09 Aralık 2018

EMILIE DU CHÂTELET


Beyninin hızından kuvvet doğuran bilim kadını: Émilie Du Châtelet 17 Aralık 1706’da dünyaya geldiğinde Gabrielle-Émilie Le Tonnelier de Breteuil ismini alan, evlendikten sonra soyadı değişen, yayınlarını Madam la Marquis Du Chastellet adıyla yayınlandığı, daha sonra ise Émilie Du Châtelet’i olarak tanınan filozof, matematikçi, fizikçi, çevirmen, yazar olan bilim ve düşünür kadınını selamlarken, yüzyıllar öncesine giderek beyin kıvrımlarında kıvrılalım mı?

Evde eğitim gören Émilie daha küçük yaşlarda birden fazla dile hakimdi. Babası şansıydı. Yüksek rütbeli bir memur olması nedeniyle dönemin önde gelen bilim adamları ve matematikçilerinin evlerine sık ziyaretleriyle Émilie matematik ve bilim karşısında büyülendi. Babası ise annesinin aksine bu büyüyü engellemedi ve kızının geleceğini kendisinin belirlemesine katkıda bulundu. Kadın olanların eğitime ve bilimle ilgilememelerine hak tanımayan bir yüzyıla düşmüştü. Fakat bu sizce Châtelet’i durdurabilmiş midir? Ben birkaç yüzyıl sonra bu yazıyı yazmaya sürüklendiğime göre tabii ki durdurulamamıştır. Hadi başlayalım…
Émilie yaşadığı çağda 18 yaşına geldiğinde evlenmiştir ve iki çocuk sahibi olmuştur. Fakat bu bilime olan merakını ya da bilim karşısında büyülenişin önüne geçememiştir. Dönemin önde gelen matematikçilerinden özel ders almıştır. Sosyal yönü sayesinde geniş bir bilim çevresine sahip olurken bilgisine bilgi katmıştır. Sahip olduğu çevrede, toplantılarda yasak aşklar da çalmıştır hayatının kapısını… Her ne kadar fizikçi matematikçi olarak tarih içinde adından söz edilse de, kendisi aynı zamanda bir bir filozof, düşünürdür. Doğa felsefesi, tanrı, din konularında kendisine ait birçok felsefi makale ve kitap yayınlamıştır. Bunun yanında çekim yasasından yola çıkarak Ay ve Dünya arasındaki ilişkide yorum yapabilecek astronomik bilgilere de sahiptir.
Émilie bilginin deneyimle doğrulanmasının gerekliliğini vurgular. İnsan bilgisini ve eylemini ön planda tutan evrensel ilkeler evrensel bir varsayımın gerekliliğini iddia eder, çünkü böyle bir başlangıç yoksa tüm bilgimiz görecelidir.
Birçok bilim dalını, alanı ilgilendiren enerji kavramına gelelim… Gottfried Wilhelm Leibniz vis visa (yaşam gücü) olarak tanımlayarak hayatımıza dahil eder. Ve tabii birçok farklı görüşü, tartışma konusunu da beraberinde getirir. Hatta dönemde ünlü vis visa tartışmaları düzenlenirdi. Size şaşırmayacağınız bir şey söyleyeyim hemen burada… Tabii ki bu tartışmalar sadece erkekler katılabiliyordu. Çünkü kadınlar bilimle uğraşamazdı, biliyorsunuz. Émilie bu tartışmalardan birine katılmak istemiştir ve cinsiyeti yüzünden tartışma salonuna alınmamıştır. Bu sizce kendisini durdurabilmiş midir? Duyamadım? Tabii ki hayır Émilie erkek kıyafeti giyerek bu tartışmalara katılan ilk kadın olmuştur.
Leibniz, kütleyle hızın karesinin çarpımının (mv2 ya da bunların toplamının) gücün (enerjinin) gerçek ölçüsü olduğuna inanıyor ve savunuyordu. Isaac Newton’a ise hızın kendisi ile orantılı olduğunu savunuyordu. Bu iki bilgiyi yorumlayan Émilie Leibniz’i savunurken birçok tepki de aldı. Evinde bir gün, ağır kurşun topları bir kil yatağına attı. Kilin iki katı hıza vuran topların kilin içine dört kat daha fazla girdiğini gördü; hızın üç katı olanlar ise dokuz kat daha büyük bir derinliğe ulaştı. Ve böylece Émilie Leibniz’in teorisini kanıtlamış oldu. Einstein’in ünlü formülünü E=mc²‘yi kendisinden 150 yıl önce fikrini doğuran annesine merhaba diyelim… Merhaba Émilie…
1740 yılına geldiğimizde Émilie, Newton’ın Philosophiae Naturalis Principia Mathematica’sı (çoğunlukla Principia olarak anılacaktır) çevirmeye başlamıştır. 1949 yılına geldiğimizde uykusuzluk, yoğun çalışmalar ile olağanüstü başarılarından olan çevirisini kendisinin de yorumlarını katarak tamamlamıştır. Kitabı tamamladığı yıl hayata erken gözlerini kapamıştır. Çevirisi kitabı tamamlamasından 10 yıl sonra yayımlanmıştır. Fransa’nın Newton’u tanımasında etkili olmuş ve hala günümüzde Newton’un çalışmalarını anlatan en iyi çeviri ve temel kitap olarak gösterilmektedir.
Ahlak konusunda bir çalışma olan Mandeville’in Arıların masalsı İngilizce’den Fransızca’ya çevirmiştir. Arıların Masalını tercümesinde önsözü kendisi kaleme almıştır ve, du Châtelet, kadınların iyi bir eğitimden mahrum bırakarak, toplumun kadınların sanat ve bilim alanında itibar kazanmasını önlemesi üzerinde durmuştur. Kaleme aldığı yazıya göz gezdirecek olursak; kadın hakları için muhteşem cesur bir yazı olduğunu görürsünüz.
‘‘Bizi evrensel olarak bilimlerden dışlayan önyargının tam ağırlığını hissediyorum; hayatın her zaman beni şaşırttığı çelişkilerden biri, yasaların büyük ulusların kaderini belirlememize izin verdiğini görüyoruz, ama düşünmemiz gereken bir yer yok. Yüzyıllar boyunca hiçbir zaman, iyi bir trajedi, iyi bir şiir, saygın bir öykü, güzel bir resim, fizik üzerine iyi bir kitap, hiç kadın tarafından üretilmemiştir. Niçin anlayışı erkeklerinkine benzer her şekilde göründüğü bu yaratıklar, karşı konulmaz bir güç tarafından durdurulmuş gibi görünmektedir, ancak onlar yapana kadar, kadınların eğitimlerini protesto etmek için bir sebebi olacaktır. … Pek çok kadının, eğitimindeki bir hatadan dolayı yeteneklerinden habersiz olduklarına ya da entelektüel cesaret istemek için önyargıları nedeniyle onları gömdüklerine ikna oldum. Benim kendi deneyimim bunu doğrular. Şans bana arkadaşlık elini uzattıran mektuplarla tanıştı… sonra bir akılla bir varlık olduğuma inanmaya başladım …’’
Hak ettiği itibarı yüzyıllar sonra kazansa da, hala tarihte daha çok Voltaire ile yaşadığı yasak aşkla ön plana çıkarılması sizce ne derece doğru bir yaklaşım olabilir ki?
Kendisinin dile getirdiği bir cevap burada…

“Beni kendi meziyetlerimle ya da meziyetlerimin olmaması ile değerlendirin, fakat, beni şu büyük generalin, bu büyük bilginin, Fransa’da bir parlayan bir yıldız veya meşhur bir yazara eklenti olarak görmeyin. Ben kendi doğrumla tüm söyledikleri ve yaptıkları ile sadece kendisine sorumlu olan bütün bir kişiyim. Henüz karşılaşmamış olmama rağmen benden bilgisi daha fazla olan metafizikçi veya filozoflar olabilir. Ancak, onlar da beşeri zaafiyetleri olan insanlardır.’’
Du Châtelet, kadınların düşünen bir varlık olarak görülmediği ve haklarının olmadığı bir çağda tarihe adını yazdırmıştır. Bir filozof, bir fizikçi, bir matematikçi, bir çevirmen, bir kadın hakları savunucusu olarak karşımıza çıkar. Hepsinde ve daha fazla tarakta bezi vardır incelerseniz. Eğer ki ışığı içinizde hissediyorsanız ilerleyin. Du Châtelet yolundan gidin durmayın…

ANNE - BABALAR VE EĞİTİMCİLER DİKKAT!

Anketlere göre, Amerikalıların neredeyse yüzde 70’i çocukların arada sırada bir tokadı hak ettiğine inanıyor. Bu cümleyi yazmak bile midemi bulandırmaya yetiyor: Çocuklara vuran onca yetişkin… Daha da kötüsü, bazı araştırmacılar bize okul öncesi çağdaki çocukların yüzde 90’ından fazlasının, bir yaşın altındaki çocukların ise yüzde 30’unun en az bir kere bir yetişkin tarafından tokatlandığını söylüyor. Kim bir bebeğe vurabilir ki?
Tokat atmak dayaktır. Dayak şiddettir. Şiddet ise etik olarak yanlıştır ve bence tüm ülkeler, tokatlamayı kanunen yasaklayan diğer 48 ülkenin arasına katılmalıdır. Çocukların fiziksel olarak cezalandırılmalarının kanunen yasak olduğu ülkeler
YARARDAN ÇOK ZARARI VAR
Bir öğretmen olarak karşılaştığım insanların bazıları, değer yargılarıma aldırış etmeyip tokatlamanın ‘işe yaradığı’ konusunda ısrar ediyordu. İşe yarayan ama benim asla denemeyeceğim bir sürü şey var. Sizinle aynı fikirde değilsem, sesimi yükseltip sizi susturmak işe yarar ama mantık çerçevesinde tartışmak daha verimli olmaz mı? Paraya ihtiyacım varsa, hırsızlık yapmak işe yarar ama yüksek bir gelir için fazladan çalışmak daha iyi olmaz mı? Önümde duruyorsanız, sizi itmek işe yarayabilir ama sizden kibarca bana yol vermenizi istemek daha doğru olmaz mı? Evet, tokat atmak işe yarayabilir ama daha iyi yollar da var. Sadece daha fazla çaba istiyorlar.
Görünen o ki, çoğu yetişkin benimle aynı fikirde değil ve yetişkinlerin çocuklara vurmasının sadece kabul edilebilir değil, aynı zamanda gerekli de olduğu görüşündeler. Bu yazıyı paylaştıktan sonra bütün günümü, çocuklara vurmayı kesmelerini istediğim için bana sinirlenen insanlardan gelecek yorumları okuyarak geçireceğimi de biliyorum. Şaplak atmanın dayak olmadığını söyleyecekler, ki bence bunu tartışmanın anlamı bile yok. Tokatlamanın eğer ‘sevgi ile’ yapılıyorsa bir sorun olmadığını söyleyecekler, bundan da dünyada sevginin ne olduğunu bilmeyen bir sürü insan olduğunu anlayacağım. Tokat atmanın itaati öğretmenin tek yolu olduğunu savunacaklar, ancak ben böyle bir amacı çalışma hayatım boyunca reddettim. Bana, ‘Ebeveynlerim de bana tokat atardı ama bak, sonunda iyi bir insan oldum,’ diyecekler, ben de onlara ‘Emin misin? Küçük çocuklara vuruyorsun,’ diye cevap vereceğim.
Kişisel değer yargılarım bir yana, araştırma sonuçları da apaçık ortada: Tokat atmak yarardan çok zarar veriyor. New Hampshire Üniversitesi sosyoloji onursal profesörü Murray Straus, kırk yılı aşkın bir süredir yürüttüğü araştırmalarının sonuçlarını ortaya koyduğu The Primordial Violence (İlkel Şiddet) isimli kitabında şöyle diyor:
TOKAT, ZİHİNSEL GELİŞİMİ YAVAŞLATIYOR
“Araştırmalar, tokat atmanın kötü davranışları düzelttiğini gösteriyor. Ama aynı zamanda tokat atmanın, mola verme, açıklayarak anlatma veya çocuğun ayrıcalıklarını elinden alma gibi diğer düzeltici yöntemlerden daha çok işe yaramadığını da gösteriyor. Ayrıca, araştırmalara baktığımızda tokatlamanın faydalarının nelere mal olduğunu da görebiliyoruz. Bunların arasında çocuk ile ebeveyn ilişkilerinin zayıflaması ve çocuğun arkadaşlarına ya da ebeveynlerine vurma ve ileride de sevgili veya eşlerine şiddet uygulama ihtimalinin artması da bulunuyor. Tokat atmak ayrıca zihinsel gelişimi de yavaşlatıyor ve çocuğun okulda başarı gösterme ihtimalini azaltıyor… Tokat atmanın yan etkilerini ortaya koyan 100’den fazla çalışma var ve bu çalışmalar kendi aralarında yüzde 90’dan fazla fikir birliği gösteriyor. Ebeveynlik ve çocuk davranışları alanında sonuçların bu kadar tutarlı olduğu başka bir konu yoktur herhalde.”
Benim bakış açıma göre, çocuklar şiddet mağduru olmamak gibi temel bir insan hakkına sahipler. Aynı şeyi bir yetişkin başka bir yetişkine yaptığında buna ‘saldırı’ diyoruz. Tokat atmak, hem çocuklara hem de topluma zarar veren bir şiddet eylemidir. Mola verme ve diğer cezaların verimliliği gibi konuları tartışırken, bu arada en azından çocuklara vurmayı bırakamaz mıyız? 
Kaynak: https://teachertomsblog.blogspot.com/2018/11/spanking-is-violent-act-that-does-real.html? fbclid=IwAR1o_rA74xED2vwU7_pBkfpP14aJdRVywqGP4EjmU9Wte4lrSvTo3oIh05w#.W9rzq_I-fn0.facebook

08 Aralık 2018

TURİZM YAZARI OLAY SALCAN'DAN CEFALU, SİCİLYA İZLENİMLERİ

Ben İtalya’nın büyük bir bölümünü gördüm Sicilya’yı görmesem de olur demeyin. Eğer böyle bir düşünce içerisinde iseniz hemen aklınızdan silin ve rotanızı Sicilya’ya doğru çevirin.

Sicilya yı görmemek gezmeyi sevenler için büyük bir kayıp olur. Şunu açık ve net söylüyorum ki İtalya başka Sicilya başka bir dünya. 
Sicilya'nın İtalya ile müşterek tarafları var ve ona şüphe yok. Ancak Sicilya'nın kendine özgü tarihi, kültürü, doğası, dili ve kişiliği var. Eğer bir gün Sicilya ya yolunuz düşerse ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. 

Sicilya uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Akdeniz in ortasında olması nedeni ile son derece stratejik bir konuma sahip olan bu ada, farklı tarihlerde farklı devletler tarafından istilaya uğramıştır. Sicilya ya ilk yerleşenler, Sicani Uygarlığı olmuştur. Daha sonra sırası ile Fenikeliler, Kartacalılar ve Grekler adayı kolonize etmeye başlamışlardır. M.Ö 243 yılında Sicilya nın tümü Roma İmparatorluğu nun eline geçmiş, ada altı yüzyıl boyunca bir Roma eyaleti olarak kalmıştır. 
Sonra Bizans İmparatorluğu. Sahneye Araplar çıkmış, ama Normanların istilası ile Arapların egemenliği de bir müddet sonra sona ermiştir. Bir asır sonra Norman Hauteville Hanedanı ortadan kalkmış, onun yerine egemenliği, Güney Alman Hohenstaufen Hanedanlığı almıştır. Daha sonra da Fransızlar da eksik kalmayalım diye adayı işgal etmişlerdir. 

Daha bitmedi. İstilalara devam ediyoruz. Ada; 1479 yılından sonra İspanyol kralların eline geçmiş, bu dönemde devletlerin sırasıyla işgalleri yetmemiş gibi sürekli Kuzey Afrikalı korsanların akınlarına uğramış, 1713 yılında Savoy Krallığı na geçmiştir. Savoy lar 1713-1720 yılları arasında adayı yönetmiş, burayı Sardunya Adası karşılığında, Habsburg Hanedanlığı na bırakmışlardır. Habsburg lar, adayı Burbon yönetimindeki Napoli Krallığı ile 1743 yılında birleştirmişlerdir. 

Asırlardır bu kadar çok istilaya maruz kalan ada halkı artık yeter demiş ve 1820-1849 yılları arasında Sicilyalılar, Burbon yönetiminden ve Napoli Krallığı ndan bağımsız olmak için isyan etmiş, ancak başarılı olamamışlardır. 

Ada; 1860 yılında Garibaldi tarafından işgal edilerek İtalyan Birliği ne katılmış, ancak Sicilyalılar, 1866 yılında, Palermo da, İtalya ya karşı isyan ederek buna tepki göstermişlerdir. Bunda da başarısız olan Sicilyalıların imdadına, İkinci Dünya harbinde adaya çıkartma yapan müttefikler yetişmiştir. 


Sonunda Sicilya, istediğine kavuşmuş ve 1948 yılında bölgesel özerkliği elde etmiştir. Bu gün kendi parlamentosu, yöneticileri ve dili vardır. 

Bu kısa tarih bilgisi içerisinde çok sayıda devlet tarafından defalarca istilaya uğramış bir adada; bu devletlerin arkasında bıraktıkları kültürlerin karışımından ortaya çıkan ve gözleri kamaştıran bir kültür zenginliğine sahip Sicilya. Doğa ve insan güzelliklerini de buna kattığınızda ortaya tadına doyum olmaz bir lezzet çıkıyor. 

Yazının başlığını okuduğunuzda aklınıza hemen bir soru gelmesi kaçınılmaz. Madem bu kadar kültür zenginliği ve görülmeye değer yer var da neden bu yazıda yalnızca Cefalu anlatılıyor? Bunun iki nedeni var. Birincisi Sicilya da gördüğüm yerlerin tamamını bir yazıya sığdırabilmek imkansız. İkincisi, Sicilya da Cefalu nun en keyif aldığım ve coşku hissettim bir yer olması. Her yer çok güzel, ama Cefalu bir başka güzel. En çok onu sevdim. 
Küçük bir balıkçı kasabası olan Cefalu ya yaklaşırken çok uzak olmayan bir tepeden baktığımda son derece güzel korunmuş bir ortaçağ kasabasına geldiğimi anladım. Araçlar kasabaya alınmıyor. İyi ki de alınmıyor. Ben de, araçtan çok uzak olmayan kasaba merkezine doğru denizden biraz yüksek bir yolu takip ederek muhteşem bir manzara eşliğinde yürümeye başladım. İlk gördüğüm evlerin ortaçağdan kalma görüntüleri ve evleri birbirinin üstüne yıkılacakmış gibi duran dar Arnavut kaldırımlı sokakları, bundan sonra göreceğimiz güzelliklerin müjdeli habercisi idiler. 

Kasabaya ulaşıp kendimi onun sokaklarına attığımda ne oldu ise oldu. Dayanılmaz cazibesine kapıldım ve sokaklarında gezerken bu güzel kasabanın samimi ve cana yakın kollarına kendimi bıraktım. 

Trafiğe kapalı sokaklarında dolaşırken iki taraflı sıralanmış, eski görünümlü evler arasında mis kokulu çamaşırları koklayarak, rengarenk açmış begonvillerin kokusunu soluyarak, evlerden ya da kafe ve lokantalardan gelen müziğe kulak kabartarak, arada bir pencereden bana bakan ya da çamaşır asan Sicilya güzellerine el sallarken aldığım keyif anlatılmaz, yalnızca yaşanır. 
Burası, Akdeniz rüzgarları ve kokusu ile gerçek Akdenizli ve Akdeniz i yaşayan bir yer. Bu canlılığı her an hissedebiliyor ve heyecanlanıyorsunuz. Bu heyecanı ve hızla çarpan kalbimi biraz dinlendirmek için Norman Katedrali nin hemen önündeki Doumo Meydanı ndaki palmiyeli kafelerden birisine oturdum ve bir şeyler içtim. Bunun doğru bir tercih olduğunu daha sonra anladım. 
Tekrar yürümeye başladığımda tam bir ortaçağ hayatının içerisinde buldum kendimi. Her sokağına girdim. Her sokakta bir aşağı ve bir de yukarı doğru yürüdüm. Böyle yaptığımda sokak her zaman bana daha fazla ve farklı görüntü vererek çok şeyler anlatıyor. Onunla daha fazla beraber olarak daha iyi anlamaya çalışıyorum. Eğer iki defa yürüme imkanım yoksa, mümkün olduğu kadar durup geriye bakıyorum. Özellikle fotoğraf çekenler için farklı görüntüler yakalama şansı artacaktır. Emin olun size şu sokak daha güzel diyemeyeceğim. Hepsi, birbirinden farklı ve hepsi, birbirinden güzel. Kendimi bir filim setinde ve başrolde hissetmeye başladım. Eğer meydanda bir kafede oturup nefeslenmesem ve o hızla bu bölgeye girmiş olsaydım heyecanım ve kalp çırpıntılarım tepe yapardı. Sonrasını bilemem. Dönüş yolunda da aynı meydanda bir kere daha ara vererek yumuşak geçiş yapmaya çalıştım. 

Ben fazla makyaj yapılmamış eski haline çok yakın, oldukça iyi korunan ve yaşayan yerleri seviyorum. Çünkü onlar daha manalı ve daha çok şey anlatıyorlar. Onları daha iyi anlıyor ve bölgeyi daha iyi değerlendiriyorum. Gerçekten Cefalu, böyle bir yer. Sıcak, sımsıcak. Restore edilmiş ya da makyaj yapılmış yerler de güzel görünümlüler, ama eksik olan bir şeyler var. 

Hangi sokakta yürürseniz yürüyün sonunda denize çıkacaksınız. Limanda uzanan plajı ve kumu, Akdeniz in en güzel yerlerinden birisi. Burada gördüğüm manzara tam kartpostallardaki gibi. Denize sıfır, ortaçağ görüntüsündeki evlerden oluşan manzaraya hayran olmamak mümkün değil. Çok usta bir ressamın elinden çıkmış yağlı boya resim gibi. Deniz kenarında banka oturup denizin dalgalarının sesi ile bu manzarayı seyretmek, tek kelime ile doyumsuz. İnsanı büyüleyen ve tarihin derinliklerine götüren, korsanlarla kaşı karşıya kaldığınız halüsinasyonlar görmenize neden olabilecek bir resim bu. 
Son derece şirin ve insanı büyüleyen bu güzel sahil kasabasından ayrılmak zor. Her zaman ve her yerde görülemeyecek özelliklere sahip. Ancak bu gezinin de sonuna geldim. Sicilya da gezilecek çok güzel yerler var. Bu gezinin sonunun, diğerinin başlangıcı olduğunun bilinci içerisindeyim. Bu da içime biraz su serperken, vücudumu yeni bir heyecan dalgası sarıyor. 

Hoşça kalın. 


Kaynak: http://www.turizmhaberleri.com/KoseYazisi.asp?ID=4107

EMEKLİLER İÇİN SAHİL KASABALARI

Emeklilik hayali ikiye ayrılır. Emekli olunca dünyayı gezme hayali kuranlar ve sessiz, sakin bir sahil kasabasına yerleşip, müstakil evinin bahçesinde domates yetiştirmeyi düşleyenler… Biz ikincisine sesleniyoruz.
Özellikle kalabalık şehirlerde yaşamanı sürdüren, her gün ömründen bir parçasını trafikte yitiren ve ruh emici gökdelenlerin arasında bir gıdım oksijene muhtaç kalan bizlerin, emekliliğimizde daha dingin bir hayat sürme isteğimiz hiçbir şekilde sıkıcı karşılanmamalı. Senelerini iş hayatına adamış, 30 – 35 yıl devlete ya da özel sektöre hizmet vermiş büyüklerimizi düşündük, emekli olunca yaşayabileceğiniz 12 sahil kasabasını bulduk.
1 – AKARCA
Akarca‘yı çoğu insan bilmez. Çünkü burada sabahın ilk ışıklarına dek süren eğlenceler yoktur. Yalnızca buz gibi bir deniz ve dingin bir yaşam sürmeyi seçmiş emekli büyüklerimiz vardır. Genelde yazlıkçıların mekanı olan Akarca, İzmir‘in Seferihisar ilçesinde bulunuyor. Ege Denizi‘nin en berrak hali, bu güzide sahil kasabasına bahşedilmiş desek yeridir.
2 – BADEMLİ
Fotoğraf: Ercan Çelik
Eğer emekli ikramiyenizi Maldivler’e yatırmak istemiyorsanız, ikinci seçenek olarak Bademli Köyü‘nü düşünebilirsiniz. Neden böyle diyoruz, çünkü Bademli’deki deniz, o gördüğünüz Maldivler’deki okyanustan farksız. Popüler olamamasının nedeni ise malum, zamane gençliği işte. Bademli’nin İzmir’in Dikili ilçesinin güneybatısında olduğunu da belirtelim unutmadan.
3 – ÇUKURBAĞ
Sessiz ve sakin bir hayat süreyim, domatesimi de ekeyim ama sıkılınca eğlenceden de çok uzak kalmayayım diyorsanız eğer, o zaman Çukurbağ Yarımadası‘na yerleşebilirsiniz. Antalya‘nın Kaş ilçesinde bulunan Çukurbağ, Meis Adası’nın manzarasıyla da büyülüyor insanı. Hem torunlarınız da çok sevinir bu duruma.
4 – GÜZELÇAMLI
Hep özlediğiniz o bakir doğaya en sonunda kavuşacağınız bir yer Güzelçamlı. Aydın‘ın Kuşadası ilçesinde bulunan Güzelçamlı, dünyanın en yüksek oksijen oranına sahip bölgelerinden biri. Hani gökdelenlerin arasında nefes alamıyoruz dedik ya, Güzelçamlı bu yönden ömürlük bir terapi niteliğinde anlayacağınız.
5 – BADAVUT
Issız, daha da ıssız, olabildiğine ıssız bir yer arayışındaysanız, tası tarağı toplayıp Sarımsaklı Badavut‘a yerleşebilirsiniz. Issız dediysek gözünüzü korkutmuş olmayalım, Ayvalık Sarımsaklı‘ya çok yakınsınız aynı zamanda. Canınızı sıkıldığında, iki çift laf edeceğiniz insanlar da bulabilirsiniz istediğinizde.
6 – MAZI
Emeklilik hayalleri genelde Bodrum üzerinden yürüyor. Özellikle her 5 insanın 3’ünün domatesi hep Bodrum’da yetişiyor. Yaz aylarında Bodrum’un ne kadar kalabalık olduğunu söylememize gerek yok. Ama Mazı öyle mi? Değil tabi. Bodrum’da emeklilik hayalini kuranların, kesinlikle yerleşmesi gereken bir cennet köşesi Mazı.
7 – PALAMUTBÜKÜ
Yeryüzünde cenneti arıyorsanız, Palamutbükü‘nün aradığınız yer olduğunu söyleyebiliriz. Tamam, belki domates yetiştiremeyebilirsiniz ama bol bol badem ağacı ekebilirsiniz. Datça‘nın en huzurlu köşelerinden biri olan Palamutbükü’nde yeniden gençleştiğinizi hissedebilmeniz olası.
8 – AKYAKA
Hem doğal güzelliklerin ortasında, hem de insanlarla iç içe bir emeklilik hayali düşlüyorsanız, Akyaka Gökova‘nın büyülü dünyasını da bir kolaçan edin bizce. Gökova Körfezi‘nin en şahane koylarının bulunduğu Akyaka’da, kim bilir, belki bir pansiyon işletmeye başlar ve hayatınıza bambaşka renkler katarsınız. Bu da bir fikir.
9 – TURUNÇ
Kışı sessiz, sakin köşemde geçireyim, yazın ise cıvıl cıvıl olsun etrafım diyorsanız, Marmaris‘te yer alan Turunç‘taki müstakil evinizin hayalini kurmaya şimdiden başlayın deriz. Yaz aylarında bol turist akınına uğrayan Turunç’ta, kışın ise birkaç pansiyon dışında herkes köşesine çekiliyor. Yılların yorgunluğunu üzerinizden atmak için Turunç biçilmiş kaftan.
10 – KÖYCEĞİZ
Son zamanlarda dikkat ediyoruz da, Köyceğiz gittikçe popüler olmaya başladı. Doğal güzelliklerin ve tarihi dokunun bu kadar uyumlu olduğu daha kaç yer var ki ülkemizde? Hem sessizliği seviyor, hem tarihe ilgi duyuyorsanız, emeklilik hayali kurmaya Köyceğiz üzerinden devam etmenizi tavsiye edeceğiz.
11 – SOKAKAĞZI
İleride, ‘nerede yaşıyorsun bey amca’ diye sorduklarında ‘Ege’nin en uç noktasında yaşıyorum delikanlı’ cevabını verdiğinizi düşünün. İşte o an, bir delikanlının daha emeklilik hayaline yön vermiş olmanın haklı gururunu yaşayacaksınız. Bizim için bir inci tanesinden daha da değerli olan Assos‘un şirin bir sahil kasabası olan Sokakağzı, bizim de emeklilik hayallerimizi süslüyor.
12 – SÖĞÜT
Konumu biraz sapa, kabul ediyoruz. Ama Söğüt bu güzelliğini, böylesine ulaşılması güç bir yerde olabilmesine borçlu. Marmaris’in en büyük köyü olan Söğüt, oldukça sessiz bir yer olmasına rağmen, çarşısı her daim cıvıl cıvıl ve capcanlı. İnsanlarla hem iç içe, hem de onlardan kendinizi bu denli soyutlayabileceğiniz başka bir yer daha var mı, bilmiyoruz.
Kaynak: http://www.neredekal.com - Yazar: Diley Kuru

BİR ŞAMANDAN YAŞAMLA İLGİLİ ÖĞÜTLER


1. Yolda yürürken bulduğun bir kuş tüyünü eve getir, bir vazoya koyabilir, asabilir yada rafta bulundurabilirsin. Bu cennetten sana gelmiş güçlü bir tılsımdır. Bu tarz ruhlardan size verilen işaretleri farketmelisiniz.

2. Nehirlerden taş topla. Büyük güç ve enerjileri vardır.
3. Tüm gücünle diğer insanlara yardım etmeye çalış. Eğer mutluluk veremiyorsan en azından zarar verme.
4. Zorluklar birer formalitedir. Ciddi zorluklar, daha ciddi olsalar bile hala formaliteden ibarettir. Gökyüzü oradadır, bazen bulutlarla kapanmış olsa bile bazen biraz çaba göstererek, mesela bir uçağa binerek aynı mavi gökyüzüne ulaşmak mümkündür. Herkese barış!
5. Bir hayale ulaşmak için bazen tüm gereken bir adım atmaktır. Zorluklardan korkmayın, her zaman vardırlar ve olacaktırlar. Hepinize amaçlarınız doğrultusunda temiz yollar!
6. Ahlaki olarak önceliğiniz başka birine zarar vermemek olmalıdır. Bu prensip oldukça güçlü olmalıdır. Sadece şöyle düşünün: “Hiçbir zaman hiç kimseye zarar vermeyeceğim.”
7. Canlılar için bir mutluluk kaynağı olabilirseniz siz kendiniz en mutlu olursunuz. Ve başkalarına acı çektirirseniz siz kendiniz de acı çekersiniz. Düşünün!
8. Günde en az bir saat sessizliğe zaman ayırın. Buna en az iletişime olduğu kadar ihtiyacınız var.
9. Sevebilme yeteneği Dünya üzerindeki en önemli yetenektir. Herkesi sevmeyi öğrenin, düşmanlarınızı bile.
10. Akarsulara çöp atmayın. Asla! Suyun ruhu çok sinirlenebilir. Ruhu yatıştırmak için ekmek, süt yada para atabilirsiniz.
11. Genelde geçmişimizi “altın çağ” yada “altın günler” olarak adlandırırız. Bu bir hatadır. Hayatımızda yaşanan her an tam olarak altın çağdır.
12. Mükemmel bir din ya da inanç yoktur. Kötü bir din de yoktur. Tanrı bir tanedir. İstediğinize dua edebilirsiniz ancak şu emirleri unutmayın: dürüst yaşa, atalarına saygı göster, ve sev.
13. Eğer Dünya’yı değiştirmeyi amaçlıyorsan önce kendini değiştir. Aşkın ve keyfin enerjilerini öğren. Bunlar bir insanın kilit anlarıdır. Gülümsemek, kahkaha ve keyif almanın çok büyük güçleri vardır. Bunu bir defa öğrendikten sonra kendinize sevginin kapısını açacaksınız.
14. Oldukça güzel bir deyiş vardır: Veren eli kısıtlı görme. Eğer mümkünse zayıf ve ihtiyacı olanlara para ver. Miktarı önemli değil ancak vermiş olmak önemlidir.
15. Hayat çok kısadır. Bunu gözyaşları, kavgalar, küfür ve alkol ile çarçur etme. İyi şeyler yapabilir, çocuk yetiştirir, dinlenir ve daha fazla mutluluk verici şeyler yapabilirsiniz.
16. Eğer sevdikleriniz size suçlu olmadığınız bir şey için kızdılarsa onlara sıkıca sarılın, ve onlar yatışıncaya kadar onları bırakmayın.
17. Ruhunuzda bir sıkıntı bir tükenmişlik hissediyorsanız şarkı söyleyin. Kalbiniz hangi şarkıyı söylemek istiyorsa. Bazen o da konuşabilmek ister.
18. Her zaman hatırla: Doğru din, doğru inanç ya da en becerikli şu veya bu inancın din adamı yoktur. Tanrı birdir. Tanrı dağın tepesindedir. Farklı din ve inançlar bu tepeye ulaşmanın farklı yollarını sunarlar. Kime istersen dua et, ancak bil ki senin asıl amacın günahsız olmak değil, tanrı’ya ulaşmaktır.
19. Eğer bir şey yapmaya karar verdiysen kendinden şüphe etme. Korku seni kendinden ve doğru yoldan saptırmaya çalışacak. Çünkü bu kötülüğün ana silahıdır. Eğer ilk defada başaramadıysan ümidini kaybetme. Her küçük zafer seni daha büyüğüne yaklaştırır.
20. Hayatta çok önemli bir şeyi hatırla. Herkes hakettiğini bulur. Problemlerin ruhuna ve düşüncelerine girmesine izin verme böylelikle problemler vücuduna da ulaşamaz.
21. Hayat sana yüzünü ya da başka bir tarafını çevirmiş olabilir. Ancak sadece çok az kimse aslında hayatı çevirenin gerçekte kendisi olduğunu anlıyabilir. Diğerleri hakkındaki tüm kötü düşünceleriniz size geri dönecektir. Kıskançlık da en sonunda size geri gelecektir. Buna neden ihtiyacınız var? Sakin ve ölçülü yaşayın.
Kıskanç olmak iyi bir şey değildir ve hiç gerek de yoktur. Bu adamın büyük bir arabası varsa bu onun yüzünü daha güzel yapmayacaktır. Altın aslında kirli bir metaldir. Kıskanç olmaya ihtiyaç yoktur. Daha fazla gülümseyin ve yabancılar da size gülümseyecektir, hem de sevdikleriniz ve tüm hayatınızla beraber!
22. Size saygı gösterilmesini istiyorsanız başkalarına saygı gösterin. İyilik için iyilik, kötülük içinse bu kötülüğü yoksaymak yapılacak en doğru şeydir. Sizi kötü yapmaya çalışan biri onu yoksaydığınız için kendini gerçekte daha kötü hissedecektir.
23. İçmeyin. Hiç içmeyin! Alkol vücudu, beyni ve ruhu öldürür. Ben yıllardır içmiyorum. Eğer şamansanız veya ruhsal bir insansanız içerek bir süre sonra tüm güçlerinizi bitireceksiniz ve ruhlar sizi cezalandıracaktır. Alkol gerçekten de öldürür, aptalca şeyler yapmayın. Rahatlamak için hamama gidin, eğlence için şarkı söyleyin, iletişim ve ortak bir dil bulabilmek için çay için, ve bir kadını daha iyi tanımak için ona şeker verin!
24. Asla pişmanlık duyma! Ne olursa olsun bu ruhların isteğiyle olur ve bu her zaman en iyisidir.
25. Hayvanlara benzeyen taşları özel bir tören olmadan yerden almayın. Aksi takdirde çok ciddi bir nazara maruz kalırsınız. Eğer böyle bir taş bulduysanız ve yanınıza almak istiyorsanız bulunduğunuz yerin ruh efendisine başvurun ve ona bir teklifte bulunun, ardından bu taşı yerde beyaz bir bezle kaplayın ve böyle alın.
26. Güzel bir müziği dinleyerek kendinizi gün içerisinde aldığınız negatif enerjiden arındırırsınız. Müzik meditasyon gibidir. Sizi kendinize ve hayata geri getirebilir.
27. Kalbinizde her hangi bir baskı olmadan rahat nefes alabilmek için, ağlamayı öğrenin.
28. Eğer durum sizin çözemeyeceğiniz bir hal aldıysa ve hiçbir çıkış yoksa elinizi yukarı kaldırın. Ve elinizi sertçe aşağı indirirken “zıkkımın köküne git” deyin. Çok güzel bir deyiş vardır: Sizi yeyip yutmuş olsalar bile en azından 2 çıkış yolunuz vardır.
29. Kadınlar alışveriş yaparken ailelerinin önlerindeki günlerdeki mutluluğunu satın alırlar. Her bir taze, güzel, olgun ve güzel kokan meyve bu ailede mutlu ve sakin bir hayattır. Erkek, kendi tarafından kadına para sağlamalıdır. Böylece kadın en iyi kalitedeki ürünleri seçebilir. Yiyeceğe harcanan paradan kısan bir aile fakirleşir ve mutsuzlaşır. Bu kısıntı aslında sevdiklerinin mutluluğundan kısılır.
30. Kendinizi yanlış ya da birşey hakkında üzülüyorken bulursanız, vücudunuzu düzgün ve akıcı hareketlerle bir dans formunda hareket ettirin. Kötü enerjinizi yoluna sokup zihninizi çektiğiniz acıdan arındıracaksınız.
https://tammakale.com/2018/11/bir-samanin-hayatla-ilgili-30-ogudu/

90'LIK NİNEDEN ÖĞÜTLER


1. Hayat adil değil ama yine de güzel!

2. Hayat o kadar kısa ki, birisinden nefret ederek vakit harcama.
3. Kimse ama kimse, hayatı çok ciddiye almamalı!
4. Her gün mutlaka dışarı çık, mucizeler her yerde!
5. Her tartışmayı kazanmak zorunda değilsin.
6. Hayatı çok fazla sorgulama, harekete geç ve gerekeni şimdi yap.
7. İlk maaşından itibaren, emeklilik için para biriktirmeye başla.
8. Konu çikolata olunca, direnmek gereksizdir.
9. Geçmişinle barış ki, geleceğini zehir etmesin.
10. Çocuklarının seni ağlarken görmesinde sorun yok.
11. Hayatını, başkalarının hayatı ile kıyaslama. Hangi koşullardan geçerek buraya geldiklerini bilemezsin.
12. Eğer ilişkinin bilinmemesini istiyorsan, o ilişki içinde olmamalısın.
13.. Mutlu bir çocukluk yaşamak için hiç bir zaman geç değil. Yeniden çocukluğunu yaşamak tamamen sana bağlı ve kimse de karışamaz!
14. Hayatta neye tutku duyuyorsan peşinden gitmeli ve bu yolda ‘hayır’ı bir cevap olarak kabul etmemelisin.
15. Güzel mumlarını yak, güzel çarşaflarını ser, çeyizindeki yemek takımını kullan. Özel günleri bekleme, bugün gayet de özel!
16. Mor giymek için daha da yaşlanmayı bekleme, eksantrik olmanın tam sırası!
17. Çok kötü olaylardan sonra şöyle düşün: “5 yıl sonra bu olayın bir önemi olacak mı?”
18. Herkesi ve her yapılanı bağışla.
19. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğünden sana ne!
20. Ne demişler, zaman her şeyin ilacı! Zaman ver.
21. Durum ne kadar iyi ya da kötü olursa olsun, değişecek.
22. Hasta olduğunda, İŞİN sana bakmayacak, arkadaşların bakacak, dostlarına zaman ayır.
23. Mucizelere inan.
24. Unutma, seni öldürmeyen şey, seni güçlü kılar.
25. En iyi şeyler henüz gerçekleşmeyenler, umudunu kaybetme.
26.Ne yapacağını bilemediğinde, birkaç derin nefes al, iyi gelecektir.
27.Güzel bir pakette ve kurdeleyle bağlı değil ama
HAYAT YİNE DE BİR HEDİYE!
Kaynak: https://tammakale.com/2018/11/90-yasindaki-bir-kadindan-ogutler/

KEŞFEDİLMEYİ BEKLEYEN 10 MUHTEŞEM KOY

Türkiye, tarihi yapıları ve doğal güzellikleriyle görülmeye değer ülkeler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Her yıl dünyanın dört bir yanından gelen turistler tarafından ziyaret ediliyor.
Güzelliğiyle kendisine hayran bırakan ülkemiz, turistlerde yeniden ziyaret etme isteği uyandırıyor. Bunun yanı sıra yerli turistler tarafından da keşfedilmeye devam ediyor.
Peki ama Türkiye’de saklı kalmış bugüne kadar çok dikkat çekmemiş ve dolayısıyla hala keşfedilmeyi bekleyen koylar hangileri? Bu sorunun cevabı yazımızda saklı. Kim bilir belki de güzelliğini gördükten sonra bu yılki tatil rotanızı bu koylara çevirebilirsiniz.
1- BOZUKKALE
Marmaris’in Bozburun Yarımdası’ında  Karaburun’u geçtikten sonra karşımıza çıkan Bozukkale koyu,
Değirmenburnu ile Kaleburun arasında yer alan Koyu Loryma Antik Kent kalıntılarını hala koruyabilen ve tarihi yelpazesi oldukça geniş bir koydur.
Genellikle mavi tur teknelerinin demirlemeyi tercih ettiği koy, diğer koylara göre daha geniş bir alana sahiptir. Bu nedenle tarihte de önemli bir yere sahip olmuştur. Açık deniz ile birleşen tarihi görüntünün sizi mest edeceğinden şüpheniz olmasın.
2- ADRSAN
Adrasan koyu, yeni adıyla Çavuşköy, Antalya’dan Kumluca’ya yolunuz düştüğünüzde 100. Kilometrede görünmeye başlar. Yemyeşil dağların arasında uzanan koy, doğanın bize sunduğu muhteşem güzelliklerden biridir.
Akdeniz’in şahane güzelliğinin farkına varabilmek için önce bu koyu görmenizde fayda var.
Adrasan, Türkiye’nin güney ucundaki en son nokta diyebiliriz. Eğer buraya kadar yolunuz düştüyse yapmanız gereken tek şey denize kadar ulaşan çam ağaçları arasında uzanan kumsalda denizin ve güneşin tadını çıkarmak.
3- HAMSİLOS
Hamsilos, Sinop’a 17 km uzaklıkta bulunan doğa harikası bir koydur. Dünyada nadir görülen coğrafi oluşumlardan olan fiyordun Türkiyede’deki tek örneği olarak gösterilir.
Alında tam olarak bir fiyort örneği olmasa da fiyorttan çok daha güzel bir doğal güzelliğe sahiptir. Deniz adeta bir nehir gibi kıvrılarak kara parçasının içerisine girmiş ve muazzam bir görüntü sergilemektedir.
4- GİDEROS
Gideros Batı Karadeniz’de Amasra ile Sinop arasında bulunan kartpostallık bir manzaraya sahip bir koydur. Yeşil ile mavinin ahenkli dansına bembeyaz kumsallar da eklenmiş ve ortaya muhteşem bir görüntü çıkmıştır.
Yeşille maviyi bir arada görerek huzuru tam anlamıyla yaşamak istiyorsanız Kastamonu’nun Cide ilçesinde bulunan Gideros Koyu tam size göre.
5-  AKBÜK
Akbük Koyu, Muğla’ya bağlı Gökova Körfezi’nin kuzeyınde yer alan koyların en derin ve en genişidir. Özel Koruma Bölgesi kapsamında yer alan koy, doğasını bozulmadan korumuş eşşsiz güzellikte bir koydur.
Akyaka’dan hareket eden teknelerin en sık ziyaret ettikleri yerlerden biri olan Akbük Koyu, sessiz bir ortamda kafa dinlemek isteyenler için çok ideal bir bölgedir.
Orman ve deniz iç içe olduğu için denizin her rengini burada görmeniz mümkündür
6- KÖMÜR LİMANI
Kömür limanı, Saroz Körfezi’nde saklı bir cennettir. Denizin kendi kendini temizleyebilme özelliğine sahip olan bir denizi olan Saroz Körfezi’ne bakan küçük bir koydur.
Eskiden kömür taşındığı için adı Kömür Limanı olarak kalmış ve yaz aylarında kampçıların akınına uğramaktadır. Denizin berraklığı dalış meraklılarının da ilgisini çekmektedir.
7- GÖKGEMİLE
Muğla’nın Dalaman ilçesindeki Kapıdağ Yarımadası’nın batı yakasında yer alan koy, gezi tekneklerinin fazla uğramaması nedeniyle sakinliğiyle bilinir.
Ağaçlarla kaplı iki yeşil burun arasında Akdeniz’e doğru uzanır. Yalnızlığını ise sadece balıkçı tekneleriyle paylaşır.
8- SAZAK
Doğa’nın Antalya’ya hediye ettiği eşsiz güzelliklerden olan bu koy, yüksek tepelerden izlenmesi gereken eşsiz bir manzaraya sahiptir.
Mavi yolculuk kaptanları tarafından Balayı Koyu olarak adlandırılmıştır. Manzarası insana doyumsuz bir keyif veren, aynı zamanda doğal ve korunaklı bir yapısı olan Sazak Koyu, bölgenin geçmiş zamanlardan beri liman olarak kullanıldığının delili niteliğindedir.
9- DEĞİRMENBÜKÜ
Etrafı çam ormanlarıyla çevrili bu koy Gökova’nın en büyük koyu olma özelliğine sahiptir. Etrafındaki çam ormanları sebebiyle denizin rengi zümrüt yeşilini almıştır.
Marmaris’e 25 km uzaklıkta olan koy mavi turların vazgeçilmez pek çok koyuna ev sahipliği yapmaktadır.
10 ) DALYAN AŞI KOYU
keşfedilmemiş en iddialı yerlerimizden biri henüz çivi çivi üstüne çakılmamış, rantcılarımızın kulağına kurşun. Bir yerden sonra yolu karayolu olsa da gittiğinize değiyor ve iyi ki gelmişiz daha önce buraya neden gelmedik diye hayıflanıyorsunuz..
Kaynak: https://tammakale.com/2018/11/turkiyede-kesfedilmeyi-bekleyen-10-cennet-koy/