25 Şubat 2018

50+ MISINIZ?


















Sevginin tüm yaşamın anlamı olduğunu, insanı üzmenin günahla eşdeğer olduğunu, yaşamın çok değerli olduğunu anlaşıldığı yaş.
İlk yirmi yılı hiç bir şey anlamadan aileye topluma kendini kanıtlamakla,
İkinci yirmi yılı iş güç çoluk çocuk aile içi çatışmalarını idare etmekle,
On yılı ise artık olgunlaşmak ve sevginin; salt sevginin değerli olduğunu anlamakla geçer.
Elli yaşındaki insan artık önünde tüm gücüyle yararlı olabileceği en çok on beş ya da yirmi yılı olduğunu çok iyi bilir.
Ve arkasını dönüp baktığında geçen elli yılın hızından ödü kopar.
Önünde kalan yirmi yılında bu hızla geçeceğini çok iyi bildiğinden sevginin önemini anlar.
Mutlu olmanın, mutluluk vermenin yaşamın gerçek yüzü olduğunu; gerisinin hikaye olduğunun farkına varır. Ve yaşamında sevgiden başkasına yer vermez.
Kısacası elli yaşında olmak; mutluluğa açılan kapının keşfedilmesidir.


Kaynak: https://anetteinselberg.com/2017/02/20/50-yas-uzerine-enfes-bir-yazi/

BEYİN İKİZİ OLABİLİR


ABD’li bilim insanlarının son araştırmaları, ‘ruh’ değil ama pekala bir ‘beyin ikiziniz’ olabileceğini gösteriyor.

Araştırmayı, ABD’deki Northwestern Üniversitesi bilim insanları yaptı. Beynin elektrik sinyallerinin senkronizasyonu üzerine çalışan nöroloji uzmanı Prof. Dr. Moran Cerf ve ekibi, birlikte zaman geçiren insanların beyin dalgalarının da zamanla ‘benzer’ görünmeye başladığını belirledi. 

BBC’nin İspanyolca Servisi’ne bu dalgaların bazı vakalarda iki insan beyninde birebir aynı bile çıkabildiğini vurgulayan Prof. Cerf, “Birbiriyle vakit geçiren insanlarda her iki beyinde de uyum oluşuyor” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Sadece iki hafta sonra bile aynı filmi izleyen, aynı kitapları okuyan, aynı tecrübeyi paylaşan ve sadece birbirleriyle konuşan iki kişi, dil, duygu ve bakış açısında ortak kalıplar geliştiriyorlar.” 

Prof. Cerf’e göre, zamanla gelişen bu ‘beyin ikizliği’, sosyal olduğu kadar duygusal ilişkilerde de oluşabiliyor. Prof. Cerf, çalışmalarının sonucunu ise şöyle açıkladı: “Hayatta alınabilecek en doğru karar, kiminle vakit geçirdiğinizi akıllıca seçmek.”

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/kiminle-vakit-gecirirsek-beynimiz-onunkine-benziyor-40744178



19 Şubat 2018

TUVALLERDEKİ HAYALLER


Karşıyakalı Ressamlar Miray Yurtseven, Yıldız Gümüş ve Arzu Acar yağlıboya resimlerini İzmir - Karşıyaka Belediyesi Bostanlı Güzel Sanatlar Parkı Resim Galerisinde sanatseverlerle buluşturdu. 



19 Şubat 2018, Pazartesi günü saat:17.00'de açılan sergide Karşıyaka Sacide Yorulmaz Sanat Atölyesi ressamlarından "Karşıyakalı Ressam Miray" olarak tanıdığımız Miray Yurtseven ve ressam arkadaşları Yıldız Gümüş ile Arzu Acar'ın yapıtları sergileniyor.
                         
24 Şubat 2018 tarihine kadar sergilenecek yapıtlar hakkında bilgi veren Ressam Miray Yurtseven etkinliği değerlendirirken;

"Bugün açılışını yaptığımız serginin öncelikli ereği, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde, yaşamın her alanında olduğu gibi, sanatsal etkinliklerde de kadın varlığının, kadın düşüncesinin, kadın emeğinin farkındalığını duyumsatabilme çabasıydı.. 
Dikkat edildiğinde sergideki resimler yaşamın tüm renklerini, tüm farklılıkları, alınteri, emek ve sabrı yansıtmaktadır. Doğadan bitki görsellerinin de resme dönüştüğü çalışmalarda kırsal yaşamdan örnekler ve hiç kuşkusuz insanların sadık dostları olan; atlar, beyaz güvercinler, köpekler vb. hayvanlar da unutulmadı. 


 
Sevgi ve özgürlük gibi kavramların metaforlarla anlatılmaya çabaladığımız resim çalışmalarımızı ise özgür düşünen kadının toplumsal duruş sergilemesi açısından saygın bulmaktayım. Çocuk, genç ve yaşlı insan portrelerinin de yer aldığı sergide ziyaretcilerin en çok ilgisini çeken tablolar, geleneksel el sanatları ile kaybolmaya yüz tutmuş zanaatlarımızı yansıtan çalışmalar olduğunu söyleyebilirim. 

Sanat ve sanatçıya her zaman destek olmuş ve tüm olanaklarını seferber eden Karşıyaka'nın örnek Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Mutlu Akpınar beyefendiye ve tüm çalışma arkadaşlarına, sanatsal yetkinliğimizin oluşmasında bizi her zaman yüreklendiren saygın hocamız Sacide Yorulmaz Hanımefendiye, 
etkinliğimizin paydaşları ressam arkadaşlarım Yıldız Gümüş ve Arzu Acar'a ve de galeriye gelerek sergimizi ziyaret eden tüm konuklarımıza çok teşekkür ediyorum.

Hayaller ve Tuvaller Resim Sergisini, üç kadın ressamın yağlıboya çalışmalarını sergilediği bir etkinlik olmasının ötesinde değerlendirilmesi dileğiyle, zekasını kullanan, emeğiyle ekmeğini kazanan, özgür düşünen, yüreği iyilik ve sevgi için çarpan herkesin 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum" dedi. 

Tüm sanat tutkunlarının davet edildiği HAYALLER VE TUVALLER Resim Sergisi 24 Şubat'a kadar gezilebilir. 

KALEIDOSCOPE olarak sanatçılarımızı kutluyor, başarılarının sürekliliğini diliyoruz..
 
















  
 





17 Şubat 2018

İYİMSERLİK GÜZELDİR, GERÇEKÇİ OLDUĞU SÜRECE








Yazar:  Doç. Dr. Selda Koydemir


Dürüst olmak gerekirse çok iyimser birisi sayılmam. Belki hayal kırıklığına uğramaktan korktuğum için kendimi savunma isteğimden, belki de genel kişilik yapımdan… Ancak yaşama çoğunlukla olumlu bir pencereden bakan, iyi şeylerin olacağına inanan insanları hepimiz biliriz. Belki siz de onlardan birisiniz.
İki meslektaşımla birlikte yakın zamanda Encyclopedia of Personality and Individual Differences’ta yayınlanmak üzere hazırladığımız bir kitap bölümü için iyimserlik konusunu enine boyuna inceledik. Yazdığımız bu bölümden seçtiğim bazı önemli noktaları sizler için derledim.

Gerçekçi bir iyimserliğin pek çok faydası var

Bir kişilik özelliği olan iyimserlik, gelecekte iyi şeylerin olacağına dair genel bir beklentidir. Yani kişi sorunlar veya zorluklar da yaşasa, başına kötü şeyler de gelmiş olsa, geleceğe olumlu bakar ve iyi şeylerin meydana gelebileceğine inanır. İyimserler de sorunları görür; ancak nispeten daha kötümser olanlara kıyasla iyimserler, iyi şeylerin olabileceğini daha çok düşündüğü için daha aktiftirler ve eyleme geçmeyi bilirler. Böylece ellerinden geleni yapmaya ve sorunun çözümüne katkıda bulunmaya çalışırlar. Nispeten kötümser olanlar ise zaten gelecekte iyi şeylerin oluşabileceği beklentisinde olmadıkları için eyleme geçmemeyi ve sorumluluk almamayı seçer.
Gerçekçi iyimserliği hatalı iyimserlikten ayırmak gerek
Pek çok araştırma, iyimserliğin fiziksel sağlığımıza olan etkisini açıkça ortaya koyuyor. İyimser hastalar kötümserlere oranla daha az acı çekiyor, daha hızlı iyileşiyor ve günlük aktivitelerine daha hızlı dönebiliyor. İyimser bireylerin bağışıklık sistemlerinin de daha iyi olduğunu biliyoruz. İyimserlik ayrıca mutluluğumuzla da olumlu ilişkili. İyimserler daha kaliteli bir yaşam sürüyor, yaşamdan daha fazla doyum alıyor ve stresle başa çıkmak için daha fazla çaba harcıyor. Kötümserlik ise depresif belirtiler, yalnızlık ve hatta intihar düşünceleriyle ilişkili. Bunun yanında iyimser insanların daha çekici olarak algılandığını gösteren bazı araştırmalar da var. Ayrıca iyimserler ilişkilerinden daha fazla doyum alıyor, daha yapıcı iletişim kuruyor ve çatışmaları daha iyi çözüyor.
Gelelim gerçekçi iyimserlik ve kör, yani hatalı iyimserliğe. Gerçekçi bir iyimserlikle sürekli pozitif düşünmek arasındaki ince çizgiyi iyi çizmek gerekir. Gerçekçi iyimserler her şeyin ne kadar muhteşem gittiğini veya ileride her şeyin iyi olacağını tekrarlayıp durmaz. Olumsuzlukları da görür; ancak onlarla başa çıkmak için aktif olarak bir şeyler yapmaya isteklidir. Hatalı iyimserlikte ise “her şey çok iyi olacak” tadında bir yaklaşım vardır. Bu yaklaşımla birlikte kişi rasyonellikten uzaklaşır. Hatalı iyimser “Sorun edecek, endişelenecek hiçbir şey yok, her şey güzel olacak” derken, gerçekçi iyimser ise “Bu sorun gerçekten de hoş değil, bize zarar verebilir. Ancak doğru adımlarla ilerlersek bunu çözmek için yol kat edebiliriz” der.
Hatalı iyimserlik hem bizi tehlikelere açık hale getirebilir hem de başkalarına zarar vermemize neden olabilir. Ayrıca başkaları acı çektiğinde, yalnızlık veya öfke hissettiğinde bu duyguları ifade etmelerine izin vermemizi de engelleyebilir. Öyle ya, sürekli olumlu düşünen ve olumsuzlukları görmemeyi seçen insanların yanında gerçek (olumsuz) duygularınızı ifade etmekten çekinir hale gelebilirsiniz. Onlar her şeyi tozpembe görürken üzülmek utandırır belki de sizi.
Yaşamın sadece iyi taraflarına ve başımıza gelen iyi olaylara bakmak, olumsuzlukları görmezden gelmek ve gerçekleri göz ardı etmek, pek çok olumsuzluğa hazırlıksız yakalanmamıza neden olabilir. Küçük sorunlar görmezden gelindiğinde veya kabul edilmediğinde büyüme ve yayılma eğilimi gösterebilir. Bazı riskli davranışları düşünün. Şayet gerçekçi bir iyimser değilsek ve her şeyi tozpembe görüyorsak, sağlığımızın bozulmayacağına inanıp birtakım kötü alışkanlıkların bize zarar verme ihtimalini de küçümseriz. Örneğin; gerçekçi olmayan iyimserliğin kalp krizi riskini artırdığı biliniyor. Bunun nedeni ise bu kişilerin kendi sağlıklarına yönelik bir tehlikenin olmadığını düşünmeleri ve hastalıkları önlemeye yardımcı olan davranışlardan kaçınmaları. Benzer şekilde aşırı iyimser insanlar kötümserlere oranla kumarda kaybetme ihtimallerini daha çok küçümser. Bu tarz bir iyimserlik kısa vadede bizi rahatlatabilir ve haz almaya itebilir; ancak uzun vadede sonuçların kötü olma ihtimali yüksektir. Ayrıca hatalı bir iyimserlik, kendimizden gerçekçi olmayan beklentiler içine girmemize ve “Nasıl olsa başarırım” düşüncesini benimseyip şayet başarısız olursak hayal kırıklığı ve suçluluk deneyimlememize neden olabilir.

Gerçekçi iyimserliği artırmak mümkün

Bir kişilik özelliği olarak iyimserliğin genetik bir boyutu var. Yani bazılarımızın daha iyimser olmaya doğuştan yatkınlığı var. Ancak çevresel faktörlerin de iyimserliğin veya kötümserliğin gelişmesinde oldukça etkisi olduğu kesin. Örneğin; bir yakının kaybı, cinsel veya fiziksel taciz, ebeveynlerin kötü davranışları veya ebeveynlerin boşanması gibi yaşam olayları iyimserliği olumsuz yönde etkilerken güvene, desteğe, sevgiye, kabule ve iyi iletişime dayanan bir aile ortamı ise iyimserliği olumlu yönde etkiliyor.
İyimserlik kişilik özelliği olduğu için nispeten sabit olsa da, uzun dönemde artırılabileceğine ve kötümserliğin de törpülenebileceğine dair araştırmalar da var. Özellikle son yıllarda iyimser bakış açısını geliştirmeye yönelik bazı girişimlerin olduğunu görüyoruz. Örneğin; her akşam yatmadan önce o gün iyi giden 3 şeyi yazmak, araştırmalara göre iyimserliği olumlu yönde etkileyen bir egzersiz. Bu 3 şeyin küçük veya büyük olması, önemli görünüp görünmemesi çok mühim değil. O gün iyi bir haber almaktan tutun, yolda işe giderken şirin bir köpek görmeniz ve bunun sizi gülümsetmesine kadar size olumlu gelen her şey olabilir. Bunu her akşam yapmak yerine haftanın bazı günleri yapmanız da mümkün. Kendi yaşam şeklinize uydurmaya çalışabilirsiniz. Ben bu etkinliği yıllar önce, belki de henüz araştırmalara konu olmadığı zamanlarda yapmaya başlamıştım. Bunun için kendime güzel bir defter aldım ve her akşam o gün için iyi giden şeyi (veya birden fazla) yazmaya başladım. Beni oldukça olumlu etkiledi diyebilirim.
Bunun yanında bir başka etkinlikte kendimizi gelecekteki tüm hedeflerimize ulaştığımız şekilde hayal etmemiz ve orada kendimize dair gördüğümüz olumlu resimleri anlatmamız isteniyor. Burada neler yapıyoruz, nasıl biriyiz, neleri başardık, yeni hedeflerimiz neler, kimlerle birlikteyiz… Bu ve benzeri soruları kendimize sorduğumuz bir etkinlik bu. Bu etkinliğin de iyimserliği geliştirmede etkili olduğuna dair araştırma sonuçları var. Ancak bazı çalışmalarda benzer etkinliklerin tam tersine olumsuz duygulara yol açabildiğine dair sonuçlar da var. Bu nedenle dikkatli olmak önemli.
Bunların dışında, düşünce şeklimizde yapacağımız bazı değişikliklerin de iyimserliğin geliştirilmesinde veya en azından daha rasyonel bir bakış açısı geliştirip kötümserliğin azaltılmasında işe yaradığı biliniyor. Örneğin; kötümserler başlarına kötü bir olay geldiğinde bunun kalıcı olduğunu ve değişmeyeceğini düşünür. Oysa iyimserler bu kötü olayı kabul eder, ancak eyleme geçerek ve bazı değişiklikler yaparak ileride sorunu çözebileceğine veya bu kötü durumun geçeceğine inanırlar. Ayrıca kötümserler bir hata yaptığında veya başarısız olduğunda kendilerini suçlama ve “ben zaten işe yaramaz biriyim” gibi genellemeler yapma eğiliminde olurlar. Bunun yerine iyimser bir bakış açısıyla bu sefer hatalı veya başarısız olduğumuzu kabul edip, bir sonraki durum için neleri farklı yapabileceğimize odaklanmak, düşüncelerimizle ilgili yapılabilecek çalışmalara örnek olarak verilebilir. Olaylara yüklediğimiz anlamların rasyonel olması için kendimize sorular sormanın da etkili olduğu araştırmalarda ortaya çıkan bir diğer sonuç.
İyimserlik konusu uzun ve göründüğünden daha karmaşık aslında. Önerilerime gelirsek:
  • İyimserliği pozitif düşünce veya Polyannacılıkla karıştırmamalıyız.
  • Umutlu olmaktan vazgeçmemeli, ancak gerçekçi olmanın önemini de unutmamalıyız.
  • Durumun veya olayların ne derece değiştirilebilir olduğunu değerlendirmeli ve adımlarımızı buna göre atmalı, şayet kontrolümüz dışında olan seyler varsa bunu kabul etmeliyiz.
  • “Çok” iyimser olmanın bizim için her zaman en iyi sonuçları getirmeyeceğini akılda tutmalıyız.
Shakespeare’in bir sözüyle bitirelim: 
İyi ya da kötü diye bir şey yoktur, düşünce onu öyle yapar.”
SO RICH İSTANBUL BOUTIQUE - Karşıyaka / İZMİR

HAYALLER VE TUVALLER


01 Şubat 2018

BİR YANIK ÜLKE



Kula, Manisa’ya bağlı, yaklaşık 25.000 nüfuslu, tarihi oldukça gerilere uzanan bir ilçe. İlçenin adının “kule” sözcüğünden kaynaklandığı ile sürülmekte. Hikaye bu ya, yörenin havası ve suyu iyi olduğu için, zengin bir kişi hasta olan kızının iyileşmesi için buraya bir kule yaptırmış ve bu kule de bulunduğu yere adını vermiş.
Neden “Yanık Ülke”?
 Amasyalı hemşehrimiz, antik çağın büyük coğrafyacısı Strabon, Geographika adlı eserinde Kula’nın bulunduğu coğrafyayı “Katakekaumene” yani “yanıp bitmiş, kül olmuş” olarak tanımlar. Strabon’a göre “burada hiç ağaç yoktur; sadece kalite olarak ünlü şarapların hiçbirisinden aşağı olmayan şarabın elde edildiği bağlar vardır. Toprağın yüzü küllerle kaplıdır, dağlık ve kayalık olan ülke sanki yangından olmuş gibi siyah renktedir. Bazıları bunun yıldırımlardan ve ateşli yeraltı patlamalarından olduğunu tahmin etmektedir”. Gerçekten de yaklaşık olarak oniki bin yıl önce patlayan bir yanardağ oldukça geniş bir bölgeyi etkilemiştir. Dikkate değer jeolojik oluşumların bulunması nedeniyle bölge dünyanın 99. jeopark alanı olarak ilan edilmiş. Günümüzde volkan konisini, peri bacalarını, karstik mağaraları barındıran jeopark alanının çok küçük bir bölümü gezilebilmekte



Belediyenin girişinde jeoparkı anlatan güzel bir salon hazırlanmış. Kanımca buradaki en güzel malzeme, yanardağın patlaması sırasında kaçışan insanların küller üzerinde bıraktığı ayak izleri. Bu ayak izlerinin bir bölümü de Ankara’da MTA Tabiat Tarihi Müzesi’nde bulunmakta. Tempo Tur’un kış aylarında düzenlediği ücretsiz müze gezilerine katıldığınız takdirde, bu ayak izlerini görmeniz mümkün.

Gezginlerin Kaleminden Kula

Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Kula’nın küçük bir kasaba olduğunu belirtir.

1830’larda bölgeyi gezen Hamilton, Researchers in Asia Minor, Pontus and Armenia’da, Kula’yı “yanık ülke” haline getiren Kara Devlit yanardağından söz eder ve “üzerinde şehrin durduğu siyah lavdan yapılmış evler, temiz ve iyi döşeli bir avluyla genelde yoldan ayrılıyor ve loş görüntüsüne katkıda bulunan yüksek bir duvarla çevriliyor” diye yazar. Şehrin nüfusunun üçte birini Rumların oluşturduğunu belirtir. 

Hamilton’dan kısa bir süre sonra Kula’yı ziyaret eden Charles Texier de Küçük Asya adlı eserinde yanardağ hakkında bilgi verdikten sonra şehirden; “ağaçlıkların arasında, beyaz duvarlarıyla gözükerek şehrin siyah volkanik taşlardan yapılmış evlerinin hüzünlü görüntüsünden sıyrılan camilerin çok sayıdaki minareleri, ağaçların üzerinden görünür. Hemen hemen bütün evler, birkaç ağaçla gölgelenmiştir. Sokaklar temizdir. Çalışkan ve sanat sahibi olan halkının, rahat içinde olduğu görülür. Yün, pamuk, afyon ve tahıllardan oluşan yerel ticareti, hemen hemen tamamen Rumların elindedir. Türkler kervan ticaretinden başka Rumlarla bir sanatı paylaşırlar ki o da iyi bir geleceği olan halı üretimidir. Bu halılar Amerika’ya kadar ihraç edilir” satırlarıyla söz eder.

Şehrin 1890’lardaki hali hakkında bilgi veren Vital Cuinet de La Turquie d’Asie’de Rum nüfusunun azalmış olduğunu, şehirde 30 cami, 2 ortodoks kilisesi, 3 hamam, 2 han, 1 çarşı, 35 dükkan, 10 kahvehane, 12 depo, 2 fırın ve 15 çeşme bulunduğunu yazar. 

Kula Evleri

Şüphesiz ki, bir kenti gezmenin en iyi yolu sokakları arşınlamaktır. Biz de öyle yapıyoruz. Kula sokaklarının dikkati çeken noktası çok sayıda tarihi eve sahip olması. Bu evleri ahşap ve taş yapılar olarak iki ana gruba ayırmak mümkün. Ahşap konaklar Müslümanlara, taş yapılar ise Gayrımüslimlere ait.
Müslümanlara ait Kula evleri genellikle bahçe içinde, iki katlı olup üst katlar sokağa doğru çıkıntılı. Çatılar çoğunlukla kiremitle örtülü. Sokaklar dar olduğu için bazı sokaklarda evler birbirinin içine girmiş durumda. Karşılıklı iki evin çatısı sokağın üstünü kapatmakta! 
Rum evleri ise taştan yapılmış ve görkemli bir dış görünüşe sahip. Kapılar oldukça yüksek.
Kula’da Türk mimarisini yansıtan konaklardan biri belediye tarafından satın alınarak daha çok etnografik eserlerin sergilendiği bir müze haline getirilmiş. 
Ahşap konaklardan biri kısa bir süre önce butik otele dönüştürülmüş. Burada bir gece konaklamak her halde ilginç olur.


Bazı ahşap konakların kapısında 1924 yılında kurulan “İtimad-ı Milli” sigorta şirketinin levhaları halâ durmakta.
Kula çarşısı hala geleneksel sanatların icre edildiği bir yer. Çarşıya yakın konumdaki Kurşunlu camii ve yakınlarındaki Roma dönemine ait çeşme görülmesi gereken yerler arasında. 
Geçmişten kalan iki kilisenin biri onarılmış ve kültür merkezine dönüştürülmüş. Bahçesinde bir kısmı Karamanlıca olan mezar taşları bulunmakta. Diğeri ise kurtarılacağı günü bekliyor. 

Bu arada belirtelim; başta Salihli olmak üzere Ege’de pek çok yerde tadabileceğiniz “odun köftesi” Kula’da da yapılmakta. Bir kilo kuzu kıymasının içine sadece yirmişer gram tuz ve un konularak yapılan köftenin özelliği meşe kömüründe pişirilmesi. Bu güzel köfteyi Kula’ya özgü ekşi maya ile yapılmış ekmekle birlikte yemek gerçekten büyük keyif!

Emre Köyü

Kula’ya kadar gitmişken Emre köyünü ziyaret etmemek olmaz. Bu küçük köyde iki önemli yapı bulunmakta. 
Bunlardan ilki Taptuk Emre Türbesi. Yunus Emre’nin Türkiye’nin çeşitli yerlerine yayılmış mekanlarından birisi de türbenin hemen önünde, tabir-i caizse “ayak ucu”nda. Yunus Emre, kırk yıl boyunca dergaha hepsi düzgün olan odunları taşımış. Bu nedenle olsa gerek Yunus Emre’nin mezarının başucuna üzerinde balta rölyefi olan bir Roma mezar taşı konulmuş!


Köydeki ikinci yapı ise 1547 yılında yapılmış olan Carullah Bin Süleyman Cami. Cami'nin son cemaat yeri ve içi tamamıyla kalem işi süslemelerle dolu. Neler resmedilmemiş ki bu süslemelerde. Çiçekler, meyveler, ağaçlar, üzüm salkımları... İnanılması güç ama bir panoda “ananas” bile var! Bir duvara yeldeğirmeni çizilmiş, karşısındaki duvarda da yelkenliler, hurma ağaçları ve “apartmanlar” resmedilmiş.




Ressam, büyük bir olasılıkla, Kuzey Afrika limanları ile bazı Avrupa kentlerini görmüş. Araştırmacılar, resimlerin bir yabancı tarafından yapılmış olması ihtimali üzerinde de durmakta. Ayrıca, bazı resimlerdeki üslup farklılıkları, çizimlerin birkaç sanatçı tarafından gerçekleştirilmiş olma olasılığını da akla getiriyor.


Cami'nin arkasında bir şadırvan ile harap vaziyette bir hamam bulunmakta.


Bir başka rotada birlikte olma dileğiyle...


31 Ocak 2018

DİKKAT ROBOT ARILAR GELİYOR!..


Arı gibi çalışacak robotlar geliyor

Mühendisler aynı böcekler gibi hareket eden, sarı benzeri uçan robot böcekleri programlamayı başardı.
Cornell Üniversitesi mühendislerinden oluşan grup, böcek beyninin nasıl çalıştığını taklit eden yeni nesil programlar üzerinde çalışıyor. Normalde bir robot arının kanatları çırpmak, rüzgarı hesaplamak , uçuşu ayarlamak ve bir çiçeğe iniş yapabilecek rotayı hesaplaması için, masaüstü bilgisayar kadar bir bilgisayar taşıması gerekiyor.
Intelligent Systems and Controls Laboratuvarı’ndan makine ve havacılık mühendisi Prof. Silvia Ferrari, bunu nöromorfik bilgisayar çipleriyle çözebileceğini düşünüyor. Normal bilgisayar çipleri 1-0 ikili sisteminde çalışırken, nöromorfik çipler elektrik akımının ateşlenmesiyle çalışan kompleks kombinasyonlarla, aynı beyindeki nöronların ateşlenmesi gibi çalışıyor. Nöron Gibi Çalışan Çip Ferrari’nin laboratuvarı yeni nesil “olay bazlı” hissetme ve kontrol algoritmalarıyla nöral aktiviteyi taklit edebilecek şekilde geliştirmeler yapıyor. Bu sistemler nöromorfik çiplere eklenecek.








Çünkü bu çipler, normal çiplere göre çok daha az enerji tüketiyor, böylece aynı boyutta daha fazla yükleme yapılabilecek. Harvard Mikrorobotik laboratuvarı’nın geliştirdiği 80 mikrogramlık RoboBee (robot arı) ile birlikte çalışıyorlar. Robotta optik akış,görme ve hareket sensörleri var. Robot arı kabloya bağlı olsa da, araştırmacılar yeni güç kaynakları ile bunun üstesinden gelmeye çalışıyor. Cornell ‘in algoritmasıyla ağırlık çok artmadan, daha otonom ve kompleks çevrelerde robot çalışabilecek. “Hafif bir yel veya kapı çarpması küçük robotların kontrolünü kaybetmesine neden olabiliyor. İşte bu nedenle RoboBee için çarpmalardan kaçabilecek sensörler ve algoritmalara geliştirerek, halen uçmasını sağlamaya çalışıyoruz.
Önceki modellemelere dayanan bir robot yapamazdık, bu nedenle her durumu öğrenerek adapte olabilecek bir sistem geliştirmek istiyoruz,” diyor Prof. Ferrari. Taylor Clawson tarafından koşullara göre hız ayarlayabilen bir sanal simülatör geliştirildi. Fizik tabanlı simülatör RoboBee’nin her kanat çırpmasındaki maruz kaldığı aerodinamik kuvvetleri simüle ediyor. Sonuç olarak RoboBee kompleks uçuşlardaki hareketi tam olarak tahmin edebiliyor.
Tasarlanan otonom uçuş kontrolü aynı sinir ağı gibi çalışıyor. Bu ağ robotun üretimi esnasında olabilecek düzensizlikleri  tanımlayarak, bunu gerçek zamanlı olarak öğrenebiliyor. Prof. Ferrari , büyük otonom ve esnekliğe ilave olarak mikro kameralar ve dokunsal geri alımlı bir anten ve ufak tüyle gibi kontakt sensörleri ilave etmeyi planlıyor. Harvard’ın bu gezici robotu 17 mm uzunluğunda ve 3 g’dan az ağırlığa sahip. Saniye 44 mt hıza sahip olan robotu Ferrari’nin laboratuvarı yeni algoritmayla geliştirerek çeviklik sağlanmaya çalışıyor.
Ferrari’nin çalışması 4 yıllık Deniz Kuvvetleri Araştırma Ofisi’nden 1 milyon dolar fon ile devam ediyor.