07 Kasım 2018

ÖNCELERİ GAZOZ VARDI

SİYAH BEYAZ YILLARIMIZIN RENKLİ İÇECEĞİ GAZOZUN KISA TARİHİ

Gazoz… Siyah beyaz dünyamızın renkli bir tadıydı. Özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda yaşayanlar için… Çay bahçesinde pipetle köpürtüp, leblebi eşliğinde içilirdi. Kimi zaman mahalle arasında gazozuna maç yapardık. Kimi zaman da yazlık sinemada izlenen filme eşlik eder, içimizi serinletirdi. Kapağı bile çocukluk yıllarımızın en büyük oyun aracıydı. 
Altmışlı yıllara kadar yaz aylarında ortaya çıkan sokak satıcılarından biriydi gazozcu. Elle ittiği, tekerlekli, ahşap arabasının içine gazoz kasalarını yerleştirir, üzerlerine de kar ya da buz kalıpları koyarak çarşı pazar yerlerinde, parklarda, gazoz satarlardı. Gazoz arabasının geçtiği yerlerden damla damla sızan su, uzun bir iz bırakırdı. O yıllarda Türkiye’de yalnızca sade gazoz üretildiği için, gazozcular da bunu satarlardı. “Buz gibi gazoz, otuz iki dişe keman çaldırıyor!” sloganını bağırarak reklam yaparlardı. 
gazoz tarihçesi
Çocukluğu Gaziantep’te geçen şair Ülkü Tamer şöyle anlatıyor: “Gazozcuların başları kalabalık olurdu çoğu kere. Bir alıcı, yedi sekiz seyirci. Tekerlekli arabaların üstündeki buz kalıplarına yerleştirilmiş şişelerden birini kaldırırdı gazozcu, iyice sallar, sorardı: ‘Caşar mı, caşmaz mı?’ Alıcı, şişeyi süzerdi bir süre. Kapak açılınca gazozun taşıp taşmayacağını kestirmeye çalışırdı.‘Caşar.’ Gazozcu da aynı görüşteyse, şişeyi bir daha sallar, yine sorardı: ‘Caşar mı, caşmaz mı?’ ‘Caşmaz.’ Gazozcu, öyle düşünmüyorsa, kapağı açardı. Gazoz taşarsa, alıcı beleşten içerdi gazozu. Taşmazsa parasını tıkır tıkır öderdi.”
gazoz tarihçesi
Osmanlı döneminde evlerde yapılan serinletici şuruplar, şerbetler içilirdi. Şekerle kaynatılan sıvıya şurup, kaynatılmadan hazırlanana da şerbet deniyor. İçine kar konularak soğutulan bal şerbeti, pekmez şerbeti, badem şerbeti, gül, karanfil, zambak gibi hoş kokulu bitkilerin yanı sıra yine aromalı kayısı, vişne, limon, portakal, turunç, çilek, demirhindi, nar, koruk, meyan şurup ve şerbetleri, kadim zaman insanlarının ferahlık ve şifa niyetine içtikleri şeylerdi. Tükenmez denen (Arapçası meşrubat) fermantasyona uğratılmış meyve suyu da yapılırdı. Bu içecekler evlerde yapılması yanında, çarşılarda, kalabalık yerlerde şekerci dükkanlarında da yapılıp satılırdı. İlk dükkanını Bahçekapı’da açmış olan Şekerci Hacıbekir, meşrubat satma geleneğini on dokuzuncu yüzyıldan beri sürdürmektedir.
gazoz tarihçesi
Gazoza bir tür şerbet de demek mümkündür. Ana maddesi su olan, gazlı şerbet. Suya önce karbondioksit katılır. Dinlendirilir. Sonra bu suya şeker, meyve suyu, aroma, esans eklenir. Gazlı su depolarda saklanır. Özel makinelerle şişelere doldurulup kapaklanır. Ve tabii soğuk içilir. O, buzdolabının, soğuk hava depolarının olmadığı dönemlerde, gazozu soğutmanın tek yolu, dağlarda saklanmış kar ile kocaman kalıplar halinde üretilen buzdu.
Gazoz, Fransızca bir sözcük: Gaze-use. Gazozun Türkiye’de ortaya çıkışı, on dokuzuncu yüzyıl sonlarında olur. Bir kaynağa göre gazoz Türkiye’ye maden suyu ile birlikte ithal malı olarak girer. Niğdeli bir Rum olan Aleksandr Mısırlıoğlu, 1890’da Fransa’ya giderek gazoz yapımında kullanılan makinelerle birlikte gazoz üretim hakkını satın alır. Sonra Aleksandr Mısırlıoğlu, Pandelli Mısırlıoğlu, Ligor Bazlamacıoğlu, Leon Şor adlı ortaklar Karaköy’de ilk gazoz imalathanesini kurdu. Böylece piyasaya çıkan ilk gazoz, Mısırlıoğlu adını taşır. Bunu, Hasanbey, Hürriyet (1908), Neptün (1917’de Beyaz Ruslar tarafından) ve 1923 yılında da Cumhuriyet gazozları izledi.
gazoz tarihçesi
O ilk yıllarda gazoz, şişenin yanı sıra, sokak esnafının el arabasında taşıdığı sifonla bardağa doldurularak da satılırdı. İstanbul’da gazoz, evlerde de yapılırdı. Eski bir yemek kitabından alınan tarifte gazoz yapılışı şöyle anlatılıyor: “İki dirhem asid sitrik (yani limon tuzu), dört dirhem bikarbonat dö sud (karbonat) ile yarım kıyye suyu vaz edüp iki saat durduktan sonra sifon namındaki şişeyi alup beş altı saat mürurundan sonra istimal oluna. (… bekletildikten sonra içile.)”
gazoz tarihçesi
Daha sonra Cincibir, Ankara, Elvan, Kocataş, Olimpos, Recep, Şirin Ada, Güven gibi yerel gazoz markaları ortaya çıkmış. Anadolu’daki ilk gazozlar Niğde’de Fertek, Ankara’da Ankara gazozu ve Bursa’da Nilüfer gazozlarıdır. Bir ara TEKEL tarafından gazoz üretimi yapılmışsa da, 40’lı yıllarda bundan vazgeçilmiştir. Bugün maden suyuyla ünlü Kızılay’ın da gazoz üretimi yaptığı biliniyor. Türkiye’de 60’lı yılların ortalarına dek birçok ilde yerel olarak üretim yapan, adları yerli olan gazoz imalathaneleri bulunuyordu.
gazoz tarihçesi
Gazozun on dokuzuncu yüzyıl sonlarında başlayan saltanatı, 60’lı yılların ortalarına kadar sürecekti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında değişen toplumsal yaşamda, oldukça yaygınlaşacak, bir dönem Türk filmlerinde Nuri Alço’nun “Soğuk gazoz içer misin yavrum?” replikleri, bir dönem annelerin, anneannelerin “Aman dikkat et gazozuna ilaç atarlar” sözleriyle tehlikeli bir içecek haline gelse de, onu tahtından eden Cola’nın saltanatının başlaması olacaktı.
Kaynak: http://www.leblebitozu.com/siyah-beyaz-yillarimizin-renkli-icecegi-gazozun-tarihcesi/

İŞTE DÜNYANIN EN ÜNLÜ MÜZELERİ

Louvre Müzesi, British Museum, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Rijksmuseum başta olmak üzere dünya üzerindeki farklı ülkelerin tarihi ve kültürel zenginliklerini yansıtan, mutlaka görmeniz gereken müzeleri derledik.

Musée du Louvre – Paris, Fransa

louvre müzesi
12. yüzyılın sonlarında kale olarak inşa edilen bu yapı, saray yapılmak için genişletilmiş, ancak Fransız Devrimi’nden sonra hükümet tarafından müze olarak kullanılmasına karar verilmiştir. İçerisinde antik Yunan, Roma koleksiyonları, ünlü ressamlara ait tablolar ve heykeller barındıran Louvre Müzesi, ayrıca dünyanın en büyük müzelerinden biri unvanını taşımaktadır. Louvre, dünyanın en ünlü ve değerli sanat eserlerine de ev sahipliği yapmaktadır. Leonardo da Vinci‘nin Mona Lisa‘sı, The Virgin and Child with St. Anne, Madonna of the Rocks, Jacques Louis David‘in Oath of the Horatii adlı eseri, Delacroix’nın Liberty Leading the People adlı eseri ve Alexandros of Antioch‘un Venus de Milo‘su bunlardan birkaçıdır.

Rijksmuseum – Amsterdam, Hollanda

rijksmuseum
Burası için Amsterdam’ın en ünlü müzesi diyebilir. Adı Krallık Müzesi anlamına gelen Rijksmuseum’da Amsterdam’ın sanat ve tarihine dair her şeyi bulmak mümkün. Resim, heykel ve savaş kostümlerinin yanı sıra, geçmiş yüzyıllardaki yaşama dair bilgi vermek amacıyla hazırlanmış konsept odalar müzenin en çok ilgi gören bölümlerini oluşturuyor. Bu odalar, 17. yüzyıl Amsterdam’ının aristokrat evleri nasılsa aynen o şekilde dizayn edilmiş ve hiçbir ayrıntı atlanmamış. Müzede, Hollanda Altın Çağı’na ait geniş bir tablo koleksiyonu ve Asya sanatı koleksiyonunu görebilirsiniz. Jacob van Ruysdael, Frans Hals, Johannes Vermeer, Jan Steen ve Rembrandt’ın şaheserleri de bu müzede yer alıyor.

Museo Guggenheim Bilbao – Bilbao, İspanya

museo guggenheim
Modern Sanat Müzesi olarak kurulan ve çağdaş mimarisi ile ödüle layık görülen Guggenheim Müzesi’nde resim ve heykellerden daha çok ön plana çıkan ise modern sanat objeleri. Kandinsky, Dali, Miro, Klee ve Matisse gibi ünlü ressamların eserleri kadar müze dışında yer alan 20 metre yüksekliğindeki yavru köpek heykeli Puppy de görülmeli.

National Gallery – Londra, İngiltere

national gallery
Londra’nın Batı Avrupa resimlerine adanmış müze ve sanat galerisi National Gallery, aslan heykelleri, süslü havuzlarıyla Londra şehrinin mimari yapısına da bir değer katar. 1838 yılında faaliyete geçmiştir. Trafalgar Meydanı’nda bulunan bu ünlü galeri 13. yüzyılla 19. yüzyıl arasında yaratılmış 2300’ün üzerinde sanat eserine ev sahipliği yapıyor. Yapıtlarını görebileceğiniz ressamlar arasında Botticelli, Michelangelo, Rembrandt, Van Gogh ve Monet’nin bulunduğu müzede Van Gogh’un Günebakanlar’ı, Rembrandt’ın otoportresi ve Jan van Eyck’in Arnolfini Portresi mutlaka görülmeli.

Gemäldegalerie – Berlin, Almanya

gemaldegalerie
72 odası bulunan Gemäldegalerie Sanat Müzesi 1830 yılında açılmış. 13. – 18.yüzyıl dönemlerine ait eserlerin sergilendiği müzede Albrecht Dürer, Lucas Cranach, Hans Holbein, Rogier van der Weyden, Jan van Eyck, Raphael, Titian, Caravaggio, Giambattista Pittoni, Peter Paul Rubens, Rembrandt ve Johannes Vermeer gibi dünyaca ünlü ressamların yapıtlarını görebilirsiniz.

Magyar Nemzeti Múzeum – Budapeşte, Macaristan

hungarian national museum
Budapeşte’nin en önemli ve en geniş kapsamlı müzesi olan Macaristan Ulusal Müzesi’nin görkemli mimarisi henüz içine girmeden insanı etkilemeyi başarıyor. Çok sayıda heykel bulunan müze bahçesi, her yıl müze festivaline ev sahipliği yapmaktadır. Müzede, eski ve modern tarihe dair çok sayıda eser bulunmaktadır. Kralların kişisel eşyalarının da sergilendiği müzede ünlü sanatçı Mozart’a ait bir de müzik enstrümanı bulunmaktadır.

Galleria degli Uffizi – Floransa, İtalya

Galleria degli Uffizi
Uffizi Müzesi, Floransa’nın en önemli sanat galerisi olmakla birlikte İtalya’nın en çok turist çeken yerlerinden biri olma unvanını taşır. Ünlü Medici ailesinin sanat koleksiyonunun sergilendiği müzede freskler, heykeller, tavan süslemeleri karşısında hayran olmamak elde değil, müzede aynı zamanda Giotto, Botticelli, Michelangelo, Raffaello ve Leonardo da Vinci gibi sanatçıların eserleri bulunmaktadır. U şeklinde bir mimariye sahip olan ve toplamda birçok eserin sergilendiği 45 odadan oluşan müze binasının kendisi de Vasari imzasını taşıyan ayrı bir sanat eseridir. Bu müzenin içinde dolaşırken aynı zamanda Medici Ailesi’nin 500 yıllık tiyatro binasının içinde olduğunuzu unutmamalısınız.

Musei Vaticani – Vatikan, İtalya

vatikan müzesi
Rönesans mimarisinin mihenk taşlarını oluşturan Vatikan Müzeleri, dünya tarihinin en kıymetli heykellerini de kendi bünyesinde barındırıyor. Roma heykellerinden, mezar taşları ve kitabelerine, Hristiyanlık lahitinden San Giovanni Bazilikası’ndaki kırmızı mermer Papa tahtına, Leonardo da Vinci’den Caravaggio’nun eserlerine kadar birçok değerli yapıt yer alıyor.

Μουσείο Ακρόπολης (Akropolis Müzesi) – Atina, Yunanistan

akropolis müzesi
Büyük bir uygarlık, binlerce yıllık tarih ve geriye kalan, hayranlık uyandıran tarihi kalıntılar. Atina’nın tek tepesi üzerine kurulan Akropolis şehrinden çıkarılan objeler ve eserler müzede sergileniyor. Müzenin cam zemini sayesinde, ayaklarınızın altındaki tarihi kalıntıları görebiliyorsunuz. Tanrıça Athena’nın uğruna inşa edilen Pantheon’un freskleri de müzede yer alıyor.

Государственный Эрмитаж (Hermitage Müzesi) – St. Petersburg, Rusya

hermitage müzesi
Rusya’nın en görkemli şehirlerinden biri olan St. Petersburg’da bulunan Hermitage Müzesi, British Museum’dan ve Fransa’daki Louvre Müzesi’nden sonra dünyanın en büyük ve en önemli müzesidir. 1764 yılında ünlü Rus Çariçesi Katerina’nın bir müzayededen 200 tablo alıp bunları saklama isteğiyle temellerinin atıldığı düşünülen Hermitage Müzesi, aynı zamanda tarih boyunca Rusya’nın en önemli yönetim merkezi olan Kışlık Saray olarak bilinmektedir. İlk koleksiyonların oluşturulmasından sonra çok sayıda çar ve çariçeye ev sahipliği yapan Kışlık Saray, yeni sahipleri tarafından da her daim yeni eser eklenmesi bakımından korunmuş ve geliştirilmiş. 1917 yılına kadar halkla alakası olmayan ve sadece saray halkının kişisel sanat galerisi olarak görev yapan eserler bölümü, 1917 Ekim Devrimi ile sarayın tamamıyla birlikte müze haline getirilmiş. Hem Ekim Devrimi sırasında hem de daha önceki yıllarda yaşanan savaşlar nedeniyle taşınma ve kaçırma gibi olaylar esnasında ciddi eser kaybına uğramıştır.

British Museum – Londra, İngiltere

british museum
Kuruluşu 1700’lü yıllara dayanan, eski çağ ve etnografya koleksiyonlarına ev sahipliği yapan Londra British Müzesi şehrin en güzel müzelerinden bir tanesidir. Üstelik Londra’nın neredeyse ikonu halini alan müze, ev sahipliği yaptığı eserlerle şehrin en geniş tarihi dokusunu oluşturuyor. Doğa bilimci olan Sir Hans Sloane’nin ölümüyle ardında bıraktığı 69.253 parça olduğu söylenen mirasının devlet tarafından korunması için gerekli bir alana ihtiyaç duyulması müzenin kurulmasını sağlamış. 1753 yılında kurulan ve üç yüz yıllık bir tarih barındıran eserleri ile aynı zamanda dünyanın ilk kurulan müze unvanına da sahip Londra British Museum, Fransız mimari üslubu ile inşa edilmiş. Müzede ayrıca çizgiler ve baskılar, madalyonlar ve sikkeler, eski çağ yapıtları ve etnografi bölümü olmak üzere dört alan bulunuyor.

المتحف المصري بالقاهرة (Kahire Mısır Müzesi) – Kahire, Mısır

kahire müzesi
Tahrir Meydanı’nda bulunan Kahire Müzesi Fransız mimar Marcel Dourgnon tarafından neo-klasik tarzda yapılmıştır. Müze ilk olarak 1891’de Giza’da kurulmuş, 1902’de Kahire’ye taşınmıştır. Müzede Piramitler’den çıkarılan mumyalar, (Ramses ve ailesinin) altın masklar görülmeye değer. Fransız arkeolog Mariette, tarihi eserlerin yağmalanıp, yurt dışına çıkarılmasını engellediği için Mısırlılar vefa borçlarını Mariette’nin heykelini müzenin bahçesine dikerek ödemişler.

Museo Nacional del Prado – Madrid, İspanya

museo del prado
Madrid’de krallık koleksiyonunu bir araya getiren ve 1819 yılında Madrid’in ikonik binaları arasına giren Museo del Prado resim ve heykel müzesi olarak kurulmuş. Müzede resim ve heykel dışında çizimler, özel baskılar, madeni para koleksiyonu ve madalyalar da sergileniyor. Dünyaca ünlü İspanyol ve Hollandalı ressamların eserleri de müzede yer alır.

The Metropolitan Museum – New York, ABD

metropolitan müzesi
Metropolitan Müzesi, New York’ta Central Park yakınında 1880 yılında açıldı. 1870’li yıllarda oluşturulan müze heyeti yönetimindeki on yıllık bir çalışmadan sonra Avrupa’daki büyük müzelerle eş değerde bir hazine elde edilmişti. Kurulduğu günden bu yana da boyutlarını genişletmeyi sürdüren Metropolitan Müzesi, 52 resim galerisi, arkeolojik bölümler, dünya uygarlıkları bölümleri ve dekoratif sanatları sunan galerileriyle izleyiciye eşsiz zenginlikler sunmakta. Amerikan sanatının örneklerinin yanı sıra iki bin Avrupa resim ve heykel sanatı örneğini barındıran müzede antik uygarlıklara ait sayısız obje de yer almaktadır.

Gallerie dell’Accademia – Venedik, İtalya

gallerie dell'accademia
1750 yılında ressam Giovanni Battista Piazzaetta tarafından kurulan Accademia di Belle Arti, daha sonra Napolyon’un 1807 yılında kilise ve diğer dini yapılardaki sanat eserlerinin müzelerde sergilenmek üzere el konulması ile genişletilmiştir. Müzede Ortaçağ Bizans döneminden Rönesans’a, oradan da Barok ve Rokoko’ya uzanan beş yüz yıllık koleksiyon ziyaretçilere sunulur. Galerideki en çok dikkat çeken bölüm ise Titian, Giorgione, Tintoretto, Motera gibi sanatçıların da eserlerinin yer aldığı Rönesans koleksiyonudur.

İstanbul Arkeoloji Müzesi – İstanbul, Türkiye

istanbul arkeoloji müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç ana birimden oluşan bir müzeler kompleksidir. Osman Hamdi Bey önderliğinde ve Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adıyla kurulan Arkeoloji Müzesi 13 Haziran 1891 tarihinde ziyarete açılmıştır. Dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen yapıya daha sonra 1903 ve 1907 yıllarında sol ve sağ kanadın eklenmesi ile bugünkü Ana Müze Binası oluşmuştur
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, dünyada müze binası olarak tasarlanan ve kullanılan ilk on müze arasında yer alır. Ayrıca Türkiye’nin de müze olarak düzenlenmiş ilk kurumudur. Sahip olduğu çarpıcı koleksiyonların yanı sıra müze binalarının mimarisi ve bahçesi ile de tarihsel ve doğal öneme sahiptir. Müzede Arkaik Dönem’den Roma Dönemi’ne Antik Çağ heykellerini, Sidon Kral Nekropolü’nden gelen İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Tabnit Lahdi gibi dünyaca ünlü eşsiz eserleri görmek mümkündür.

Kaynak:  http://www.leblebitozu.com/dunyanin-farkli-sehirlerinden-gormeniz-gereken-16-muze/Uzak Rota, Prontotour, Lebriz Sanal Dergisi

2400 YIL ÖNCESİNDE BİR KÜTÜPHANE

İskenderiye Kutuphanesi

İskenderiye Kütüphanesi ve Tarihi

Kitap toplama, 5000 yıl önce Ortadoğu’da yazının icat edilmesinden bu yana süregelen bir gerçekliktir. Kütüphanelerin ilk örnekleri, Mezopotamya ve Mısır’da kil tabletlerden oluşmuştur. 
İskenderiye Kütüphanesi, M.Ö. 4. yüzyılın başlarında, Mısır’ın İskenderiye kentinde I. Ptolemaios Sotres tarafından kurulmuş antik kütüphanedir. İskenderiye Kütüphanesi’nden günümüze üç taş blok ve bir hatip heykelinin alt kısmından başka birşey kalmamıştır. Döneminde İskenderiye Kütüphanesi’nde tahminen 500.000 rulo olduğu sanılmaktadır.
Kütüphane için bugün Batı dünyasında kullanılan bibliothek kelimesinin aslı Yunanca’dır. Avrupa dilleri Yunanca ya da Latince’nin etkisinde kalarak bu kelimeyi değişik biçimlerde kullanmışlardır. Bu kelime, Latince’de biblion ve theke kelimelerinin birleşmesiyle bibliotheca şeklinde ifade edilmiştir. Biblion, papirüs rulolarına verilen ad olup, papirüsün yazı malzemesi olarak kullanılması ile birlikte bu kelime de kullanılmıştır. Theke ise herhangi bir şeyi içine alan, saklayan, koruyan anlamına gelmektedir. Bu iki kelimenin birleşmesi ise, kitapların korunduğu, saklandığı yer anlamını ifade etmektedir ki, bu şekliyle Türkçe karşılığı olan kütüphane kelimesine de anlam bakımından çok benzemektedir.
Kütüphane kelimesi Arapça ve Farsça iki kelimenin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Kütüp, Arapça kitaplar, hane ise Farsça ev anlamına gelir. Sonuç olarak kütüphane, bilgi kaynaklarının toplanması, korunması, düzenlenmesi ve yararlandırılması amacıyla kurulmuş kurumlardır.
iskenderiye

İskenderiye Şehri

Kitap toplama, 5000 yıl önce Ortadoğu’da yazının icat edilmesinden bu yana süregelen bir gerçekliktir. Kütüphanelerin ilk örnekleri, Mezopotamya ve Mısır’da kil tabletlerden oluşmuştur. Eski Mısır tapınaklarında dini görevlerle ilgili metinlerin olduğu küçük koleksiyonların yanı sıra, okul olarak kullanılan özel bir oda ve ayrı binası olan kütüphanelerin de bulunduğu bilinmektedir. Asur Kralı Asurbanipal’in (M.Ö. 668 – 627) kurduğu kütüphane, Antik Yakındoğu’da sistematik olarak toplanan ilk kütüphane olarak kabul edilmektedir. Ancak temelde, M.Ö. VII. yüzyılın ortalarından çok önce Mezopotamya’da kütüphanelerin varlığını doğrudan destekleyici kanıtların ortaya çıkmasıyla bu yanılgının geçerliliğini yitirdiği belirtilmektedir.
asurbanipal rolyef
Asurbanipal’i bahçesinde dinlenirken gösteren rölyef, Elam kralının başı en soldaki ağaca asılı (M.Ö 645 – 635)
Sümerlerin geliştirdiği çivi yazısı, 3000 yıla yakın bir süre boyunca Akkad, Assur, Babil, Pers, Hitit ve Urartu gibi birçok toplum tarafından kullanılmış; Fenike kıyılarında geliştirilen alfabe yazısına da öncülük etmiştir. Tarihin bilinen en eski destanı Gılgamış, Sümerlerin yazınsal alanda bıraktığı önemli eserlerdendir. Her türlü yazılı belgeyi derleyen Sümerler’in bu yazıtlar için kataloglar hazırlamamış olmaları da düşünülemez. Bilinen en eski bibliyografya M.Ö. 2000 yıllarında Sümerlerden kalmış bir kil tablet üzerinde yer alan altmış iki kitabın dökümüdür. Bu kitaplardan yirmi dört tanesi günümüze kadar gelmiştir.
gilgamis destani
Gılgamış Destanı
Anadolu’da M.Ö. XIII. yüzyılda yaşamış ve büyük bir uygarlık kurmuş olan Hititler’e ait kültür kalıntılarından en önemlisi olarak nitelendirebileceğimiz belgelerden biri çivi yazılı tabletlerdir. Hattuşa’da (Boğazköy – Yozgat), M.Ö. 1800-2000 yıllarına ait, Hititlerin resmi yazışmalarını, antlaşmalarını, kanunlarını ve daha birçok vesikalarını sakladıkları büyük bir devlet arşivi çıkarılmıştır. Hitit Devleti’nin başkenti sayılan Boğazköy’de yapılan kazılarda binlerce tablet çıkarılmıştır. Bunların, buluntu yerlerinin durumu ve konuları bakımından saray ve mabet kütüphanesi ve arşivlerine ait oldukları anlaşılmıştır. Burada alış ve satış, kira kontratları, borç senetleri, makbuzlar, devlet ve mabede getirilen vergi ve hediyelerin, oralarda yapılan harcamaların listeleri, çeşitli mektuplar arşiv olarak korunmuştur. Bu belgeler, genellikle toplu bir halde bulunmuşlardır ve bu belgelerin bazıları, üzerlerinde içinde ne olduğunu gösteren etiketler olan küpler içinde ele geçmişlerdir.
hattusa
Hattuşa
Asurlularda kütüphanenin kurucusu muhtemelen I. Tiglat-Pileser (M.Ö. 1112 – 1074) olmalıdır. I. Tiglat-Pileser tarafından kurulduğu sanılan kütüphane veya devlet arşivi, Babilce orijinal metinler ve onların Asurca kopyalarından oluşmaktaydı. Ancak, Asur kralı Asurbanipal’in kurduğu kütüphane, bugün bildiğimiz kütüphane tanımına göre bilinen en eski kütüphanedir. Asurbanipal kütüphanesi kurulana kadar bu durum arşiv denilebilecek şekilde muhafaza ediliyordu. Burada arşivlerden kütüphaneye geçiş söz konusudur.
Asurbanipal kutuphanesinden bir tablet
Asurbanipal kütüphanesinden bir tablet
Gelelim Helenistik Dönem’in tek olmasa da, en ünlü kütüphanesi İskenderiye Kütüphanesi’ne. Ortadoğu’yu da içine alarak tüm Akdeniz Havzası’nı kapsayan bölge, tarih içinde Helenistik Dünya olarak bilinir. Bu coğrafi bir terim olmaktan çok, kültürel birikimden doğan bir terimdir. Büyük İskender’in en büyük hedeflerinden biri, Yunan halkıyla fethettiği topraklarda yaşayan halkların yöresel ve milli duygularını yok ederek, bunları birbirleriyle kaynaştırıp yeni bir dünya yaratmaktı. Bunun için de ilk önce Grekçe’yi, bu topraklarda halklararası müşterek bir dil haline getirmiş, bunu imparatorluk parçalarını birbirine bağlayan bir güç olarak kullanmıştı. Özetle, Helen düşünce, fikir ve ruhunun, Şark hayatının formları ile mücadelesi ve nihayetinde bunlarla birleşmesi durumuna Helenizm denmektedir.
İskenderiye, Büyük İskender’in M.Ö. 382’de Mısır’ı fethi ile eski küçük yerleşmeleri birleştirerek kurduğu bir şehirdir. Coğrafi konumunun uygunluğundan dolayı çabucak büyümüştür. Sakinleri eski Mısır halkı olan Kobtlardan (Kıpti) çok, buraya yerleşen Yunanlılar, artık Filistin’i terk etmeye başlayan Yahudiler, doğunun Lübnanlı, Suriyeli çeşitli diller konuşan halklarıdır.
iskender lahiti
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan Büyük İskender Lahti: Büyük İskender’in İssos Savaşı esnasında III. Darius ile karşılaşmasını tasvir eden kabartmalar
Eski dünyada ve Akdeniz Havzası’ndaki devlet adamları bilimsel araştırmalara ve bilim adamlarına değer verdikleri gibi, Büyük İskender de bu kültür dünyasını oluşturmak için işin önemine vakıftı. Zira, etrafında topladığı, koruyup gözettiği bilim adamlarına çeşitli konularda araştırmalar yaptırdığı gibi, uzak ülkelere de bilim adamlarından oluşan heyetler göndererek, ticari, ekonomik, askeri vb. konularda bilimsel araştırmalar yaptırıyordu.
Helenistik dünyada bilime ve kitaba düşkün birçok insan, büyük kütüphanelerin kuruluşundan önce kendi özel kitaplık ve koleksiyonlarını oluşturmuşlardı. Bunların en meşhurları şunlardı: Peisistratos’un Kütüphanesi , Nicorates’in Kütüphanesi, Polycrates’in Kütüphanesi, Euclides’in Kütüphanesi, Euthydemus’un Kütüphanesi, Euripides’in Kütüphanesi, Platon’un Kütüphanesi, Aristo’nun Kütüphanesi, Clearchus’un Kütüphanesi, Domesthenes’in Kütüphanesi, Theophrastus’un Kütüphanesi.
Bu özel kütüphane ve koleksiyonlarının dışında, halka açık büyük kütüphaneler de kurulmuştur. Bunların içerisinde en meşhuru, şüphesiz ki Büyük İskenderiye Kütüphanesi’dir. Bu kütüphaneye eşdeğer olmasa da, dönemin diğer meşhur kütüphaneleri şunlardır: Serapeion Halk Kütüphanesi, Bergama Halk kütüphanesi, Antakya Patrikliği Kütüphanesi, Eupator Saray Kütüphanesi.
İskenderiye Kutuphanesi
İskenderiye Kütüphanesi
İskender’in ölümüyle imparatorluğun dağılışı sonunda bu topraklar İskender’in kumandanlarından Lagus’un oğlu I. Ptolemaios Sotres’in eline geçer. O da Mısır’da krallığını ilan eder. Mısır’da 300 yıl devam eden bu hanedanın ilk hükümdarı olan, savaşı sevmeyen I. Ptolemaios Sotres, hiçbir zaman ülkesinin sınırlarını genişletmek hevesine kapılmaz. Bilim ve edebiyata düşkünlüğüyle, Mısırlılar’ın gelenek ve göreneklerini, dinlerini benimseyerek halkın sevgisini kazanır. Büyük İskender’den devraldığı kültür politikasına, Helen bilginlerinin yardımlarını da ekleyerek, İskenderiye’de bir kütüphane kurma düşüncesindedir. Bu düşüncesini siyasal ve kültürel danışmanı Demetrias vasıtasıyla gerçekleştirir. Birçok bilginin de görev aldığı bu kuruluş çalışmasında, kütüphane önceleri bir araştırma enstitüsü görünümündeydi. Araştırma ve kitap satın alma giderleri saray tarafından karşılanırdı. Aynı aileden gelen diğer krallar da bu işe gereken önemi vermişlerdir. Kısacası M.Ö. IV. yüzyılın başlarında kütüphane kuruluşunu tamamlamıştır denebilir.
I. Ptolemaios Sotres
I. Ptolemaios Sotres
İskenderiye Kütüphanesi, İskenderiye’de Grek ve Makedonyalıların yoğun olarak yaşadıkları Brucheion Mahallesi’nde, saraya bitişik Musaion’a bağlı olarak kurulmuştur. Kütüphaneden günümüze üç taş blok ve bir hatip heykelinin alt kısmından başka birşey kalmamıştır. Araştırmacılar, kütüphanenin mimari yapısı hususunda, çağdaş kütüphaneler ile klasik Roma mimarisine bakarak çeşitli fikirler yürütmeye çalışmaktadırlar. Ancak bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Bu konuda Starabon (Yunan tarihçi, coğrafyacı ve filozof) bize az da olsa bilgi verir, ancak kütüphanenin inşasından söz etmez. Ayrıca, Musaion’un, sarayın sadece bir kısmını oluşturduğunu ve burada gezinti, oturma yerleri ve bilginlerin ortaklaşa yemek yedikleri geniş bir salonun bulunduğunu belirtmektedir.
iskenderiye kutuphanesi, otto von corvin
Otto Von Corvin’e göre İskenderiye Kütüphanesi, 1880
Kütüphane aynı zamanda bilimsel araştırmaların da yapıldığı bir akademi durumundaydı. Bünyesinde özellikle astronomi, tıp, matematik, geometri, fizik, coğrafya ve felsefe birimleri vardı, bu konularda, burada eğitim de yapılıyordu. Ayrıca burada bilim adamı, araştırmacı ve öğrencilerin kitap ve koleksiyonlardan rahatça faydalanmalarını temin etmek için kataloglar da yapılmıştır. Kütüphanede yapılan başarılı çalışmalardan birisi de, şüphesiz tercüme faaliyetleriydi. Çeşitli yörelerden, çeşitli yollarla (satın alma, bağış, gasp, emanet v.b.) elde edilen eserler, burada Yunanca’ya tercüme ediliyor, daha sonra da istinsah (elle çıkarma, aynısını yazma, kopya etme) suretiyle sayıları çoğaltılıyordu.
Mısır’a giren her kitabın buraya götürülmesi mecburiyeti vardı. Kitabın burada bir nüshası çıkarılıp sahibine verilir, kitabın aslı ise kütüphanede kalırdı. Bir taraftan da yurtdışına gönderilen memurlar, başka ülkelerde buldukları kitapları satın alıp getirirlerdi. Böylece o zamana kadar birçok bilime ait dağınık halde ve kaybolmaya mahkum durumda olan eserler emin bir yerde toplanırdı. Metinler, papirüs sayfaları birbirine eklenerek şerit haline getirilir ve bir sopa veya çomağa sarılarak saklanırdı. Kitaplar (papirüs tomarı) üzerlerine etiket konularak raflara yerleştirildi.
İskenderiye Kütüphanesi’nde tahminen 500.000 rulo olduğu sanılmaktadır. Kütüphanede Kallimachos zamanında, aşağı yukarı 490.000, Sezar zamanında ise 700.000 rulo bulunmaktaydı. Değişik ülkelerden toplanan kitaplar standartlaştırılmış kopya tekniğiyle çoğaltılmış ve konularına göre ayrılmıştı. Kireneli Kallimachos, kütüphanenin 120 ciltten oluşan sistematik bir kataloğunu hazırlamıştı. Her cilt ayrı bir konuyu ihtiva ediyordu. Pinakes adlı bu katalogda yazar, adları alfabetik olarak düzenlenmiş ve biyografik bilgiler verilmişti. Bizans dönemine kadar ulaşan ve o zaman eski Yunan Edebiyatı için standart müracaat kitabı olarak kullanılan katalog bugün kayıptır.
iskenderiye kutuphanesi
Kütüphanede günümüz biliminin bazı temellerini atan pek çok felsefeci ve bilim adamı da ya araştırma yapmış ya da araştırmalarıyla kütüphaneyi zenginleştirmiştir.
İskenderiye Kütüphanesi, ilk darbeyi M.Ö. 88 yılında yapılan savaşta almıştır. Bu savaşta İskenderiye şehri yanmış, kütüphane tahribata uğramış, burada bulunan bilim adamları, araştırmacılar ve öğrenciler başka yerlere gitmişlerdir. Ancak kütüphane kısmen tahrip olsa da varlığını sürdürebilmişti.
M.Ö. 88 yılındaki savaştan kendisini büyük ölçüde kurtaran kütüphane, en büyük darbeyi Roma İmparatorlarından Sezar, Traianus, Aurelianus ve Dioclatianus dönemlerinde aldı. M.Ö. 47 yılında Kleopatra ile anlaşan Sezar, donanmasıyla İskenderiye’ye geldi. Burada yapılan savaşta, Mısır Ordusu yenildi ve Sezar şehre girdi. Şehir bu savaşta tamamen yandı. Tabii bundan kütüphane de nasibini aldı ve tamamen yandı. Çok az sayıda da olsa yangından kurtarılan eserler, Serapeion Tapınağı’na taşındı. Sezar’ın kütüphanede bulunan kitapları Roma’ya götürmek üzere gemilere yükletmek için limana taşıttığı ve bu sırada limanda çıkan bir yangın neticesinde kitapların büyük bir kısmının yandığı da söylenmektedir.
Herman Goll, L'incendie de la bibliothèque d'Alexandrie, 1876
Herman Goll, L’incendie de la bibliothèque d’Alexandrie, 1876
İmparator Sezar zamanında yapılan bu tahribat neticesinde, artık evrensel şöhrete sahip Büyük İskenderiye Kütüphanesi’nden bahsetmek mümkün değildir. Bu tarihten itibaren sadece Serapeion Tapınağı’nda bir kitaplık kalmıştı.
İmparator Traianus dönemine (M.S. 98 – 117) gelince, İskenderiye’deki Yahudilerin buradaki Makedon ve Yunanlılarla çekişmesi, daha sonra bir iç isyana dönüşmüştü. İmparator bu isyanı çok kanlı bir şekilde bastırdı. Şehir tamamen tahrip oldu. Ancak çağdaş yazarlar bu isyan ve tahribattan bahsederken, kütüphanelerle ilgili bilgi vermemektedirler. Bunun sebebi muhtemelen tüm şehrin tahribatı içerisinde, evrensel özelliğini kaybeden kütüphanenin artık ufak bir detay olarak algılanmasıdır.
İmparator Domitius Aurelianus (M.S. 270 – 75) döneminde, Palmyra Kraliçesi Zenobia ile yapılan savaşta (M.S. 272) şehir harabeye döndü. Önemini yitirmiş de olsa, varlığını devam ettirmeye çalışan kütüphanenin de bu tahribattan nasibini aldığı tahmin edilmektedir.
iskenderiye kutuphanesi
İmparator Diocletianus dönemi (M.S. 284 – 305) yapılan önemli reformlarla anılır. Mısır eyaleti, gerek ekonomik ve gerekse stratejik yapısı itibariyle karışıklıkların eksik olmadığı bir yerdi. Diocletianus, Mısır’da yaptığı idari ve mali reformlarla, karışıklıkları önleyebileceğini düşünmüşse de çeşitli isyanları önleyememiştir. Nitekim 296 yılındaki isyan üzerine, imparator şehri yerle bir etmiştir. Tabii tüm binalarla beraber, kütüphane de zarar görmüştür.
Hristiyanlık resmi din haline geldikten sonra, Roma İmparatoru Teodos, putperestliğe devam edenlerin idam edilmesi, tapınaklarının yıkılması, doğudaki bütün heykellerin parçalanması emrini verir ve dine yabancı olan bütün kitapları da dine aykırı boş şeyler olarak ilan eder. Bunun neticesinde İskenderiye’de iç savaş başlar. Putperestlerle Hristiyanlar arasında çıkan bu savaş sırasında İskenderiye Piskoposu olan Teofilos’un emriyle 391’de hem tapınak hem de kütüphane yok edilir.
Ancak burada tamamen düzmece, aslı astarı olmayan bir iddiadan da bahsetmek gerekir. Buna göre, Amr bin As, İskenderiye’yi fethedince burada bir kütüphane ile karşılaşır. Ne yapacağını bilemez ve Hz. Ömer’e bir mektup yazarak fikrini sorar. O da cevabında, “Eğer bu kütüphanede bulunan kitapların ihtiva ettiği bilgiler Kuran’da varsa, bunlara artık lüzum yoktur. Kuran’da yoksa zaten hem lüzumsuzdur, hem de dine aykırıdır.” der. Bu cevap üzerine, Amr bin As da Büyük İskenderiye Kütüphanesi’nin kitaplarını yüzlerce hamama dağıtarak altı ay süreyle yaktırır.
yeni iskenderiye kutuphanesi
Yok olan efsanevi İskenderiye Kütüphanesi’nin bulunduğu alana yeni bir kütüphane yapılır ve 2002 yılında hizmete açılır.
Kaynak: http://www.leblebitozu.com/iskenderiye-kutuphanesi-ve-tarihi/ Antik Dönem Kütüphaneleri, İmparator Marcian’ın İskenderiye Kütüphanesi’ni Yaktırması, Eski Çağlarda Kütüphaneler, İskenderiye Kütüphanesi 

RENKLER VE ETKİLERİ

renklerin anlamı ve üzerimizdeki etkisiRenklerin Anlamları ve Psikolojik Etkileri nelerdir?

Kültürden kültüre değişmekle birlikte antik çağlardan beri birçok renge değişik anlamlar verilmiştir. Renklerin bir kısmı diğerlerine göre daha kolay  fark edilir, bazıları fizyoloji ve psikolojimizi olumlu veya olumsuz yönde daha çok etkiler. Çalışma ortamında renklerin doğru kullanımı, üretkenliği artırabilir; yaşanılan iç, dış mekanların daha ergonomik ve sevimli olmasını sağlayabilir. Aşağıda renklerin anlamları ve insan psikolojisi üzerindeki etkilerini paylaşıyoruz, inanıp inanmamak size kalmış.
KIRMIZI
Sıcak, ateş, kan, şehvet, aşk, samimiyet, güç, heyecan ve agresiflik gibi kavramları simgeler. Kan basıncını ve solunumu hızlandırabilir. İnsanları çabuk karar almaya ve beklentileri arttırmaya teşvik edici bir etkisi vardır. Kırmızı, dikkat çekici bir renktir. Kırmızı renkteki kelimeler ve objeler insanların dikkatini hemen çeker. Dekorasyon ve dizayn yaparken kırmızıyı tercih edersek bu objeler hemen farkedilecektir. Kırmızı, duygusal yoğunluğu arttıran ve çoşturan bir renktir. Kırmızı kıyafetler insana özgür enerjik bir moda sokabilir. Kendini kontrol etmekte zorluk çekenlerin kırmızı renkten uzak durmalarını tavsiye ederiz.
kırmızı rengin anlamı
Kırmızı, hakimiyet kuran bir renktir. Kırmızı renk insanların zamanı unutmasına yol açar. İşte bu yüzden barlarda ve gece klüplerinde kırmızı renge ağırlık verilir. Kırmızı renk kan rengidir, asırlar boyu tehlikenin ve tahribatın simgesi olmuştur. Trafik ışıklarında ‘dur’ sinyali olarak kullanılmasının nedeni de budur.
Kırmızı rengi tercih edenlerin kişilik analizlerinde, bu kişilerin güç ve iktidara düşkün oldukları görülür. Bu kişiler aktif, atılgan, girişken olup kazanmayı ve elde etmeyi sever. Belirleyici ve yönlendiricidir. Arzuludur, iştahlıdır, hırslıdır. Duygularını anlatırken tepkiseldir. Liderlik ve önderlik özellikleri toplumca hemen fark edilir.

MAVİ

Yalnızlığı, üzüntüyü, depresyonu, bilgeliği, güveni ve sadakati simgeler. Psikologların hasta görüşmelerinde mavi renkli giysiler asla giymemelidirler. İş görüşmelerine mavi giyerek gitmek kararlılığı ve bağlılığı ifade eder. İş görüşmelerine giden kişilerin kostümlerinde mavi rengi tercih etmeleri işe kabul edilmelerini sağlayabilir. Dolayısıyla mavi en popüler renklerden biri olmasına rağmen yiyeceklerle ilgili konularda mavi kullandığında dikkatli olmak gerekir. Çünkü mavi doğal bir iştah kapatıcıdır ve bazı durumlarda itici etki yaratabildiğinden kilo almak isteyenlerin mavi renkten uzak durmaları gerekir.
Kilo problemi olanların evlerini maviye boyamaları, onların diyetine  yardımcı olabilir. Bu nedenle kilo problemi olanların, özellikle yemek odalarını ve mutfaklarını mavi renge boyatmaları gerekmektedir. Aynı şekilde müşterilerinin daha fazla yemek yemesini arzu eden restoran işletmecileri ise mavi renkten kaçınmaları gerekir.
mavi rengin anlamı
Mavi ve açık mavi boyanmış ortamlar, verimliliği ve performansı arttırır. Çalışırken akılda kalması gereken notların altını kalın mavi kalemle çizmek okunan şeylerin akılda kalmasını kolaylaştırır. Dünyada neden mavi renkli kalemlerin tercih edildiğini sanırım birçok kimse düşünmemiştir. Mavi kalemle yazılan yazılar hafızada daha çabuk ve kalıcı olarak yer almaktadır.
Mavi rengi tercih edenlerin kişilik analizlerinde bu kişilerin toleranslı, hoşgörülü, anlaşma yanlısı olduklarını ve huzuru aradıklarını görmekteyiz. Çevreleri ve kendileri ile barışıktırlar. Az ile yetinirler, sabırlı ve metanetlidirler. Ayrıca çok fedakardırlar. Aileleri ve arkadaşları için oldukça özverili olmaları bazen suistimallere sebebiyet verebileceğinden dikkatli olmalıdırlar.

SARI

Parlak limon sarısı gözü en çok yoran renktir. Aynı zamanda sarı renk metabolizmayı hızlandırır. Odanızı parlak sarıya boyarsanız bebeklerin ağlamasına ve erişkinlerin sinirlenmelerine yol açarsınız. Ayrıca sarı sayfalı not defteri ve bilgisayar ekranında sarı renkli arka fon pek iyi bir fikir değildir. Beyninizi ve gözlerinizi yorar.
sarı rengin anlamı
Sarı, az miktarlarda kullanıldığında parlaklık ve sıcaklık hissi verir. Tıpkı güneşli bir gün gibi davet edicidir. Sarı, güneş ışığı gibidir, kendinizi iyi hissetmek için orada olmasını istersiniz ama gözünüzün içine girmesini istemezsiniz. Soluk sarı söz konusu olduğunda, çürümeyi, hastalığı, kıskançlığı ve hilekarlığı simgeler. Dolayısıyla sarı söz konusu olduğunda seçilen tonlar oldukça önemlidir.
Sarı rengi tercih edenlerin kişilik analizinde, bu kişilerin özgür ve bağımsız olmayı sevdikleri ortaya çıkmıştır. Değişkenlikten hoşlanırlar. Çapkın ve şıpsevdi bir yapı gösterebilirler. Günübirlik, dolu dolu yaşamaya bayılırlar. Çevrelerine enerji saçarlar. Yaşamlarında bir terslikle karşılaştıklarında hemen yeni bir ritme girerler. Bu kişilerin ikna kabiliyetleri üst düzeydedir. Entellektüel olma, yöneticilik, hırs ve iddia onun temel öğeleridir.

YEŞİL

Yeşil, pek çok kavramla ilişkili olarak karşımıza çıkar, bunların içinde en güçlüsü ve evrensel olanı doğadır. Buna bağlı olarak ayrıca yaşamı, gençliği, yenilenmeyi, ümitleri ve dinçliği simgeler. Bazı kültürlerde orta yaşlardaki gelinler, doğurganlığı simgelemesi icin yeşil giyer. Yeşil, gözler için en rahat renktir ve görme gücünü arttırır. Sakinleştiricidir ve sinir sistemi üzerinde doğal bir etki yapar. Yeşil aynı zamanda hastanelerde de tercih bir renktir. Çünkü hastaların rahatlamasını sağlar.
yeşil rengin anlamı
Yeşil, aynı zamanda Amerikan kültüründe parayı simgeler.
Yeşil rengi tercih edenlerin kişilik analizinde, bu kişilerin kendilerine değer verme duygularının çok fazla olduğu görülür. Doğru bildiğinde ısrarcıdırlar. Fikrinden ödün vermez. Kovalayıcı ve takipçidir. Otoritesi ve inandırıcılığı ile çevresindekileri etkilemeyi başarır. Bazen abartıya kaçarak megaloman küstah bir kişilik sergileyebilirler.

SİYAH

Tartışmalı bir renktir. Bir taraftan karanlık güçler, suç ve kötülük ile düşünülürken, diğer taraftan sadakat, sebat, dayanıklılık, ihtiyat, bilgelik ve güvenilirlik ile ilişkilendirilir. Bir tarafta yönetim ve güç anlamına gelirken diğer taraftan acı, keder ve yas anlamına gelir. Siyah, pek çok insan için kıyafet rengidir. Bazıları siyahı güçlü ve ciddi görünmek için kullanır. Bazıları ise daha zayıf gösterdiği için tercih eder.
siyah rengin anlamı
Siyah rengi seven insanlar genellikle özgüveni yüksek, azimli ve kararlı kimselerdir. Kendi kararlarını kendileri vermek isterler. Bu özellikleri ile iş hayatında başarılı olabilirler, fakat inatçılık ve aşırı hırs gibi olumsuzlukları dengelemeleri gerekir. Ayrıca, siyah giyen insanların ruhsal sorunlarının daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Özellikle çocuklarda inatçılığa ve depresyona neden olabilir

BEYAZ

Saflığı, temizliği ve masumiyeti simgeler. Pek çok kültürde gelinler beyaz giyer. Ayrıca temizliği simgeler. Bu yüzden doktorlar, hemşireler ve laboratuvar teknisyenleri steril görünmek icin beyaz giyerler. Beyaz, ışığı yansıtır ve ortamı serin tutar.  Dolayısıyla yaz ayının kıyafet rengidir. Genel olarak serin ve canlandıran bir his verir.
beyaz rengin anlamı
Beyaz rengi seven insanlar genellikle, temizliği, aydınlığı ve düşünmeyi seven, hayal dünyası geniş, soğukkanlı ve uzlaşmacı kişilerdir.

MOR

Asaletin rengidir. Lüks hayat, zenginlik ve zarafeti simgeler. Aynı zamanda romantizmin, duygusallığın ve tutkunun rengidir. Bazı insanlar mor rengi, gösterişli havasından dolayı dekorasyonda kullanmayı sever. Bazıları ise suni bir renk olarak algılar.
Morun açık tonları olan lavanta, leylak gibi renkler ilham verici etkileri için çalışma odalarında tercih edilebilir. Beyinsel faaliyetleri ve sanatsal düşünceyi arttıran mor, özellikle sanatçıların çalışma ortamları için uygun olabilir.
mor rengin anlamı
Mor rengi seven insanlar genellikle, ruhsal dünyası ön planda olan, kişilerdir. Duyarlılıkları fazla olduğu için sanat dallarında başarılı olma ihtimalleri daha fazladır.
KAHVERENGİ
Toprağın ve ahşabın rengidir. Sağlam ve güvenilir bir his verir. Kahverengi doğal, rahat ve açık bir atmosfer yaratmayı sağlar. Durağanlık, güçlülük, olgunluk ve güvenilirlik mesajları iletir.
kahverengi anlamı
Kahverengiyi seven insanların tenleri genellikle hassas ve duyarlıdır. Duygusal yönleri ağır basar. Kendilerini güvende hissedecekleri tanıdık ortamlara ihtiyaç duyarlar. Sakinliği ve sadeliği severler, fakat yalnızlıktan hoşlanmazlar.

PEMBE

Romantik ve narin bir renktir. Aynı zamanda sakinleştirici bir etkisi vardır. Araştırmalar gösteriyor ki, pembe insanları sakinleştirmekte ve kalpleri yumuşatmaktadır.
pembe rengin anlamı
Bir hapishanede kapı ve pencere demirleri pembeye boyandığında, mahkumların agresif davranışlarının kaybolduğu gözlemlenmiştir. Pembe enerjiyi çeken sakinleştirici bir rol oynar. Ancak maalesef pembe rengin teskin edici etkileri bazen kısa süreli olabilmektedir.
Pembe rengi seven insanlar ki bunlar genellikle kadınlardır, duygusal, neşeli, sorumluluklarının bilincinde ve biraz ürkektir, fakat çekingenliklerini fazla belli etmezler.

TURUNCU

Turuncu dışa dönük, heyecan ve mutluluk verici, dinamik, dikkat çekici, çarpıcı ve iç açıcı bir renktir. Kırmızıdan sonraki en sıcak renk olan turuncu gösterişin ve şatafatın rengidir, fakat kırmızı kadar rahatsız edici değildir. Turuncu renk metabolizmayı hızlandırır. Canlılık, cesaret ve güven verir. Zihni harekete geçirir.
turuncu rengin anlamı
Turuncu renk, kullanıldığı ortamlara neşe ve canlılık verir. Bundan dolayı, çocuk odalarında, mutfakta ve yemek odasında kullanılabilir. Çalışma odası ve dinlenme mekânları için çok uygun değildir.
Turuncu rengi seven insanlar genellikle dışa dönük, hareketli, neşeli ve sosyal ilişkileri kuvvetlidir. Bazen de gösterişe yatkınlık, sürekli haklı olma ve üstün gelme isteği görülebilir.

GRİ

Siyah ve beyaz renklerin değişik oranlarda karıştırılması elde edilen bir renk olan gri, gözün en rahat algıladığı renklerden biridir. Alçak gönüllülüğü ifade eden, uzlaştırıcı ve denge unsuru olan bir renktir. Ciddiyet ve hareketsiziliği çağrıştırır. Diplomatik ve ağır ortamlarda denge unsuru ve uzlaştırıcı olarak kullanılabilir. Kullanıldığı ortamlarda bunaltıcı bir havaya neden olabileceği için fazla tercih edilmeyen bir renktir.
gri rengin anlamı
Gri rengi seven insanlar genellikle olaylardan uzak durmayı tercih ederler. Kuralcı, tutucu ve hareketsiz yanları ağır basabilir. Karamsarlık ve içe kapanıklığa da neden olabilir. Aktif ve dışa açık insanlar griyi bunaltıcı bulurlar.
Kaynak: Nörolog Mehmet avuz, renklerinanlamlari.com http://www.leblebitozu.com/renklerin-anlamlari-ve-psikolojik-etkileri/

Ustaya Saygı: ARA GÜLER

Bu hafta, "Ustaya Saygı" bölümünde 17 Ekim 2018 tarihinde yitirdiğimiz ünlü fotoğrafçı ARA GÜLER'i ve fotoğraflarını kendi anlatımıyla sunuyorum. 
1928 yılında İstanbul’da doğmuşum. Çocukluğumdan beri benim fotoğrafa, kameraya ilgim zaten var. Muhsin Ertuğrul’un tiyatrosunda öğrencilik yaptım kurslara giderek. O zamanlar rejisör veya oyun yazarı olmak istiyordum. Muhsin Ertuğrul bana tiyatro sevgisini katmıştır. O arada İstanbul Üniversitesine devam ettim. 1950’de gazeteciliğe başladım. Dünyada hemen hemen gitmediğim yer kalmadı, çekmediğim fotoğraf. Bir çok ödül aldım, devlet sanatçılığı ödülü de buna dahil.
Önceleri hikaye de yazardım. Ama sonra fotoğrafla daha çok şey anlatabildiğimi gördüm. Benim fotoğraflarımda anlayanlar için tiyatro hala vardır. Film gibidir fotoğraflarım. Arka plan, ön plan, kompozisyon görürsün. Mana görürsün. Ben hikâyeciliği fotoğraflarda sürdürüyorum.
ara güler liman işçileri fotoğraf
Fotoğraf bir kere sanat falan değildir. Fotoğraf görülen bir şeyin zapta kayda geçmesidir. Fotoğraf meselesi bir arşiv meselesidir. Arşiv, kaybolmasın, yitmesin, bitmesin, gene bakayım, gene göreyim diye. Onun için fotoğraf bir alettir, makinedir onunla hayatı yakalarsın hayatı yakalamak da arşiv yapmandan çok daha mühimdir. Bir arşiv bir dünyayı getirir. Fotoğraf makinesinin icadı bunun içindir.
ara güler çaycı fotoğrafı
Benim yaşadığım İstanbul zaten İstanbul değildi. Aslında ben de İstanbul’u görmedim. İstanbul zaten bitmişti. İstanbul Pera’da bitti. Bizanslılar 1917’de Rus İhtilali olduğunda buraya beyaz Ruslar geldi, Asmalı Mescit kuruldu, orada bohem hayat başladı, herkes oraya daldı, Markiz açıldı falan ama hayat bitti. Bugüne baktığında Lebon diye sadece pastane kalmıştır. İnsanlar zamanla kendilerini bitiriyorlar, onun için biz İstanbul’un ölüsünü görüyoruz, ölü İstanbul’un üstünde geziyoruz.
ara güler fotoğraf
Benim bildiğim İstanbul, fotoğrafçı Abdullah Biraderler’in zamanındakinden hemen biraz sonrasıdır. Gerisi bir şey değildir. Bir de benim dediğim gözle İstanbullu adam yok. İstanbul’da fotoğraf çekmiyorlar ızdırap çekiyorlar. İstanbul ızdırabı çekiyorlar. Çünkü kaçırdıkları İstanbul’u bulamıyorlar.
ara güler balıkçı fotoğrafı
Sokağa çıktığım zaman o eski İstanbul’u arıyorum ben ama yok. Nerede bu İstanbul, denize düşmüş. Sevdiğin İstanbul nedir? Salacak’ta bir apartman veya bir bahçe var, onun arkasında bir konak var, oradan kör kedi çıkar veya ufak bir kedi yavrusu çıkar camdan atlar aşağıya.
ara güler sokak fotoğrafı
İnsan neye memleketim der? Çünkü orada camdan gördüğü kıza âşık olmuştur, bu tip hatıraların yan yana gelişiyle memleket doğar, onun için herkes memleketinde doğduğu yerde ölmek ister. Çünkü hatıraları oradadır yani, orada var olacağını düşünür, ben de şimdi fotoğraf çekmeye giderken o var olmasını istediğim şeyleri arıyorum ve bulamıyorum. Hayatın temposu değişti.
ara güler karpuzcu fotoğrafı
Afrodisias’a gittiğimde insanlar adeta 21. yüzyılda Roma’yı yaşıyordu. Adnan Menderes’in baraj açılışını çekmeye gitmiştim. Sonra kaybolduk. Yolu bulmaya çalışırken koca koca kayaların içinden geçtik sonra bir ışık gördük meğer kahveymiş, saat on birdi, lüks aydınlatmasında iki üç insan, odun sobası var, pişpirik oynuyorlar. Roma şapitoları, sütunları üzerinde almışlar masa diye kullanıyorlar kahvede. O gece orada kaldık. Dedim burada muhakkak bir şey var. Şapitoları falan kahvenin içinde görünce, nasıl bir yer burası diyerek her tarafı gezmeye başladım. 
ara güler boğaz kayıklar fotoğraf
Çocuklar arkama takıldı, abi gel burada da taş var, bir bakıyorsun boynuna kadar gömülü heykel toprakta kalmış kafası dışarıda. Evde bir tane sütun üstünde Afrodit’in bir şeyi var. Bir adam, ineğin yanında sigara içiyor. Oturduğu yer bir şapito. Bunları çektim. Hayat mecmuasına götürdüm. Hepsi birden, “Gider dağın taşın fotoğrafını çekersin, Türkan Şoray’ın fotoğrafını falan çek de kapak yapalım.” dedi. Türk basınının hali budur. Bugün de böyle.
ara güler mevlevihane semazen fotoğraf
Edebiyatçıların çoğu benim arkadaşımdı, her gece Sabahattin Eyüboğlu grubu vardı. Entelektüel bir hayat vardı. İnsanlar birbirlerinin evine gider edebiyat konuşurlardı. Şimdi futbol maçı konuşuyorlar.
ara güler ahşap köşk fotoğraf
Necip Fazıl Kısakürek, dünyada gelmiş geçmiş en büyük şairdir, fakat çok tehlikeli biridir. Orhan Veli Kanık arkadaşımdır, sarhoşken belediyenin açtığı lağım çukuruna düşüp öldü. Orhan Kemal de arkadaşımdı. 6-7 Eylül günü sokakta yürüdüğümüz babası Güney’in İstiklal Mahkemeleri başkanıydı. Atatürk’ten kaçıp gitmiştir. Bedri Rahmi Eyüboğlu da haftanın üç günü birlikte olduğum adamlardan. Fikret Mualla, dünyanın en iyi adamıdır. Sabahattin Eyüboğlu hocamızdı bizim. Onların içinde yaşadım. Onlara gidip de röportaj yapmama gerek yoktu.
ara güler çocuklar fotoğraf
İnsan her eserini sever ama özel olanı mutlaka vardır. Sirkeci’de çektiğim bir fotoğraf var. Sirkeci’de bir tramvayın önünde at arabasını çeken arabacı fotoğrafımı çok severim. Tam anında çekilmiş bir fotoğraftır, denk gelmiş ve ben de uyanık davranmışımdır orada. Anlık bir olaydır. Bir saniye geç kalsam o fotoğraf olmazdı. Bir dakika, öylesine uzun bir süredir ki fotoğraf çeken için. Bunu ancak bu işle uğraşan bilir. Eski İstanbul fotoğrafları da önemlidir. Ben çekmeseydim olmayacaktı. Eski İstanbul’u çekmiş olmak İstanbul’un yok olmasının önüne geçti. Kendisi yok ama fotoğrafı var.
ara güler tramvay at arabası fotoğraf
Artık herkes aynı. İnsanlar çok renksiz, renksizleştiler iyice. Eskiden mahalle diye bir şey vardı, meydanda manav vardı, nalbant vardı, ayakkabılarımızı tamir eden insanlar vardı. İnsanlar muhabbet ederlerdi sokaklara oturup… İnsanların bir arada bulunma zamanları azaldı. Şimdi sokaklarda otomobil parkından başka bir şey yok. Artık doğal hayat kayboldu. Her taraf maden duvar. Herkes maden kutuların içinde. Hava yok. Sinirler alışıyor. Çocuklar ona göre doğuyor.
Memleket sadece bir bayrak, bir marş değildir. Yaşadığın topraklardır. İnsanlar yaşadıkları topraklarda gömülmek isterler.
Babam bir gün bana Beni niçin doğduğum memlekete götürmüyorsun? diye sordu. Neresiydi gitmek istediği yer? Şebinkarahisar… Gittik, doğduğu köyü aradık, bulduk. Hayatındaki en önemli ‘mantrası’ bu oldu.
ara güler vapur fotoğrafı
Alfred Hitchcock ile yaptığımız çalışmayı unutamam. Onun çekimi biraz sıkıntılı olmuştu. Ayaklarını ön plana alarak bir fotoğraf çekmek istedim. Hitchcock da rejisör falan olduğu için, fotoğraf işlerini de iyi biliyor. Karşımda kurnazca hareketler yapıyor. Sabah 11.00’de başladığımız çalışma hiç unutmuyorum akşam 5’te bitti. Bana kızdı başlarda, sevmedi ama sonra alıştık birbirimize. Şakalaşmaya başladık. Baktı ki, ben ondan daha matrak biriyim, rahat rahat çalıştık sonra. Ben de içimden: “Yahu ben, Picasso’larla falan çalışıyorum. Sen de kim oluyorsun? Sen Hitchkock isen ben de Ara Güler’im.” diyorum.
ara güler alfred hitchcock fotoğraf
Ben kendim uğraşıp uğraşıp görüşememiştim Picasso’yla. Herif yanına adam sokmuyor. Yoksa resim yapamaz. Bizim yayınevi kitabını basacaktı. Patron da meyhane arkadaşım, “Beni götürmezsen konuşmam seninle” dedim. Öyle gittim. Picasso da sevdi beni, “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin resmini çizeyim” dedi. Türkiye’de bir adet orijinal Picasso var, benim evde.
ara güler picasso fotoğrafı
Dali’nin Paris’te oteline gittim, 101 numarada kalıyormuş. Kapısını açtım, bana bakıyor; “Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun?” dedi. “Çok meşhursun da onun için.” dedim. “Benim dakikam 25 bin dolardır.” dedi. “Güzel ama ben bir dakikada fotoğraf çekemem ki!” dedim. Beni tuttuğu gibi dışarı attı. O akşam bir Yahudi arkadaşımla yemeğe gittim.Dali beni dışarı attı. dedim, “O benim vaftiz babam.” dedi. “Ama sen Yahudi’sin o Hristiyan nasıl olur?” dedim. “Sen karışma.” dedi, gitti konuştu. Ertesi sabah saat 11’de gittik. Dali bana bakıyor ben ona. “Senin fotoğrafını çekmeliyim. Adamakıllı bir fotoğrafın yok.” dedim. “Kimse yokken gel.” dedi. Ertesi gün saat onda gittim, üç gazeteci daha geldi. Hani benden başka kimse olmayacaktı. dedim. Dur ben onları hemen salarım. dedi. Elinde de gümüş saplı bir baston var. “Bilin bakalım, ziftin formülü nedir?” dedi. Kimse bilemedi. Formülü kafadan attı. “Benim adım Salvador Dali, bu bastonu ziftin içine sokar çıkarırım. Beş kuruşluk baston olur 50 bin dolar. Sen bunu yaparsan deli derler. Şimdi dediğimden ne anladınsa git onu yaz.” dedi. Üçünü birden toplayıp dışarı attı. O fotoğrafları o gün çektim.
ara güler salvador dali fotoğrafı
ara güler kayıkçı istanbul fotoğraf
ara güler uyuyan adam fotoğraf
ara güler fotoğraf işçiler

"İstanbul, Jean Giraudoux’nun La Folle de Chaillot’sudur. Fikret Adil, bu oyunu Deli Saraylı adı ile Türkçe’ye uyarlamıştır. Çocukluğumdan beri İstanbul’un bu deli saraylı olduğunu düşünürüm. Ama öyle bir deli saraylı ki, hem Roma’da hem Bizans’ta hem Osmanlı’da yaşamış. Birikimlerin deli saraylısı… Hipodromda gladyatörlerle birlikte ata binmiş, Bizans Sarayı’nda gözde olmuş Zoe adıyla, Teodora adıyla imparatoriçelik tahtına oturmuş, Osmanlı’da Hürrem Sultan olmuş… Bugün bile kenti gezerken Binbirdirek Sarnıcı’nın sütunları arkasından sizi gözler, geceleri Bizans saray mozaiklerinin üzerinde dolaşır, Tekfur Sarayı’nın penceresinden bizi izler. Bugün artık ihtiyar bir deli saraylı olmuştur; süslenmeyi ihmal etmez, takar takıştırır, kokularını sürer; bir sürü çekmecesi vardır, içleri eski günlerin görkeminden kalma mücevherlerle doludur. Bu İstanbul denen deli saraylının neresine dokunsan, altından bir mücevher çıkar.”
ara guler 1958
1958
Karanlık basmış, hava soğuk ve eve varmak gerek. Herkesin acelesi var, tek kurtuluş bir vasıta bulmak, ayrıca İstanbul’da bu bir mesele, zor bir iş, muhakkak kurtarıcı bir dolmuş bulmalı. İşte İstanbul 1950’li yılların sonuna doğru bu endişeler içinde hayatta dolaşıp duruyordu. Fotoğrafta Eski Galata Köprüsü’nün Eminönü tarafında her gün olduğu gibi bu hercümerç ve kaçış yaşanıyordu; eve dönüşe giden bir yarış…
ara guler 1957
1957
İki sandalcı Haliç’in başındaki sahilde arkalarına, vapur dumanlarından kapanmak üzere olan Yeni Camii’yi almışlar ve kimbilir ne konuşuyorlar. Eski köprüden kalabalıklar geçiyor ve iki kuş Haliç üzerinde uçuyor. Uzaktan şehrin uğultusu, ara sıra vapur düdükleri ve daha derinden taksilerin korna sesleri de işitiliyor. Bu İstanbul’un sesidir, bu gizemli bir büyünün sesidir, sizi kendine çeker ve içine alır, eğer bu şehirde yaşıyorsanız bu sesleri hep duyacaksınız, çünkü bu sesler şehrimizin sesidir.
ara guler 1950
1950
Kumkapı’daki balıkçı barınaklarında kurumak için asılmış ağlar. Yarın bu direklere başka ağlar da asılacak ve onlar da kurumaya bırakılacak ve hep böyle devam edecek. Her akşamüstü sahilde yüzenler bunları seyreder ve güneşin batışının güzelliğini tadarlar. Şehrin surları daha yıkılmamıştır ve sahile vuran manzaranın okşadığı dalgalar surların dibine kadar gelir.
ara guler 1976
1976
Ben her zaman Eyüp civarındaki mezarlık tepelerinde bir huzur hissederim. Buralarda birçok türbe ve tekke vardır. Bu fotoğrafta da bir minare silüeti ve mezartaşlarının önünde oturan adamlar bir nevi huzura ulaşıyorlar. Belki de bir nevi sonsuzluğu hissediyorlar. Manzara ve atmosfer onlara muhakkak ki bir sonsuzluk hissi veriyordur.
ara guler 1969
1969
Bu fotoğraftaki adam benim hayatımdaki en mühim çöpçü, İstanbul’un çöpçüsü. Bu fotoğrafı çekmesem belki de çöpçüler hakkında hiçbir şey düşünmeyecektim, ama bu adam, bu çöpçü, benim için çöpçüler kralı, evinin önünde oturup sanki benim gelmemi bekliyordu. Sonra oraya defalarca gittim, karısının yaptığı kahveleri içtim. O mahallede çöpçü bir dostum olduğunu hep hatırlarım. Yine bir keresinde gittiğimde kendisi yoktu, sarı boyalı evin de rengini atmıştı. Anladım ki rengini atan boyalar gibi, geçen zaman hayatı değiştiriyor. İşte Haliç’te Balat’ın Eyüp’e doğru olan surların kıyısındaki bu çingene mahallesinde de hayat değişiyor.
ara guler 1965
1965
Eski Galata Köprüsü’nün altından oltalarla bir sürü balık yakalamak mümkündü. Aynı zamanda iskele kenarında kurulmuş olan seyyar lokantalarda da bu balıklar hemen pişirilir ve gelip geçenler buralarda karnını doyururdu. Herhalde, bugün düşünüyorum da, bu kadar taze bir balık ziyafeti dünyanın başka hiçbir köşesinde yoktur.
ara guler 1957
1957
Boğaziçi’nin İngiliz yapımı vapurları boğazın adeta bir süsü idi. Ben her zaman boğazda bir fotoğraf çekeceksem, muhakkak bu tertip bir vapurun geçmesini beklerdim. Bu vapurlar, boğazın yüzen tarihi, mücevherleri idiler. Dostlar ve tanıdıklar oradan beklenir, dostluk ve sevgi oralardan beklenirdi.
ara guler 1959
1959
Haliç, asırların birikimini içinde barındırıp bugün bize aksettiren sihirli bir ayna gibidir. Eski günlerde bu suyun üstündeki mavnalar bugün bize bir rüya gibi gelse de, o zamanlar bu sular sonsuz bir hareketin hissedildiği yerlerdi. Onu seyrederken bütün asırları birden yaşayacak gibi olursunuz.
ara guler 1958
1958
Bu gemiler gider ve başka gemiler gelir, fakat manzara aşağı yukarı hep aynıdır. Bacalarından çıkan duman bana yolculuğu hatırlatır. Düdük sesleri ve sahillerden ayrılan gemiler, gidenler, gelenler bütün gemilerin yolları açık olsun. Biz İstanbullular buna aşığız, çünkü içimizde yeni yerler bulma görme arzusu vardır. Hiç de böyle birşeye alışık olmadığımız halde ve sonunda bakarız sadece.
ara guler 1958
1958
Eminönü civarında bir balıkçı barınağının önü. Balık Hali’ne gitmeyen balıklar buralarda da müşteri bulurdu.
ara guler 1962
1962
Beyoğlu’nun kenar sokaklarında, ekseriyetle az ışıklı kısımlarında karanlık suratlı kapılar vardır. Buralardan girince loş ışıklı koridorlardan ve bazen de iki üç basamaklı yerlerden geçerek içeriye girersiniz. Sahnesinin önünde oturup da gözünüz bu boşluğa alışınca, garip uyarılar okursunuz sahnenin üzerinde. Mesela hariçten gazel okumak zabıtaca yasaktır gibi… Başka yerlerde başkaları da vardır. Kalabalık içkisini içer mezelerini yer ve saz dinler. Tam da Yunanlıların rembetikosu gibi. Geçmişi derin ve uzun olan medeniyetlerde örf ve adetler sağlam yer tutarlar, bizde saz Yunan’da rembetiko olduğu gibi.
ara guler 1959
1959
Karaköy Köprüsü’nden gözüken rıhtıma bağlı bir turistik gemi ve etrafı. Akşam olmuş ve herkes eve gidecektir ve trafik hercümerci vardır. Bütün bir büyükşehir gürültüsü içinde akşam vaktinin verdiği acele duygusu ile havada adeta bir kaçış dürtüsü vardır, düdük sesleri ve göğü karartan vapur dumanları da cabası.
ara guler 1982
1982
Büyükdere sahilindeki küçük balıkçı lokantalarından birinde sahilde oturan balıkçılar. Dışarda yağmur vardır ve pencereler hep buğuludur. Dönmesi gereken diğer balıkçılar da gelse hep beraber kahvelere girecekler ve kimisi ağların tamirine başlayacak, bir kısmı da günün dedikodusuna dalacaktır.
ara guler 1956
1956
Haliç’in sandalcıları günün geç saatlerine kadar sefer yapar, kürek çekip dururlar iki sahil arasında. Bazıları için sandalla karşıya geçmek hem daha eğlenceli hem de daha pratik ve çabuktur. Çünkü beş kişilik alan sandal hemen dolar ve hareket eder. Tramvay veya otobüsü ise beklemek gerekir ve bir de ayrıca duraklar vardır. Öyle anlaşılıyor ki eski İstanbullu işini bilmektedir.
ara guler 1956
1956
Kartal’da otobüs durdu ve ben ne oluyor diye camdan dışarı baktım. Birden karşımda iki dünya belirdi. Kahvenin dışındaki bir çocuk, kovalar ve kahvenin içindeki boş bir dünya, adamlar, bekleyiş ve bir birikmiş sıkıntı dayanışması. Burası bir kahve idi ama iki dünya vardı karşımda. İki dünyalı kahve idi bu. Pencerenin içi sanki başka ayrı fotoğrafmış gibi idi, bir de dışı. Ben bu fotoğrafta adeta iki dünyayı birleştiriyordum. Bravo dedim kendime.
ara guler 1951
1951
Paşabahçe’de Polenezköy’e gitmek için atlı araba beklerken bu kahvede buluşulur ve oradan Polenezköylüler bizleri alır atlı arabalarıyla köye götürürlerdi. Hava sıcak olacak ki, masadaki adam gibi kedi bile uyuyordu masanın altında. Polenezköy’e giden araba gelse bile herhalde bu sıcakta hayli zor bir yolculuk olacaktı ve öyle de oldu, yolda epeyce terledik.
ara guler 1959
1959
Burası Erenköy civarında eski bir konağın bahçesi. Bahçede şapkalı bir adam dolaşıyor ve bulunduğum yüksek yerden benim için bir kompozisyon oluşturuyor. Hemen fotoğraf çekiyorum. Sonradan bakınca bu fotoğrafımın oldukça estetik olduğunu keşfediyorum. O fotoğraftaki adam ise fotoğrafın farkında bile değil, ama ben onu biliyor ve tanıyorum, o arkadaşım şair ve ressam Metin Eloğlu.
ara guler 1956
1956
O sabah birden kar yağmaya başladı. Hayat mecmuasında çalışıyordum. Bu kar mevsimin ilk karı idi. Yazı İşleri bir karlı İstanbul fotoğrafı olursa iyi olur dedi. Makinemi alıp Cağaloğlu yokuşundan aşağıya doğru indim. Kar fotoğrafı ama ne? Bir tramvaya binip arka kısımdaki camı açarak yer kollamaya başladım. Sultanahmet civarında muhakkak birşeyler olur diye düşünüyordum ki, atlı bir arabayı çeken adam ve arkasından gelen tramvayın bir kompozisyon kuracağını farkettim ve vaziyeti kolladım. Neticede bu atlı araba ve tramvay fotoğrafı çekilmiş oldu. Bu fotoğraf, belki de bendeki en sağlam fotoğraflardan biridir. Ama ne yazık ki negatifi pis olduğu için yıkarken ilacın içinde negatif eriyip gitti. Bunun için de ne yazık ki bu fotoğrafın negatifi artık yoktur.
ara guler 1956
1956
Bu fotoğraftaki vapur Boğaziçi’nde Kandilli’den kalkan vapurdur. Eski İstanbul Anıları kitabımın Temmuz 1994’teki ilk baskısında bu fotoğraf için bir şiir yazmıştım ve çok sevmiştim o şiiri. Onun için bu kitabın son fotoğrafı da aynı fotoğraf olduğu için aynı sevgimi eskisi gibi bildirmek için o şiiri tekrar yazyorum…
Ve…
günlerden bir gün
güzel bir günbatımında
kalktı gemisi eski İstanbul’un
Boğaziçi’nden..
Kaynak: http://www.leblebitozu.com/ara-gulerin-fotograflari-ve-hikayeleri/