30 Ocak 2018

ÇOCUKLARIN HAYAL DÜNYASINI GELİŞTİRİN

Her çocuğun izlemesi gereken 10 film

Konu çocuklar olunca, film seyretme meselesi ikiye ayrılıyor: Sizin ona izlettirdikleriniz ve sizin ona izlettirmedikleriniz... 
Miniklerin, henüz seçme şansı olmadığını unutmayın. İşte bizden öneriler...
KEŞKE 30 OLSAM
Kimler izlemeli: 12 yaş ve üzeri
Neden: Bir an önce büyümek isteyen çocuklar, ‘Sahiden istiyor muyum?’ sorusuyla karşı karşıya kalacak.


Gönülden isteyerek tutulan dileklerin, umulmadık bir anda gerçek olabileceğini anlatan keyifli bir film. Jenna’nın, 13’üncü doğum günü partisinde, en yakın arkadaşı Lucy’nin muzip bir oyunuyla her şey alt üst olur. Hoşlandığı erkek Matt ile ilgili alay konusu olann Jenna, 30 yaşına gelene dek saklanmak ister. Ve elindeki dilek tozu sayesinde umulmadık bir biçimde isteği gerçek olur. Fıstık gibi bir vücut, rüya gibi bir daire, muhteşem bir gardrop, atlet bir erkek arkadaş, muhteşem bir iş, yıldız arkadaşlar… Bundan daha iyi bir hayat olabilir mi? Ne yazık ki Jenna, istediğinin bu olmadığını fark eder. Tek ihtiyacı olan, bir zamanlar partisini mahveden, çocukluk arkadaşı Matt’dir. Onun yetişkin haliyle karşılaştığında, tanıdığı eski Matt olmadığını fark eder.













PATENCİ KIZLAR
Kimler izlemeli: 15 yaş ve üzeri
Neden: Ergenlik döneminde özgürlük mücadelesi veren çocuklar, kötü giden anne-çocuk ilişkilerini gözden geçirebilir.


Teksas’taki yaşam Bliss Cavendar’a iki seçenek sunar: Futbol ya da güzellik yarışması. Bu iki kategori, cinsel rollere göre paylaştırılmıştır.Bliss bu monotonluktan ve seçeneksizlikten bunalmaktadır. Eski güzellik kraliçesi olan annesi, Bliss’in de aynı yoldan gitmesini ister. Daha sert ve erkeksi özelliklere sahip olan Bliss’in ise planları çok başkadır.










MİLYONLAR
Kimler izlemeli: 9 yaş ve üzeri
Neden: Etik, insan olmak ve ruh kavramları bu filmde kayda değer bir biçimde ön plana çıkıyor.

İngiltere, yakılmak üzere götürülen paralarla yüklü bir trenin soyulması için bir hayduta fırsat tanıdığı sırada para birimini Pound’dan Euro’ya dönüştürmek üzeredir. Ancak hırsızlık esnasında 7 yaşındaki Damien’ın oyun evine bir bavul dolusu para düşer. Damien, ağabeyi ile birlikte bu paraları ne yapacağına karar verecektir. Parayı kullandıkça çocuklar, dünya ve etrafındaki insanların özde neyden yapıldıklarını görmeye başlarlar.
LEGO FİLMİ
Kimler izlemeli: 6 yaş ve üzeri  
Neden: Aslında her yaş grubu için çok eğlenceli! Bu yıl ‘en iyi animasyon’ dalındaki Oscar adaylığını kıl payı kaçırdı.

Legolar evreninde geçen filmde, sıradan bir adam olan Emmet, beklemediği bir anda dünyayı kurtaran bir kahraman olma şansını yakalar. Legoların yaşadıkları dünya zorba ve kötücül bir lego tarafından tehdit edilmekte ve parçalarına ayrılmaktadır. Bu yıkımı durduracak kişi ise yanlışlıkla olağanüstü MasterBuilder ile karıştırılan Emmet'tir. Emmet bu talihsiz yanlış anlaşılmayı gidermek yerine kahraman olmayı seçer ve dört kişilik bir ekip kurar. Görevleri ise parçalarına ayrılan evrenlerini birleştirerek yapıştırmaktır.
İNANILMAZ AİLE                                                                    Kimler izlemeli: 7 yaş ve üzeri
Neden: Aile, cesaret ve kimlik temalarında olumlu mesajlar içeriyor.


Mr Incredible adı altında kötülüklerle mücadele eden ve insanları kötücül şeylerden korumaya çalışan Bob Parr, dünyaca meşhurdur. Bir süre sonra emekliye ayrılmak ister. Eşi ve çocukları ile beraber daha sakin ve sıradan bir yaşam düzenine geçer. Çok geçmeden bu düzenden de sıkılır çünkü sigortacılık gibi bir iş onu pek kesmemektedir. Evren niyet ve isteklerini duyar ve ona bir mesaj iletilir. Bir adada artık gizli bir görevin sahibidir…
OYUNBOZAN RALPH
Kimler izlemeli: 7 yaş ve üzeri
Neden: Sadakat ve şefkat duyguları ön planda. Hayatta karşımıza çıkabilecek çeşitli zorluklara cesaretle göğüs germeyi öğütlüyor.


Atari oyununun bina yıkan 'kötü adamı' rolündeki Ralph, hem yıllardır aynı işi yapmaktan sıkılmış hem de oyunun iyi adamı tamirci 'Felix' gölgesinde kalmaktan bıkmıştır. Bu arada da tüm övgüleri Felix toplar. Ralph artık iyi bir kahraman olmak ister ve diğer video oyunları arasında gidip gelmeye başlar. Fakat oyundan oyuna atlarken yol açtığı bir kaza Sugar Rush oyununu tehlike altında bırakan bir düşmanı serbest bırakır. Şimdi kahraman olma fırsatı onda mıdır?
SEVİMLİ CANAVARLAR
Kimler izlemeli: 5 yaş ve üzeri
Neden: 
Çocukların 3D teknolojisiyle tanışması için eğlenceli bir alternatif. Tabii canavarlardan korkmuyorsa!

CGI teknolojisi ile ve Disney ortaklığıyla gerçekleştirilen Monsters Inc., Canavarlar Dünyası adlı kendilerine has bir diyarda yaşayan ve enerji toplamak için arada bir insanların bulunduğu ortamlara gelmek zorunda kalan canavarların öyküsünü anlatıyor. Geliyorlar, çünkü Canavarlar Dünyası'nın enerji kaynağı, canavarlar tarafından korkutulan insanların attığı çığlıklar. Gerçekte kötü niyetli olmayan bu tuhaf yaratıklardan Sully günün birinde kazara küçük bir kızı da Canavarlar Dünyası'na getirince, tek gözlü arkadaşı Mike başta olmak üzere tüm canavarlar dehşete kapılıyor. Neden mi? Çünkü Canavarlar Dünyası'ndaki inanışa göre insanlar toksik etki yapıyorlar ve küçük kızın varlığı onlar için bir salgın hastalık tehdidi anlamına geliyor...
PARANORMAN
Kimler izlemeli: 9 yaş ve üzeri
Neden: Hoşgörü ve takım çalışması konularında sorun yaşayan çocuklar için birebir…

Norman ölü insanların ruhlarını görebilen, onlarla konuşup iletişime geçebilen 10 yaşlarında, sevimli bir çocuktur. Bir gün yaşadığı kasabayı zombiler basar ve çok korkmuş olan kasaba halkının ondan başka yardım isteyecek kimsesi yoktur. Üstelik bu her zamanki gibi başa çıkabileceği bir durum değildir; kasabanın üzerine yüzyıllardır süren bir lanet musallat olmuştur ve Norman'ın bu meseleyi çözmesi için sadece zombilerle değil hayaletler, cadılar ve laftan anlamayan yetişkin insanlarla da uğraşması gerekecektir. Hayaletlerle konuşabilme yeteneği, onun paranormal güçlerinin başka diyarlardaki sınırları zorlamasına yol açacak mıdır?
KAYIP BALIK NEMO
Kimler izlemeli: 5 yaş ve üzeri
Neden: Bu filmde geleneksel ‘kötü karakter’ler  yok. Tabii bazı korkutucu anlar yaşanıyor (koca dişler, ana karakterlerin ölümü gibi) ama arkadaşlık, kararlılık ve bir babanın çocuğuna duyduğu derin sevgiyi işlemesi açısından benzersiz, klasik bir yapım.


Uçsuz bucaksız okyanus evreninde yaşayan sevimli balıkların dokunaklı ve sevimli hallerine tanık olduğumuz film, Nemo isimli küçük bir balığın başından geçen macerayı ele alır. Nemo yaşadığı yere karşı konulamaz bir ilgi ve merak duyuyor. Ancak bu büyülü dünyanın güzellikleri olduğu kadar tehlikeleri de çoktur, ve bu tehlikelerden Nemo'yu korumak isteyen babası çocuğunu büyük bir titizlikle koruyor. Ancak bir gün aniden ortadan kaybolan Nemo'nun başına türlü talihsizlikler gelecek, babası da ardından tehlikeli bir yolculuğa çıkacaktır.
TAVUKLAR FİRARDA
Kimler izlemeli: 7 yaş ve üzeri
Neden: Sevimli ve zevkli bir komedi.



Bir çiftlikte yaşayan Bay Tweedy ve karısının başları tavuklarıyla derttedir. Kümeslerinde yaşayan onlarca tavuktan dördü Ginger, Bunty, Fowler ve Babs her ne pahasına olursa olsun tel örgüleri aşıp kümeslerinden kaçmaya çalışmaktadırlar. Tweedy'ler kümesten firar eden tavuklar için 'kızartma' cezası uygulasalar da bu ceza dört tavuk için yıldırıcı olmayacaktır. Umutsuzca planlar yapan dörtlü başta olmak üzere tüm kümesin kaderi Rocky isimli karizmatik horozun gelişiyle birlikte değişecektir! 

29 Ocak 2018

3 YAŞINDAKİ KIZINI DOĞADA BÜYÜTÜYOR

3 YAŞINDAKİ KIZIYLA DOĞAYI KEŞFEDİYOR: "O benim en iyi arkadaşım ve ilham kaynağım"
25 yaşındaki Morgan Brechler, 3 yaşındaki kızı Hadlie’yi Doğa Ana’nın kucağında büyütüyor. Hadlie henüz birkaç aylıkken başladığı seyahatlerinde, Amerika’nın en ünlü doğa parklarını ziyaret ederek yeşille tanışmış. Şimdiden Joshua Tree ve Büyük Kanyon gibi ulusal parkları gören Hadlie, Meksika ve Hawaii’de annesiyle birlikte keşfe çıkmaya bayılıyor!
3 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 4
Kendini bir doğa hayranı olarak nitelendiren Brechler, Hadlie’yi sırtına alarak tırmanışlar yapıyor, 18 aylık olmasından itibaren evdeki tırmanış duvarında pratik yapan Hadlie ise hâlinden oldukça memnun.

3 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 6
“Çocuklar için doğanın içinde olmak, onunla temas etmek çok önemli. Teknolojinin duvarları arkasında kayboluyoruz. Hadlie’nin hayatı değerlendirmesini istiyorum, bunu ancak doğa yapabilir. Büyüdüğünde Toprak Ana’yla dost olabildiği için minnet duyacak”
 diyor Brechler. “Seyahatlerimiz, kamplarımız ve tırmanışlarımız sırasında biriktirdiğimiz anıların her birini çok seviyorum.”

“O benim en iyi arkadaşım ve ilham kaynağım”

Brechler, çocuk sahibi olunduğunda hayatın sona erdiği düşüncesinin çok yanlış olduğuna inanıyor: “Hayatım, Hadlie ile başladı. O benim en iyi arkadaşım ve ilham kaynağım. Bu macerayı onun dışında paylaşmak isteyebileceğim biri olamazdı.”
Haftanın beş günü sürdürülebilir tarımla ilgili dersler alan Brechler, bir şirkette peyzaj tasarımları yapıyor. Hafta sonlarını ise Hadlie ile keşif yapmaya ayırıyor. “Hadlie henüz küçük olduğundan, seyahatlerimiz göründüğü kadar kolay olmuyor. Neyse ki çoğu zaman uyumlu hareket edebiliyoruz. Bana göre, Hadlie ile yaptığımız şey insanlara ilham veriyor. Fotoğrafları gördüklerinde, bize eşlik ettiklerini hissediyorlar.”
3 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 5
“Doğayla kurduğu temas onun karakterine ve ileride kim olacağına yön verecek.”
Brechler, yemyeşil ve ilham dolu fotoğrafları Instagram hesabı üzerinden de paylaşıyor.



3 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 83 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 113 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 103 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 93 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 123 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 133 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 13 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 23 yaşındaki kızıyla doğayı keşfediyor 3

BUDAPEŞTE'NİN HUZURLU PARKLARI



Budapeşte’nin sadece kartpostalları süsleyen güzelliklere sahip olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü Budapeşte tahmin edilenin aksine daha fazlasına sahip. Bu yazımda Budapeştenin Londra ile yarışacak huzurdaki parklarından bahsedeceğim.
Seyahatlerimde yaz kış demeden mutlaka görmek istediğim yerlerden biri de şehrin parklarıdır. Kimisi şehrin ortasında olup, kimisi de en fazla yarım saat yürüme mesafesi uzaklığında olan bu parklarda, yorulan ayaklarımı dinlendirirken şehrin geri kalanını keşfetmek için enerji topluyorum. Özellikle seyahat ettiğim bahar ve yaz aylarında, marketten aldığım meyveler eşlik ediyor bana. Soğuk havalarda ise kahvemi kapıp oturuyorum bir banka.
Adeta küçük bir ormanı andıran bu parkları seyahatlerinizde mutlaka gezi programınıza alın ve tarihi meydanlardan sonra huzurun, temiz havanın ve yeşilin tadını çıkarın. Ağaçları izleyin, kuşların cıvıltısını dinleyin, gözlerinizi kapatın ve güzel hayaller kurun… Meyvenizi, kitabınızı yanınıza almayı da unutmayın.
Millenaris Park 
Budapeşte’de çok sayıda park var. Bir günde üç tanesini görebildim fakat görmek isteyip zamanımın kısıtlı olmasından ötürü göremediğim diğer parkları da yazdım. Budapeşte seyahati inanılmaz yorucuydu fakat bu parklar sayesinde yorgunluğumdan eser kalmadı.
Budapeşte ile ilgili gezi yazılarında karşınıza çıkmayacak kadar ünlü olmayan bu park benim favorim. Millenaris Park, içindeki sergi salonları, galeri, tiyatro ve konser alanlarıyla modern ve kültürel bir merkez. İçinde çok sayıda küçük gölün olduğu bu parkta bir de kafe var. Dilerseniz yorgunluk kahvenizi içip parkın keyfini çıkarabilirsiniz.
Parkta bazı akşamlar “Midnight Music” mottosuyla Budapeşte Orkestrası sahne alıyor. Orkestranın bu etkinliği yapmasının sebebi sanatı seven gençlere farklı deneyimler yaşatmak. Eğer yolunuz bir gün Budapeşte’ye düşerse bu deneyimi yaşamanızı tavsiye ederim. Bu parkın bir diğer sıra dışı etkinliği ise “The Invisible Exhibition” Alman bir adamın görme engelli eşinin hayatını nasıl yaşadığını deneyimlemek adına yarattığı bu sergide ziyaretçiler yedi farklı odayı ziyaret ediyor ve odalar bizlerin normal yaşantısını anlatıyor. Karşıdan karşıya geçmek zorunda olduğunuz bir cadde, heykellerle dolu bir müze, pubda biranızın parasını ödediğiniz anlar gibi ve her yer karanlık. Karanlıkta bir grup insanla bu deneyimi yaşamak isterseniz bir gün öncesinden rezervasyon yapmanız gerektiğini hatırlatmak isterim.
Adres: Kis Rókus utca 16-20, park 24 saat açık.

City Park (Városliget)

Budapeşte’deki diğer favori parkım; City Park. Macarlar bu parka “Városliget” diyorlar. Dünyanın ilk şehir parkı olma özelliği taşıyan bu parkta ilk ağaçlar 1751 yılında dikiliyor. Budapeşte’nin en büyük parkı olan şehir parkı aynı zamanda Budapeşte Hayvanat Bahçesi, Transilvanya kalelerinin replikası olan Vajdahunyad Kalesi ve Szechenyi Hamamına ev sahipliği yapıyor. İçinde bulunan göl, yaz aylarında kürek çekmek için, kış aylarında ise buz pisti olarak kullanılıyor.
Şehrin en eski restoranlarından biri olan Gundel Restoran da yine bu parkta yer alıyor. Fakat daha az bütçe ile karnınızı doyurmak isterseniz parktaki teraslı kafelerde de yemek yiyebilirsiniz.
Biz bu parka vardığımda yorgunluktan ayaklarımı dahi hissetmiyordum. Kendimi yavaşça çimlerin üzerine atıp gökyüzünü kaplayan ağaçları seyre daldım…
Nasıl gidilir?
M1 (sarı hat) metrosuna binip, Hösök Tere durağından çıkınca parkın girişi tam karşınızda. 20 ve 30 numaralı otobüs veya 70,72 numaralı troleybüs de yine bu parkın yakınından geçen diğer ulaşım araçları.
Adres: Varosliget, Pest, District 14

Margaret Adası / Margitsziget

Margaret Adası / Margitsziget, budapeşte
Bu ada ismini 13. yüzyıl Mongol istilasından sonra şehri yeniden inşa eden IV. Kral Bela’nın kızı Prenses Margit’ten alıyor.
Tuna Nehrinin ortasında bulunan bu adaya Arpad köprüsünden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Eğer çok kısıtlı vaktiniz varsa ve “Bu parklar arasından hangisine gideyim?” diye soracak olursanız Margaret Adası derim. Büyük ağaçlarla, süs havuzlarıyla, çiçek bahçeleriyle kaplı bu adada tüm gününüzü bile geçirebilirsiniz fakat Budapeşte’ye üç gün ayırmanız koşuluyla.
Margaret adasına araçla girmek yasak. Dilerseniz adanın girişinden bisiklet kiralayarak bu parkın keyfini çıkarabilirsiniz. Adanın içindeki en popüler bahçelerden biri içinde küçük göllerin de bulunduğu Japon Bahçesi. Adada açık hava konserlerinin verildiği “Müzik Çeşmesi “(Music Fountain) ve “Müzik Kulesi” (Music Tower) UNESCO tarafından korunmakta olup akşamları adaya akın eden Budapeştelilere müzik ziyafeti veren sanatçılarla dolup taşıyor.
Ben adaya vardığımda süs havuzunda ışık gösterileri ve akşamki konser için hummalı bir hazırlık vardı. Adanın içinde biraz dolaştıktan sonra dönüş yolunu Tuna Nehri kıyısından yapayım istedim fakat Budapeşteliler akşam sporu için nehir kenarını çoktan doldurmuştu bile. Bu görüntüyü gerçekten çok seviyorum. Sporun yaşamın bir parçası haline getiren milletlere hayranlık duyuyorum.

Füvészkert Botanik Bahçesi

Budapeşte Park
Zaman sıkıntısından dolayı gidemediğim fakat aklımda kalan ve eğer zamanınız olursa mutlaka gitmenizi tavsiye edeceğim diğer bir park ise Füveszkert Botanik Bahçesi. Macaristan’nın en eski botanik bahçesi olan Füveszkert’in tarihi 1771 yılına dayanıyor. İçinde 7000 çeşit bitkiye ve 150 yıllık orkideye ev sahipliği yapan bu botanik bahçe romanlara bile konu olmuş. Ulusal Kültür Mirası koruması altında olan bu botanik bahçesini görmeden tavsiye edebilirim zira doğayı seven her insanın botanik bahçesini keyifle gezeceğinden eminim.
Ziyaret Günleri ve Saatleri: Pazartesi-Perşembe 9-16, Cuma günleri 9-12, Cumartesi ve Pazar günleri 10-12 ve 13-15 arası açık.
Adres: Illés utca 25., district VIII
Budapeşte’nin parklarında ben çok keyifle gezdim. Eğer yolunuz bir gün Budapeşte’ye düşerse marketten bir paket çilek alın ve bu parklardan birine gidip doğanın huzuruna kendinizi bırakın.

NEYDİ PİRAYE'DE NAZIM OLMAK?


Belki de en zoru aşka âşık bir adamı sevmek ama öyle alelade değil, hudutsuzca sevmek. Karşılık beklemeden, birçok şeyi görmezden gelerek, içinin en derinlerinden geldiği için sevmek. Bir türlü gidememek ya da zaten hiç gitmek istememek. İşte Piraye de böylesine büyük bir tutkuyla gönülden bağlıydı Nazım’ına.
Şu ana kadar hep Nazım’ın Piraye’ye olan sevgisine şahitlik ettik. O muhteşem şiirleri okudukça bir adam nasıl böyle sevebilir? Bir kadın nasıl bu kadar mükemmel olabilir? dedik. Bu büyük aşkın kahramanlarına özendik. Kimi zaman Piraye olup, o güzel şiirlerin kendimize yazıldığını hissetmek istedik. Kimi zaman ise böylesine şiirler yazdıracak sevdaları yaşayıp, Nazım olmak istedik. Yazılan şiirlerin duygusuna kapılarak, bu büyük aşka imrendik. Peki bu aşkın kahramanlarından Piraye’yi yeterince yakından tanıyabildik mi? Neydi Piraye’de Nazım olmak? Bir adamın geri dönmeyeceğini bile bile hiç eksilmeden, hudutsuzca sevmek neydi?
Gidemezsin. Dönmeyeceğini sandığın hiçbir yola gidemezsin sen. Gittiğini sandığın hayatların içerisinde, olmadık bir anda gözünün önüne gelecek gözlerim. Çaresizliklerinde beni anacak, bir korku ile hatırlayacak, bir meyve ile duygulanacak, belki de bir şarkı ile ağlayacaksın benim için ve kimse bilmeyecek içinde açan yaprakları kanlı, gövdesi yaralı Piraye çiçeğini.
Piraye, Nazım Hikmet’in kızkardeşinin arkadaşıdır. Kocasından ayrılmış, bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir kadındır. Nazım, Piraye’yi görür görmez ona aşık olur. 1935’de kimseye haber vermeden evlenirler. İstanbul’a yerleşirler. Ama birlikte uzun süre yaşayamadan Nazım Hikmet’in mahpusluk günleri başlar. O dönemde Nazım, Piraye için bir sürü şiir yazar. Saat 21 den sonra Nazım için Piraye saatleridir. O saat diliminde tüm kelimeler Piraye için kağıda dökülür. Şüphesiz bu bir kadın için inanılmaz bir duygudur. 1946 da Bursa Mahpushanesi’nde yatarken dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri sıklaşmaya başlamıştır. Ve Nazım- Münevver aşkı doğmaya başlar. Nazım bu durumu tüm açıklığıyla Piraye’ye anlatır. Ve Piraye kahrolur ama dik duruşunu elden bırakmaz. Münevver bir çocuk sahibi ve evli bir kadındır ve kocası boşanmayı istemez. Hal böyle olunca Nazım- Münevver sevdası zora düşer. Nazım, Piraye’ye mektup yazar ve eğer gelmezse intihar edeceğini söyler. Açlık grevine başlar ve sağlık sorunları sebebiyle hastaneye kaldırılır. Elbette ki Piraye kıyamaz Nazım’ına ve hastaneye gider. Ve hatta çıktıktan sonra evine geri gelebileceğini söyler. Ancak bu sırada içeriye Münevver girer ve Nazım-Piraye birlikteliği fiilen sona erer. Bu Piraye ve Nazım’ın son görüşmesi olur. Sonrasında Piraye’nin yazdıklarından çekip giderek pişmanlık duyduğunu anlaşılıyor.
Piraye, Nazım’ı hudutsuzca sevdi. Ömrünün Nazım’a rastladıktan sonra  başladığını söyleyip, öncesinin yalandan hayat oyunları olduğunu dile getirerek sevdasını ölümsüzleştirdi. İnsanlar ölümlü ama duygular ölümsüz. Tıpkı Nazım öldükten sonra Piraye’nin ona olan aşkının devam etmesi gibi. Nazım’ın ölümünden sonra Piraye’nin hayatı da bir nevi sonlanmıştı ama sonsuz sevgisi eksilmeden devam edecekti. Nazım Hikmet’in ölmeden önce yazdığı son şiire ithafen; Piraye, Nazım’dan sonra hayatına kimseleri sokmaz, evlenmez. Ancak Nazım aşka âşık bir adam olarak hayatına başka kadınları alır. Ama şu bir gerçektir ki bu kadınlar içerisinde Piraye, Nazım’la en uzun süre evli kalmış, adına sayısız şiirler yazılmış, Piraye saatleri diye bir zaman dilimine sahip olmuş özel bir kadındır. Nazım’ın hayatına giren kadınların en büyük ortak özelliği kendinden emin, güçlü kadınlar olmalarıdır. Onun dışında bu kadınların hiçbir özelliği birbirine benzemez. Ama hepsi Nazım sayesinde edebiyata ilgi duymuşlardır. Hatta Vera Nazım ile olan anılarını esprili bir şekilde kaleme almış, Piraye de bu yazıları tüm detaylarıyla okuyarak Vera’yı daha yakından tanımak istemiştir.
“İçinde yaşamayı hayal etmediğim bir cennetti seninle olmak. “ Gel” dedin geldim hakikaten, fırtına, deprem, tipi ne olursa olsun “ kal” dedin, kaldım. Her şeye rağmen daima “gül” dedin, güldüm. Şimdi senden çekip gidiyorum “öl” dedin öldüm sevgilim."
İşte Piraye Nazım’a böylesine yürekten, böylesine tutkuyla bağlıydı. Biz onu hep şiirlerden, meşhur kızıl saçlarından, Nazım’dan tanıdık. Bu sefer bizleri Piraye’de Nazım olmaya davet eden sese kulak verelim.
“Hep anlattınız, hep yazdınız, iftira ettiniz, kendinizce yargıladınız ama bana hiç sormadınız. Nazım’dan, eşinden, dostundan beni dinlediniz. Ben de Nazım olmak ne demek hiç anlamadınız. Şimdi sıra bende. Sessiz çığlıklarımın yankıları yüreklerinizi titretecek. Susmak yok artık. Haykırıyorum. Seni hudutsuzca seviyorum Nazım…” Nazım’ın Pirayesi.*
*Nazan Arısoy “Piraye’de Nazım Olmak" kitabı tanıtım yazısı.
SO RICH İSTANBUL BOUTIQUE - Karşıyaka / İZMİR


28 Ocak 2018

MISIR'IN GİZİ


“Nil’in suyunu içen Mısır’a geri döner”

Luxor-Asvan-Kahire

Kahire: Giza Piramitleri (Keops-Kefren-Mikerinos, Sfenks), Mısır Müzesi, Khan el halil çarşısı
Luxor: Karnak Tapınağı, Luxor Müzesi, KrallarVadisi, Hatshepsut Tapınağı, Memnon
Edfu-Kom Ombo
Asvan: Asvan Barajı, Philae Tapınağı

Gece yarısına doğru uçağımız İstanbul’dan havalanıyor. “Nil’in suyunu içen Mısır’a geri döner” sözü dönüp duruyor kafamızda. Öyle böyle değil; bereketin, uygarlığın sembolü olmuş bir nehrin suyu bu.
Mısır “en”ler ülkesi. En eski, en kalabalık, en ıssız, en büyük, diye sürüp gider Mısır’da “en”ler...

Kahire sokaklarına bırakıyoruz kendimizi. İstanbul gibi muazzam kalabalık bir kent. Nüfusu 25 milyonlarda. Afrika’nın en büyük ve en yoğun nüfuslu kentindeyiz. Ülkenin nüfusu 7-8 ayda 1 milyon kadar artarsa varın gerisini siz düşünün. Kahire’nin içinden geçen Nil nehrinin üzerinde iki ada görüyoruz: Gizera ve Roda...Dev işgücü, tarihi anıtları ve Süveyş kanalı ülkenin en önemli kaynakları. Yurtdışında çalışan Mısırlı işçilerin gönderdiği dövizlerden sonra, Süveyş kanalı en çok döviz getiren kaynak... Körfez savaşı öncesinde bölge ülkelerinde çalışan Mısırlı sayısı 1 milyona ulaşmış. Mısır’ın mühendislerine, öğretmenlerine Arap ülkelerinde her zaman iş var.

1960’larda 41 olan ortalama yaşam süresi günümüzde erkeklerde 70’e, kadınlarda 75’e çıkmış. Ailelerin ortalama çocuk sayısı ise 1960’larda 7 iken, günümüzde 3’e düşmüş.






İsrail’e karşı 1967 ve 1973 yenilgilerinden sonra Mısır’ın eğitim kaynakları silahlanmaya aktarılmış. Bu yüzden de ikili, hatta üçlü eğitim yapılmış okullarda. Okula gönderilmeyen kız çocuk oranı hâlâ yüksek. İngiliz işgali sırasında Kahire ve İskenderiye’de açılmış olan özel okullar son derece gözde. Mısırlı gençlerin yüzde 10 kadarı yüksek öğrenime devam ediyor.

Nobelli romancı Mahfuz ve Leyla ile Mecnun

Mısır’ın çok ünlü bir romancısı var: Necib Mahfuz... 70 yıllık kariyeri boyunca 34 roman, 350’yi aşkın öykü yayımlar. 

1957'de yazdığı Kahire Üçlemesi ile Arap edebiyatının tanınmış bir ismi olur. Bu üçlemede Kahire'de yaşayan bir ailenin üç kuşağının 1. Dünya Savaşı ve 1952'deki Nasır devrimine kadar olan dönemde yaşadıklarını ve Mısır toplumunun değişimini anlatır. Mısır devlet başkanı Enver Sedat'a İsrail ile yaptığı barış antlaşmasında verdiği açık destekten ötürü pek çok Arap ülkesinde kitapları yasaklanır. 1988’de Nobel Edebiyat Ödülü'nü alır, yasaklar kalkar. Mahfuz’un aldığı Nobel tesadüfî olmasa gerek, çünkü ünlü Leyla ile Mecnun öyküsü de Mısır kökenli.

1989’da Mısırlı kökten dinciler tarafından romancı Mahfuz hakkında ölüm fetvası çıkartılır. Aradan beş yıl kadar geçer, 1994’de Kahire'de evinin önünde bıçaklı saldırıya uğrar. Saldırıdan yaralı olarak kurtulur Mahfuz; ancak, sağ kolundaki sinirler zedelenmiştir... Yazmakta büyük güçlükler çekmeye başlar. Yine de edebiyattan kopmaz, yaralı koluyla kısa da olsa öykü yazmaya devam eder.

2006’da ölümünden bir süre önce, artık yazamadığını söyler. Çünkü romanlarının ağırlık noktasını oluşturan “Mısırlı karakteri” hızla değişime uğramaktadır. 1952 devrimi, özellikle de 1970’ler sonrasında ivme kazanan “kente göç” Mısır karakterini önemli ölçüde değiştirmiştir.

Nil’in bolluğu sayesinde uygarlık...

Mısır Afrika kara kütlesinin yüzde 3 kadarını kaplıyor. Mısır nüfusunun yüzde 95’i ülkelerinin yalnızca yüzde 5’lik minik bir kesiminde, yani Nil çevresinde yaşıyor. Nil, Etiyopya ve Uganda göllerinden başlayıp 6.400 kilometre boyunca güneyden kuzeye doğru akıyor. Sudan ve Mısır’daki son 2.700 kilometrelik bölümü neredeyse hiç yağmur almıyor.








15-20 Temmuz arası Nil yükseliyor. Nil’in akış yönüne göre ülke coğrafi bölümlere ayrılıyor. Güneye Yukarı Mısır, kuzeye ise Aşağı Mısır deniyor. Güneyde Nil vadisi son derece dar. Çünkü nehir çok sert kaya formasyonları arasından akıyor. Kuzeye ilerledikçe kayalıklar azalıyor ve Nil 800 metre genişliğe ulaşıyor, vadisi de doğudan batıya 10 kilometreyi buluyor. 

Kahire’yi geçince, Nil kollara ayrılıyor ve bir delta oluşturuyor. Antik dönemde yedi kol varken, Nil günümüzde iki koldan denize dökülüyor. Bu iki koldan biri, Dimyat liman kenti yakınlarından Akdeniz’e dökülüyor. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olunan Dimyat, işte bu Dimyat.

Nil nehri sayesinde öyle bir bolluk olmuş ki, uygarlık bu topraklarda gelişme imkânı bulmuş.

Önüm, arkam, sağım, solum çöl

Eski Mısırlılar için Batı ölülerin yeriydi. Savaş ve işgaller de zaten Mısır’a hep batıdan gelmiş. Eskiden Libyalılar, 2.Dünya Savaşı’nda da Almanlar Batı çölünden çıkıp gelivermişler Mısır’a.
Doğu Çölü ise Batı çölünün tersine kayalık. Nil vadisi ile 750 metreye ulaşan Kızıldeniz dağlarında altın ve diğer madenler bulunuyor. Kutsal Sina çölüne gelince... Musa’nın “10 Emir”i aldığına inanılan Sina Dağı 2,300 metreye ulaşıyor neredeyse.

Mısır birleşiyor

Biri vadide, diğeri deltada iki ülke oluşmuş. Her iki ülkenin kendi tanrıları, başkentleri ve kralları varmış. Kuzeyde Aşağı Mısır, güneyde Yukarı Mısır krallıkları arasındaki düşmanlıklar MÖ 3100’de sona ermiş. Çünkü Yukarı Mısırlılar yani güneyliler kuzeyi fethetmiş.
Efsanevi kral Menes güneydeki vadi ile kuzeydeki deltayı birleştirerek Yukarı ve Aşağı Mısır’ın iki tacını birden takan ilk firavun olmuş. Kral Narmer, diğer adıyla Menes düşmanının kafasını parçalamak üzereyken resmedilmiş. Bundan böyle de Mısır kralları 3 bin yıl boyunca hep böyle resmedile gelmiş!

3.600 yıl kullanılan Hiyeroglifte 5 bin karakter

Günümüzde Mısır’ın yüzde 90’ı çöl. Oysa bir zamanlar Sahra Çölü verimli bir ovaymış. Avcılıkla uğraşan göçebe kabilelerin yaşamı 4 bin yıl boyunca ciddi bir değişiklik göstermeden sürüp gitmiş. 

Ne zaman ki kuraklıklar başlamış, ovalar ve ormanlar çölleşmiş. İnsanlar, kırmızı toprakları yani çölleri terk edip Nil nehri boyunca verimli siyah topraklara yerleşmişler. Eskiden ormandan beslenen avcılar Nil çevresindeki verimli toprağı işleyerek dünyanın ilk milletlerinden birini yaratmışlar. 4 bin yıl boyunca değişmeyen yaşam tarzı, yerleşik düzene geçilmesiyle hızlı bir değişim göstermiş, avcılık yerini tarıma bırakmış. Bu yerleşik yaşam MÖ 3200’lerde hiyeroglif yazının icadını getirmiş.

Hiyeroglif dünyanın en eski yazısı. MÖ 3200’lere tarihleniyor. 3.600 yıl boyunca kullanılmış. Yunanca “kutsal yazıt” anlamına geliyor. Karakter sayısı, ilk zamanlar 800 kadarken, daha sonra 5 bini aşmış.

Biz 29 harfle ancak başa çıkabiliyoruz, Mısırlı vatandaş 5 bin karakterin hangi birini ezberlesin? Kim bilir belki de “Ben ne yapsam öğrenemem, bu kadar çok karakteri!” kaderciliği yüzünden günümüzde bile hala çok sayıda okuma yazma bilmeyen insan yaşıyor Mısır’da.

Türk’ten, Yunan’a, Lübnan’dan Fransız’a  pek çok mutfağın etkileri 
Mısır sokakları erkek ağırlıklı. Genelde Mısırlılar yemeklerini tek tip yemek yapan küçük lokantalarda yiyorlar. Bu tip yerlerde de, erkekler her zaman çoğunlukta. Sadece bayanlar için, ya da aile için ayrı bir salon bulunuyor bu lokantalarda. Mısır yemeklerinde, Türk’ten, Yunan’a, Lübnan’dan Fransız’a pek çok mutfağın etkileri hemen fark edilebiliyor.
Çeşme suyu çok klorlu. En yaygın şişe suyu markası, “nimet, hayır, dua” anlamına gelen Baraka.  Kimi açıkgöz esnaf turistlere ağzı açık şişelerde çeşme suyu satmaya çalışabiliyor. Hazır sudan açılmışken, “Nil’in suyunu içen Mısır’a geri döner” dermiş bir Mısır atasözü.

Bir kahve lütfen! Mazbut olsun!Mısır’da tatlı isimlerine şöyle bir göz atmak ister misiniz? Mahallabiya, baklawa, kunafa. Peki qahwa nasıl olsun? Seçenekler şöyle: Saada (sade), ariha (az şekerli), mazbut (orta), ziyada (çok şekerli)... Salep istiyorsanız da “sahlab” demeniz yeterli.
Ramazanda Mısırlılara içki satışı yasak. Hıristiyan da olsa Ramazanda Mısırlıya içki satışı yok. Zaten barlar da ramazanda kapanıyor. Yabancı pasaportla içki alınabiliyor.

Ufukta Gize piramitleri: Keops, Kefren ve Mikerinos




Gize piramitleri günümüzden 4,600 yıl öncesine tarihleniyor. “Dünyanın en çok fotoğrafı çekilen anıtları” unvanına sahip piramitler, işte tam karşımızda duruyor. İnsanlar, piramidi avucunun içine almış gibi fotoğraf çektirebilme gayreti içinde. Piramit Yolu’na girdiğimizde karşımıza ilk çıkan Khufu (Keops) Piramidi ya da en çok bilinen adıyla Büyük Piramit oluyor. Khufu, 23 yıl hüküm sürmüş bir firavun. Ona mezar olarak MÖ 2560 yıllarında, 20 yılı aşkın bir zamanda inşa edildiğine inanılıyor Keops’un.
2.3 milyon taş blok kullanılmış. Ve bir sabah kalkıp bakmış ki firavun, bu müthiş anıt 147 metreye ulaşmış. 100 bin işçi çalışmış ve buna karşın, 20 yıl sürmüş inşaat!.. Antik dünyanın yedi harikasından ayakta kalabilenler sadece piramitler olmuş. Bir zamanlar “Büyük Piramit’te piknik” yapmak pek popülermiş. Şimdilerde yasak tabi ki. 

Ortalama 2,5 ton gelen kireçtaşı bloklar düşünün. Bu nasıl bir ağırlık olsa gerek derseniz, bir arabanın ortalama 1 ton civarlarında olduğunu düşünsek... 2 küsur milyon tane arabayı bir yığın yapsak... Ortaya 6 milyon ton civarlarında bir ağırlık çıkıyor. Üstelik, o zamanlar kamyon yok, modern vinçler yok... Şaşmamak elde değil doğrusu...







Üstelik, tabana yerleştirilen kimi blokların tek bir tanesinin 15 ton ağırlığa ulaştığı da olurmuş!

Eski krallık yöneticilerinin cesetlerinin içine konduğu lahitler gök tanrıçası Nut’un vücudu olarak sembolize edilir ve tanrıçanın korumasının temin edilmiş olduğuna inanılırmış.

Önce bir kent yapılmış, taş bloklar taşınmış ve yığılmış. Yüzeyin düzleştirilmesi için uzun zaman çalışıldığı sanılıyor. Taş blokların nasıl yerleştirildiği ise henüz tam olarak açıklanabilmiş değil.
Kimi teorilere göre, spiral bir rampadan çıkarılan taş bloklar üst üste konuyormuş. Rampa ıslatılıyor, etraf çamur olunca taş bloklar itilerek kaydırılabiliyormuş.

Dışındaki parlak koruyucu kaplama yok olduğundan 147 metrelik boyu zamanla 139 metreye düşmüş zavallı piramidin! Ama yine de 43 asır boyunca dünyanın en yüksek yapısı olarak kalmış, ancak 19. yüzyılda geçilebilmiş Keops.



Piramit çevresinde üç küçük piramit daha bulunuyor. Bir de mabet kalıntıları göze çarpıyor. Üç minik piramidin firavun Keops’un ailesine ait mezarlar olduğu sanılıyor. 

Keops’un çevresinde dev gibi bir aslan heykeliyle karşılaşıyoruz. Heykelde bir gariplik fark ediyoruz hemen! Aslanın yüzü insan yüzü çünkü! Üstelik de kral sakalı var aslanın! MÖ 2.500’lere tarihleniyor firavun yüzlü aslan.
İnanışa göre, öteki dünyada ruhların iyi durumda oluşu bedenlerinin zarar görmeden korunmasına bağlıymış. Bir teoriye göre, bu dev mezarlar bedeni koruyacakmış. Resim ve heykellerde kuş olarak ifade edilen ruhun piramitteki bedeni ziyareti sırasında piramit ağırlama işlevi görecekmiş.

Piramit işçilerine soğanlı, pırasalı ödeme

Piramitler köleler tarafından mı inşa edilmiş? Filmlerde kırbaç altında taş taşıyan köleler gösterilir hep ama bilimsel araştırmalar pek bu kanıda değil. Piramitlerin, kendi isteğiyle, ücret karşılığı çalışan işçiler tarafından inşa edildiği ortaya çıkmış. Mercimek, soğan ve pırasa ile ödeme yapılıyormuş. İşçi ordusunu yöneten usta sayısının da birkaç binden az olamayacağı tahmin ediliyor!

Muhteşem piramitler, sadece ve sadece zenginlik ve istikrar dönemlerinde inşa edilebilmiş. Çünkü bu görkemli anıtların inşası için zorunlu olan tartışılmaz otorite ve yönetsel mükemmellik ancak refah dönemlerinde mevcutmuş.

İlk piramitler Mısır birleştiği zaman inşa edilmiş. Peki, ne zaman durmuş piramit inşası? 6. Hanedan döneminde merkezi otoritede zaaflar ortaya çıkmaya başlayınca, iç çekişmelerin derdine düşmüşler, “harç bitti, yapı paydos!” diyerek unutuvermişler piramitleri.

Mısır Müzesi’nde hırsızlık

1996 sonbaharında bir Kahirelinin aklına karpuz kabuğu düşmüş. Mısır Müzesi’nde alarm sistemi olmadığını ve geceleri alınan tek güvenlik önleminin ön kapının kilitlenmesi olduğunu öğrenmiş. Kendini akşam müzede gizlemiş ve üzerine kapılar kapanmasının hemen ardından, hangi eseri çalsam acaba, diye papatya falı açmaya başlamış.
Ertesi sabah müze açıldığında, bekçiler gece çanak çömleğin patladığını fark etmişler ve hırsızı müze dışında yakalamışlar. Tutankamun’un altın hançeri hırsızın üzerinde bulunmuş. Sorgusunda hırsız ilginç bir itirafta bulunmuş: “Bir Milyon Nasıl Çalınır?” filminden etkilenmiş meğer müze hırsızı! 

Mısır Müzesi 1858’de kurulmuş. Mevcut binaya da 1902’de taşınmış. Birinci kattaki eserlerin çoğu mezarlardan getirilmiş.
43 numaralı salondan başlayıp saat yönünde hareket ediyoruz ve tüm eserleri kronolojik sırayla izleyebiliyoruz. Tıpkı Louvre Müzesi ziyaretçilerinin Mona Lisa’ya kilitlenmesi gibi Mısır Müzesi ziyaretçileri de Tutankamun’un ünlü koleksiyonuna kilitlendiğinden birinci kat, maalesef hak ettiğinin çok altında ziyaretçiye sahip. Tutankamun hazinesi 1.700 objeden oluşuyor. Mumya hala Teb’deki mezarında.
Mumya salonu yıllarca kilit altında tutulduktan sonra 1994’te açılıyor. 18. Hanedan’dan 1. Amenophis, 4. Tuthmosis, 19. Hanedan’den 1. Seti ve 2. Ramses’in mumyalarıyla karşılaşıyoruz...
Yabancı arkeologlar boşuna kazmamış Mısır’ı. Paha biçilmez Mısır eserlerinin önemli bölümü artık Mısır’da değil, Berlin, Londra, NewYork ve Paris müzelerinde bulunuyor! Gemiler dolusu antika eser Avrupa ve Amerikan müzelerine taşınmış Mısır’dan. Anlaşılan o ki, bal tutanlar parmaklarını öyle bir yalamışlar ki, demeyin gitsin.



Kefenin cebi mi varmış o zamanlar?Eski Mısır’da kefenin cebi varmış anlaşılan. Mezarda bulunanlara dikkat buyurun lütfen: Terlik var, makyaj malzemesi var, sandalye var, küpe var, ekmek var. Mısır’ın sıcak ve kuru iklimi mezara gömülen eşyaların pek az hasarla günümüze ulaşmasını sağlamış. Kime niyet, kime kısmet. Hani mumyalar öte dünyada kullanacaktı bu eşyaları? Tutankamun mezarına oyuncaklarını bile götürmüş. Mısırlı dilberler ise mezarlarına peruktan aynaya, taraktan yelpazeye ne buldularsa taşımışlar... Kimi müzisyenler enstrümanlarıyla gömülmüş. Masa oyunlarından hoşlananlar, öteki dünyada da felekten bir gün çalmak için oyun tahtalarıyla birlikte gömülmüşler. Kimi mezarlardan 3.500 yıllık incirler çıkmış! Bir müzisyen yaşamında çaldığı bronz zilleri mezarına götürmüş


Papirüs

Bir su bitkisi olan papirüsün gövdesinden eski çağlarda yazı kâğıdı yapılırmış. Eski Mısırlılar sadece yazı kâğıdı değil yelken, bez ve hasır da üretirlermiş papirüsten. Mısırlılardan Yunanlılara ve Romalılara da geçmiş olan papirüs 3. yüzyılda yerini parşömene bırakmış.
Yunanca papirüs sözcüğü Kıptice’den ödünç alınmış ve neredeyse tüm batı dillerine girmiş. İngilizce “paper” (kâğıt) ve Türk argosunda para anlamına gelen “papel”  sözcüklerinin de kökeni “papirüs”.


Khan el-Khalili çarşısında 

“Mustafa, ya Mustafa...” şarkısı

Çarşıda Türk olduğumuzu anlayan esnaf bize, “Hasan Şaş, yavaş yavaş...” diye sesleniyor sürekli. Biz de onlara “Mustafa, ya Mustafa...” şarkısını söylüyoruz. Esnaf bu şarkıya tempo tutmaya başlıyor, pek alışveriş ettiğimiz yok, ama çok eğlenceli vakit geçiriyoruz doğrusu.


Gün batımından sonra Kahireliler Nil meltemini hissetmek üzere sokağa çıkmaktan hoşlanıyorlar. Akşam Khan el-Khalili çarşısında dolaşıyoruz. 1382’lere tarihlenen çarşı Orta Doğu’nun en büyüklerinden biri. Asırlar önce, ticaret kervanlarının mallarıyla, hayvanlarıyla gecelediği çok sayıda hanın çevresinde gelişmiş bir çarşı bu.


Arap film ve tiyatrosunun merkezi Kahire. Çoğunluğu oluşturan erkek seyirciler film sırasında yemek yiyor, çay içiyor. Esas oğlan ya da esas kıza kâh tezahüratlar yapıyor, kâh lanetler yağdırabiliyormuş.
13.yüzyılda kurulan Türk Sufi tarikatının Mısırlı üyeleri çarşamba ve cumartesi akşamları Mevlevi gösterileri düzenliyorlar. Talep yoğunmuş, erken gidilmesi öneriliyor.


Sabaha karşı diyecektim, ama dilim varmadı. 02.30’da uyanıyoruz. Hızlı bir kahvaltı ardından, bagajımızı toplayıp havaalanına yöneliyoruz. 05.30’da Mısır Havayolları bizi Luxor’a uçuruyor. Luxor’a inerken, Nil’in her iki yakasının da yemyeşil olduğunu fark ediyoruz. Çöl demeye, doğrusu bin şahit ister, diye geçiriyoruz içimizden.


Havaalanından ayrılıyor ve Luxor’daki gemimize yerleşiyoruz. 240’ı aşkın gemi bulunuyor Luxor-Asvan arasında Nil turu yapan.


LUXOR - Ruhani merkez ve dünyanın en büyük açık-hava müzesi
Ve işte Mısır mimarisinin başyapıtlarını barındıran Luxor’dayız. Yeni Krallık’a MÖ 1567-1085 arasında 5 asır boyunca başkentlik yapmakla kalmamış, çok daha uzun bir süre ülkenin ruhani merkezi olma özelliğini sürdürmüş.


Luxor’un doğu yakasında Karnak Mabedi, Luxor Mabedi ve Luxor Müzesi yer alıyor. Batı yakasında ise, Krallar Vadisi, Deir al-Bahri, yanı sıra 400’ü aşkın soylular mezarları bulunuyor.

Yeni Krallık’ın başlangıcından itibaren, Amun-Ra’ya en önemli devlet tanrısı olarak tapınılır. Bu dönemde Mısır orduları Afrika ve Asya’da zaferler kazanır, fetihlerden imparatorluk başkenti Teb’e zenginlikler akar. Bu zenginliğin bir kısmı da tapınak yapımına harcanır. Bu tapınakların en muhteşemleri Karnak’taki Amun mabedi ile Luxor’daki mabettir. Doğu yakasındaki bu mabetler yanı sıra, kendi mezar mabetlerini de firavunlar Luxor’un batı yakasına inşa ederler.
Batı yakasındaki Krallar Vadisi ve Kraliçeler Vadisi’nde yer alan Yeni Krallık dönemi kraliyet mezarları inanılmaz zenginlikteki hazinelere ev sahipliği yapar. Ancak bunlar arasında mezar soyguncularının yağmasından kurtulup günümüze ulaşabilen sadece Tutankomun’un hazineleri olur.
1700’lü yıllarda köylüler, yağmalanmış mezarları ev olarak kullanırlarmış. Altın bulma hırsı hem yerlileri, hem de yabancıları mezar başlarına toplamış. Mezar bulan köylülerin bunları satma öyküleri dilden dile dolaşmış.

Luxor Mabedi

1987’de Verdi’nin Aida operası burada oynanmış. Karnak’tan farklı olarak, sadece iki kral tarafından inşa edilmiş. 18. Hanedan’dan 3. Amenophis ve 19. Hanedan’dan 2. Ramses yaptırmış. Luxor mabedi “Güneyin Haremi” olarak anılırmış. Çünkü burada tanrıça Mut ve oğlu Khonsu’nun yaşadığına inanılırmış. Tanrı Amun’un ise Karnak mabedinde ikamet edermiş! Her iki tapınak 3 kilometrelik sfenksli bir yolla birleştirilmiş. Her yıl Bereket Festivali sırasında, Amun’un heykeli Karnak’tan törenlerle alınıp karısı Mut ile birleşmesi için, kutsal teknelerle omuzda taşınarak götürülürmüş Luxor tapınağına. 

Bakar mısınız, tanrı ile tanrıçanın birleşmesi için ahali can siperane nasıl da uğraşıyor! Evet, bu birleşmenin ardından Amun heykeli gerisin geri Karnak’a taşınıyor. Bu birleşmeden önce, Amun’a mesir macunu benzeri bir afrodizyak sunuluyor muydu acaba, diye düşünmeden alamıyor insan kendini.

İnsanoğlunun ve özellikle de Mısırlı rahiplerin hayal dünyasına hayran olmamak elde değil doğrusu! Hayallerinde bir tanrı, bir de tanrıça yaratıyorlar. Bunlara güzel güzel isimler yakıştırıyorlar. Sanki gözleriyle görmüşçesine bu iki tanrıyı sembolize eden heykeller yapıyorlar. Bu da yetmiyor, “dünyada mekân, ahrette iman” düşüncesinden hareketle, tanrıların heykelleri evsiz kalmasın diye binlerce insanı işe koşup mabetler inşa ediyorlar. Üstüne de, tanrıların birleşmesi için hiç bir fedakârlıktan kaçınmayarak tanrı heykelini tanrıçanın mabedine götürmeyi de ihmal etmiyorlar... 

Luxor tapınağı fevkalade başarılı biçimde korunmuş. Nasıl mı? Sırrı kumlarda saklı! Kızgın kumlar bu mabedi sarıp sarmalayıp her türlü melanetten korumuş.

1885’te kazıların başlamasıyla çevredeki evler yavaş yavaş boşaltılmış. Ancak halk Luxor’un koruyucu azizi Abu el-Haggag’ın mezarının ve caminin başka yere taşınmasına karşı çıkmış. Sonuçta, cami ve mezar yerli yerinde kalmış.

Köpek başlı maymun heykelleriyle desteklenen dikilitaşın eşi ise Fransa kralına armağan olarak verilmiş ve Paris’in ünlü Concorde meydanına dikilmiş. 
Luxor’da çok ilginç bir Mumyalama Müzesi de bulunuyor.

KARNAK - Dünyanın en büyük antik tapınağı

“Tüm Tapınakların Tapınağı” olarak anılan Karnak Tapınağı’nı ziyaret ediyoruz. Karnak adının İran’ın Havarnak kentinden geldiğini öğreniyoruz. Havarnak yüksek anıtlarıyla ünlüymüş. Araplar İran’ı ele geçirdikten sonra, Mısır’a geliyorlar. Tıpkı Havarnak’ta olduğu gibi burada da yüksek yapılarla karşılaşınca bölgeyi Havarnak’a benzetiyorlar. Zaman içerisinde de, Havarnak oluyor Karnak!

El-Karnak küçük bir köyün ismi aslında. Luksor'un 2,5 km kuzeyinde bulunan köyü hem bilim hem de turizm açısından önemli kılan, ünlü tapınak kompleksine ev sahipliği yapması. Luxor mabedi gibi kumların altında gizlenmiş Karnak. Hem de bin yıldan fazla...

Karnak aslında sürekli büyümüş bir tapınak. Her firavun, kendinden önceki firavunun yaptığı eklemelerden daha fazlasını yapmak arzusuyla yanıp tutuştuğundan Karnak'ın yapımı 13 asır sürmüş. Karnak sadece Mısır’ın değil, tüm antik dünyanın en muhteşem mabedi haline gelmiş.
İşte bu yüzden Karnak tapınağı hem Mısır tarihi hem de mitolojisi hakkında çok önemli bilgiler içeriyor. Karnak'ta 8000 adak taşı, 450 heykel ve 10'a yakın sfenks bulunmuş. Karmak'ın süsleme sanatı kabartmadan çok kazıma tarzında. Hipostil salonundaki 134 sütun son derece etkileyici. Dünyadaki en büyük antik dini mekân olan Karnak tapınak kompleksi dev bir açık hava müzesi sanki. Gize Piramitleri’nin ardından Mısır'ın en çok ziyaret edilen antik mekânı.

Sadece dini başkent olmakla kalmamış, aynı zamanda da antik dünyanın en ünlü entelektüel merkezlerinden biri unvanına sahipmiş. Mabedin ne kadar derinlerine giderseniz, anıtlar da o derece eski dönemlere karşılık geliyor. Her bir duvardaki rölyefi incelemenin haftalar alacağına biz de inanıyoruz sonunda. 

Tanrıların emrine sunulmuş 400 bin metrekarelik bu alan 10 büyük Avrupa katedralini içinde barındırabilecek kadar büyükmüş. 19. Hanedan döneminde mabette işçi, hizmetkâr, rahip ve muhafız olarak çalışanların sayısı ne olabilir dersiniz? Garip ama gerçek! 80 bin kişi...

LUXOR-ESNA-EDFU

Sabah kahvaltısının hemen ardından Nil’in batı yakasına geçiyoruz. Saatimin takvimine göz atıyorum; Kasım’ın 25’ini gösteriyor. Yeni Krallık firavunlarının mezarlarına ev sahipliği yapan Krallar Vadisi’ni ziyaret ediyoruz. 

Kan ter için
de kral mezarlarını geziyoruz. Peki, kimseye yaranabiliyor muyuz? Maalesef hayır! Çünkü Krallar Vadisi’ni ziyaret eden turistlerin döktüğü ter mezar duvarlarındaki boya ve sıvanın zarar görmesine neden oluyormuş.

Ancak bu mezarlardan kısıtlı bir miktarı rotasyon usulü açılıyor turistlere. Mezar duvarlarındaki dekorasyonlar da ancak cam arkasından izlenebiliyor. Bu eserleri kitle turizminin zararlarından korumak üzere çok radikal bir öneri ortaya atılmış: “Tüm mezarlar kapatılsın ve Krallar Vadisi’nin kopyası başka bir yere inşa edilsin!”

TEB’de Krallar Vadisi

Eski Mısırlılar “Gerçeğin Yeri” diye adlandırırlarmış bölgeyi. 18. Hanedan’a mensup 1.Tuthmosis’ten itibaren tüm Yeni Krallık firavunları bu vadiye gömülmüşler. Ender de olsa, bazı yüksek yöneticiler de bu vadide yerlerini almışlar.

1.Tuthmosis (MÖ 1524-1518) geleneklere sırt çevirir ve mezarını saklar. Ne Eski Krallık’taki gibi piramitler yaptırır, ne de Orta Krallık’taki gibi labirentler!.. Krallar Vadisi’nde kayalar arasına yaptırır mezarını. Ne rahipler, ne de mezar soyguncuları tarafından ziyaret edilemeyecek gizli bir mezardır bu. Kayaların arasına kazılmış derin bir mezar yaptırır kendine. Yeni Krallık sonuna dek tüm firavunlar da buraya gömülür.
Mezar soygunları bir türlü önlenemiyor.

“Kefenin cebi yoktur” sözüne firavunlar pek itibar etmiyormuş anlaşılan. Öte dünyaya hazinelerini de götürmek çabasında olmuşlar hep. Soygunculardan korunmak için mezarlarını gizlemişler. “Aç it fırın yıkar” sözünden de habersiz olan firavunlar, bin bir çeşit güvenlik önlemine karşın, soygunculara engel olamamışlar. Bir tek Tutankamun’un mezarı soyulmamış.

Firavunlar tahta çıkar çıkmaz, kendi mezarlarını kazdırmaya başlarmış. Ancak öyle zahmetli bir işmiş ki firavun mezarı kazmak, daha iç dekorasyon tamamlanamadan firavunların öte dünyaya göçü gerçekleşirmiş. Genelde ömürleri vefa etmezmiş şöyle bir dünya gözüyle mezarlarını doya doya seyretmeye!

18. ve 19. Hanedan döneminde öyle önlemler alınmış ki, mezar soyguncuları mezarlara kolay kolay yaklaşamaz olmuşlar. Ancak, 20. Hanedan’ın zayıf kralları döneminde mezar soygunculuğu almış başını yürümüş! 

Peki, bu kadar güvenlik tedbirine karşın, kimler soyunurmuş bu mezar soygunlarına? Tabi ki, kaleyi içerden fethetme prensibi burada da aynen geçerliymiş. Örneğin, mezar duvarlarını süsleyen heykeltıraşlar ya da mezar bekçileri “Mal, mülk hep firavunun olacak değil ya! Biraz da biz nasiplenelim” deyip mezar soymanın büyüsüne ve zenginlik hayallerine kapılıverirlermiş!

Yeni Krallık döneminde, rahipler mumyaları ve ölü eşyalarını eski yerlerinden çıkarıp iki gizli bölmeye yeniden gömmüşler. Bu gizleme operasyonu hayli başarılı da olmuş, çünkü ancak 1800’lü yılların sonlarında keşfedilmiş bu gizli bölümler.
Tut Ankh Amun’un mezarı lanetli mi?

İngiliz aristokrat Lord Carnarvon ile Mısırolog Carter 1914’te Krallar Vadisi’ni kazmaya başlarlar. Aradan sekiz yıl geçer, tarihler 1922’yi gösterdiğinde, bir merdiven keşfederler. Bu merdiven bir mezara inmektedir. Hem de mühürleri açılmamış bir mezara!

Carter’ın mezarı boşaltması on yıl sürer. Ancak firavunun laneti ilkin İngiliz aristokratı vurur. Krallar Vadisi’nde bir sivrisineğin ısırdığı lort, yaranın mikrop kapması sonucu birkaç hafta içinde ölür.

62 numaralı mezarın önündeyiz. Üzerinde “Tomb of Tut Ankh Amon No. 62” yazıyor. Krallar Vadisi’nde 62 mezar bulunmuş. Ve her birine bulunma sırasına göre bir numara verilmiş. Son bulunan Tutankamun mezarı olduğu için numarası 62.
2. Ramses Anadolulu Hititlere karşı
2. Ramses 80 küsur yıl yaşamış. Eklem iltihabı, damar sertliği,  diş problemleri çekmiş. Prostat durumuyla ilgili ise herhangi bir bilgi temin edemedik maalesef.
2. Ramses 19. Hanedan’dan. 66 yıl tahtta kalıyor. İktidarının 5.yılında Hititlerle Suriye’nin önemli ticaret kenti Kadeş’te savaşa tutuşuyor. Ordusunda yabancı paralı askerler de var. Paralı askerler yani lejyonerler boynuzlu miğfer ve yuvarlak kalkanlarından hemen anlaşılıyorlarmış.
MÖ 1275’te iki tarafın da savaşta belirgin bir üstünlük kuramadığının göstergelerinden biri de şu olsa gerek: Kadeş Barışı ile 2. Ramses Hitit prensesi ile evlenir.
2. Ramses’in Karnak ve Luxor’daki anıtları muazzam. 2. Ramses inşa ettirdiği bu mabetlerin duvarlarına Kadeş Savaşı’nın muzaffer kumandanı olarak kendi resimlerini çizdirmiş. Resimlere bakılırsa, Hititler arkalarına bakmadan kaçıyor, 2. Ramses de onlara ok atıyor. Bazı resimlerde de üç bin yıldır gelenekselleşmiş çizimlerdeki gibi düşmanını kafasından tutmuş, öldürücü darbeyi indirmek üzere....
Yahudilerin Mısır'dan İsrail'e göç ettiği dönemin firavunun da yine II. Ramses olabileceği düşünülmektedir.
Herod’dan kaçan Kutsal aile Mısır’a vardığında Kahire’de en az dört asırdır varlığını sürdüren bir Yahudi topluluğu yaşamaktaymış.
641’de Araplar İskenderiye’yi ele geçirdiğinde kentte 40 bin Yahudi yaşıyormuş. 1830’larda Mısır’da 150 bin kadar Kıpti, 5 bin Yahudi yaşarmış. Bunların 3-4 bini Kahire’deymiş. Günümüzde ise Yahudi sayısı anca 100 kişi civarlarında.
Yahudi toplumu Mısır’da kayboluyor. Önemli bölümü İsrail’e göç etti. Mısır’da kalanlar ise yaşlı ve yoksullar. İbadet için bile yeterli insan bir araya gelemiyor.
Mezarı hiç soyulmamış firavun Tutankhamun’un laneti

Tutankhamun tanrı Amun`un yaşayan resmi anlamına geliyormuş. MÖ 1333-1323 arasında sadece on yıl hüküm sürmüş çok genç yaşta ölmüş. Kimilerine göre, dünya tarihinin en büyük arkeolojik keşfi, Tutankamon’un mezarının ortaya çıkarılmasıymış. Oysa Tutankamon, Mısır tarihinin önemli firavunlarından biri değil. Buna karşın, Mısır’ın tanıtımında neden Tutankamon’un yüz maskesi kullanılmaktadır? Onu bu denli önemli kılan ne olsa gerektir?

Onu diğer tüm firavunlardan ayıran özellik, mezarı hiç soyulmayan ve tüm hazinesi günümüze kadar ulaşan firavun olmasıymış. Firavun mezarlarından sadece biri hiç soyulamamış, o da Tutankamon’unkiymiş.
Tutankamon’un kolyesindeki camın oluşması için atom bombasının tesirinin on binlerce katı bir patlamanın meydana gelmiş olması gerekiyormuş.

Tutankamon’un mezarı Krallar Vadisi'nde. Tutankhamun'un mumyası haricinde mezardan çıkarılanlar Kahire Müzesi’nde sergilenmektedir. Bir lahdin içindeki som altından tabuttaymış mumya. 1922’de İngiliz arkeolog Howard Carter buluyor mezarı ve som altından tabutu. Ne ilginçtir, kendisi yoksulluk içinde ölmüş.. Ayrıca mezara giren kişilerin ateşli bir hastalıktan teker teker ölmesi de firavunun laneti rivayetlerinin alıp yürümesine neden olmuş.

Kleopatra iki erkek kardeşiyle evlenir ama çocuklarını iki Romalıdan yapar
Mısır’ı yöneten ilk kadın Kleopatra değilmiş. Mısır’ın ilk bayan hakimi Nitocris MÖ 2184’te tahta oturmuş. İki bin küsur yıl sonra MÖ 51’de Yunan kökenli 7. Kleopatra, 18 yaşında Mısır’ın başına geçmiş 39 yaşına dek iktidarda kalmış. 21 yıl hüküm sürmüş. Yedi dil biliyormuş, ancak resmi belgelerde Yunanca kullanırmış. MÖ 30’da Kleopatra’nın intiharı ardından, yorgan gider kavga biter ve Mısır sonunda Roma İmparatorluğu’nun bir parçası haline geliverir.

Sezar Mısır donanmasını yenilgiye uğratır, Kleopatra’nın hem kardeşi, hem de kocası olan 13.Ptolemy boğulur. Kleopatra bu kez küçük kardeşi 14.Ptolemy ile evlenir ve Sezar’ın metresi olur ve ona Sezaryon adında bir oğul verir.

Sezar’ın ölümünden sonra iktidara gelen Mark Antony ile 11 yıl beraberliklerinden 3 çocuk doğurur. Antony ve Kleopatra’nın sonunu ise Augustus getirdi.

Antony ile Kleopatra’ya trajik son getiren Augustos acaba Mısır’a ne getirmiş? Resmi dilin Yunanca olması eskisi gibi sürmüş, ama İskenderiye’deki Yunan senatosunu kaldırmış. İskenderiyeli Yahudilere özerklik vermiş.

İskender gibi Roma imparatorları da Mısır Panteonuna dahil edilmişler!.. Evvelce, Makedon ya da Pers imparatoruna tapınan Mısırlılar bu kez bir Romalıya tapınmaya başlamış.

ESNA’da gemimiz kuşatılıyor .Esna’da seviye havuzundan geçmek için sıra beklerken, gemimiz onlarca kayık tarafından kuşatılıyor.
Kayıklar gemiye iyice bir yanaşıyorlar. Paketler açılıyor, elbiseler, tişörtler, masa örtüleri yayılıyor kayığın içine. Mısırlılar İngilizce, İtalyanca, İspanyolca kırması bir dille pazarlıyorlar mallarını. Bizim bulunduğumuz geminin güvertesi çok yüksekte, onlarsa deniz seviyesindeler. Ancak, şartlar ne olursa olsun, ticaretin engel tanımayacağı bir kez daha kanıtlanıyor. Yoksa engel tanımaması gereken aşk mıydı? Neyse, geçici bir süre için aşkın yerine ticareti koyalım Mısır’da... 

Netice olarak, paketleri geminin dördüncü katına büyük bir ustalıkla fırlatıyorlar. Bir anda, güverteye top gülleleri gibi paketler düşmeye başlıyor. Ve ardından gelsin sıkının sıkısı pazarlıklar... İade edilen kimi paketler kayıklara doğru gerisin geri gönderilseler de, kimi kez suya düştükleri de bir vakıa doğrusu. Satıcılar buna biraz kızıyorlar tabi, ama asıl sorun malın suya düşmesi değil, satışın suya düşmesi galiba... Ancak serbest ticaret ilerleyen saatlere dek tüm hızıyla sürüyor.


Dünyanın en uzun nehrinin tadını doya doya çıkarıyoruz. 6,650 km uzunluk da gerçekten öyle az buz bir mesafe değil doğrusu. Binlerce yıldır Mısır’ın en temel iletişim kanalı olmuş Nil.  

Edfu’daki Horos Tapınağı Mısır’ın en iyi korunmuş antik mabedi Luxor Asvan arasındayız. Luxor’un 115 km güneyinde, Asvan’ın 105 km kuzeyinde Edfu’dayız. Nüfus 60 bin kadar. 

Sabah ilk iş, Karnak’tan sonra Mısır’ın en büyüğü ve dünyanın en iyi korunmuşu olarak kabul gören Horus Mabedi’ni ziyaret ediyoruz. Mabet şahin-başlı tanrı Horus’a adanmış. MÖ.237-57 arasında inşa edilmiş, yani 180 yılda. Şaşkına dönüyoruz. 2,200 küsur yıllık bir mabet nasıl bu derece iyi durumda olabilir? Şaşkına dönüyoruz. Rehberimiz anlatmaya başlayınca, işte şimdi oldu, diyoruz. Çünkü mabet 1860’lara dek, yani yaklaşık iki bin yıl boyunca tamamen kuma gömülmüş meğer!   Tanrı Osiris’in cesedinden Horus’a hamile kalan İsis Edfu antik Mısır’da kutsal bir bölge olarak kabul görürmüş. Nedeni de şahin tanrı Horus’un, babası Osiris’i korkunç şekilde öldüren amcası Seth ile savaşa tutuştuğuna inanılan yer Edfu imiş.  

Osiris tanrı olarak doğmuş, insan olarak büyümüştür. Şarap içen ilk insan olduğuna inanılır. Osiris kral olunca, kız kardeşi ve aynı zamanda da karısı olan İsis kraliçe olur. Mısır’ın hem tanrılarında, hem de firavunlarında ensest ilişki son derece sıradan anlaşılan!

Her şey tıkırında giderken, erkek kardeşleri Seth had safhada bir kıskançlık krizine girer, erkek kardeşi Osiris’e nefreti öyle sınır tanımaz hale gelmiştir ki, kardeşini öldürüp cesedini 14 parçaya ayırır ve her birini Mısır’ın bir tarafına fırlatır.

Uzun çabalar sonucu İsis Osiris’in cesedinin parçalarını tek tek bulur ve Mısır’a geri getirir. Çeşitli mabetlerdeki resimlerde İsis Osiris’in cinsel organı üzerinde uçarken resmedilmiştir. İsis Osiris’i oğulları Horus’a gebe kalasıya dek hayatta tutmayı başarmıştır.

14 parçadan 13’ü Nil boyunca çeşitli yerlerde bulunmuş ancak penisi bir balık tarafından yenilmiş. İsis Seth’i kandırmak için, bulduğu her parçanın yerine balmumundan bir kopyasını bırakır. Sonunda, penis hariç tüm parçaları tanrı Anubis ve Thoth yardımıyla Abydos’ta birleştirir. Bir de erkek cinsel organı ekleyip bandajlayarak ilk mumyayı yaratmış olurlar. Horus büyüyüp delikanlı olunca, babasının intikamını amcasından alır.
Öldükten sonra, yeniden doğduğuna inanıldığı için Osiris’in vücudunun parçalarının İsis tarafından bir araya getirildiği Abydos çok önem kazanmış olur. Zengin Mısırlılar Osiris’i izleyerek cesetlerinin Abydos’a gönderilmesi için sağlıklarında avuç dolusu para dökerler. Abydos’ta mumyalanırlar. “Ağzın açılması” seremonisi ile ölünün vücuduna ruh girer. Böylece sonsuza dek Osiris’le birleşmiş olur zengin adam.
Ancak, bu hedefe varılmadan önce, aşılması gereken pek çok tehlike vardır. Bunların bir bölümü mezar ve tabut üzerindeki süslemelerde ifade edilmiştir.

Cennete yolculuğun en kritik aşaması “kalbin tartılması” mahkemesiymiş. Bu aşamada ölüler, yaşadıkları dönemde tanrılara sundukları adak ve armağanları anımsatırlarmış mahkeme heyetine! Osiris mahkemenin başıdır. Terazinin bir kefesine ölünün kalbi, diğer kefesine ise tanrıça Maat’ın gerçeği temsil eden tüyü konuyordu. 

ASVAN

Sabah kahvaltısının ardından gemimizden ayrılıyoruz. İlkin Asvan barajını ziyaret ediyoruz. Asvan Barajı yapımı sırasında 23 tapınak suların altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca, 1960’larda Unesco’nun çabalarıyla başka yere taşıyarak kurtarmışlar tapınakları. Philae kurtarılan önemli mabetlerden biri. Bazı mabetler, kurtarma operasyonuna katkılarından dolayı yabancı müzelere armağan edilir. 

PHILAE - İsis Mabedi

Az buz değil, yaklaşık 7 asırda tamamlanmış mabet. Romalılar döneminde Mısır’ın en önemli hac merkeziymiş.
Eski dinin ibadete açık son mabedi imiş ve 551 yılında o da kapatılmış.
Bakın, Tanrıça İsis nasıl anılırmış: “Ana Tanrıça”, “Tüm Tanrıların ve Doğanın Büyük Anası” ya da “Bin Adlı Tanrıça”... İsis Akdeniz’deki tüm tanrıçaları bünyesinde eritmiş. Yaygın bir kanıya göre, erken Hıristiyanlık döneminde, İsa’nın annesi Meryem’e verilen büyük önem İsis’e tapan insanları Hıristiyanlığa çekebilmek amacını taşıyordu. Nasıl ki Tanrıça İsis ile Meryem özdeşleştirilmişse, aynı şekilde Horus ve İsa da özdeşleştirilmiş.


Kaynak: Leyleğin güncesi - Murat ÖZSOY