ilişkisinin yalnızca günümüze özgü bir şey olmadığı, güneşin batması ile uyuyan ve doğması ile uyanan insanların yaşadığı dönemlerde dahi geçerli olduğu vurgulandı.

5. Zeki insanlar gece saatlerinde kendi bilinçlerine doğru bir yolculuğa çıkarlar.




Zeki insanlar gece saatlerinde kendi bilinçlerine doğru bir yolculuğa çıkarlar.
Gün içinde çevrenizdeki insanların veya yapmaktan olduğunuz işin sizi engellemesinden dolayı hayal alemine dalmak oldukça zor. Zeki insanlar gece saatlerini hayal kurarak değerlendiriyor ve zihinlerinin derinliklerine dalarak düşüncelerine odaklanıyorlar. Bu insanlar için günün en yaratıcı ve faydalı zamanı gece saatleri.
Gün içinde hepimiz bir takım rolleri oynamak zorundayız. İş yerinde, okulda veya çevrede insanların olduğu herhangi bir anda, durumun gerektirdiği şekilde davranıyoruz. Fakat gece saatlerinde yalnız kaldığımızda gerçek kimliğimizi ortaya çıkarabiliyor ve kendi kendimizi en yalın halimizle değerlendirebiliyoruz.
Zeki insanlar için gece saatleri demek kendi fikirlerine ve limitlerine meydan okumak anlamına geliyor. Herkes uykuya daldıktan sonra zihinlerinin derinliklerinde kalmış düşünceleri yüzeye çıkararak kendi bilinçlerine bir yolculuğa çıkıyor zeki insanlar.

6. Zeki insanlar düzen karşıtıdır.




Zeki insanlar düzen karşıtıdır.
Herkese en az bir kez “bu saatte ne işin var ayakta?” diye sorulmuştur mutlaka. Gece tuvalete kalkan bir annenin hala ayakta olan oğlunu/kızını gördüğü anda söyleyeceği ilk cümle budur. Buradan da anlaşılıyor ki, gece geç saatlere kadar uyanık kalmak her zaman bir tür başkaldırı olmuştur.
Psychology And Individual Differences isimli makalede yayınlanan Why The Night Owl Is More Intelligent (Gece Kuşlarının Daha Zeki Olmasının Nedeni) isimli makalede, insanların tarihi süreç içerisinde gündüzleri çalışıp geceleri uyumaya şartlandırıldığı söyleniyor.
Zeki insanlar var olan bir anlayışa/değere karşı koyuyor ve diğer insanlara göre “kendi değerlerini yaratmak ve uygulamak konusunda oldukça başarılılar.” Bir kişinin kendine has değerleri olması aslında bu kişinin yaptığı işte başarı göstereceği anlamına da geliyor.
Makalede belirtilene göre, zeki insanlar keşfetmeye ve otoriteye meydan okumaya daha yatkın. Bu insanlar zihinlerini ve algılarını genişletmek için çevrelerinde olup biteni sorguluyor ve gece saatlerini bu iş için kullanıyor.

7. Zeki insanlar diğerlerine kıyasla daha açık görüşlüdür.




Zeki insanlar diğerlerine kıyasla daha açık görüşlüdür.
Gece saatlerinde tecrübe ettiğimiz şeyler genelde gün içerisinde yapamadığımız eylemlerdir. Müzisyenler en anlamlı besteleri gece saatlerinde besteliyor ve filozoflar en etkili düşüncelere yine gece saatlerinde ulaşıyorlar.
Esquire‘a göre, gece saatleri aynı zamanda seks zamanı. Araştırmanın sonucuna göre, gece geç saatlerde yatan bireyler diğer insanlara göre daha sağlıklı ve yoğun bir cinsel hayata sahip; zeka ve açık görüşlü olmak doğru orantılı kabul ediliyor ve açık görüşlü olmak, cinselliğe karşı da daha açık ve özgür bir yaklaşımı beraberinde getiriyor.
Gecenin gizemine kapılıp geç saatlere kadar ayakta kalmayı seçen insanlar, erken uyuyan insanların asla bilemeyeceği alemlerde buluyorlar kendilerini. Bu insanlar sınırlarını test etmek ve karanlıkta kalmış gizemleri keşfetmek konularında daha istekli.

8. Zeki insanlar zamanı olabilecek en verimli şekilde kullanır.




Zeki insanlar zamanı olabilecek en verimli şekilde kullanır.
Sabahları erken uyananlar tatlının kaymağını kapabilir ama gece geç saatlere kadar ayakta kalanlar tüm tatlıyı götürüyor. Erken kalkanlar bir solucanın ıslak sokaklarda ilerlediğini görebilir fakat solucanı yuvasına girmeden önce son görenler yine gececiler oluyor.
Erken kalkmak kişinin zamanını değerlendirmesi açısından kesinlikle faydalı. Yapılan araştırmaya göre, gece geç saatlere kadar ayakta kalmak da bu konuda en az erken kalkmak kadar değerli. Bir bireyin erken yatması durumunda -sabah çok erken saatlerde kalksa bile- asla deneyimleyemeyeceği şeyler bulunmakta.
Gece saatlerinde havada tarifsiz yaşam süzülür ve kişi hemen önünde duran günün enerjisini hissedebilir. Bunun aksine, sabah saatlerinde sonsuz bir döngünün sıradan bir parçasıymış gibi hisseder insan kendini.

"Günün en güzel zamanı herkes uyuduktan sonra başlar!"

11 Ocak 2018

NİKSAR ÇİNİ

Tokat'ta kadın girişimciliğine örnek olarak gösterilen TÜLAY ATİLA; "Asla hayallerinizden vazgeçmeyin" diyor. Her şeyin bir hayalle başladığını söyleyen Tülay Atila kadın girişimciliğinin ipuçlarını KALEIDOSCOPE'ye açıkladı. 

Tokat'ın Niksar ilçesinde yaşayan Tülay Atila'nın "NİKSAR ÇİNİ" adlı atölyesinde ürettiği çiniler ABD'de yoğun ilgi görüyor. 



Videoyu izlemek için tıklayınız.

Tülay Atila ile yapılan söyleşi 
pek yakında KALEIDOSCOPE'de.
  

28 Aralık 2017

SANATA ADANMIŞ BİR YAŞAM


Ressam MEHMET BOZTAŞ'ı anlamak, Anadolu gerçeğini anlamaktır*

Ressam Mehmet Boztaş’ı ve sanat yaşamını anlatmanın kolay olmayacağını biliyorum.

İzmir/Karşıyaka’daki atölyesine gitmeden önce sanatçıyla ilgili tüm bilgileri derledim; gazetelerde yayımlanan “Mehmet Boztaş” haberlerini, sosyal medyada yayımlanan övgü dolu yorumları ve kültür - sanat sitelerindeki onu anlatan yazıları günlerce okudum.

Yapıtları Japonya, İngiltere, Amerika’da sergilenmiş, Kültür Bakanlığı ve özel koleksiyonlarda yer almış, 30’dan fazla kişisel, 100’den çok karma resim sergisinde sanatseverler ile buluşmuş bir ressam Mehmet Boztaş.


Yaşamın tüm yokuşlarında yorulmuş ama yüreğinde düğümlediği toplumcu sanat sevdasını yılmadan yeni kuşaklara aktarabilmiş bir sanat insanını adına yaraşır biçimde anlatabilme için önce onu anlamam gerektiğinin ayrımındaydım. Çünkü ressamı tanıyanlar, bana; “Mehmet 
Boztaş’ı anlamak aynı zamanda Anadolu gerçeğini anlamaktır” demişlerdi.

Randevulaştığımızın ertesi günü atölyesine gittiğimde bana kapıyı kendisi açtı. Duvarlarda asılı rengârenk tuvallerle ve Anadolu yaşam kültürünün yansıdığı gereçlerle atölyeden daha çok küçük bir etnografya müzesini andıran salon, raftaki radyodan yayılan hoş ezgiyle daha da etkileyici hale bürünmüştü.



Şövalelerdeki kimi tamamlanmamış resim çalışmaları, tasarım örnekleri, boş tuvaller, esgizler, boya tüpleri ve boy boy fırçalar bana resim sanatının sınırlarını ve en çok da zorluğunu düşündürürken Ressam Mehmet Boztaş elinde iki fincan kahve, gözlerinde dostça parıltı, yüzünde konuksever bir ifade ve sıcacık ses tonuyla; “Merhaba, hoş geldiniz” dedi.

40 yıllık sanat birikimini sergilediği “Kırmızının Halleri” adlı resim sergisiyle sanatseverleri bir kez daha büyülemeyi başaran sanatçının kırmızıya olan tutkusunu öğrenmeden önce çocuk Mehmet Boztaş’ı tanımak istedim.    

20 Nisan 1948 tarihinde Konya’nın Ereğli ilçesi, Ayrancı Nahiyesine bağlı, -önceki adı Orzala olan- Dokuzyol köyünde, sekiz çocuklu bir ailenin beşinci evladı olarak doğduğunuzu biliyorum. Bize o dönemi anlatıp, çocukluğunuzdan söz eder misiniz?

M. BOZTAŞ - Zor yıllardı.. Aslında, çocukluğumun hayli sıkıntılı geçtiğini söylesem pek de abartmamış olurum. Sekiz çocuklu bir ailenin kırsal yaşamın tüm olumsuzluklarını nasıl göğüsleyebildiğini tahmin edersiniz. Gerçekten çok zor yıllardı..

İlkokulda başarılı bir öğrenciydim. Eğitim dönemlerimde yılsonları eve üstün başarı belgesiyle dönerdim. O dönemlerde Yapı Kredi Bankası Çocuk Resimleri Yarışması düzenlerdi. İlkokul dördüncü sınıftayken ulusal bir resim yarışmasında ödül aldığımı gün gibi anımsıyorum.

Köy yaşamını bilirsiniz.. Kırsalda zamanın tüm ağırlığını duyumsar insan. Hele bir de çocuksanız ve yoksulsanız bu daha da katmerlenir.
Düğümlenir kalırsınız al kilimin desenindeki renkler gibi.. Çocukluğumda, akşamın kızıl ışıklarıyla duvarlarda oynaşan gölgeleri izlemeye bayılırdım. Çevremdeki her şeyden etkilenir ve renkleri incelemeyi, desenler çizmeyi severdim. 

Öğretmenlerimin yıl sonunda resim defterlerimi almaları beni çok mutlu ederdi. Köyümüzde İlkokul dördüncü sınıfa kadar okuduktan sonra babamın işi nedeniyle Ereğli’nin Ayrancı nahiyesine taşındık. Ailemin parasal sorunlar yaşadığı günlerde babamın nahiyedeki Ortaokula kaydımı yaptırması yadsınacak bir özveri değildi. 


Yaşamınızın diğer süreçlerini konuşmadan önce sırası gelmişken ortaokul ve lise dönemleriyle ilgili bizi aydınlatır mısınız? 

M. BOZTAŞ - Elbette.. Bir köy çobanının çocuğu olarak anlatabileceğim çok şey var elbette ama konumuz resim olduğu için sanatsal kariyerimle ilgili süreçleri ve anılarımı dillendireceğim.

Ayrancı Nahiyesinde Ortaokulu bitirdim ama Ayrancı’da Lise yoktu. Bize en yakın Ereğli Lisesinde okuyabilmem için de Ereğli’de yaşamamız gerekiyordu ki; iki ağabeyimin Ereğli’de,  sıcak demircilik işi alması bana Lisede okuma fırsatı yarattı. Ayrancı’da başladığım sıcak demirciliği Ereğli’de sürdürdüm. Hem ağabeylerimin yanında kalıyor, hem çalışıyor hem de okuyordum. İlkokul dördüncü sınıftan itibaren lise ikinci sınıfa değin sıcak demircilikle uğraştım diyebilirim. Parasızlık yakamızı bir türlü bırakmıyor, babamın bana parasal açıdan pek katkısı olamıyordu.

Soğuk demircilikle uğraşan ağabeylerimden biri resme yatkındı. Aslında biz ailecek sanata, zanaata yakındık. Annem yörenin en güzel halılarını dokur, babam ise dağda gezerken koyunlardan yaptığı yünlerle bize kaşkol, eldiven, bere örerdi. Evde kırılan tahta kaşık saplarını atmaz, onlardan şiş yapar ve örgüde kullanırdı.

Lise yıllarında sadece sıcak demircilikle kalmıyor, seyyar satıcılık, tabelacılık ve siyah/beyaz fotoğrafları pastel ve analin boya ile renklendirme işi de yaparak okul masraflarımı çıkarmaya çalışıyordum.   

Lise son sınıftayken, resimdeki başarım dikkat çekmiş olmalı ki, Akademi mezunu resim öğretmenimin beni yüreklendirmesiyle zaten çok arzuladığım Güzel Sanatlar Akademisinde resim eğitimi almaya karar verdim. 1965 yılında Ereğli Lisesinden mezun oldum. 

Akademinin sınavlarına birkaç kez girdiysem de başaramadım. Bir yıl Muş’un Korkut Nahiyesinde (önceki adı Til) Vekil Öğretmenlik görevimi yaparken tekrar akademi sınavına katıldım. Burada minik bir parantez açmak istiyorum; Sınav öncesi benim askerlik celbim çıkmış, iki görevli eşliğinde beni göndereceklerini öğrendiğimde istemeyerek de olsa Askerlik Şubesinden kaçmak zorunda kalmıştım. Zorundaydım diyorum çünkü on beş gün sonra akademi sınavı vardı ve kazanamadığım takdirde zaten asker olacaktım. Akademi şansımı tekrar denemek istiyordum. Kaçtım ve sınava girdim. Nihayet, üçüncü girişimde sınavı kazandım ve 1968 yılında Fındıklı’daki İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’ne kaydımı yaptırdım. Neşet Günal atölyesinde resim öğrenimim resmen başlamıştı artık.  

Akademik eğitim süresince sadece Neşet Günal hocadan mı ders aldınız yoksa diğer hocaların da atölyelerine girme şansınız oldu mu?  

M. BOZTAŞ - Akademide geçen beş sene sonunda “Yüksek Ressam” diplomamızı alabilmek elbette ki kolay olmadı. Bugün hayatta olmayan ve saygıyla andığımız hocam Neşet Günal’ın atölyesinde resim öğrenirken, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fethi Kayaalp, Sabri Berkel’den baskı resim, Ferruh Başağa’dan vitray ve mozaik öğrendim. Ayrıca, akademideki Fotoğraf Atölyesine bir yıl konuk öğrenci olarak katıldım. O dönemler, uluslararası geçerliliğe sahip diplomayı sadece bizim akademi veriyordu.

Beyazıt’ta Ereğli Öğrenci Yurdunda kalıyordum. Parasızlığın yarattığı olumsuzluklara sağ-sol çatışmaları yenilerini ekliyordu. Benim gibi yoksul arkadaşlarımla Beyazıt Meydanına açtığımız tezgâhta mendil, çorap, kravat satarak harçlığımızı çıkarmaya çalıştık. Masrafları çıktıktan sonra bize pek para kalmadığını görünce tezgâh açmaktan vazgeçtim. Dedim ya, benim çocukluğum ve gençliğim hayli zor geçti. Hocalarımın parasal desteği ve okul kantininden ücretsiz yemek yemiş olsam da tam bir sefalet yaşıyordum diyebilirim.

Unutamadığım bir anımı anlatmadan geçmek istemiyorum; Parasız akademi yıllarımda bir gün Beyoğlu’nda dolaşırken kaldırımda karikatür çizip para kazanan birini gördüm ve “ben de yaparım” diyerek, günlerce yurt arkadaşlarımın karikatürlerini çizdim. Sonrasında gene Beyazıt Meydanı ama bu kez karikatür yaparak ilk 60 liramı kazandım. O akşam yurtta şenlik vardı, tüm arkadaşlarıma yemek ısmarlamıştım. Bir öğrenci için 60 lira büyük paraydı.   

Parasızlığın yarattığı en derin sorun konaklamaydı. Beyoğlu’ndaki rutubetli öğrenci evlerini, Sorma Gir Sokaktaki pansiyonu, Üsküdar’daki yıkık dökük evleri unutabilmek mümkün değil. Bir de Kandilli’deki Trabzonlu Hamal Kazım’ın boğazı gören iki katlı ahşap evinde, ıssız gecelerde, Bebek’teki Zeki Müren konserlerini dinleyişimizi asla unutamıyorum. 
 


1974 yılında akademiden mezun oldum. Ben, “Yüksek Ressam” diplomalı bir ressamdım artık. Edindiğim sanatsal birikimle toplumuma nasıl yararlı olabileceğimi düşünüyordum.   

Zorlu bir çocukluk ve öğrenim dönemi geçirdiğinizi görüyoruz. İlkokul, Ortaokul ve Lise derken çok arzuladığınız İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisini de bitirerek “Yüksek Ressam” diplomasına sahip oldunuz. Peki, sanat rüzgârı bu kez sizi nerelere sürükledi? Mezuniyet sonrası yaşamınızı hangi eksene oturttunuz?  

M. BOZTAŞ - Güzel soru.. Akademi döneminde, özellikle son yıllarda fotoğrafçılara dışarıdan hizmet veriyordum. Daha önce de sözünü ettiğim gibi siyah/beyaz fotoğrafları renklendirme, eski fotoğrafları onarma gibi.. Bu arada 14 Mayıs 1976 tarihinde eşim Fethiye Yayla Boztaş ile evlendim. Okulla ilişiğimi kestikten sonra bu tür geçici işlerle oyalanmamız gerektiğini düşünerek eşimle birlikte öğretmen olmaya karar verdik. Dosyalarımızı hazırlayıp resmi başvurumuzu gerçekleştirdik. Fakat, benim öğretmenliğim Tekirdağ’ın Saray ilçesine çıkarken, eşim Yayla Şile’nin Ağva ilçesine atandı. İkimiz ayrı yerlerde olamayacağımız için Yayla’yı da Tekirdağ’a aldırdık ve orada iki yıl boyunca Resim ve Sanat Tarihi Öğretmenliği yaptım. unutamayacağımız güzel günlerimiz oldu.

 Tekirdağ’da kendi yağlıboya çalışmalarımdan oluşan bir resim Sergisi ve çok geçmeden “Toprağın Çocukları” adlı bir Fotoğraf Sergisi açmıştım. (1977-1978) Sıkı Yönetim yıllarıydı. Fotoğraf sergimin açılması devletin resmi güçleri tarafından engellenmek istense de fotoğraflarımın sanatseverlerle buluşması sağlanmıştı. Yapıtlar çok beğeni almış, ilgi görmüştü.

Tekirdağ’ın Saray ilçesindeki mutlu öğretmenlik günlerinizden sonra Milli Eğitim Bakanlığının Gazi Eğitim Enstitüsünde (o dönemde fakülte değildi) yapılan sınavını kazanarak 1980 yılında İzmir, Buca Eğitim Fakültesi Resim Bölümüne Resim Öğretmeni olarak atandınız. O sene eşiniz Fethiye Yayla Hanım da Seferihisar Lisesine Kimya Öğretmeni olmuştu.

M. BOZTAŞ - Evet, Buca Eğitim Fakültesinde geleceğin Resim Öğretmenlerini, sanatçı adaylarını yetiştirdim. Görevimi hiç aksatmadım. Sorumluluğumun bilincinde ve zamanın ne denli önemli ve değerli olduğunun ayrımındaydım. Öğrencilerimi bekledim ama onları asla bekletmedim. Sanatla uğraşmak özveri gerektirir. Eşim Yayla ve çocuklarım bu konuda her zaman benimle birlikte oldular sağ olsunlar. Evimiz Çiğli’deydi 14 yıl Çiğli’den Buca’ya gittik geldik. Yaşam böyle bir şey.. Zoru da var, kolayı da. Acısı da var, tatlısı da.. Yeter ki sevgi ve saygı eksilmesin..       


1986 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nden Sanatta Yeterlilik Belgesine de sahip olan Ressam Mehmet Boztaş her ne kadar “sanatta emekli olunmaz” dese de; İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde 31 yıl 6 ay çalıştıktan sonra “Yard. Doç.” olarak emekli oldu. Şimdilerde sakin bir yaşam süren Boztaş çiftinin iki oğlu; Ekin Boztaş (Ege Üniv. Eğitim Fak.Yard. Doç.) ve Esin Boztaş (grafiker-tasarımcı/tekstilci) Ressam Mehmet Boztaş’ın izinde yürümeye kararlı görünüyorlar.



“Sanata aşığım çünkü insana aşığım” diyen Yard. Doc. Mehmet Boztaş’ın renklerin dünyasındaki fırtınalı yolculuğu başarılarla dolu. 
İşte, sanatçının katıldığı resim ve fotoğraf yarışmalarında aldığı ödüllerden bazıları;


DGSA Fotoğraf Yarışması 2.cilik ödülü (1974), 
Akbank Fotoğraf Yarışması Mansiyon Ödülleri (1974-1980), 
İFSAK Fotoğraf Yarışması 1.lik ödülü (1978), 
İFSAK Uluslararası Saydam ve Renkli Baskı dalında ödül (1979), 
Doğal Hayatı Koruma Derneği 2.lik ödülü (1980), 
Kültür Bakanlığı Devlet Fotoğraf Yarışması 3.lük ödülü (1983), 
DYO Resim Yarışması onur ödülü (1976), 
Ege Üniversitesi Obezite Derneği Resim Yarışması 1.lik ödülü (2004).


Resim sanatıyla ilgili olan herkes İzmir - Karşıyaka’daki atölyenizi biliyor. Okurlarımız için atölye ortamından, kursiyerlerinizden ve resim çalışmalarından söz eder misiniz?   

M. BOZTAŞ - Atölye, benim güzellikleri dostlarımla paylaştığım yer. Çoğaldığım yer. Atölyeme oğlum Esin’in adını verdim. “Esin Sanat Evi”. Okulda 10-15 öğrenciyle dönemi kapatırken kursiyerlerimin sayısı onların neredeyse iki katı kadar. 20 yıldır Atölyemde resim öğretiyorum. 20 yıl boyunca atölyeye devam eden kursiyerim de var. Bu da beni çok mutlu ediyor. Sanatın ne sınırı ne de sonu var. Arkadaşlarımız haftanın belirli günlerinde gelirler, şövalelerinin karşısına geçtikleri an onları kendi sanatsal yetileriyle baş başa bırakırım. Kursiyerlerimi resimlerini yaparken izlemek, yüzlerindeki mutluluğu görmek ne büyük bir keyiftir, bir bilseniz! 

Emekli öğretmenler, bankacılar, emekli askerler var aralarında. 30 yıl emekli olmayı beklemiş ve emekli olduğunun ertesi günü atölyede resim yapmaya başlamış sanat aşığı insanlarla tanışmanın da çok farklı bir mutluluk kaynağı olduğunu söyleyebilirim. Eğitimci olduğum için kursiyerlerimizin arzusu doğrultusunda; temel resim bilgisi, desen çizimi, akrilik, suluboya, yağlıboya ve diğer tüm teknikleri öğretiyorum.  
Şimdi bana bugüne değin atölyede kaç kursiyer resim eğitimi aldı diye sorarsanız yanıtlayamam. Çünkü saymadım, açıkçası saymayı da düşünmedim. Niceliğe değil, niteliğe önem veririm.. Kursiyerlerimin resim sanatıyla donanmış olması, çevrelerindekileri sanatsal eksende heveslendirmeleri ve bunun mutluluğunu yaşamaları bana yeter.

Sanatın birçok tarifi var. Kişiden kişiye, sanatçıdan sanatçıya değişiyor sanat anlayışı. Temel sanat ilkelerini dışında Ressam Mehmet Boztaş’ın sanat anlayışını, sanat ve sanatçı ilişkisini konuşsak..  

M. BOZTAŞ - Konuşalım.. Her şeyden önce sanatla uğraşan insanın özgür düşünceli olması gerektiğine inanıyorum. Sanatçı, duyarlı insandır. O nedenle; hassas insanlara “sanatçı ruhlu insan” derler. Cahil, bağnaz, dogmacı, aklını kullanmayan, bilimsel düşünmeyen, anti-demokratik düşünce yapısına sahip kişilerden sanatsal duyarlılık beklemek sanata ihanettir. Topluma kötülük yapmak istiyorsanız, bireyleri kültür ve sanattan uzak tutmanız yeter de artar bile. Özellikle ve vurgulayarak belirtmeliyim ki; cehalet, aşılması gereken en büyük engeldir. Çünkü cehalet; uygarlık, çağdaşlık ve demokrasi karşıtıdır. Bu söylediklerim; resim tekniklerinden, desen ve renklerden önce benim sanat anlayışımın temelini oluşturmaktadır. Sanatsal tercihlerim sonra gelir.  


Soyut resmin kendine özgü lezzeti vardır. Kolay algılanabilir olmadığı için daha sanatsal görebilirsiniz ama içinde insana dair figürler, desenler yoksa, insanı anlatmıyorsa o yapıt bence noksandır. Resim, yapan sanatçının yaşam anlayışını yansıtır. Ben, hiçbir zaman toplumumdan asla kopmadım ve kopmayı da düşünmem. O nedenle resimlerimde doğal ortam figürleri, ot, ağaç, böcek, kuş, balık figürleri kullanırım. Resme bakanlar, hindiyi, kediyi, ağdaki balıkları, balıkçıyı, koyunu, kuzuyu, dağdaki çobanı görebilmeliler. Dedim ya; insana ulaşmayan resim noksandır. Bu da benim toplumcu sanat anlayışım.   

Yapıtlarınızda yoğun olarak kırmızı ve tonlarını kullanıyorsunuz, kırmızı renge olan tutkunuzun kaynağını öğrenebilir miyim?

M. BOZTAŞ - Kırmızı her zaman, her yerde karşımıza çıkıyor. Onunla iç içe olmak istiyorum. Niye kırmızı, diye sorarsanız, kırmızı renk dizelgesinde hareketli görünen bir renk. Bir de mutluluğun rengi, aşkın, sevginin, bayrağın, başarının, gücün ve kanın rengidir. Yani kırmızı her zaman, baktığımız her yerde karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda onunla barışık olmak, iç içe olmak istiyorum. Bütün renkler güzel ama benim tercihim kırmızıdan yana.. Bunu herkes bilir.    

Size “Öğretmen Ressam” dediklerini duydum. Bu tanımlama; bildiklerinizi koşulsuz paylaşmanızdan kaynaklanıyor olabilir mi?    

M. BOZTAŞ - Ben yaşamın her alanında ve her iş kolunda olduğu gibi resim sanatında da paylaşımcı eğitimden yanayım. Belki bu benim toplumcu düşünce disiplinimden kaynaklanıyor olabilir ama doğru olan da budur. Bilen, bildiği doğru şeyleri bilmeyenlere öğretmelidir. Toplumsal gelişme ve dolayısıyla kalkınmanın temelleri ancak bu bakış açısıyla oluşabilir. Bunun için de sevgi gerekir. Seven insan; bu ister bir sanat kolu olsun, isterse bir zanaat olsun, işini severek yapan kişi başarır. Ben buna inanıyorum.

Öğretmenliğin parayla karşılığı yok. Bir de sanat öğretmeniyseniz bu daha da sorumluluk gerektiriyor. Benim on öğrencim vardı okulda, akşam eve geldiğimde onları düşünürdüm. “Ne yer, ne içerler, nasıl barınır, ailesi ne yapar?” diye. Aklım onlarda kalırdı. Aç öğrenciden verim de alamazsınız. Parasızlığın ne olduğunu bildiğim için onların da sene kaybı olmaksızın dönemlerini tamamlamalarını isterdim.
Dolayısıyla resim yapmayı sevdiğim kadar eğitimciliği de seviyorum. O nedenle bana “Eğitimci Ressam” ya da “Öğretmen Ressam” denmesinden de mutluyum.

Şimdi size klasikleşmiş bir soru soracağım. 
Kim bilir, bu soruyu size kaç kez sormuşlardır. Vereceğiniz yanıtı öngörebiliyor ama gene de sormadan edemiyorum işte; Sanat sanat için midir yoksa toplum için mi?

M. BOZTAŞ - Öncelikle, resim sanatının vaz geçilmez temel kurallarına bağlı kalmak kaydıyla yaptığım her resmin herkes tarafından kolaylıkla algılanmasını ilke edindim. Elbette soyut ya da diğer teknikler de denenebilir ama -belki de kırsal kökenli olmam nedeniyle- köyümdeki insanların da anlamakta zorlanmayacakları sanatsal değeri ve niteliği olan yapıtlar üretmeyi tercih ediyorum. Aslında resimlerimin bütününe bakan kişide soyut resim algısı oluşabilir ama dikkat edildiğinde tablolarımda kuşları, balıkları görmek mümkün. Anti-demokratik uygulamaları, savaşları ve kara düşünceyi eleştirdiğim resimlerimdeyse kan izlerini, karanlık yüzleri, bombaları görebilmek hiç de zor değil. Mutlaka, her resmin insana yönelik bir mesajı olmalı.



Saygın hocam, bize Eğitimci Ressam Mehmet Boztaş’ı tanıma ve tanıtma olanağı sağladığınız ve söyleşimizde yaşam deneyimlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.

M. BOZTAŞ - Ben teşekkür ediyor ve sanatla geçireceğiniz güzel günler, mutlu yıllar diliyorum..

Söyleşi ve Fotoğraf:  CİHAT TAŞKIN     

*Bu söyleşi 01.12.2017 tarihinde sanatçının İzmir / Karşıyaka’daki atölyesi, Esin Sanat Evi’nde gerçekleştirilmiştir.


Karşıyaka - İZMİR