20 Ocak 2019

DÜNYANIN İLK KİTAP KASABASI: HAY-ON-WYE

Kitap, ilgilisi için çok farklı anlamları içinde barındırır. Kitabın eski ya da yeni olması, cildinin yapısı, kelimeleri sayfadaki düzeni bir kitapsever için belirleyici unsurlardır. Mutlaka her kitapsever, kitaplarla dolu bir oda ya da ev hayal eder. Kimisi de küçük bir kitapçı dükkanı açıp misafirleriyle kitaplarını paylaşmayı diler. Dünyada öyle bir yer var ki tüm kitapseverlerin hayallerini süsleyecek nitelikte. Terk edilmiş bir kasabaya miras için giden bir adamın kitapçı dükkanı açmasıyla başlayan bir öykü. İşte, dünyanın ilk kitap kasabası…



Galler ve İngiltere arasındaki sınırda, İkinci Dünya Savaşını izleyen kırsal uçuşa karşı rol modeliyle ünlü rahat tepelerle çevrili küçük bir kasaba var. Hay-on-Wye kasabası.


Hay-on-Wye, hayalet bir kasaba haline gelen bir tarım kasabasıydı.


Buradaki kasabalılar, Avrupa'nın diğer birçok yerinde olduğu gibi daha iyi bir iş ve daha iyi bir yaşam için kırsal kesimden ayrılarak kentsel alanlara taşındı. Ancak, Richard Booth, Oxford Üniversitesinden mezun olduktan sonra amcasından kalan mirasıyla doğduğu kasabayı yeniden canlandırmak için geri döndü. Artık işler farklı gidecekti.



Nihayet, uzun sürelerdir zihninde dönen projeye başlamak için hazırdı. Eski bir itfaiye istasyonunda ikinci el kitapların ilk kitapçısını açtı. Bu açılış, yalnızca inanılmaz bir maceranın başlangıcıydı. 

Bay Booth, başkalarının elden çıkardığı tüm kitapları toplamaya başladı.

 

Bu süreç içerisinde koleksiyonuyla beraber itibarı da etkileyici bir şekilde büyüyordu. Bay Booth, kasabalılar tarafından boş kalan başka binaları kiraladı. Adeta bir kentsel dönüşümü başlatmıştı. Hay-on-Wye hayata geri dönmüştü.



Yenilikten, Bay Booth'un cesaretinden ve işinin büyüklüğünden etkilenen insanlar İngiltere'nin her yerinden kasabaya akın etmeye başladılar. Böyle bir başarıdan şaşkın olan bazı kasaba sakinleri Booth'un izinden gitmeye karar verdiler. 


Kasaba bugün yaklaşık bin 500 nüfusa sahip. Uzmanlaşmış kitapçı sayısı da 26. Üstelik bu kitapçıların her biri gerilim, müzik, sanat, sinema, şiir ya da çocuk edebiyatı gibi farklı alanlarda uzmanlaşmış durumda. Bazılarıysa inanılmaz derecede kendine özgü.


Hay-on-Wye kelimenin tam anlamıyla bir kitap cenneti. Burada her türlü kitabı bulmak mümkün: Yeni, ikinci el, eski ve nadir. Sokaklarda, yoldan geçenler için açık havada tutulan kitaplarla dolu raflar görebilirsiniz. Bazen de bu rafların yanı başında ise biraz dinlenmek ve kitap okumak isteyenler için koltuklar bulunuyor.



Bu tür turizm sayesinde kasaba gelişti ve gelişen bir kültürel ve ticari yaşamın merkezi oldu. Her kitapçı, bazen gerçeküstü yaratıklara çarpabileceğiniz ayrı, renkli ve tuhaf bir dünyadır.


Bazı aydınlar ve sanatçılar için burası inzivaya çekilme yeri. Yayıncılar ve zanaatkarlar için ise tam bir cennet. Dilerseniz, işaretlerle gösterilen kutuların içine para atarak kitapları satın alabiliyorsunuz (yumuşak bir kitap kapağı için 50 sent, ciltli bir kitap için 1 pound).


Bunlara "Dürüstlük Dükkanları" deniyor. Çünkü burada her şey kitapseverlerin dürüstlüğüne güvenmeye dayanıyor. Bugün Hay-on-Wye'de çok sayıda bağımsız mağaza, birkaç sanat galerisi, bir postane ve bir banka, bir bisiklet dükkanı ve zanaat dükkanları mevcut.


Ayrıca, şehir merkezinden haftada üç gün getirdikleriyle kasabayı canlandıran bir sokak pazarı ve bir de bakkal var. Kasaba kitap şehir olmasının yanında Brecon Beacons Milli Parkı'nı keşfetmek için de bir başlangıç noktası.


Hay-on-Wye ulaşmanın en kolay yolu şahsi arabalar. Toplu taşıma araçlarını kullanmayı tercih ederseniz en yakın tren istasyonu Hereford'dur. Buradan da otobüsle kasabaya ulaşabilirsiniz. 


Kaynak: https://www.fikriyat.com/galeri/kultur-sanat/dunyanin-ilk-kitap-kasabasi/25



18 Ocak 2019

KAYAK TÜYOLARI


Kayak Yapmaya Ä°lk Kez Gideceklere Tavsiyelerİlk Kez Kayağa Gideceklere Öğütler:

İçerikte yer alan ücretler, 2019 yılına göre güncellenmiştir.


Kış mevsimini sevenler derneği açılsa, ilk üye olacak kişiler muhakkak biz kayak ve board sevdalıları olacaktır! Evet hava buz gibi, tüm şehir yağmur çamur içinde, hep bir eve gidip sıcak çikolata içme isteği. Oysa bunların hepsi kar yağmasını hevesle bekleyen bizler için, adeta kayak alametleri…

Kayak hakkında hiç tecrübesi olmayanlar, hatta kayak merkezlerine hiç çıkmayan ama çok merak edenler için hap niteliğinde bir yazı hazırladık. Kayak hakkında merak ettiğiniz birçok sorunun cevabını burada bulabilirsiniz.

Dikkat, bu yazı bol miktarda cesaretlendirici öğeler içerir! :)











1) Sizlere ilk söyleyeceğimiz şey: Korkmayın ve bu keyfi daha fazla ertelemeden hemen yaşayın!

Kayak korkusu

Kayak yapmak bir kişinin aklına düştüğü an, 'ya düşersem' endişesi de beraberinde geliyor. Oysa ki, hem eğimi oldukça düşük yerlerde bulunacaksınız, hem de yeni başladığınız için hızlı kaymayacaksınız. Üstelik düşseniz de bir şey olmuyor, karlar yumuşacık. Bir de kat kat giyindiğinizi düşünürseniz, hiçbir şey olmayacağına bir kez daha inanırsınız. Anlaştık mı?

2) Bu maddeyi okuyorsanız, sizi biraz ikna ettik demektir. Peki nereye gideceksiniz?

Kayak Merkezleri

Türkiye'de birçok zirve var, biz size en meşhurlarını söyleyeceğiz; Uludağ Kayak MerkeziKartepe Kayak Merkezi ve Kartalkaya Kayak Merkezi. Her zirvede kayağa yeni başlayanlar için uygun eğimler var. Ancak Uludağ'ın biraz daha öne çıktığını belirtelim. Çünkü Uludağ'da Kartalkaya'ya oranla fiyatlar uygun, Kartepe'ye oranla hafta sonları daha az kalabalık.

3) Kayağa gitmek için doğru zaman nedir? Kayak merkezlerinde kar kalınlıkları nasıl olmalı?

Kar Kalınlıkları

Kayak ve snowboarda gönül verenlerin takip ettiği birçok forum var. Ve kayak sezonu açılır açılmaz da haberlere hemen yansıyor evet. Ancak siz yine de kendi bildiğinize güvenin ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün – Kar Kalınlıkları sayfasını ziyaret edin. Ve işte sizin için detay bilgi: Kayak yapmak için kar kalınlığının 40 - 50 cm civarında olması gerekiyor.

4) Kayak ekipmanları ve kayak kıyafetleri - kiralama ücretleri

Kayak Ekipman Kiralama Ãœcretleri

Ben de kayağa başlamayı düşündüğüm ilk gün aklımda aynı soru vardı. “'Benim ekipmanım yok, napacağız?”' Siz çıkarken sadece sıkı giyinin, geri kalan her şeyi kayak merkezinde kiralayabilirsiniz. Kayak ekipmanları veya kayak giysilerinde kiralama ücretleri kayak merkezine göre değişiklik gösteriyor elbet. Ancak kayak kiralama fiyatları 100 - 120 TL civarında değişiyor. Bu paraya ne dahil derseniz: Tüm gün boyunca kullanacağınız kayak ekipmanları, kayak pantolonu ve montu. Tabi eldiven, kar maskesi, bere gibi farklı yardımcı ekipmanlar istemeniz dahilinde onlar da extra fiyat.

5) Kayağa giderken yanınızda götürmeniz gerekenler:

kayakta yanınızda olması gerekenler

Tabiki sırt çantası ilk ve en önemli malzemeniz. Atkı, bere, eldiven üçlüsü, nemlendirici dudak ve el kremi, deodorant, yedek çorap ve yedek tişört, kazak mutlaka olması gerekenler. Eğer tatilinizi daha uygun fiyata getirmek istiyorsanız çantanıza su ve sandviç de ekleyebilirsiniz.

6) Kayak eğitim ücretleri hakkında bilgiler

kayak eğitim ücretleri

Kayak eğitiminizi, Türkiye Kayak Federasyonu eğitmenlerinden almanızı öneriyoruz. Öncelikle eğitmenlerle 1 saatlik eğitim için görüşebilirsiniz. 1 saatte ayakta durup kendi kendinize kaymayı başarabilecek seviyeye gelirsiniz, sonrası size kalmış. Genel kuralları öğrendikten sonra, biraz da kendi çabalarınızla bu sporu gün içinde hemen öğrenebileceğinizi düşünüyoruz. Kayak eğitmenlerini, kayak ekipmanlarınızı kiralamak için gittiğiniz kayak odalarına danışarak bulabilirsiniz. Orada sizi yönlendireceklerdir. Bu noktada fiyatlarda sıkı bir pazarlığa girişmenizi tavsiye ederim. Aynı anda 2 – 3 kişi birlikte eğitim alarak hem eğitim saatini daha eğlenceli hale getirebilir, hem de kayak eğitmeniyle daha uygun ücrete anlaşabilirsiniz.

2018 yılı için kayak okullarının belirlediği ortalama ücretler:

Kayak Dersleri

1 Kişi - 1 saat: 230.00 TL

2 Kişi - 1 saat: 300.00 TL

3 Kişi - 1 saat: 390.00 TL

4 Kişi - 1 saat: 460.00 TL

Grup Dersi (1 Kişilik Ücret) - 1 saat 100.00 TL

Kayak Okulu Programı (1 Kişilik Ücret)- 4 Ders: 400.00 TL

Snowboard Dersleri

1 Kişi - 1 saat: 230.00 TL

2 Kişi - 1 saat: 300.00 TL

3 Kişi - 1 saat: 390.00 TL

4 Kişi - 1 saat: 460.00 TL

Grup Dersi (1 Kişilik Ücreti) 4 Ders: 100.00 TL

Kayak okulu programlarında ve grup derslerinde öğrenciler yaş ve teknik becerilerine göre oluşturulan 6-7 kişilik gruplar halinde ayrıştırılırlar ve ders alırlar.

7) Kayak eğitimini aldıktan ve öğrendiğimize yürekten inandıktan sonra bütün gün ne yapacağız?

kayak gunu

Öncelikle ski pass almanız gerekecek. Ski pass: Zirveye teleski ya da telesiyej ile çıkmak için, geçiş sistemine okuttuğunuz kart. Skipass uygulamaları ve fiyatları her kayak merkezinde farklıdır. Biz burada sizlere Uludağ'daki skipass fiyatları ve skipass uygulamaları hakkında bilgi vereceğiz. Tek çıkışlı biletler sadece alındığı liftte geçerlidir. Tek çıkışlı skipass haricindeki tüm diğer bilet tiplerini, biletinizi aldığınız gişeden bağımsız olarak Uludağ'ın tamamındaki liftler için kullanabilirsiniz. 

Tek çıkış, 4 saat ve günlük sınırsız ski pass'lar bulunuyor. 
Ski pass fiyatları: Tek çıkış 15 TL, 4 saatlik 90 TL, günlük 150 TL. 2 günlük 260 TL, 3 günlük 350 TL, 4 günlük 400 TL, 5 günlük 450 TL. (Uludağ fiyatlarıdır.)

Kayak: https://www.neredekal.com/blog/kayak-yapmaya-ilk-kez-gideceklere-tavsiyeler/


İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİNİ GEZDİNİZ Mİ?

Tarihi Hazinelerimiz: İstanbul Arkeoloji Müzeleri
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, tarihi değeri yüksek mega kent İstanbul'un Avrupa Yakasında yer almaktadır. Tarihi Yarımada olarak adlandırdığımız sınırlar içerisinde kalan Sultanahmet semtindeki Gülhane Parkından Topkapı Sarayı'na çıkan Osman Hamdi Bey yokuşunda olup misafirlerine yıl boyunca kapılarını açmaktadır. 
İstanbul Arkeoloji Müzeleri; Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç ana birimden oluşmaktadır. Bu nedenle İstanbul Arkeoloji Müzeleri olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde adı Eski Şark Eserleri Müzesi olan ve ziyaret edilebilen bina, 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi olarak Osman Hamdi Bey tarafından kurulmuştur. 1472 yapım tarihli Çinili Köşk ise Fatih Sultan Mehmet'in av köşküdür. 
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Cumhuriyetten önce yani Osmanlı döneminde arkeolojiyi de kapsamı içine alan müzecilik 19. yüzyılın ortalarına kadar gelmektedir. Osmanlı'da Türk müzeciliğinin dönüm noktası aslında Sadrazam İbrahim Edhem Paşa'nın eğitimini Fransa'da tamamlamış olan oğlu dünyaca ünlü arkeolog, müzeci ve ressamımız Osman Hamdi Bey'le başlar. Osman Hamdi Bey o dönem Müze-i Hümayun'un müdürü olarak atanır. Atamayla birlikte birçok anlayış değişir ve yerini yepyeni bir sisteme ve arkeolojinin kurumsallaşmasına bırakır. Hamdi Bey bu yenilikçi tavrıyla günümüzde Arkeoloji Müzesi olarak binanın inşası için dönemin ünlü Fransız mimarı Alexandre Vallaury görevlendirir. 1903 ve 1907 yıllarında bina bugünkü halini almıştır.
Müze-i Hümayun yani günümüz Türkçesiyle Padişahlık Müzesi adıyla kurulan ilk arkeoloji müzemiz 13 Haziran 1891 yılında ziyarete açılmıştır. Bir yerde aslında Müze-i Hümayun'un devamı olarak İstanbul Arkeoloji Müzeleri günümüzde hem sergi hem de arkeolojik kazı misyonuna devam etmektedir. Bu yazımızda da sizlere arkeoloji ve müzecilik tarihimizden biraz bahsederek İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde yer alan çok değerli eserlerin de tanıtımını yapmak istedik.
İstanbul Arkeoloji Müzesi
Türkiye'nin ilk müzesi olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, dünyada çapında yapılma dönemi itibarı ile müze olarak inşa edilmiş ilk 10 müze binası arasında gösterilmektedir.
Günümüzde Arkeoloji Müzeleri'nin giriş kat salonlarında arkaik dönemden Roma dönemine antikçağ heykelleri, İskender Lahti, Ağlayan Kadınlar Lahti, Tabnit Lahti gibi dünya çapında eşi benzeri olmayan harika eserler sergilenmektedir.
Binanın üst katında ise Hazine Bölümü, İslam Öncesi, İslam Sikke Kabinleri ve Kütüphane olarak adlandırılan yerler bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Surları içerisindeki Çini Köşk Müzesi'nde Türk İslam Çini sanatına ait eşsiz eserler ve Eski Şark Eserleri Müzesi'nde de Anadolu ve Mezopotamya eserleri sergilenmektedir.,
1 - Klasik Arkeoloji Müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzesi
Osman Hamdi Bey tarafından 1887 ve 1888 yılları arasında dönemin en büyük keşfi yapılmıştır. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan Lübnan'ın yapılmıştır. Osman Hamdi Bey, Sidon Kral Nekropolü Kazısı'nda birçok değerli esere ulaşmıştır. Bu değerli eserler arasında; üzerinde Makedonya Kralı Büyük İskender'in betiminin yer aldığı İskender Lahti, Likya Lahti, Tabnit Lahti gibi eserler gün yüzüne çıkarıldıktan sonra İstanbul'a taşınmıştır.
İstanbul Arkeoloji Müzesi
İstanbul'a ulaşan bu değerli eserler için büyük bir binaya ihtiyaç duyulmuştur. Osman Hamdi Bey de Çinili Köşk'ün karşısına dönemin ünlü mimari Alexandre Vallaury'e Padişahlık Müzesi – Müze-i Hümayun'u inşa ettirmiştir. İnşaatın bitmesi eserlerin yerleştirilmesi de tamamlanınca İstanbul Arkeoloji Müzeleri 13 Haziran 1891'de ziyarete açılmıştır. Hatta müzenin ziyarete açıldığı 13 Haziran günü ülkemizde müzeciler günü olarak kutlanmaktadır. Yıllar geçtikçe yeni gelen eserlerle ana müze binası yetersiz gelmeye başlamıştır. Bunun üzerine binanın güney doğu bitişiğine, 1969-1983 yılları arasında yeni sergi salonları eklenmiştir.
Çeşitli uygarlıklardan günümüze kadar gelebilmeyi başarmış bir milyonu aşkın değerli esere ev sahipliği yapmasıyla bugün de dünyanın en büyük müzeleri arasında seçkin bir yere sahiptir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri 1993 yılında Avrupa'da yılın Müzesi seçilerek “'Avrupa Konseyi Müze Ödülü”'ne de layık görülmüştür.

2 - Çinili Köşk Müzesi

Çinili Köşk Müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksinin en eski yapısı Çinili Köşk. Kaynaklarda yapım yılı olarak 1472 gösterilen Çinili Köşk, Sarayburnu'ndaki korulukta ve Topkapı Sarayı'nı çevreleyen tarihi surların içinde kalmaktadır. Yapının Müze-i Hümayun'a dönüştürülmesi ise 1880 yılında denk gelir. Oldukça değerli arkeolojik ve İslam eserlerinin sergilenmesi için kullanılan köşk, 1939 yılında Topkapı Sarayı Müzesi'ne bağlanmıştır. Bunun üzerine binanın içindeki değerli eserler çeşitli müzelere dağıtılmıştır ve köşk müze olarak işlevini yitirmiştir.
İstanbul Arkeoloji Müzesi
Çini Köşk, Selçuklu döneminin etkisinde kalarak yapılmış olan Osmanlı sivil mimarisinin İstanbul'daki tek örneği olarak da değerlidir. 1953 yılına gelindiğinde ise İstanbul'un fethinin 500. yılına denk gelmesiyle onarılan bina Fatih Müzesi adıyla yeniden meraklılarına ve halka kapılarını açmıştır. Sonrasında ise yeniden müze görevi görerek Türk İslam, Selçuk ve Osmanlı çinilerinin ve seramik eserlerinin sergilendiği bir yer olmuştur. 1981 yılına gelindiğinde ise bu müze İstanbul Arkeoloji Müzelerine bağlanmıştır. Son olarak günümüzdeki halini 10.06.2005 yılında yapılan restorasyon çalışmalarıyla almıştır.

3 - Eski Şark Eserleri Müzesi

İstanbul Arkeoloji Müzesi

Eski Şark Eserleri Müzesi binası 1883'da Güzel Sanatlar Akademisi yani Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi kullanılmaktadır. Bu okul binası olarak kullanılan yapıda da Fransız mimar Alexandre Vallaury ismini görüyoruz. Uzun yıllar öğrencilere eğitim verilen okul binası bir süre sonra Cağaloğlu'na taşınmıştır.
Okulun taşınmasından sonra bina Halil Edhem Bey tarafından, Yakın Doğu ülkelerinin eski kültür belgelerinin sergilenmesi için 1917-1919 yıllarında müze haline getirilmiştir. Müze; Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Arabistan yarımadası eserleri olmak üzere 4 ana koleksiyondan oluşmaktadır. Anadolu ve Mezopotamya Yunan öncesi, Mısır ve Arabistan yarımadası eserleri ise İslam öncesi dönemleri içermektedir.
Ä°stanbul Arkeoloji
Eski Şark Eserleri Müzesi bugüne gelene kadar çeşitli onarımlar ve farklı sergileme yöntemlerinden geçmiştir. Son olarak çağdaş sergileme teknikleri kullanılarak oluşturulan salonlarda eğitici olmak, insanoğlunun tarih içinde gerçekleştirdiği kültür atılımlarını anlatmak ve insan elinden çıkmış kültür belgelerini anlatmak amaçlanmıştır. Anlatım bölgesel bir sınıflama içinde yapılmış, Arabistan yarımadası, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu kültürleri ayrı ayrı tarihi gelişimleri içinde ziyaretçilere sergilenmektedir.

Kaynak https://www.neredekal.com/blog/tarihi-hazinelerimiz-istanbul-arkeoloji-muzeleri/



KIYILARIN EN HESAPLI KAMPİNGLERİ

DOĞAL VE EKONOMİK DENİZ KIYISI KAMPİNGLERİ

Hem Ekonomik Hem Doğal: Deniz Kenarı Kamp Alanları
Kuzey Ege'nin en güzel turizm alanlarından biri olan Assos ve Küçükkuyu sahil yolu üzerinde konumlanan Gargara Doğal Tatil Kampı, hem uygun fiyatlı hem de konforlu bir konaklama hizmeti sunuyor. Denize sıfır konumda yer alan kamp alanının kendine ait özel plaj alanı var. Ziyaretçiler konaklamaları boyunca deniz kenarında harika bir manzaraya karşı şezlonglarda uzanıp, uzun uzun güneşlenebiliyor. Kamp alanındaki konaklama seçenekleri arasında ise tesis tarafından temin edilen asma çadırlar ve çadır evlerin yanı sıra kendi çadır ve karavanınızla geldiğinizde faydalanabileceğiniz bir kamp alanı. Tesiste yarım pansiyon konaklama seçeneği de bulunuyor.

Pek çoğumuzun içinde olan doğaya koşma isteği, özellikle tatile ihtiyaç duyduğumuz anlarda daha çok hissediliyor. Ne kadar şanslıyız ki doğal güzellikler bakımından oldukça zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu sayede fırsatını bulduğumuz anda şehir yaşamından uzaklaşıp doğanın sesini daha çok kulak verebiliyoruz. Üstelik çoğu zaman bu seyahat diğer alternatiflere göre çok daha uygun bütçeli olabiliyor. Hazır 9 gün sürecek uzun bir bayram tatiline sayılı günler kalmışken hala tatil planınızı yapamadıysanız ve otellerin çoğu dolu ya da bütçenizin bir hayli üzerindeyse kamp yapmaya ne dersiniz? Bu sayede hem son dakika bile olsa plan yapabilir hem de çok uzun zamandır aklınızda olan o yolculuğa çıkma fırsatını bulabilirsiniz. Merak etmeyin siz yorulmayın diye biz sizin için deniz kenarında konumlanan en keyifli kamp yerlerini araştırdık bile.

1 – Deniz Çadır Kamp / Bademli Köyü

bademli deniz kamp

Bademli Köyü Dikili'ye 10 km mesafede yer alan ve ülkemizin az bilinen güzelliklerinden biri. Denizin yanı başında konumlanan, zeytin ve çam ağaçlarına adeta sırtını yaslayan bu köyün denizi de kumsalı da doğası da herkesi kendine hayran bırakmaya yetiyor. Deniz Çadır Kamp da sezon boyunca ziyaretçilerine hem ekonomik hem de konforlu bir seyahat imkanı sunmayı amaçlıyor. Kamp alanına kendi çadırınızı götürebileceğiniz gibi tesiste bulunan yerleşik çadırlardan da faydalanabiliyorsunuz. Alanın büfe, buzdolabı, duş, aydınlatma, elektrik, otopark gibi olanaklarının olduğunu belirtmekte fayda var.

2 – Akyaka Kamp / Akyaka

akyaka kampÜlkemizin turizm açısından oldukça zengin şehirlerinden biri olan Muğla'ya bağlı bir turizm cenneti olan Akyaka, özellikle sessiz, sakin ve huzurlu bir seyahat arayışında olanlar tarafından sıklıkla tercih ediliyor. Akyaka Kamp da ziyaretçilerine bu cennet içerisinde orman kampı ve doğa içinde konumlanan evlerde konaklama imkanı sunuyor. Tesis kendi konaklama birimlerine sahip olmakla birlikte ziyaretçilerine çadır ya da karavan temin etmiyor. Bu sebeple kendi çadırınız ve karavanınızı götürmelisiniz. Yola çıkmadan önce tesisi arayarak yer bilgisi alabilirsiniz.

3 – Hızır Kamp / Kaz Dağı

kaz dağı hızır kamp

Doğa, yeşil, oksijen deyince ilk aklımıza gelen yerlerden biri Kaz Dağı. Doğal olması ve doğal kalmayı başarması sayesinde bugün şehir yaşamından uzaklaşmak istediğimizde böyle bir alternatifimiz olduğunu bilmek bile kendimizi iyi hissettiriyor. Hızır Kamp da işte böylesine bir muhteşem doğa içerisinde, Kaz Dağı Milli Parkı sınırlarına yürüme mesafesinde konaklama imkanı sunuyor. Evet belki kamp alanı deniz kenarı değil ama içerisinden Zeytinli Çayı geçiyor ve buz gibi sularında yüzmek belki de bugüne kadarki en muhteşem deneyiminiz olabilir. Kamp alanına kendi çadırınızı getirebilir ya da ağaç, taş ve ahşap evlerde konaklayabilirsiniz. Konaklama ücretlerine sabah ve akşam yemekleri de dahildir.

4 – Olympos Mocamp / Kaş

olimpos mocamp

Akdeniz'in keyifli duraklarından biri olan Kaş, uzun süren sezonu boyunca gerek yerli gerek yabancı turistler tarafından sıklıkla ziyaret ediliyor ve tüm doğal güzelliğini koruyor. Kaş – Kalkan yolu üzerinde yer alan Olympos Mocamp da denizin yanı başında konumlanmış konumuyla ziyaretçilerini Kaş'ın o muhteşem denizinde mahrum etmiyor. Ziyaretçilerin tüm ihtiyaçlarının ön planda tutulduğu kamp alanında duş, tuvalet, mutfak, buzdolabı, çamaşırhane, elektrik ve plaj alanı mevcut. Tesiste bungalov konaklaması tercih edebilir ya da kendi karavan ve çadırınızla giderek tüm bu olanaklardan faydalanabilirsiniz.

5 – Bozcaada Camping / Bozcaada

bozcaada camping

Ada havasını solumanın ve kendine özgü o berrak denizinde yüzmenin bambaşka bir keyif verdiği Bozcaada favori tatil duraklarından biri. Adada aparttan pansiyona, butik otelden otele kadar pek çok konaklama seçeneği var elbette ama bölgenin doğasının kampçılar için de tam anlamıyla biçilmiş kaftan olduğunu söyleyebiliriz. İşte Bozcaada Camping de gönül rahatlığıyla kamp yapabileceğiniz bu yerlerin başında geliyor. Deniz yalnızca 200 m yürüme mesafesinde konumlanan kamp alanında bungalovda konaklayabilir ya da çadır kampı yapabilirsiniz. Tuvalet, duş, buzdolabı, büfe, mutfak ve otopark gibi olanaklar bulunan alanda çadır kiralayabileceğiniz gibi kendi çadırınızı da götürebilirsiniz.

6 – Cennet Kamping / Fethiye

cennet kamping

Fethiye'nin eşsiz güzellikteki koylarından biri olan Cennet Koyu'nda hizmet veren ve denize yalnızca 150 m gibi kısa bir yürüme mesafesinde yer alan Cennet Kamping, doğayla iç içe unutulmaz bir deneyim yaşatıyor. Tesiste sabah ve akşam yemeklerinin yanı sıra çadırlar da fiyatlara dahildir. Ayrıca alan duş, tuvalet ve yiyecek ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz şekilde dizayn edilmiş tüm olanaklara sahip. Konaklamanız sırasında çam ve zeytin ağaçlarının arasında yılın tüm stresinden tamamen uzaklaşabilir, uzun zaman sonra kendinize sevdiklerinize vakit ayırdığınızı hissedebilirsiniz.

7 – Aktur Camping / Datça

datça aktur camping

Ülkemizde doğa içinde, huzur dolu bir tatil yapabileceğimiz değerli duraklardan biri Datça. Akbük Camping de Datça ve Marmaris arasında yer alan konumuyla hem yeşile hem de maviye doyacağınız keyif dolu bir kamp olanağı sunuyor. Kamp alanı aynı zamanda bir sitenin tesisi olduğu için bilinen pek çok kamp alanına göre aktivite anlamında da bir hayli zengin. Üstelik kampingte çadır ve karavan alanlarının yanı sıra çeşitli konaklama seçenekleri de mevcut.

8 – Gargara Doğal Tatil Kampı / Assos

gargara doÄŸal tatil kampıKuzey Ege'nin en güzel turizm alanlarından biri olan Assos ve Küçükkuyu sahil yolu üzerinde konumlanan Gargara Doğal Tatil Kampı, hem uygun fiyatlı hem de konforlu bir konaklama hizmeti sunuyor. Denize sıfır konumda yer alan kamp alanının kendine ait özel plaj alanı var. Ziyaretçiler konaklamaları boyunca deniz kenarında harika bir manzaraya karşı şezlonglarda uzanıp, uzun uzun güneşlenebiliyor. Kamp alanındaki konaklama seçenekleri arasında ise tesis tarafından temin edilen asma çadırlar ve çadır evlerin yanı sıra kendi çadır ve karavanınızla geldiğinizde faydalanabileceğiniz bir kamp alanı. Tesiste yarım pansiyon konaklama seçeneği de bulunuyor.

Kaynak: https://www.neredekal.com/blog/hem-ekonomik-hem-dogal-deniz-kenari-kamp-alanlari/




14 Ocak 2019

KURUMUŞ AĞAÇ KÜTÜPHANE OLDU


İnsanları kendi küçük ücretsiz mahalle kütüphanelerini kurmaya teşvik eden Little Free Library (Küçük Ücretsiz Kütüphane) oluşumu sayesinde 2011 yılından beri pek çok küçük ve yaratıcı mahalle kütüphaneleri kuruldu. 
Aile bireylerinden Sharalee Armitage Howard, kitap ciltçiliği okumuş bir kütüphaneci olunca sonucun böyle olması pek şaşırtıcı gelmiyor insana. Kütüphanede ayrıca, mekana tam bir ev havası veren iç ve dış aydınlatmanın yanı sıra, hava koşullarından etkilenmemek için kütüğün üzerine yerleştirilmiş bir de “çatı” bulunuyor.




Bu zincire yeni eklenen kütüphanelerden biri, kütüphane tasarımını yepyeni bir boyuta taşıyor. Amerika’nın Idaho eyaletindeki bir ailenin 100 yıllık bir kavak ağacının içini oyarak yarattığı bu masalsı kütüphanenin adı “Küçük Ağaç Kütüphanesi”.
Kaynak: https://www.thisiscolossal.com/2019/01/little-tree-library/?fbclid=IwAR0HkPm6RGDhs27PNh225ta5EFiNdcWMgf5XGluk0Hq2ONcOlXHKhEI8ua0 
Kaynak: https://www.egitimpedia.com/100-yillik-bir-agactan-masalsi-bir-mahalle-kutuphanesine/



BU AİLEYE ŞAPKA ÇIKARILIR

2 YIL BOYUNCA "ŞEKER DENEYİ" YAPAN AİLENİN ÖYKÜSÜ
12 yaşındaki Matthew Carter en sevdiği gazlı içeceğin içinde ne kadar şeker olduğunu öğrendiğinde ailesiyle birlikte bir deney yapmaya karar verdi. Bu bir şeker deneyiydi.
Matthew, beş hafta boyunca ailenin her bir üyesinin kullanabileceği şeker miktarını farklı kaplara boşalttı.
Ebeveynleri ve kardeşleri herhangi bir şey yediklerinde, o şeyin içindeki şeker miktarını kontrol etmek zorundaydılar. Ve herkes yediği kadar şekeri kabından kaşıkla alıp tekrar mutfaktaki şeker kavanozuna boşalttı. Kabı boşaldığında kimsenin o gün daha fazla şeker yemesine izin verilmedi.
Sağlık Bakanlığının verilerine göre dört ila altı yaş arasındaki bir çocuğun günlük olarak en fazla beş adet küp şeker miktarında şeker alması gerekiyor. Bu miktar 7 ila 10 yaş arası çocuklar için altı küp şekerken, 11 yaş üstü herkes için yedi küp şekere çıkıyor. Oysa özellikle çocukların içtiği içeceklerdeki şeker miktarı bunun kat kat üzerinde. Klasik bir enerji içeceğinin içinde (500 ml) 13 küp şeker bulunuyor. Kolada (330 ml) 9 küp şeker, kutu meyve sularında (200 ml) ise 5 küp şeker miktarında şeker bulunuyor.
İngiliz Sağlık Bakanlığının verilerine göre çocuklar, 10 yaşına geldiklerinde 18 yaşındaki biri için önerilen maksimum günlük şeker alımını bile aşıyorlar. Özet olarak çocuklar her gün tüketmeleri gerekenden sekiz küp şeker daha fazla tüketiyor. Bu, her yıl 2,800 küp şekerdaha fazla tükettikleri anlamına geliyor.
Matthew’un annesi Claire iki yıl önce yaptıkları şeker deneyinin nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Bu deneyi yapmaya başladık çünkü Matthew uyuyamıyordu. Biz de en sevdiği gazlı içeceğin içindeki şeker miktarını ölçtük. Yaklaşık dört çay kaşığı kadar şeker vardı içinde.”
Çocukların davranışları değişmeye başladı
Tam bir futbol hayranı olan Matthew, sağlıklı beslenmenin sporcuların zindeliğini koruyabilmelerinde çok önemli bir rol oynadığı hakkında yazılar okudu. Arkadaşlarının kilo aldığını fark eden Matthew, bunu okul çıkışı satın aldıkları çikolatalara bağladı.
Şeker deneyine başladıktan kısa bir süre sonra Claire çocuklarının davranışlarında değişiklikler görmeye başladı. Daha ikinci günde, o sıralar altı yaşında olan Sarah, kahvaltıda yediği mısır gevreğine şeker koymak istemediğini ilan etti çünkü sabahın ilk saatlerinde kabındaki şekerin çoğunu kaybetmek o günü daha zor geçirmesine sebep oluyordu.
Sarah meyve yemeye başladı ve bisküvi gibi tatlı bir şey yiyemeyeceği söylendiğinde artık ağlamaya başlamıyordu: “Çünkü o zaman kabındaki şeker hakkı bitiyordu. Çay kaşığı miktarı onun için büyük bir anlam ifade etmeye başladı. Kabındaki şekeri kaşıklayarak tekrar şeker kavanozuna geri koymak, yemek üzere olduğu şeyin içinde ne kadar şeker olduğunu önemli bir hale getiriyordu,” diye anlatıyor annesi.
Şeker deneyi sonrasında yaşananlar…
Beş haftanın sonunda Claire ve eşi Martin de kilo verdiler. Ama işin en güzel tarafı Matthew’un deneyinin ailesi üzerinde kalıcı bir etki bırakması oldu.
“İki yıl sonra şeker tüketimimizin hala oldukça kontrol altında olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla,” diyor Claire.
“Diğer ebeveynlerin bana söylediklerine göre çocuklarım bir partiye gittiklerinde hala arkadaşlarından daha farklı yemek seçimleri yapıyorlar. Sanırım yüksek şekerli yiyeceklere alışık değiller ve artık bunları canları çekmiyor.”
Deneyi başlatan Matthew ise şöyle diyor: “İki yıl sonra bile şeker deneyimizden konuşacağımız hiç aklıma gelmezdi. Artık kapları kullanmıyoruz çünkü artık ne kadar şeker almamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Ama kaplar, ne yediğimizi görmemizi sağladı.”
Kaynak: https://www.bbc.com/news/health-46739905 Kaynak: https://www.egitimpedia.com/iki-yil-boyunca-seker-deneyi-yapan-bir-ailenin-hikayesi/

ÖĞRENCİLER DİKKAT!: ÖĞRENME SÜRECİNİ KOLAYLAŞTIRACAK 5 YÖNTEM



Dünyanın en iyi üniversitelerinin sayısız online dersine ücretsiz olarak ulaşabileceğiniz muhteşem internet sitesi Coursera‘nın en popüler dersi olan ve yaklaşık 2 milyon öğrencinin kayıt olduğu “Öğrenmeyi Öğrenmek” dersinin yaratıcılarından biri olan Barbara Oakley, zihin ve öğrenmeyle ilgili kitaplar yazmış bir mühendislik profesörü aynı zamanda.
Oakley, kendi deyimiyle “matematikten sürekli kalan” bir öğrenciyken beynini “yeniden şekillendirdi” ve o zamandan beri modern sinirbilimin bazı temel prensiplerini açıklayarak diğer insanların öğrenmeyi öğrenmelerine yardımcı oluyor.
Bir şeyi en baştan çözememenin aptal oldukları anlamına gelmediğini öğrencilere göstermeniz gerekiyor. Onlara daha hızlının her zaman daha iyi olmadığını öğretmelisiniz,” diyor Oakley.
İnternet üzerinden alınan dersi daha çok yetişkinler için olsa da, Oakley şimdi hedef kitlesi 10 ila 14 yaşındaki çocuklar olan bir kitap üzerinde çalışıyor. “Bu yaş aralığını seçtim çünkü fikirleri kavrayabilecek kadar büyük; ‘Matematikte kötüyüm. Bunu yapamam,’ diye düşünmeyecek kadar da küçük bir yaş. Onlara, bütün olasılıkları kafalarından silmeden önce erişebiliriz.”
Öğrenciler beyinlerinin bilgiyi nasıl öğrendiğini ve sakladığını anlayamadıklarında kendileri hakkında yanlış algılar geliştirebilirler. Bir konuda kötü olduklarını düşünebilir ya da performans kaygısı yaşayabilirler. Oakley, notlarını tekrar tekrar okuyan ve konuyu bildiklerini düşünen, ancak sınava girdiğinde gerekli olan bilgileri hatırlayamayan öğrenciler ile aynı deneyimi paylaşmış. “Korkuyorlar ve sınav stresi yaşadıklarını düşünüyorlar,” diyor Oakley. Ayrıca Oakley, öğrencilerin bilgiyi hatırlamalarını sağlayacak bir şekilde eğitilmediklerini söylüyor.
Sinirbilimin çoğu eğitimcinin hoşuna gitmediğini ya da bu konuda eğitimli olmadıklarını kabul etmeliyiz. Oakley, bu amaçla öğretmenlerin sınıfta kullanabilecekleri ve öğrencileriyle paylaşarak öğrenme sürecinin gizemini ortadan kaldırmaya yardımcı olabilecekleri şu temel ilkelerden bahsediyor:
  1. “Yürüyen beyin” mi “yarış arabası beyin” mi?
Oakley, “İşe, öğrencilere odaklanmış beyin ile rahat beyin arasındaki farkı öğretmekle başlayın,” diyor. Beyin odaklanmış durumdayken, yapmanız gereken işe başlayabilirsiniz. Ancak bu durumda konuyu derinden anlama tamamen gerçekleşmez.
Rahat düşünce ise zihninizi serbest bırakıp düş kurmasına, hayallere dalmasına izin verdiğinizde gerçekleşir. Bu haldeyken beyniniz hala çalışıyor durumdadır, bilgiyi sağlamlaştırıyor ve öğrenmek istediğiniz şeyin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordur. Bir konuyu hemen kavrayabilmek sizin için kolaysa odaklanmış hal size yetebilir, ancak yeni bir beceri ya da konu üzerinde düşünmeyi gerektiriyorsa, konuyu gerçekten kavrayabilmeniz için bu iki beyin hali arasında gidip gelmeniz gerekir ve bu hemen olan bir şey değildir.
Bu iki hal arasında geçiş yapmak öğrenme açısından çok önemli olduğundan, öğretmenler ve öğrencilerin kendilerine, oyun oynarken, yürüyüşe çıkarken veya resim yaparken öğrenmenin “arka planda gerçekleşebileceği” zamanlar ayırmaları gerekir. Uykunun sağlıklı bilişsel gelişim için bu kadar hayati bir konumda olmasının nedeni de budur.
Öğrenciler hızlı olmayı akıllı olmakla karıştırma eğiliminde oldukları için, Oakley onlarla şu örneği paylaşmayı öneriyor: “Bir yarış arabası beyni, bir de yürüyen beyin vardır. İkisi de bitiş çizgisine ulaşır, ama aynı anda değil. Yarış arabası beyni oraya çok hızlı bir şekilde varır, ama her şey birkaç saniyede olup biter. Yürüyen beyin ise acele etmez. Şarkı söyleyen kuşları duyar, tavşan izlerini görür, yaprakları hisseder. Bu, çok farklı bir deneyimdir ve bazı yönleriyle daha zengin ve daha derindir. Her şeyi hemen öğrenen biri olmanıza gerek yok. Bazen yavaş ilerleyerek bir konuyu daha derinlemesine öğrenebilirsiniz. ”
  1. Zincirler ve öbekler
Bilişsel psikolojide “öbeklemek”, bir konuda uzmanlık geliştirmek için gerekli olan, bolca pratiği yapılmış zihinsel kalıpları ifade ediyor. Oakley bunu öğrencilere anlatırken “zincir” benzetmesini tercih ediyor.
Öğrenme tamamen güçlü zincirler geliştirmekle ilgilidir. Oakley, bir arabayı nasıl park edeceğinizi ilk öğrenirken, direksiyonu nasıl döndüreceğinizden aynalarınızı nasıl kullanacağınıza kadar her adımı bilinçli bir şekilde düşünmeniz gerektiği örneğini veriyor. Ancak bu işlem, zincirin bir parçası haline geldiğinde kolaylaşır ve otomatik hale gelir. Benzer şekilde, matematikte belirli denklemleri çözmek otomatik hale geldiğinde, öğrenciler bu denklemleri daha karmaşık problemlere uygulayabilirler.
Öğretmenler, öğrencilere, öğrenmelerini bir sonraki seviyeye çıkarmak için o çalışma ünitesindeki süreçleri/adımları belirleme konusunda yardımcı olabilirler.
“Herhangi bir konuda tam öğrenme, bu zincirlerin geliştirilmesini içerir. Ondan sonra da daha karmaşık zincirlere geçebilirsiniz, ”diyor Oakley. Şöyle de düşünebiliriz: Her insanda anlık olarak problem çözmek için kullanılabilecek dört adet çalışma hafızası yuvası vardır. Bu yuvalardan biri tüm bir süreç zinciriyle doldurulabilir – böylece diğer yuvalara yeni bilgiler ekleyebilirsiniz.
  1. Metaforun gücü
Oakley, “Metafor ve benzetimler (analojiler) olağanüstü güçlü öğretim araçlarıdır ve çok sık kullanılmazlar,” diyor. “Yeni bir şey öğrenmeye çalıştığınızda, öğrenmenin en iyi yolu, onu zaten bildiğiniz bir şeyle ilişkilendirmektir.”
Bunun için kullanılan bir terim var: “Sinirsel yeniden kullanım”.  Bu, metaforların, bir metaforun tanımladığı kavramla aynı sinir yollarını kullanmasına dayanır. Bu yüzden tanıdık metaforlar, öğrencinin çoktan ustalaştığı bir kavramın üzerinden gitmesini ve onu yeni bir duruma uygulamasını sağlar. Veya Oakley’in dediği gibi, metaforlar yeni fikirleri “hızlıca benimser”. Örneğin, Oakley, elektron akışını su akışıyla karşılaştırmanın “öğrencilerin hızla düşünmeye başlamasını sağlamanın” bir yolu olduğunu söylüyor.
Araştırmasının bir kısmında Oakley, alanlarında uzman öğretmenler kabul edilen binlerce profesör ile görüştü. “Bu profesörlerin birçoğunun öğretimde kullandıkları bir sır vardı: Metafor ve benzetim.” Oakley, öğretmenleri yalnızca metaforu kullanmakla kalmayıp aynı zamanda öğrencileri, bir çalışma stratejisi olarak kendi metaforlarını geliştirme konusunda zorlamaya teşvik ediyor.
  1. Erteleme Sorunu
Oakley, ertelemenin çoğu öğrencinin karşılaştığı bir numaralı zorluk olduğunu söylüyor. Beyne sistematik olarak odaklanmasını ve rahatlamasını – geçiş yapmasını – öğretmek için ise ‘Pomodoro Tekniği’ni öneriyor.
Francesco Cirillo tarafından geliştirilen bu stratejide, öğrencinin belli aralıklarla çalışmasına ve mola vermesine yardımcı olmak için bir zamanlayıcı kullanılıyor. İlk önce, yapılacak bir iş seçin. Ardından, zamanlayıcıyı 25 dakikaya ayarlayın ve alarm çalana kadar çalışın. Bu noktada beş dakikalık bir mola verin: Ayağa kalkın, dolaşın, bir bardak su için mesela. Üç veya dört adet 25 dakikalık çalışmanın ardından, kendinize gelmek için daha uzun bir mola verin (15 – 30 dakika). Oakley bu tekniğin, odaklanma yeteneğini geliştirdiğini ve işin sonunda beyni rahatlatmanın öğrenme süreci için kritik bir önem taşıdığını söylüyor. Öğretmenler ve idareciler okul gününe benzer bir ritim oluşturarak öğrencilerin odaklanmış ve rahatlamış beyin arasında geçiş yapmalarına yardımcı olacak molalar ve hareket süresi sağlayabilir.
  1. Olasılıkları Genişletmek
Oakley, çocuklara ve gençlere öğrenmeyi öğretebilirsek olasılık anlayışlarını geliştirebileceğimizi söylüyor. “Öğrencilere, tutkularının peşinden giderken sıkışıp kalmalarına gerek olmadığını söylerdim. Tutkularınızı büyük ölçüde genişletebilirsiniz. Ve bunun, hayatınızın geliştiği yön üzerinde muazzam etkileri olabilir. Biz her zaman “tutkularınızı takip edin” deriz, ancak bazen insanlar bu tukuları kolayca elde edilen veya zaten iyi oldukları şeyler olarak düşünerek bunlara odaklanma eğilimi gösterirler. Birçok şey hakkında tutkulu – ve bu konularda gerçekten de iyi – olabilirsiniz!”
Kaynak: https://www.kqed.org/mindshift/49697/5-strategies-to-demystify-the-learning-process-for-struggling-students