Önceleri kötülüğün vücut bulmuş hali diye nitelemiştim onu çünkü bile isteye kötülük yapıyordu gözümün önünde. Kötü konuşuyor, dedikodu yapıyor, asılsız söylentiler yayıyordu. İnsanların yaşamlarında maddi ve manevi kayıpların sebebi olma ihtimali çok yüksekti ve bunun ne kadar farkındaydı merak ederdim.
Gerçekten, söylemlerimiz ve hareketlerimiz ile kime ne kadar fayda sağladığımız veya ne kadar zarar verdiğimizin ne kadar farkındayız? “Söz büyüdür” cümlesinin hakkını günlük eylemlerimizde ne kadar veriyoruz?
Ve tersi de doğrudur, yapmadıklarımız ve sustuklarımız ile de zarar verebiliriz karşımızdakine. Yani sorumluluğumuz hem yaptıklarımız hem de yapmadıklarımız hem konuştuklarımız hem de sustuklarımızdır. Bu yüzdendir kime nerde nasıl tepki verdiğimiz ve bu tepkinin şekli ve tarzının önemi.
İnsan bildiğinin en doğrusunu yapar cümlesinden hareket edersek, kötülük bir bilme hali olabilir mi veya kendini koruma hali? Kötülüğün vücut bulmuş olma halini kimsenin kabul edeceğini sanmam, insan kendini türlü türlü hallerde korumaya alabilir ve belki kötü konuşmak kötü davranmak yalan söylemek de bunun bir parçası olabilir. Konu, burada yapılanın doğru olup olup olmaması değil, kötülüğün doğruluğu olmaz elbette, burada söz konusu olan kötülüğün ardındaki sebep..
Hayatınızda “kötü” diye nitelediğiniz kişilerin, tarafsız ve önyargısız bir şekilde, neden kötü olduğunu düşündünüz mü hiç? Misal ben, yazının başında da dediğim gibi, önceleri ve uzunca bir süre, kötülüğün vücut bulmuş hali kimdir diye sorsalar “onu” gösterirdim derdim. Ta ki bir gün, bir an, kısacık bir an, onun aslında ne kadar sevilmeye aç olduğunu fark edene dek. Biliyordum çünkü O’nun o halini fark ettiğimde başka birini hatırlamıştım.
O birinin hırçınlığının, kavgacılığının sebebini de uzunca süre anlamamıştım. Kendisini çok sevmeme rağmen ilişki kurmakta çok zorlanmış, ancak takdir edilmeye, onaylanmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu anladığım noktada başlamıştı sihir. O sevildiğini sadece sözle değil, sözün devamındaki davranışla, davranışın ve sözün sonunda yayılan enerji ile anlamak, hissetmek istiyordu… Aslına bakarsanız hepimiz gibi… Bense, nasılsa biliyordur onu ne kadar sevdiğimi diye düşündüğümden ve hırçınlığının kendimce sebeplerinden ve O’nu çokça yargıladığımdan farkında olmadan ve aslında istemeden uzak tutuyordum kendimden. Ve yine aslına bakarsanız yine çoğumuz gibi..
O kötü dediğimiz kişiler ya hiç sevilmediyse, ya sevmeyi bilmiyorsa ya yaşamaktan ödü kopuyorsa veya kendini güvensiz hissediyorsa? Ya tüm zayıflıklarını kötülük maskesi ile saklamaya çalışıyor, kibirli özgüveni ile sarıp sarmalıyorsa? Ya hala keşfedemedi ise sevmenin ve sevilmenin sonsuz gücünü ve güvenini?
Sevgimizi, en çok bize en yakın olanlardan esirgeriz nedense. “Nasılsa biliyor”’un rahatlığına kaçarız çoğu kez. Oysa en çok en yakınımızdakilerin sevgimize şefkatimize ihtiyacı vardır bizim ihtiyaç duyduğumuz gibi. Anne, baba, sevgili, eş, çocuk, dost… en son kime şefkat gösterdiniz, ki bence sevgiden çok daha fazla ihtiyaç duyuyoruz şefkatle yaklaşılmaya.
İşte kötülüğün vücut bulmuş hali olarak tanımladığım kişinin o yavru kedi tadındaki sevilme ihtiyacını fark etmemle birlikte O’na olan bakış açım da değişti… Kendiliğinden oldu her şey… Fark etmem ile birlikte şefkat duygusunun yayıldığını fark etmem gibi, ki genelde böyle olur, beklentisiz sevgiyle birlikte şefkat kendiliğinden yayılır…
İlk tanıdığımız, çok yakından tanımadığımız veya yaşamlarımıza henüz çokça sokmadığımız kişilere şart koymayız da yine en yakınımızdakilere neden koyarız o şartları? Onaylanmak bekleriz de niye onay vermekte takdir etmekte bu kadar zorlanırız? Ve neden sevgilerimiz özlemlerimiz şartların kıskacında boğulur, kalıpların altında ezilir? Ne olur serbest bıraksak o saf enerjiyi?
Sahi ne olur?
Hep sevgi diyoruz ya, sevginin bir başka hali olan şefkati de çok önemsiyorum ben. Şefkat göstermekte neden çok zorlanırız neden çoğu kez acıma ile karıştırırız?
Şefkat ancak karşılıksız, koşulsuz ve şartsız sevdiğimizde bırakıyor kendini özgürce… Aksi halde ağır aksak devam ediyor yoluna, mış gibi yapıyor… Yaşamınızda affedilmeyen, kızgınlıkla üzüntüyle hatırladığınız, kaygıya sebep veren, keşkeleri barındıran her şeyde vardır şefkatin eksikliği. Şefkat ve sevgi olmayınca da iyileşmiyor o mevzu, maalesef hep öyle yaralı kalıyor yaşamda ve hiç ihtiyacınız yokken o duyguyu veya hali taşıyorsunuz kocaman ağır ve atılamayan bir yük gibi.. Kabul, her zaman çok kolay olmuyor o sevgi ve şefkati ortaya çıkarmak… Ama zannedildiği kadar da zor değil.
Başkasının size şefkat duyması veya sizi sevmesi için değil, ki edilse dahi işlemez, her ne ise mevzu onu anlamak, olduğu hali ile kabul etmek ve şefkat göstermek için niyet edildiğinde gelir niyetin karşılığı. Artık hangi yoldan nasıl halledilecek ise nasıl anlaşılacak ise öyle gelir çünkü herkesin anladığı dil başkadır o dile göre tasarlanır yaşamdaki yollar. Bazen nazikçe bazen de sertçe yaşarız bu yüzden. O yüzden gelene, geliş şekline de kızmamak, anlamaya ve görmeye çalışmak kafi…
Niyet sihirdir. Yeter ki niyet edilsin mevzunun iyileşmesine, başlar sihir çalışmaya. Hele bir de alışkanlık ettiniz mi, kolaycacık olur o şifalı niyetler.
Hem ayrıca kötü dediğiniz insanlara belki sevginin şefkatin vesilesi olursunuz kim bilir? Ve kötülükten pırıl pırıl bir aydınlık çıkar ve o aydınlık ile sizler de şifalanırsınız kim bilir?
Kaynak: Gaia Dergisi/İnsan ve Toplum/Seval
WATERSTATION - https://www.waterstation.com.tr/ - 850 532 0 282
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder