05 Mart 2017

SUFİZM

CANLARIN RAKSI


Bütün Bilgilere Sahip Olmak, Bilgeleşmek,
Bize Ne Kadar da Tuhaf Geliyor değil mi? 
Ben her şeyim dediğinde ise aşkı tanımış oluyorsun, yine eskilere göre tüm varlıkların toplamısın; Kuşlar, böcekler, yapraklar, rüzgâr, tüm doğa.. sanki böylesi sanki daha anlaşılır.
Zaire’nin Tanganika bölgesinde  yaşayan Tabva insanı da böyle düşünür; Çıplak sırtlarına V şeklinde çizilen iyinin ve kötünün haritasıyla yaşarlar,  ve sadece birini seçerler...
Eski Mayalar Selamlaşırken “Lak’ech ala k’in” Derdi.
Yani “Ben, Senim” Demek!
Mevlana ise Buna Kestirmeden  Biz Diyor
Sanırım Bu Daha Sevimli...
Çatalhöyük İnsanı Atalarıyla Birlikte Olmak İçin
Mezarlarını Yaşadıkları Eve Gömerlerdi.
Yamyamlarsa Ölülerini, Kendi Vücutlarında Yaşasın Diye Yiyorlardı.
Birlikte Olabilmenin Birçok Yolu Var; 
Ama En Zoru Aşık Olmak.


Pir Yolu ve Vuslat Kapısı!
Pir Kapısının önü  ekmek kırıntılarını kapışan serçeler gibi cıvıl cıvıl insan dolu! O esnada arkamdan güvenlik beni çeviriyor, kimlik lütfen diyor.Aksilik işte bir türlü bulamıyorum, aralarında konuşuyorlar, sonra beni aradıktan sonra buyurun beyefendi diyorlar, hayretler içinde Pir kapıya doğru yürüyorum. Buraya Küstehan Kapısı da derler, dervişlikleri kabul görmeyenler bu kapıdan terk ederlermiş dergahı. Varınca  boynum bükülüyor, derin bir mahcubiyet sarıyor içimi.. Yavaş yavaş ilerliyorum huzura.Hemen karşımda Gül suyu ve Demir Hindi şerbeti ikram ediyorlar Dervişan Kapısı önünde,Allah kabul etsin diyorum aç karnına demeyip dikiyorum şerbeti bir dikişte. Daha önceden de içmiştim fakat bu seferki acı geldi, sanırım tarçını çok koymuşlar. İçinde zencefil havlucan ve karanfil tadı alıyorum.
Başımı döndürüyor bian şadırvanın yanına geçip oturuyorum. Bir süre sonra etrafa bir göz atıyorum, çevredeki kalabalık sanki azalmış ve tören için mevlevi kıyafeti giymiş birkaç kişi geziniyor etrafta. Baygın halimi görünce bir yanıma geliyor,  yorgunluktandır diyor. Buyurun  diyor vekaretle. Sanırım müze görevlisi  diye düşünüp peşine takılıyorum sessizce. Pardon isim neydi diye soruyorum, bana Naim derler, girişte kimliğini kaybeden siz miydiniz diye soruyor, sonrada cevabımı beklemeden ,biraz acemiyim kelamda kusur edersek.. deyip içeri giriyoruz. İçimden ona rehberim kendim de gezebilirim demek geliyor ama edeple susuyorum.
Zira bu vakur halet sizi konuşturmaz yalnızca dinlemeyi öğrenirsiniz burada. Çünkü yalnızca anlatmayı bilenlerin çok şey öğrenebileceği bir yer burası.Gözleriniz kapalıyken yalnızca kafanızın içini görmeyi deneyin ; çünkü aklından geçenleri dize getiren ,gönlüyle düşünmeyi de başarabilirler; çünkü yüreğiniz kafanızın için henüz dar sayılır. Bir değil onsekiz kapıdan geçseniz bile!
Mevlana'nın Mesnevi'si on sekiz beyitle başlar. Mevlevi dervişi olmak için tekkede on sekiz gün hizmet edilirdi. Sonra on sekiz mumlu hücrede on sekiz gün daha çile çekilirdi. Mahabarata on sekiz kitaptır. Besmele on sekiz harf. Kuzey mitoslarının birinci Tanrısı Odin, on sekiz şey biliyordu. Ve aşkın bedende filizlendiği en güzel yaş, onsekiz hümetine! İşte başlıyoruz!
"Vakt-i şerif hayrola!  Kulûb-ı âşıkân küşâd ola!!…
"Derviştik zordur. Çileyi Kırmak ise hiç iyi değildir. Dervişlik ateşten gömlek, demirden leblebidir. Aç kalmak, haksız yere söz işitmek vardır. Kısacası Dervişlik Ölmeden önce ölmektir. Bunlara tahammül edebileceksen çileye soyun, yoksa yol yakınken çekip git. İkrardan dönenin mahşer günü yüzü kara olur"  diyorlardı dervişlik için dergah kapısına gelenlere. Buna rağmen Nev-niyâz üç günün sonunda 1001 gün çileye soyunmak istediğini beyan ederse, yani ikrar verirse, Nev-niyâz'a Can denilir ve 1001 gün sürecek çile böylece başlardı diye anlatıyor Naim, sonrada dergahtaki günlük hayat hakkında epeyce konuşuyoruz.

Canların Vuslatı
Naim bana içeriyi gezdiriyor. Bildiklerimden ve bana anlatılanlardan aklımda kaldığı kadarıyla Dergahtaki içtimai yaşantı şöyle oluyor:
Dergaha girmenin ilk şartı  bahsettiğimiz kurallara uymak. Madem ki şartları kabul edip dergaha alınız o halde sıradaki aşama olan çile çıkarmayı bilmemiz gerekiyor. Tarikate girmek isteyenler "Çile" yi âsitânede çıkarırlardı. Farsça'dan dilimize geçen "Âsitân" kelimesi," Padişahların dergahı; Nebilerin, velilerin kabirleri; gibi anlamlara geliyor. Ayrıca tarikat liderinin kabrinin bulunduğu yapı. Bu sebeble Âsitâneye "Huzur-u Pir", "Pir Evi" de denilmiş.
Dergâh" ise Farsça "Kapı, kapı mahalli, eşik, tekke, toplanılacak yer," gibi anlam geliyor. Daha geniş anlamlara ve mahiyete sahip.Asitane dergahta bulunur ve içeriğinde bir çok manevi unsur bandırır.Naim bana dergahın 7 kapısı olduğunu söylüyor.

Her daim Kur’an okunan tilavet kapısından girildiğinde Huzur-u Pir (Mevlananın makamı)’e gidildiğini ve çerağ kapıdan çıkıldığını söylüyor. Burada Horosan Erleri, Kibâbü'l-Aktâb (Üç büyük Mevlevi) makamı, Gümüş eşik, mescid ve Sema'hâne görüyoruz. Çıkışta ise  Matbah-ı Şerif, Meydân-ı Şerif Odası, Derviş Hücreleri, Türbeler, Niyaz Penceresi, Hamüşan, Neyzenler Mezarlığı, Şeb-i Arus Havuzu, Şadırvan ,Selsebili sırasıyla görüyoruz.

Mevlevi Mezar Taşları ve türbeleri ziyaret ediyoruz. Âsitânedeki Dört avluyu dolaşıyoruz. Birincisi 'Hadîkatu'l Ervah' (Ruhlar Bahçesi) İkincisi 'Hâmuşân; diğerleri ise Kuzey ve Doğu Avlular diyor Naim ve devam ediyor,
Dergahın çevresinde hücrelerce gelince bu hücreler 1001 gün çilesini tamamlayan dedelere verilirmiş ve kendilerine "Hücre nişin" ve "Dede" denilirmiş. Bunlar çileyi aşka dönüştüren gönül erbaplarıymış diyor Naim  huşu içinde. Ama en çok Şeb-i Arusu merak ediyorum. Elimdeki kent rehberinden okuduğum kadarıyla, Şeb-i Arus; 
Şeb-i Arûs Nedir?
Mevlânâ Celaleddin ölüm gününü “Hakk’a vuslat”, “Düğün günü”müş.Çünkü  Mevlânâ ölümünü “Şeb-i Arûs” “Sevgiliye kavuşma” günü olarak kabullenmişti. Şeb-i Arûs; Mevlânâ’nın ölüm gününün hatırası olarak yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir. Şeb, Farsça; Leyle, Arapça “gece” demek olduğu için tabirlerin ikisi de aynı manâya delâlet ediyor.
Vuslat, Od , Ağu ve Çile…
Biraz önce Dergaha kabulun ön şartı olan çileden bahsetmiştik. Şimdi ise  gel gelelim çile çekmekten muradın ne olduğuna; Naim çileyi şöyle tanımlıyor:
Çile çekmek nefis terbiyesinin önemli şartlarından biri ;fakat çileyle birlikte eğitilen nefsin kıvama geldiğini en iyi raksederek görebilirsiniz, tıpkı pervanenin ateşin etrafındaki dönüşü gibi. Bu dönüşün kendine has bir adab-ı muaşeratı bulunurdu. Bu adabın en rakkase yansıması Sema yapmaktı. Naim'den dayanamayıp birazda sema hakkında bilgi istiyorum. Tebessüm ederek hay hay diyor.
Sem’a
Semâ’, lügatte işitmek anlamına geliyormuş. Terim olarak, mûsikî nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmek kastediliyor. Sema’, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan- ı Kâmil”e doğru yönelişini ifâde ediyormuş. Tabi Sema’nın öncesinde sıkı bir eğitimden geçmek şartmış. Naim diyor ki  diyor ki; Öncelikle Semâ talimine yeni başlayan Can, çıplak ayakla "Semâ talim çivisi"nin veya "Semâ meşk tahtası"nın yanına gelir, baş keser, sonra sol dizini yere koyar, sağ dizini bükerek çökerdi. Çivi ile görüştükten (çiviyi öptükten) sonra, bir miktar tuzu, parmaklarının arasını pişirsin ve yara olmasını önlesin diye, destur çekerek çivinin bulunduğu yere dökerdi. Sonra ayağa kalkar, sol ayağının baş parmağı ile, yanındaki parmağının arasına talim çivisini yerleştirirdi. Dökülen tuz, sol ayağının dönüş sırasında rahat kakmasını da sağlamış olurdu. Semâzenin sol ayağına "direk", sağ ayağına ise "çark' denilirdi. Direk denilen sol ayak yerinden hiç kaldırılmaz ve diz hiç bükülmezdi. Çark direğin etrafında , çivi merkez olmak üzere, sağ ayağını, sol dizinin hizasına kadar kaldırdıktan sonra, sol ayağı merkezde kalmak üzere, vücudunu 360 derece döndürür ve sağ ayağını yine kaldırdığı aynı yere gelmek üzere yere basardı. Böylece vücut, kendi ekseni etrafında bir tur atmış olurdu ki buna, "Çark atmak" denilirdi. Bu hareket 180 derecelik dönüşlerle de yapılırdı ki, buna "Yarım Çark" denilirdi. Semaya başlayanlara önce yarım çark atmak öğretilir, sonra tam çark atmaya geçilirdi. Bu alıştırma, semâzenler çivisiz devir yapmayı öğreninceye kadar devam ederdi. Direği, yerde sürümeden sabit tutarak çark atmaya, "direk tutma" denilirdi.
Artık eğitim hakkında bilgi aldığımıza göre şimdi de Sema’nın icra edildiği törenden de biraz bahsetmekte yarar var.
Sema’ Töreni, “Nâ’t-ı Şerîf’le başlarmış. Nâ’t-ı Şerîf kâinatın yaratılmasına vesîle olan, yaratılmışların en yücesi Hz.Muhammed’i öven, Hz. Mevlânâ’nın bir şiiriymiş.
Na’t’i, kudüm darbları izler. Bu Yüce Yaratıcı’nın kâinata “ol” emridir. İslâm inanışına göre Allah, insanın önce cansız bedenini yaratmış, sonra ona kendi ruhundan üfleyerek diriltmiştir.
Na’’t’den sonra yapılan ney taksimi işte bu ilâhî nefesi temsîl eder.
Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak bir rakkamını temsil edermiş Böylece Allah’ın birliğine şehadet edermiş.
Semâzenler tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve sema’a başlarlarmış.
Sema’, her birine “selâm” adı verilen dört bölümden oluşur ve semâzenbaşı tarafından idâre edilir. Semâzenbaşı, semâzenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizâmı temin edermiş.
5 Selam ve 7 Kapı
I.Selâm, insanın kendi kulluğunu idrâk etmesi
II.Selâm, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifâde edişi III.Selâm bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesi IV.Selâm ise insanın yaratılıştaki vazîfesine yani kulluğa dönüşü gibi anlamlara geliyormuş.. Çünkü İslâm’ da en yüce makam, kulluktur.

IV. Selâm’ın başlaması ile “postnişîn” yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan sema’ a girer. Postundan sema’ meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider. Buna “Post Semâ’ı” denir.En sonunda da  Kur’an-ı Kerîm’den bir bölüm yani “Aşr-ı Şerîf” okunur. Son dualar, Allah’ın adı olan “Hû” nidâları ile son selamlaşmalarla Semâ’ Töreni sona erer.. Ancak sema burada bahsettiğimiz kadar kolay bir hüner değil. Sema ya katılacak  canlar önce sıkı bir eğitimden geçirilirmiş.
Semanın içinde zikire dair bazı detaylar olsa bile zikir aslında başlı başına geniş bir konu, bu konunun inceliklerini  de yine Naim'den dinleyelim.
Zikir, Allah'ın isminin veya isimlerinden birkaçının tekrarlanması demek. Sabah namazlarından sonra, ihya geceleri denilen pazar ve perşembe geceleri ile, kandillerde yatsı namazından sonra yapılır. Zikirler eğer zikir tespihleri ile yapılırsa "Halkaya girmek" denilirmiş. 
Zikir yapılacağı zamanlarda Şeyh mihrabın önüne serilen kırmızı postun üzerine sırtı mihraba, yüzü cemaata dönük olarak otururdu. Dervişler ise daire şeklinde (Halka halinde) yere diz çökerek otururlardı. Oturma işlemi bitince, bir derviş zikir tesbihini getirir, imamesini öperek Şeyh'e verir, sonra da diğer tesbih tanelerini halka halinde yere sererdi. Dervişler kendi önlerinde olan tesbih tanesini öperek ellerine alırlardı.
Zikir Tesbihi daha çok abanoz, ceviz veya ıhlamur ağacından yapılırdı. Teşbihlerin taneleri iri, adedi ise 1001 olurdu. Tesbihin imamesi ve durakları "Mevlevi Sikkesi" şeklinde yapılırdı.
Zikir Şeyh'in Besmele çektikten sonra, yüksek sesle "Allah" demesiyle başlardı. Dervişler her Allah dedikten sonra, ellerindeki tespih tanesini sağa doğru yürüterek, kendi sağında oturan dervişe devrederdi.
Mukaddes Kitapta kalplerin ancak Allah'ı anmakla tatmin olacağından bahsediyor. Zaten Yaşamın eksik bıraktıkları değil midir bize düş gördüren? Bunalımlı insanları alışveriş mağazalarında daha sık görürüz kadınların alışverişi bırakamama nedeni de sanırım bu olsa gerek, kalplerini gerçek bir yaşam kaynağıyla doldurmadıkları müddetçe, ihtiyaçlarının parlak vitrinlerde satıldığını düşünmeye devam edecekler...nedeni kendilerine karşı yabancı olmalarından kaynaklanır.Çağımızdaki yüzeysel insanların kronik hastalığıdır tekdüzelik, derinde ve yükseklikten korkma olarak başlar ve kapalı mekan fobisine kadar izimizi sürer!
Dergahta Sıradan Bir Gün: 
Dergahta Mevlevi dervişlerinin sosyal yaşam alanı olarak genelde Meydan-ı Şerif kullanılıyormuş. Günlük ödevler yerine getirilip de nefis söz dinlemeye başlayınca bu sefer kısa bir mola için Meydan-ı Şerif tercih edilirmiş.
Mesela, Meydân-ı Şerife girenler yerlerine yerleşince, dışarı meydancısı, üstünde bir lokmalık ekmek parçalarının olduğu bir tepsi ile içeriye girerlermiş. Tepsideki ekmek parçalarını önce tarikatçı başına, sonra sağ tarafta oturanlara, daha sonra ise sol tarafta oturanlara yere diz çökerek sunarmış. Sunulan bu kuru ekmek parçalarına "çörek" denilir ve  çörek istemeyen dedeler şahadet parmağı ile tepsiye dokunup, parmağını biraz öne eğerek öpermiş. Dışarı meydancı "çörek" denilen bu ekmek parçalarından alanlara, Meydân-ı Şerifin hemen girişinde bulunan kahve ocağından sade kahve getirirmiş.
Meydân-ı Şerifte çörekler yenilir, kahveler içilir, idari meseleler görüşülürdü. Suçlu olanlara verilecek cezalar ile, yükseleceklere verilecek makam ve mevkiler burada tebliğ edilirdi. Mevlânâ'nın ölüm yıldönümlerinde havanın iyi olmadığı zamanlarda ise, "Şeb-i Arüs" töreni burada yapılırmış.
Çörekler yenilip, kahveler içildikten ve fincanlar toplandıktan sonra kalplerini boşaltırlar, ellerinin parmakları biraz açık halde, bellerine dayarlar, gözlerini yumarlar ve "Murakebe"ye dalarlardı. Bir müddet sonra tarikatçı Eüzü Besmeleyle Nasr Sûresini okur, "Fatiha" der Fatiha okunduktan sona şu gülbânk çekilirdi;

"Vakt-i şerif hayrola, hayırlar fethola, şerler defola, kulûb-ı âşıkân küşâd ola, demler safâlar ziyâde ola, sahibü'l hayratın rûh-ı revânları şâd ü handan ola, dem-i Hazret-i Mevtana sırr-ı Şems-i Tebrizî, Kerem-i İmâm-i Ali Hû diyelim"

Gülbânktan sonra uzatılarak "hûûû" denir, hep beraber yer öpülerek kalkılırdı, önce tarikatçı başı kapıya kadar gelir, Meydân-ı Şerife dönerek baş keserdi (selam verirdi). Meydân-ı Şerîf odasında bulunanlarda, onunla birlikte baş keserlerdi. Sonra tek tek odadan, odaya arkalarını dönmeden çıkarlardı.
Meydan-ı Şerif üstlendiği özel konumu gereği olarak nasıl önemli bir rol oynuyorsa, Dergah mutfağı da canların eğitiminde o denli önemli bir özelliğe sahipti.     
Canlar Odası ve Ateş-baz Veli 
Dergahta iki tane mutfak vardı. Biri eski mutfak olup, kuzeydeki bahçede, Çelebi dairesinin yanındadır. İkincisi ise batıdaki avlunun güney batı köşesindedir. Meydân-ı Şerif ile birkaç odacığa bitişiktir. Bodrumunda kiler bulunan bu önemli yapı, tam teşekküllüdür. "Ocakbaşı", yemek yenen "Somatlık" gibi, hizmetlilerin kaldığı "Canlar Odası" da buradadır.
"Mutfak" hem aşın hem de tarikata girmek isteyen adayın kontrol edilip, ruhen pişirildiği gözde mekândır. Mübârek tutulur. Adayın kendisini denemek için belli bir süre kaldığı postun bulunduğu seki de mutfağın önemli müştemilatındandır. Mutfağın en yetkili yöneticisi, son derecede önemli makama sahip bulunan "Ateş-baz Velî" ünvanıyla anılan şahıstır. Adayın kontrollerle liyakat derecesini o tayin ederek, kalıp kalmayacağını o teklif eder idi. Onayı alana hücrede yer gösterilirdi. Dervişliğe kabul edilen kişiye "Sema" talimleri de Somatlık'daki  bu özel yerde yaptırılırdı.
Dergahın manevi havasından aldığım lezzet fevkalade! Ziyarete doyamıyorum, hele mutfak kısmını da gezdikten sonra  açlıktan olsa gerek başım iyice dönmeye başlıyor, kendime gelmem için Naim beni şadırvana götürüyor, yüzüme biraz su çarpıp kendime geleyim diyorum, sonrada tansiyonum düşsün diye gözlerimi biraz kapatıyorum.İçimden Naime ayıp olmuyodur inşallah diye geçiriyorum ama feci uyku bastırıyor bu seferde, göz kapaklarım ağırlaşıyor.
Ama dışarıdaki sesleri duyuyorum hayel meyal! Soruyorlar ;Sen ne içtin diye?
Ansızın dilim çözülüyor ve sayıklarcasına şöyle cevap veriyorum;
Düşüp bayılmışım! göksel bir deniz içinde,
Yıldızları mahi bilmişim; hikmet kadehinden içince!
Sorarım şu çerağcıya uyanır mıyım  
sarhoşluğum geçince?

Yıldızlar ki burnumun dibinden,
Mahiler kalbimin içinden,
Cehennemsi sesler 
Esfelüs ‘Safilinden,
Melekler hakkın rahmetinden,
Münkerden ve de Nekirden,
Erilden ve dişiden..
Bir müddet sonra omzuma dokunan bir el ile irkiliyorum. Beyfendi kapatıyoruz diyor, gözümü açtığımda kendimi şadırvanın yanında uyuşmuş bir halde buldum, akşam olmuştu.Gözlerim biara naimi aradı ama herkes gitmişti. Çıkarken güvenlik bana Cengiz bey siz misiniz diye sordu. Evet deyince şadırvanda kimliğinizi bulduk, buyurun dedi.Hala gözüm uykulu, vücudum soğuktan uyuşmuş. Teşekkür edip ayrılıyorum dergahtan. Kulağımda terennüm ve deli delişmen nağmeler Şemsi görmeye gidiyorum ayaklarımı sürüyerek. Gönlüm ilham ile dolup vecde geliyor.Makama yaklaşırken dolup taşıyor gönlüm. İçimden gelen naçizane duygularımı şöyle terennüm ediyorum:

Bari sen Söyle  Pir‘im! nedir bu iksirin envarı?
Dediler ki bu Cam-ı Nistidir.
Kadehi  ise can gibi haki ve de  diridir,
Hergiz kim ola,

Düşüre bu kulluk kadehini  elinden,
Cam-ı Nisti kadehinde kor gibi eriyecektir,
Hergiz düşüre teslimiyet  kadehini elinden,
İblise uşak olur, asılıp da belinden,

Hergiz kim ola düşüre şükür kadehini elinden,
Mütmain olmaz sefih gönlü, 
Abraş Dilinden,
Ve de nasibi olmaz Aynel Yakinden,
Ve de kim düşüre çalışmak kadehini elinden,
Ölesiye muzdarip olur 
El Açıp Kederinden,
Ve de kim düşüre Umut Kadehini Elinden,
Yeisle bühtan olur can-u derinden ..                  

Kaynak: Yazı ve fotoğraflar - Cengiz ÖZTÜRK


04 Mart 2017

DOĞADA BİR KIŞ MASALI


Hani o adını "yaşam telaşı" koyduğumuz, kalbimizden ve ruhumuzdan kaçışlarımız vardır ya... Hani hiç bir yere tam olarak gidemediğimiz, gitsek de orada değil de cep telefonlarımızda yaşadığımız... Halbuki insanın sosyal ağlarını kapatıp, kendine doğada bir randevu vermesi ne büyülü bir keşif! Kendiyle buluşması, kendine yol alması, sonunda yolun kendisi olmayı öğrenmesi...


"Doğada yürüyüş" denince, bir çoğumuzun aklına bahar rotaları gelir hemen... Çiçekli, böcekli, günlük güneşlik, limonata gibi havalarda doğada olmak... Kara kış pek sevilmez kent yaşamında. Hele ki benim gibi memleketin güney sahillerinden kopup gelmiş bir "yaz bilir insanı", ne bilsin kışın doğanın ne kadar nefes kesici güzellikte olabileceğini... Karlı kış aylarının büyük bir tutkuyla sevilebileceğini... Hatta dağlara çıkıp, "seviyorum uleennn dağları" diye arabesk Türk filmleri repliğinde, bağıracak kıvama gelinebileceğini...


Mevsimler ve takvimler kış ayını işaret ederken, Tempo Doğa Kulübü (TEDOK) ile Derya Duman rehberliğinde, ilk kez "kış rotaları"nda yürüme sözünü verdim kendime... Kendime verilen o söz, en güzel armağanmış meğer... Bedenimi, kalbimi ve ruhumu temizleyip, yıkayan... Her hafta pazar gününü heyecanla bekleten...


Tüm haftanın iş ve yaşam yorgunluğundan sıyrılıp her pazar sabah erkenden sıcak yatağından kalkmak, zorla tek gözün kapalı vaziyette kahvaltı yapmaya çalışmak, kış yürüyüşü olduğundan termal içliklerden, katmanlı outdoor üstler ve eldivenlere kadar lahana gibi kat kat giyinmek, sırt çantanı ve öğle yemeğinde yiyeceğin kumanyayı akşamdan hazırlamak, batonlarını ve tozluklarını unutmamak... Saatinde Tempo Tur'un bizleri alacağı durakların birinde hazır olmak... İşte o araca bininceye kadar geçen süre işkenceli ve caydırıcıdır!

Sonra... yürüyüşün başlamasıyla birlikte beyne tertemiz oksijenin gitmesinin bir sonucu mudur bilinmez, ağzınızdan şu sözcükler dökülür; "iyi ki geldim", "gelmekle doğru yapmışım"...


Yaklaşık 25-30 kişilik grupla bir rehber ve artçı eşliğinde, doğada 15 ile 20 km. arasında inişli çıkışlı çeşitli parkurlarda yürürken, kendimizi yeniler, yeni arkadaşlıklar kurar, farklı sitiller görürüz.


Pusulamız doğanın kalbi olduğu an; kimi kendi içine yürür sessizce, kiminin de biriktirdiği çok anısı ve hikayesi olduğundan konuşur her nefes alışında... Masmavi gökyüzüne dağılmış bulut kümelerinin altında; birileri şarj olurken, diğerleri deşarj olur doğada...


İnsanın ağzından ne zaman güzel ve özel bir şeyin döküleceği belli olmaz hem... Bir bebeğin ne zaman gülümseyeceğinin veya ilk adımı atacağının belli olmaması gibi... Bu özel anların bir randevusu da olmaz. An gelir ağzınızı bıçak açmaz, sonra bir an gelir, hesapsızca dökersiniz ruhunuzun tüm yüksek ve alçak yanlarını, alt yazılarını... İşte o an yanınızda olanlar, özünüze gerçekten şahit olurlar... Onlarla ruhen el ele tutuşuruz. Bu anlar yaşam telaşının içinde fark edilmez. Cep telefonlarımıza da mesajla gelmez!


Doğa, kendi içindeki mükemmel dengesi, ritmi ve sessizliğiyle huzur verir insana... Atılan her adım, tam bir meditasyondur. Düşüncenin bittiği, insanın kendisini sonsuzlukta unuttuğu, zihnini dinlendirdiği, zekasını keskinleştirdiği özel bir mekandır doğa... Fotoğrafseverlerin de gözdesidir. Dört mevsim iyi fotoğraf verir, fotojeniktir. Yeter ki ışık iyi olsun... Kalp gözüyle vizörden bakılsın ve "o an" deklanşöre basılsın :)


Enfes bir manzara eşliğinde karların içinde bata çıka yürümek çok romantik gibi görünse de, belli bir süre sonra sizi fazlasıyla yorar. Kış rotaları kolay ve konforlu değildir aslında... Kar kalınlığının artması, rüzgar, bazen de tipi, yürüyüşü zorlaştırır. Burada en önemli faktör doğanın dilini iyi bilen, acil durumlarda çözüm üretebilen profesyonel bir rehber eşliğinde olmaktır. Yürüyüş ekipmanlarınızın mevsimin gereklerine uygun, su geçirmez, hafif ve kaliteli olması da diğer bir etken elbette... Sonra ekip ruhu ve yardımlaşma...


Tertemiz bir havada yaklaşık 5-6 saatlik tempolu olarak gerçekleştirilen yürüyüşlerde, hafif ve enerji verecek gıdalar tüketmek, kas ağrısı yaşamamak için bol bol su içmek gerekir. Her yürüyüşte ortalama 1.5-2 lt su içmemizi tavsiye eder rehberimiz Derya Bey... Tamam şahane, su içelim güzelleşelim de bu kadar sıvıyı doğada nasıl boşaltalım Derya Hoca? 

-"Erkekler sağda, kadınlar sol taraftaki ağaçların arasında çiçek toplasıııınn..."
Öğle yemeği molasında çiçek toplandı, itinayla toprak tuzlu suyla sulandı. :) Durmak yok, yola devam...


Bir ressamın paleti gibi bir çok rengin yanı sıra makro ve mikro düzeyde milyarlarca canlı ve gizem taşır doğa ana kucağında... Görünenin çok ötesinde...


Tarla fareleri, tavşanlar, yaban domuzları, az önce yan taraftaki patikadan geçmiş bir ayının kocaman ayak izi, göklerde süzülen akbabalar, atmacalar, güzel ötümlü kuşlar, kurnaz tilkiler, likenli taşlar, mantarlar, böcekler, kelebekler, ağaçlardan atlamış kozalaklar, alıç ağaçları, dikenli böğürtlen ve kuşburnu çalılarıyla; gördüğümüz ve gözlerimizin göremediği ama varlığını hissettiğimiz, birbiriyle uyum ve işbirliği içinde yaşayan sayısız çeşitlilikteki canlı... Tam bir cümbüş ve gerçek birer görsel şölen...


Pırıl pırıl sularıyla eğilip "içmek" değil, "öpmek" isteyeceğiniz tatlı derelerden geçerken, avlanma iç dürtüsünü ilkel yaşam formlarında bırakamamış avcıların tüfeklerinden çıkan kurşun seslerini işitiriz bazen... Sessizliği yırtarcasına... Bazen de yolumuzun üzerinde bir avcıya rastlarız çantasında ölü bir tavşan taşıyan... yada bir ağacın dibinde cansız yatan yavru ayıya... Hepsi ölüdür çünkü insanoğlu kadar zeki ve donanımlı değildir, bir kurşunla yaşamını yitirmiştir! İnsan yavruları doğaya yalnızca huzur bulmaya değil, yemek için can almaya da gelir. Herkes kendi doğası kadardır doğada çünkü... Ne eksik ne de fazla!


Ne diyor İtalyan tiyatro yazarı Carlo Goldoni... "Dünya güzel bir kitaptır, fakat okumasını bilmeyene pek fayda sağlamaz" Kitabı sadece okumak değil, anlamak da gerekir... Kristalleşmiş kar tanelerinin üstünde ayak izimizi bırakırken... Donmuş yabani otların yanından yürüyüp geçerken "farkında" olmak önemlidir.


TEDOK ile Ankara çevresinde yürüdüğümüz günübirlik kış rotalarında; karlı dağlarda, tepelerde, yaylalarda, uzakta unutulan köylerde, kanyonlarda yürüyoruz. Bulutlara doğru yol alırken, geride çöp değil tabiata saygı ve şükranlarımızı sunup, ayak izimizi bırakarak...


Ve ne çok anı biriktiriyoruz belleklerimizden silinmeyecek... Dağların zirvelerinde karanlıktan doğan ışığı yeniden gördük hep birlikte...Yüreğimizde sakladığımız rengarenk kelebekleri uçurduk bir bir... Tabiatın içinde onun ritmiyle ilerlerken, gözlerimiz ve yüreğimiz sevgiyle doldu. Doğa ana, bizi şefkatiyle sarıp sarmaladı. Merhamete, iyiliğe, barışa, huzura ve özümüzü hatırlamaya ne kadar çok ihtiyacımız varmış. Sütten kesilmiş bebek gibi eksilerek, yaşayıp giderken...


Herkes kendi masalının kahramanıdır ya... Ben de kendi masalımın... Bembeyaz bir kış masalının... İpini kopartmış bir uçurtma misali... Gökyüzünde süzülen... Yaşam dediğimiz kim bilir belki de yerle gök arasında ruhun seyahatidir yalnızca!


Kent yaşamında doğadan kopartılıp, kutsal tapınaklar haline getirilen alış veriş merkezlerine hapsedilen insanoğlunun, özgürlüğe açılan çıkış kapısıdır doğaya dönmek... İster sevdiklerinizle ister kendinizle mutlaka yürüyün. Spor salonlarındaki koşu bantlarında değil, açık havada!


Yenilenin, yeniden doğun, değişip-dönüşün, farkında yaşayın, kalbinizde doğa ananın şefkatini ve sevgisini taşıyın. Şifalanın... Eksilmeyin, çoğalın... Yaşama yeni sürgünler verin. Sonra ne mi olacak? Doğadaki her canlı gibi, hesapsız kitapsız, yargısız, kim ve ne olduğuna bakmadan hepimizin ruhu birbiriyle iliklenecek...


Kaynak: Gülden Baraklı KAYA




"GURME RAKUN" GELENEKSEL NİKSAR YEMEK KÜLTÜRÜNÜ TANITTI..

NİKSAR MUTFAĞI





Yediğin içtiğin senin olsun, sen gördüklerini anlat derler ya, ben Evliya Çelebi gibi, yediğimi içtiğimi de gördüğümü de anlatayım…

TV programı çekimleri sırasında bulunduğum Niksar’da ekiple birlikte ikinci akşamımızdı. İşimiz fazlasıyla uzadığı için, bizi yemeğe davet etmiş olan bir eve telefon açıp, bizi bugün için beklememelerini söyledik. Geldiğimizde 22.30 u geçmişti saat. Yörenin yemekleriyle donatılmış muhteşem bir masa ve aç bir şekilde ama güler yüzle bizi bekleyen insanlarla karşılaştık. Az sonra yiyeceklerimiz nefisti belki ama bu incelik, bu misafirperverlik hepsinden şahaneydi…

Anadolu mutfağı zaten dillere destan. Yemekleriyle ön plana çıkmış birçok ilimiz var. Tokat yöresinin mutfağı ise diğerlerine göre daha az biliniyor… Oysaki her biri kendine has, inanılmaz lezzetli yemekleri var…
REKLAM
Geleneksel Tokat-Niksar evlerinin en önemli özelliği evin en büyük odasından birinin mutfak olarak kullanılması... Mutfağa halk ağzıyla “Aşevi” ya da “Aşgana” denilirmiş. Odanın bir köşesinde yemek yapmaya ve çamaşır kazanı kaynatmaya yarayan yer ocağı bulunurken; diğer tarafta kurutulmuş yiyecek, konserve, salça, peynir ve yaprak saklanan kiler dolabı bulunur. Ayrıca kuru baklagil ve tahılın saklandığı bölmeli tahtadan yapılmış bir de ambar vardır. Yörede bugün bile yemekler çoğunlukla yer sofrasında yenmekte. Mutfak, ailelerde oturma odası. Bir arada vakit geçirmenin, sosyalleşmenin yeri aynı zamanda…
Son derece zengin bir mutfağa sahip olan yörenin yemeklerini sayacak olursam; çorbalarda: Tarhana, Bacaklı Çorba, Helle Çorbası, Gendirme Toygası, Mısır Toygası, Katıklı Düğün Çorbası, Zoğallı ve Erikli Çorba, Tutmaç Çorbası, Köy Toyga Çorbası; yemeklerde: Tokat Kebabı, Yaprak Sarması, Cevizli Bat, Baklalı Yaprak Dolması, Kabak Kabuğu Kavurması, Madımak, Pancar, Pehli; hamur işlerinde: Çökelikli Katmer, Cızlak, Yufka Böreği, Cevizli Çörek, Bişi, Leylek Giliği, Muhacir Böreği, Çarşaf Böreği; pilavlarda: Mercimekli ve Fasulyeli Bulgur Pilavı, Keşkek; tatlılarda ise; Yufka Tatlısı, Kuşburnu Reçeli, Kalburabastı, Dut Pekmezi, Sütlaç, Cevizli Baklava, Revani, İrmik Tatlısı, Lokma Tatlısı en öne çıkanlar…

Bunların her biri kuşaktan kuşağa aktarılmış bir tecrübe ve birikimle gelmiş bu günlere. Birçoğunu tatma fırsatım oldu. Hepsi ayrı ayrı birer lezzet şöleni.

Artık yöresel tariflere internetten ya da çeşitli kitaplardan ulaşmak mümkün. Ancak yörenin havası, suyu ve otuyla beslenen hayvanların etleriyle; bahçelerinde yetişen sebzelerle; ocaklardaki odun ateşiyle pişmeden bu yemeklerde aynı tadı tutturmak güç… En güzeli gidip yerinde yemek belki de. Elbette ki oraların insanının güler yüzü ve hoşsohbetiyle birlikte…

Kaynak: GURME RAKUN / Şefika Onur Akatay







YAŞAMINIZI DİZAYN EDİN




"OLUMLAMALAR"

Dil, realitemizi oluşturan en önemli araçlarımızdan birisidir. 21 gün - 1 Ay aralığında yapılan pozitif olumlamalar, yani pozitif dil içeren kendimize telkinler, içsel egomuzun ve inanışlarımızın yerini alarak yaydığımız titreşimleri değiştirecek ve hayatımızda realiteye dönüşücektir. Ayrıca, bilinçaltınızda yeni ve yapıcı düşünce şablonu oluşturmanıza da yardım edecek, yeni olumlu düşünce kalıplarının tekrarı ile bilinçaltı inançları yeniden programlanacaktır. İçinde bulunduğunuz maddi şartlar, sosyal şartlar, ailevi şartlar, ülke şartları ve ruh durumunuz ne olursa olsun içsel sesinizi değiştirdiğiniz anda yaşadığınız dünyanın değiştiğini görebilceksiniz.

Peki Olumlamalar nasıl işe yarıyor?

İnsanlar çoğu zaman hayatlarında olumsuzluklardan yola çıkarak bir değerlendirme yapma eğilimindedirler. Doğduğumuz andan itibaren yaşadığımız her olay bilinçaltımıza kayıt olur ve bundan sonra yaşayacaklarımız o kayıtlardan yola çıkarak değerlendirilir. Hep olumsuz şeyler yaşamış bir insan hayatında bundan sonra olacak şeylerin de olumsuz olacağını düşünür. Çünkü bilinçaltında olumsuzluk dışında çok da fazla bir kayıt yoktur. Ya hep olumsuz şeyler yaşamıştır ya da yaşadıklarının içindeki olumsuzlukları görmekte ustadır.

Böyle olunca da hayat olumsuzluklar silsilesi haline gelmektedir. En ufak bir şey bile o kişide çok büyük bir olumsuzluğu canlandırmaya yeter. Her insan elbette hayatında olumsuzluklar yaşayacaktır. Her şey her zaman çok güzel olmayabilir ama bizim yapmamız gereken, “yaşadığımız olaylar içinde olumsuzluklar değil de acaba olumlu şeyler bulabilir miyim?” diye aramak olmalı. Tabii ki eğer olumsuz bir şey arıyorsan bulursun, her olay için bu geçerlidir, ama olumlu bir şey arıyorsan şayet emin ol onu da bulursun. Yeter ki sen hayatında olumlu şeyleri aramaya yönel.

Yaşadığımız olayları değerlendirme süreci şu şekildedir: Önce olay yaşanır, yaşanan olay bizim zihnimizden içeriye girer ve içeride bir değerlendirme yapılır. Yapılan değerlendirme sonucunda olumlu ya da olumsuz bir davranış, bir duygu ortaya çıkar. Bu davranış ya da duygunun olumlu ya da olumsuz olmasına karar veren mekanizma bizim zihinsel değerlendirmemizdir (bilişsel çerçevelerimiz).

Olumlamalarla amaçlanan nedir?

İnsanın beyninde olumlu düşünce kalıbı olmadığı zaman hayatını beynindeki olumsuz kalıplara göre değerlendiriyor ve sonucunda mutsuz, olumsuz ve huzursuz bir hayat yaşıyor. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi olaylar beynimizde değerlendiriliyor fakat olumlu bir kalıp yoksa sonuç itibariyle değerlendirme de olumsuz yapılacaktır. Sonra da “neden ben hep olumsuz bakıyorum bu hayata?” diye kendilerine sorar insanlar.

Neden hep ben? Nedenler niyeler hiç bitmeyecektir. Tabii bunları şikayet amaçlı sorduğunuz sürece bu böyle devam edecektir. Neden ve niye sorularını ya da bu benim başıma neden geldi? sorularını şikayet yerine, bir arayışın soruları olarak sorduğunuzda ise bir süre sonra cevaplara da ulaşacaksınız.  Cevap arayışı aşamasına vardığınızda ise Olumlamalar (Afirmasyonlar) değişim için başvuracağınız araçlarınızdan birini oluşturur. Olumsuz düşünce kalıplarınızın yerine olumlu inaçları yerleştirmek için olumlamaları  her gün tekrar etmek gerekir. Önceleri ego ya da bilinçli zihin bunları reddebilirse de, ısrarla tekrarlanan olumlamalar bir süre sonra bilinçli zihin tarafından da kabul edilir.  Bu arada bilinçaltına da istediğiniz yöndeki düşüncenin olumlu inancı yerleşmeye başlamıştır.  

Burada önemli olan nokta; Olumlamaları okurken ya da söylerken hissederek, onlara duygu katarak ve zihinsel canlandırma yaparak okumaktır.  Olumlamalar ile değişim biraz daha uzun sürebilir, Bu yüzden diğer bir alternatif araç olan Telkin CD'lerine başvurabilirsiniz. Subliminal telkin CD'leri güvenilir ve doğru adres ve kişilerce oluşturulduğunda Subliminal Telkin CD yada mp3 kayıtlarından destek alamanız değişim sürecinizi hızlandırır. Subliminal telkin mp3’lerinde derin zihninize olumlu mesajlar veriliyor, direkt bilinçaltına yerleştirilen olumlu düşünceler ve inançlar olayları değerlendirirken yeni alternatif  olumlu bir düşünce oluşturuyor. Dolayısıyla aynı olaylara verdiğiniz tepkileriniz değişiyor.

Ama beynimizde sadece olumsuzluk varsa ve alternatifi olan olumlu düşüncede oluşturulmazsa bu kez sonuç hep olumsuz oluyor. Beyin, alternatifleri uyguladıkça ve sonucunda yarar sağladıkça olumlu düşünceleri daha çok kullanmaya başlayacak bu da hayatınızı değiştirmenize yetecek.

Elbette bu bir süreçtir ve beynimiz yeni düşünceye çoğu zaman kapalıdır. Çünkü beynimiz garanticidir daha önce bir olumsuz düşünceden yarar sağladığına kanaat getirmişse değiştirmek istemez.

Beynimiz bir kere yarar sağladığı düşünceyi ileride olumsuz duygu durumu içine girse bile değiştirmek istemez, çünkü bilinçaltının öncelikli çalışma mantığı kişiyi korumaktır, mutlu etmek değil.. Alternatif düşünce yoksa zaten o zaman işiniz daha zor. Ama beynimize olumlu mesajlar gönderdikçe, alternatif düşünceleri yerleştirdikçe hayata bakışımız değişiyor ve hayatı daha olumlu değerlendirmeyi öğreniyoruz.

OLUMLAMA CÜMLESİ ÖRNEKLERİ

1. Bolluk ve zenginlik içinde yaşamayı hak ediyorum.

2. Hem para kazanıp hem de kendimi eğlendirmeyi hak ediyorum.

3. Ebedi varlık ve ebedi bilince olan kişisel bağım bana büyük bir servet sağlayacak kadar kuvvetli.

4. Para benim dostum.

5. Çok param var.

6. Arzularımı maddi boyuta dönüştüren güçle bir bütünüm.

7. Sadece varlığım bile değerli sonuçlar ortaya çıkarıyor.

8. Hedeflerimi büyütmeye hazırım.

9. Güzellik, güç ve uyum zihnimde birbirine kaynaşmış durumda.

10. Zengin bir kadın (erkek) olmak benim için çok eğlenceli.

11. Artik başkalarının mali başarılarımı desteklemelerine izin veriyorum.

12. Benim refahımın mali başarımla bir ilişkisi yok.

13. Parayı insanları kontrol etmek adına kullandığım için kendimi affediyorum.

14. Boşa harcadığım paralar için kendimi affediyorum.

15. Ben hayal edebildiğimden daha fazla mutluluk, sevgi ve paranın hayatıma girmesine izin veriyorum.

16. Zenginliğim benim ve başkalarının canlılığına can katar.

17. Ben paraya hükmedebilirim.

18. Fazla para kazanmaya hazırım.

19. Tüm arzularımı gerçekleştirmek için yeteri kadar zamanım, enerjim ve param var.

20. Anne ve babamı yaşadıkları mali problemlerden dolayı affediyorum.

21. Artık eminim ki benim için her şeyden yeteri kadar var.

22. Gelirim harcamalarımdan daha fazla.

23. Ben diğer insanları kalkındırmayı istedikçe onlarda beni kalkındırmayı istiyorlar.

24. Harcadığım her para bana katlanarak geri dönüyor.

25. Kendimi ve yaptıklarımı sevgi ile görüyorum.

26. Emin ellerdeyim.

27. Kendimi hayatın akışına bırakıyorum ve hayata güveniyorum.

28. Sevgiyle iletişim kuruyorum.

29. Kendi merkezimdeyim, sakinim ve dengeliyim.

30. Evren beni onaylıyor, her şey yolunda.

31. Hayatın tüm ihtiyaçlarımı kolayca ve rahatça sağlamasına izin veriyorum.

32. Yüksek Benliğime güveniyorum.

33. Sağlık, zenginlik ve mutluluk hayatımı sürekli olarak renklendirir.

34. Yaşamımın genel olarak rahat ve başarılı bir gidişatı var.

35. Ben her bakımdan zengin ve başarılı biriyim.

36. Sağlığım her açıdan mükemmel.

37. Refah ve başarı, şimdi ve her zaman hayatımı kolay ve neşeli hale getirmektedir.

38. Hayatımda düzenli ve bol miktarda para akışı var.

39. Hayatıma neşe, sevgi, samimiyeti davet ederim.

40. Sevgi sürekli olarak beni sarmalar.

41. Ben sevilen, neşeli bir insanım.

42. Yaratıcılığımı kolayca ve coşku ile ifade edebiliyorum.

43. Yaratıcılığım kim olduğumun bir ifadesi gibi serbestçe akmakta.

44. Ben yetenekli, yaratıcı bir insanım.

45. İçimdeki çocuk güvende ve mutlu.

46. Yaratıcılığımı kendim için en iyi yollarla ifade edebilmede içimdeki bilgeliğe güveniyorum.

47. Yaratıcılığıma güvenirim ve bunu ifade etmek için kendime zaman ve mekan sağlarım.

48. Hayatımdaki tüm insanlar beni desteklemekte ve sevmektedirler.

49. Hayatımda sürekli olarak hayırlı fırsatlar ve durumlarla karşılaşırım.

50. Doğru zamanda doğru yerdeyim ve doğru zamanda doğru kişiyle karşılaşırım.

51. Kariyerim başarılı, ilham verici ve karlı işlerle doludur.

52. Hayatımın işini yaparak büyüyor ve gelişiyorum.

53. Kariyerim boyunca hayatımın amacını gerçekleştiriyorum.

54. İşim yaratıcılığımın, neşemin ve hevesimin ifadesidir.

55. Pek çok olumlu fırsat ve durumla karşılaşmaktayım.

56. Yeni öğreti ve bilgileri kolayca ve zevkle özümseyebiliyorum.

57. Sürekli olarak öğrendiğimin ve büyüdüğümün bilincinde olarak, yaşamımın her anında rahatım.

58. Bildiklerimi başkaları ile paylaştığımda huzurlu ve sakinim.

59. Bu evrenin bana vermek istediği tüm bolluk ve bereketi, ayrım yapmaksızın kabul etmeye ve almaya istekliyim ve kabul ediyorum. Ve onu bilinçle ve sorumlu bir şekilde paylaşmak için elimden geleni yapıyorum.

60. Her çıkan fırsattan mümkün olduğu kadar fazla yararlanıyorum ve her kaçan fırsattan da mümkün olduğu kadar az üzüntü duyuyorum.

61. En yüksek akıl yetilerimi geliştiriyorum. Duygularımı kusursuz biçimde eğitiyorum.

62. Bilinçaltının en derinlerine varıyor ve oradan günlük hayatıma yardım edecek olan sessizliği, olgunluğu ve inancı çıkarıyorum.

63. Yüce Işık ve yüce Sevgi benim kanalımla akıyor ve çevremdeki her şeye yayılıyor.

64. Ben yüce ışık ve yaratıcı enerji ile doluyum.

65. Bu zengin bir evren ve onda hepimiz için her şey var.

66. Bolluk benim gerçek var olma halimdir. Ben şimdi onu tümüyle ve sevinçle kabul etmeye hazırım ve kabul ediyorum.

67. Tanrı tüm ihtiyaçlarımın tükenmez ve sınırsız kaynağıdır.

68. Yaşamın bana sunabileceği tüm refah ve mutluluğu kabul etmeye hazırım ve kabul ediyorum.

69. Şu anda parasal olarak büyük bir bolluk yaşıyor ve bunun tadını çıkarıyorum.

70. Yaşam neşe dolu ben onun keyfini çıkarıyorum.

71. Sonsuz zenginlikler şimdi hayatıma özgürce akıyor.

72. Zengin bir bilince ve isteklerimi gerçekleştirme gücüne sahibim.

73. Ben sevecen ve şefkatliyim ve başkalarıyla paylaşacak çok şeyim var.

74. Hayatta her şeyin en iyisini hak ediyorum.

75. İyi olan her şey bana kolayca geliyor.

76. Kendimi bütünüyle, olduğum gibi seviyor ve takdir ediyorum.

77. Kendimi özgürce, tam anlamı ile ve kolayca ifade ediyorum.

78. Her şeyi kolayca elde ediyorum.

79. Ben ışık ve sevgi dolu, neşe saçan bir varlığım.

80. Doğal bir biçimde öğreniyor, aydınlanıyorum.

81. Kendi hayatımın efendisiyim.

82. Yaşadığım anın tadını çıkarmak için ihtiyacım olan her şeye sahibim.

83. Gereksindiğim her şey içimde zaten var.

84. Yüreğimde kusursuz bir bilgeliği taşıyorum.

85. Sevmeyi ve sevilmeyi seviyorum.

86. Tüm duygularımı bir parçam olarak kabul ediyorum.

87. Kendimi daha çok sevdikçe, başkalarına vermek için daha fazla sevgiye sahip oluyorum.

88. Sevgiyi özgürce veriyor ve alıyorum.

89. Sevgi dolu, doyum verici, mutlu kılıcı ilişkileri hayatıma çekiyorum.

90. Daima açık ve etkin bir biçimde iletişim kurabiliyorum.

91. İstediğim her şeye sahip olmayı onaylıyorum.

92. Yalnızca yaşadığım için kendimi mutlu ve neşe dolu hissediyorum.

93. İçimdeki Tanrı’nın ışığı şimdi hayatımın her aşamasında kusursuz sonuçlar üretiyor.

94. İçimdeki ışık burada ve şimdi hayatımda mucizeler yaratıyor.

95. Her şey hayatımın iyiliği için birlikte çalışıyor.

96. Hayatımın yüce planı ile uyumlu yaşıyorum.

97. Hayatımın yüce planı adım adım ortaya çıktıkça onu tanıyor, kabulleniyor ve uyguluyorum.

98. Şu anda sağlık, zenginlik, mutluluk ve kusursuz bir kendini ifadeyle dolu hayatım için şükranlarımı sunuyorum.

99. Kendim olmaktan mutluyum. Yeterliyim. Burada ve şimdiyi kabulleniyorum.

100. Kızgın olduğumda, hata yaptığımda, kıskançlık duyduğumda, insanları sevemediğimde kendimi reddetmem gerekmez.

101. Yüce sevgi burada ve şimdi bolluk yaratmak için benim kanalımla çalışıyor.

102. Ben yüce doğam ile “bir”im ve sonsuz yaratıcı güce sahibim.

103. Yüksek Benliğim yaptığım her şeyde, her konuda bana yol gösteriyor.

104. Yüce sevgi bana yol gösteriyor ve ben daima korunuyorum.

105. Evren gereksindiğimiz her şeyi daima verir.

106. Işık saçan bir sağlık ve enerji ile doluyum.

107. Bedenimi bütünüyle seviyor ve kabulleniyorum.

108. Ben hayatımın yaratıcısıyım. Hayatımı tam isteğim gibi yaratıyorum.

109. Hayatın en güzel şeylerine layığım ve kendime sevecenlikle her şeyin en iyisini kabul etmeye izin veriyorum.

110. Neşeli, mutlu ve özgürüm.
BEN, BEN’İM.
BEN Huzur ve Barışım,
BEN Gücüm,
BEN Var olan Her Şeyim ,
BEN Işığım..

DİĞER OLUMLAMA / AFİRMASYON ÖRNEKLERİ
Geçmişi siliyorum. Gelecek ise seçimimi yapmamı bekliyor.
İşte bu anda yarınlarıma yön veriyorum.
Geçmişte yaptığım tüm hatalar için kendimi bağışlıyorum.
Geçmişi kabul ederek yeni bir hayata başlıyorum,
'Kendini için yalnızca deneyimlemek istediğim şeyleri seçiyorum. Seçtiklerim: (Kendiniz seçin: Sağlık, zenginlik,' bolluk, mutluluk, arkadaşlık, başarı -bilinçaltı istediğiniz şeyi sunmak için gerekeni yapacaktır.) 

Şu anda aklımı, fikirleri almak üzere açıyorum.
Biliyorum, ki sonsuz bilgi ve daha önce denenmemiş yaratıcı fikirlerle dolu bir kaynağa sahibim. Tek Bilinç'i kullanmak için gereken her şeyi içgüdüsel olarak biliyorum. Yaşamımı olumlu biçimde etkileyecek seçimler yapmak için yönetiliyor ve yönlendiriliyorum. Tüm korku ve endişelerimden arınıyorum. İçimdeki, beni yaratıcı eylemlere ulaştıracak Sonsuz Zekâ'ya güveniyorum. Sessizlik ve güven içinde güç kazanıyorum. Beni mutlu kılacak fikir ve ilhamlara açığım.

Ben de evrenin sırlarına ulaşabilirim. Sonsuz bir Kaynak'la ilişkideyim. Şimdi aklımı (şu konudaki) yanıtları almak üzere açıyorum (burada o anki sorularınızı, ihtiyacınızı belirtin). Sükûnet içinde dinliyorum, açığım, almaya hazırım. İçimden ilham fışkırıyor. İhtiyacım olan fikirleri ve onları gerçekleştirmek için gereken gücü alıyorum. 
Kendimi harika hissediyorum! Güçlü ve sağlıklıyım ve bunun tadını çıkarıyorum. Yaptığımı iyi yaparım ve doğal olarak da hep iyi sonuçlar alırım. Deneyimlerimi harika insanlarla paylaşıyorum. İhtiyaç duyduklarım ve bana ihtiyacı olanlar kapıma gelir. Düş gücümü yapıcı olarak kullanıyorum ve arzuladığım hayatı gözümde canlandırıyorum. Bütün düşlerim harika bir biçimde gerçekleşiyorlar! 
Başarısızlıktan korkmaya son verdim. Artık hayatın saf hazzı için yaşıyorum. 
İçimdeki Yaratıcı Güç'e inanıyor ve güveniyorum. Sadece benim değil herkesin içindeki Tanrı'ya güveniyorum. Kimse beni reddedemez, çünkü tüm Hayat'la bütünleştim.
Hayatı neşe ve sevgiyle dolu olarak görüyorum. Şu anda Hayat tarafından kabul edildim. İçimdeki Ruh her zaman bana destek oluyor, huzur ve güven veriyor. Nerede olursam olayım, ne yapıyorsam yapayım. Sonsuz Varlık benimle birlikte, benim içimde mükemmel haliyle yaşıyor.

Ben kararlı bir insanım, içimdeki Bilgelik sayesinde akıllıca seçimler yapabilirim. İçimdeki zekâ benim için doğru olanı bilir ve seçim yapmamda bana yol gösterir. Bilinçaltım Evrensel Akıl'la bütünleşmiş durumda, o yüzden tüm Hayatın benimle çalıştığından eminim. Evrensel Akılda benim için mükemmel bir plân var, almak için aklımı açarsam bana verilecek. Şu anda içimden gelen kusursuz yanıtı kabul ediyorum. İçimdeki Bilgelik benim için karar veriyor. Bu kararlara güveniyorum. Doğru yolda sakin ve güvenle ilerliyorum. 
"Ben sonsuz bir varlığım; Tanrı'nın sureti ve benzeriyim. Hayat en iyiye sahip olmamı istiyor ve ben de bunu kabul ediyorum. Tüm iyiliklere sahip olmayı hak ediyorum" 
İçimdeki Bilge benim stoğum, asla bitmeyen doğru ilham, üretici fikir ve rehberlik Kaynağım. Bu ilhamı ve rehberliği, ihtiyacım olanı ve fazlasını sunmak üzere serbest bırakıyorum.

Ben zenginim. (Bunu yüzlerce defa, bilinçaltınıza yerleşinceye kadar düşünün). Yoksulluk ve kaybetme düşüncesine asla yer vermem. Sınırsız Kaynak, ihtiyaç duyduğumdan fazlasıyla donattı beni. İhtiyaç duyduğumda bana doğru fikirler gelir. Doğru Zaman'da doğru kararlar veririm.
Asla yalnız değilim. Yaptığım her şeyde benimle birlikte çalışan Sessiz bir Ortağım var. O içimde ve günün her anında benimle birlikte çalışıyor. Geçmişle ilgili pişmanlıklarım, şu an için korkularım, gelecek için endişem yok. Sınırsız bir Güç tarafından korunuyorum; İlahi Zekâ tarafından yönlendiriliyorum ve Seven bir Varlık'tan güç alıyorum. Her şey Mükemmel ve ben şükran doluyum. 
Herşeyle biriz. Tüm hayat hizmetimde.
Her problemin bir çözümü var ve bu çözüm her zaman içimde yatmakta. Karşılaştığım güçlük ne olursa olsun, onun içindeki nimeti bulur, daha iyi daha güçlü bir insan olurum.  Hiçbir şey beni yenemez, çünkü biliyorum ki hiçbir şey içimdeki Gücü yenemez. İçimdeki Zekâ'yı çağırarak daha üretken bir hayat hazırlıyorum. 

Şimdi kendimi zamanın bağlarından kurtarıyorum, ilk önce yapılması gerekeni ilk önce yaparak zamana hakim oluyorum.
Bilinçaltımı eldeki işi kolaylıkla ve kesinlikle yapacak şekilde yönetiyorum. Sonsuzluğun düzenli olarak benimle yaşamasına izin vererek hayatın tüm çılgınlıklarından kurtuluyorum. Ne geçmişe bağlıyım ne de gelecekle sınırlıyım. Şimdi, şu anda yaşıyorum. 

Tamamen, mükemmelen ve bütün olarak gevşedim. Bedenimin tüm kaslarını, sinirlerini, kemiklerini ve dokularını rahat bırakıyorum. Biliyorum ki, içimdeki Zekâ, bedenimin nasıl kusursuz işleyeceğini, ilişkilerimin nasıl kusursuz işleyeceğini, hayatımın nasıl kusursuz işleyeceğini bilir, içimdeki Zekâ'yı neyi, nasıl yapacağımı söylemesi için serbest bırakıyorum.
Doğru şeyleri doğru zamanda yaparak hayatımı kolaylıkla sürdürüyorum. Tüm tahriklerden uzağım. Hayatla tam bir uyum içerisindeyim. Hiçbir şey beni sinirlendiremez, Kimse beni kızdıramaz, çünkü duygularımı ben belirliyorum.  Kendimi kabul ediyorum, kendimle barışığım. Geleceğe güveniyorum, hayata inanıyorum.  Tüm hareketlerimi, arzularımı, korkularımı, üzüntülerimi, endişelerimi ve engellerimi içimdeki Mutlak Güce havale ediyorum. Tamamen rahatım. 
Korkacak hiçbir şey yok. Bana hakimiyet verilen zihinsel bir dünyada yaşıyorum. Karşılaşacağım her durumun üstesinden gelebilecek Güç içimde, ihtiyacım olan her şey içimde. 
Sigarayı bırakmayı seçiyorum. Özgürlüğü seçiyorum. 
Sağlığı seçiyorum. Birisi sigara tuttuğunda, otoriter bir sesle, "Hayır, teşekkür ederim, kullanmıyorum" diyorum. Her sigara isteği duyduğumda ve sigarayı elime aldığımda, onu parça parça ediyor ve çöp sepetine atıyorum. Özgürüm, sağlıklıyım. 

Uyanık kalmaktan korkmuyorum; uykumu getirmek zorunda değilim. Geçmişle ilgili pişmanlığım, gelecek için endişem yok. Tüm kavgacı düşüncelerden arınıyorum. Olumlu düşünceleri seçiyorum.
Kendimi ve başkalarını geçmiş hatalar yüzünden bağışlıyorum. Kafam rahat; ben huzurla doluyum. Güvenle yatıyorum ve uykunun gelmesine izin veriyorum.

"Kendinize, hayatla uyum içerisindeyim; yaşadığım yerle uyum içerisindeyim.
Doğru zamanda, doğru yerde, doğru şeyi yapıyorum. Çevreme direnmek zorunda değilim, çünkü biliyorum ki aklıma koyduğum şeyi yaşayacağım. 
Arzuladığım şeyi görüyorum ve benim olanın bana geleceğini bilerek ona şimdiden teşekkür ediyorum" 

Son derece huzurluyum. Hayatımdaki iyiliğin gücüne inanıyorm.
Koşullarda hiçbir güçlük yok: kişiliklerde hiçbir güçlük yok: yalnızca iyilikte güç var. Şu anda içimde bulunan güce engel olabilecek hiçbir insan, yer, nesne, durum veya ortam yok. Herşey benden yana, hayat benden yana.

Şu anki iyi düşüncelerle geleceğimi hazırlıyorum.
Bugünü yaşıyorum; geleceğe güveniyorum; geçmişi olduğu gibi kabul ediyorum. Tüm hayatın, benim iyiliğim için el ele verdiğine inanıyorum. Rahatım. Huzurluyum.

Kaynak: EVRİM BALIKÇI