27 Ekim 2017

KYOTO: Japonya'nın Kültür Başkenti

Bu yazımı Japonya'ya 1000 yıl başkentlik yapmış ve bunun avantajlarını da en iyi şekilde kullanmış olan KYOTO'ya ayırdım. 

Osaka ve Tokyo gibi büyük şehirler ile kıyaslandığında 1,5 milyon nüfusu ile çok küçük kalan bu şehir, Japonya'da gezdiğim şehirler arasında Japon gelenek ve görenekleri ile kültürünü en iyi yansıtan bir şehir görünümünde. 

Kyoto'da tapınakları, pagodaları, alışılmışın dışındaki görünümleri ile Zen bahçelerini ve geyşalarını görebilirsiniz. Kyoto, Japonya'nın bir kültür başkenti. Japonya'nın geleneksel ulusal kimliğini tanımak için Kyoto son derece önemli bir yere sahip ve turistlerin de vaz geçemedikleri bir cazibe merkezi. Aynı zamanda Japonların da Kyoto'ya olan ilgileri son derece yüksek. 1500 den fazla Budist tapınağı, 200 Şinto tapınağı, sayısız müze ve muhteşem imparatorluk sarayı ile Japonya'da bir gezgin için görülmeden gidilemeyecek bir şehir. 

Ayrıca dünyada en iyi korunmuş şehirlerden birisi görünümde Kyoto. 11 yüzyıl boyunca savaşlarla, yangınlarla ve depremlerle harap olsa da; 2. Dünya Savaşı'nın diğer Japon şehirlerine verdiği yıkıcı etkisinden korunmayı başarmış olması, onun günümüze kadar bozulmadan gelmesinin en büyük nedeni. Şehir, 1994 yılından beri, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi ne dahil edilmiştir. 

Kyoto'da kimonosunu giyerek dolaşan rengarenk kadınlı erkekli Japonları görmek mümkün. Bunun en eğlenceli tarafı da onların fotoğraflarını çekmek. Son derece istekli ve neşeli oluyorlar. Hele beraber, grup fotoğrafları çekilmekten büyük keyif alıyorlar. Bunu hiç kaçırmayın, fotoğraf makinenizi göstererek fotoğraf çekmek istediğinizi dile getirin. Cevapları gülerek evet olacaktır. Kimonolu insanların bu kadar çok olmasının sebebini sorduğumuzda, yerel yönetimlerin bunu teşvik ettikleri ve kimonosunu giyip gezenlere küçümsenmeyecek avantajlar sağladıkları cevabını aldık. Bu güzel ve renkli görüntüler veren projenin kültür zengini olan şehre olumlu katkılarını görmemek mümkün değil. Şimdi Kyoto'da bulunan muhteşem kültür hazinelerinden gördüklerimi sizlere aktarmaya çalışacağım. 

KIYOMIZU TAPINAĞI 

İlk olarak sizlere Kiyomizu tapınağını aktarmaya çalışacağım. Bu tapınak yalnızca Kyoto'nun en ünlü eseri değil, Japonya nın da en güzel ve değerli anıt eseri. 

Tapınağa kadar araçlarla çıkılmıyor. Araçtan indikten sonra yaklaşık 200 metrelik bir yolu yürüyerek kat ederek tapınağın giriş kapısına ulaşılıyor. Önemli değil, çünkü yolun iki tarafında bulunan hatıra eşyalar satan Kyoto'ya özgü geleneksel Japon evleri görülmeye değer. Sattıkları hatıra eşyaları da kaliteli. Renkli görüntüleri gidişte de dönüşte de geziye renk katıyorlar. 



Tapınağa önünde iki taraflı aslanların bulunduğu merdivenleri tırmanarak giriş kapısından giriliyor. Bu kapının arkasında bulunan üç katlı pagodanın muhteşem görünüşü insanlar üzerinde son derece etkili bir hava yaratıyor. Bu pagodayı sağınıza alarak yapacağınız kısa bir yürüyüşten sonra Kiyomizu Budist tapınağının ana binasına ulaşılıyor. 



Tapınak kompleksinin içerisinde bulunan şelale tapınağa isim kaynağı olmuştur. Kiyumizu, temiz saf su anlamına gelmektedir. Bu bina, gerçekten son derece ilginç. Çünkü tamamen bir uçurum kenarına kurulmuş ve uçuruma doğru uzanan bir teras yapılmış. Terası ahşap desteklerle inşa etmişler. Bu destekler yapıldığından itibaren asırlardır zamana meydan okurcasına ayakta kalmışlar. Öyle ki yapıların inşasında hiç madeni çivi kullanılmamış. Tapınağın 778 yılında inşa edilmiş olduğu göz önüne alındığında geçen zaman çok uzun bir süre. 

Terastan Kyoto'nun kuşbakışı manzarası çok güzel. Ana binada aileleri ya da yalnız başına gelen Japon Budistlerin Buda önünde yaptıkları dini ritüellerini seyretmek doyumsuz ve duygulu bir manzara. Özellikle küçük çocukların ebeveynlerinin yardımı ile madeni büyük tası çalmaya çalışmaları göze son derece güzel görüntüler veriyor. Bu ayinleri seyrederken uzun bir süre geçirdim. 

Tapınak bir orman içerisinde inşa edildiğinden tamamen ağaçlarla çevrili. Bu huzur veren ortamda sessizliğin ne kadar keyif verici olduğunun da farkına varılıyor. Toprak yolda ilerlendiğinde tapınak tam karşımıza geliyor ve etkileyici bir görüntü veriyor. Gerçekten de 139 adet ahşap direkler üzerinde ve tam bir uçurumun kenarında olması bu tapınağın dikkat çeken en önemli özelliği. Görkemli görünüşü yanında şehirle beraber orta çıkan görüntüsü de, hoş bir manzara. Bu manzaranın fotoğraflarını Japonya yı anlatan her belgede görmek mümkün. Japonya nın bir başka ünlü sembolü. 

Tapınağın popüleritesini attıran diğer bir özelliği de yalnızca bu tapınağa has olan bir inanıştır. Bir rivayete göre bu terastan, yani 13 metre yükseklikten atlayarak hayatta kalan kişinin dileğinin mutlaka gerçekleşeceğine inanılırmış. Japonlar, gözü pek insanlar, 2. Dünya Savaşın daki Kamikaze uçaklarını unutmamışsınızdır sanırım. Edo döneminde 234 atlayış kaydedilmiş ve bunların % 85.4 ü hayatta kalmış. Dilekleri gerçek oldu mu bilinmez ama buna inanıp atlayan da az değil. Günümüzde bu gelenek yasaklanmıştır. 
Tapınak bölgesinde 15 adet bina bulunmakta. Bunlardan bir kısmı, örneğin Jishu aşk tanrısına adanmış tapınak gibi 15 ve 17. yüzyıllardan kalma yapılar. 
Tapınak içerisinde üç değişik yerden akan Otowa Şelalesi dedikleri küçük bir şelale de var Budistler sıraya girip uzun çubuklar üzerine takılı kaplarla bu sudan içiyorlar. Bu akan suların birinden içince iyi dileklerin kabul edileceğine, diğerinden içince sağlıklı bir hayat ve sonuncusundan içince uzun bir ömrün olacağına; ancak üçü birden içildiğinde kötülüğün çağırılacağına inanılıyor. 
Etrafta farklı bir tanrıya adanmış küçük tapınaklar da var. Örneğin evliliğin iyi gitmesi için yapılmış olan bir tapınakta tanrıya armağan edilmiş taştan yapılmış bir çok bebek heykeli yer alıyor. 

ALTIN KÖŞK TAPINAĞI, KINKAKUJI 

“Taşrada çalışan Budist bir rahip olarak babam, sınırlı kelime dağarcığı ile bana bu dünyada hiçbir şeyin Kinkakuji kadar güzel olmadığını söylerdi…'' Ünlü Japon yazar Yukio Mishima, “The Temple of the Gold Pavilion'' isimli kitabında tapınağı bu sözlerle anlatıyor. 

Japonya'nın Kyoto Eyaletinin Kyoto Şehrindeki, altın varaklarla kaplı bu Budist Tapınağı, mimarisi ve kusursuz bahçe düzenleme sanatı ile Japon sanatının en güzel örneklerinden birisini temsil ediyor. Adeta Japonya'nın sembolü olmuş bir tapınak. 
Altın kaplama olan bu tapınağın güneş ışıklarında parlayışını ve göle vuran yansımalarını seyretmek insana ayrı bir keyif veriyor. Bu tapınağa değer katan diğer bir unsur da, Japonya'nın kendine özgü geleneksel bahçesi. Japon bahçeleri, doğa güzelliklerinin insanoğlu tarafından en güzel bir şekilde kısıtlı bir alana sığdırılmış sanat eserleri. Ufak göletler, bunlar üzerindeki ufak adalar ve bunları birbirine bağlayan dekoratif köprüler, bahçelerin vazgeçilemezleri. İkebana sanatı ağaçlarına bakarken ve şelalelerin seslerini dinlerken zamanın akıp gitmesine hiç aldırmayın. Zaman burada hayatta olduğu gibi süratle akıp gitmiyor. Yavaşlıyor. Yaşamınız içerisinde zamanın yavaşladığı anı yakaladığınız dünyadaki ender yerlerden birisi burası. Yavaşlayarak akıp giden zaman, insana da huzur veriyor. Bu da, kısa da olsa her şeyden uzaklaşmanın en güzel yolu. 
Bina, 14. yüzyılda Şogun Yoşimitşu Aşikaga tarafından olgunluk yaşı 38'i doldurması nedeni ile köşk olarak inşa edilmiş ve daha sonra da tapınağa dönüştürülmüştür. 

1950 yılında fanatik bir rahip tarafından yakılan Kinkakuji tapınağı, 1955 yılında orijinaline uygun olarak tekrar inşa edilmiştir. 

1994 yılında son derece etkileyici bahçesi ile birlikte hak ettiği değer göz önüne alınarak önemli kültür varlığı olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi ne alınmıştır. 
Bugün tarihi değeri, etkileyici parıldayan ve göz kamaştıran güzelliği ve muhteşem, huzur veren bahçesi ile Japonya nın görülecek önemli yerlerinden birisi konumunda olan Altın Köşk Tapınağı, Japonya da iken gezilecek yerlerin başında bulunuyor. 

NİJO KALESİ 

Nijo Kalesi, 1603 yılında Tokugawa Leyasu'nun ikametgahı olarak 1603 yılında inşa edilmiş. 1994 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer almayı hak eden bu kale, Japon Feodal döneminden günümüze ulaşan en önemli eser olma özelliğini korumaktadır. Kale, ana savunma (Honmaru), ikinci savunma (Ninomaru) ve bunlar arasındaki bahçeler olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. 

Etrafı surlar ve su dolu hendeklerle çevrili bu kalenin Ninomaru bölümüne giriş Çin Stili büyük bir kapı olan Karamon Kapısından yapılıyor. Ahşaptan yapılış oldukça yüksek ve görkemli bu kapının üzerindeki altın kaplamalı işlemeler göz alıcı. Ancak ziyarete yalnızca Ninomaru bölümü açık olduğundan burasını gezilebiliyor. Honmaru bölümü ancak belli zamanlarda ziyarete açık. Ninomaru Sarayı Şogunun Kyoto yu ziyaret ettiği zamanlarda kullandığı bölümlere ve çalışma ofislerine ev sahipliği yapıyor. O dönemdeki Şogunların çalışma ve yaşamları hakkında bilgi sahibi oluyoruz. 

Ninomaru yapıları birbirinden ayrı olarak inşa edilmişler. Ağaçtan yapılmış koridorları gezerken koridora döşenmiş parkelerin ayak basıldığında oynamalarından dolayı çok hoş bir ses çıkarmaları dikkat çekici. Bu sesin bülbül sesi olduğunu söylediler, ama bana biraz abartılı geldi. Ancak çıkan ses insanı sinir eden gıcırdama sesi değil. İnsan yaratıcılığının ve sanatının ne seviyeye gelebileceğinin güzel örneklerinden birisini daha görmek ne kadar da güzel. Biz gezenleri hem hayrete düşürüyor ve hem de eğlendiriyor. Bana kalırsa yaklaşan insan sesinin algılanmasını kolaylaştırmak için yapılmış bir güvenlik tedbiri. 

Sarayın bahçesi, içerisinde bulunan göletleri, birbirinden farklı ve güzel ağaçları ile son derece güzel ve insanın dinlendiren bir tasarıma sahip. Özelikle bahçeyi gezerken aldığım keyif anlatılamaz. 

RYOANJİ TAPINAĞI 

Kyoto nun kuzeybatısındaki Ryoanji tapınağı, Zen Budacı tapınaklar içerisinde en ünlüsü. Zen felsefesinin sadeliği ön plana çıkaran anlayışı tapınak içerisinde hemen dikkati çekiyor. Bu sadelikte on binlerce beyaz çakıl taşının yere döşenmesi ve araya on beş tane etrafına yosunlar döşenmiş küçük kayalar konulması ile tasarımlanmış bahçesi, ziyaretçilerin hemen dikkatini çeken tapınağın özelliği. 

Bunun ne manaya geldiği konusunda bir bilgi yok. Bu nedenle de her türlü fikir yürütme serbestisine sahipsiniz. Ya bulutlar arasından yükselen dağ tepeleri ya da denizde yükselen adacıklar. Tamamen size kalmış bahçeye bakınca ilk aklınıza ne geliyorsa odur. 

Tapınak günümüzde müze olarak hizmet veriyor. Yerlere, kamıştan örülmüş tatami denilen büyük yaygılar serilmiş. Tüm yaşam bunların üzerinde.


JAPON MUTFAĞI 

Sokaklarda da sigara içmenin yasak olduğu Japonya da kafe ve restoran gibi yerlerde sigara içmek, serbest ama sigara içmeyenler hiç tasalanmasın o kadar güzel havalandırma sistemleri var ki hiç anlamıyorsunuz bile. 

Japon mutfağı pirinç ve deniz ürünleri üzerine kurulmuş bir mutfak. Bunun yanında birçok çeşitli ve bizim ağız tadımıza uygu lezzetleri var. Hiç aç kalmazsınız. Restoranlar, yiyeceklerini canlı olarak restoran dışında bir camekanda sergiliyor. Restorana girmeden yiyecekleri pişmiş halde görüyor ve karar veriyorsunuz. Son derece güzel bir yöntem. Ben bunu çok kullandım. Hiç de pişman olmadım. Çünkü gelecek yemeği biliyordum ve sürprizle karşılaşmıyordum. Masanıza oturduğunuzda bir bardak buzlu su ve elinizi silmeniz için ıslak mendil veriliyor. Hijyene son derece önem verdiklerinden gönül rahatlığı ile yemeklerinizi yiyebilirsiniz. 
Japon mutfağı denince akla ilk gelen tartışmasız “Sushi '' . Çiğ deniz ürünleri ve pirinçten yapılan bu yemek dünyada son derece ünlü olmuş bir Japon lezzeti. Ben Sushi yemem derseniz aşağıda belirtiğim yiyeceklerden bir ya da bir kaçı sizin damak tadınıza muhakkak uyacaktır. 
Pirinç ve içine konan farklı malzemelerin deniz yosunu ile sarılıp, dilimlere ayrılmış hali olan “Maki '' farklı diğer bir lezzet. 
“Tempura'' benim Japonya da en favori yemeğim. Nereye gidersem gideyim, ne sipariş edersem edeyim yanında muhakkak Tempura olacak. Tempura gerçekte çok hafif bir kızartma tekniği. Büyük karides, mevsim balıkları ve sebzelerin yumurta, su ve unlu karışıma bulandıktan sonra kızgın yağda kızartılmasıyla hazırlanıyor .Karidesten olanından şaşmayın. Bence en beğenerek yiyeceğiniz ve bağımlısı olacağınız son derece lezzetli yemek çeşidi. 
Pirinç kümesinin üzerine deniz ürünü koyduğunuzda adı “Nigiri '' oluyor. Ben karides ve somonlusunu beğendim. 
Japonların en enteresan yiyeceği, “Fugu'' balığından yapılan yemek çeşidi. Gerçekte zehirli bir balık. Yanlış pişirildiğinde insanlara ciddi zararlar verebilir. Fugu balığının şefi olabilmek, altı sene eğitimi gerektiriyor. 
Tam bir kendin pişir, kendin ye tarzı olan “Şabu Şabu'' hem eğlenceli ve hem de lezzetli. Çin ve Vietnam da örneklerini gördüğümüz bir pişirme tekniği. Çok ince dilimlenmiş etleri, içerisinde farklı sebzelerin olduğu kaynayan suya batırıp çok az bekletiyorsunuz ve haşlanan eti, yanında gelen soya sosu gibi farklı soslarla beraber yiyorsunuz. 
Ben artık Sushi yemem derseniz, “Basashi'' deneyin. Belki beğenirsiniz. Çiğ at eti. Size kalmış. 
Sabah, öğlen ve akşam yemeklerinde yan yemek olarak “Miso çorbası '' gelir. Miso, ezilmiş soya fasulyesi macununun sıcak su ile karıştırılması ile hazırlanıyor. 
Çeşitli çiğ balıklardan hazırlanan yemeğe, “Sahimi'' adı verilmektedir. Genelde soya sosu ve wasabi karıştırılıp hazırlanan sosa batırılarak yenir. 
“Sukiyaki'', ince kesilmiş etin çeşitli sebzeler, tofu ve pirinç şehriyesi ile bir arada pişirilmesiyle hemen servis masasının üzerinde hazırlanır. 
“Kaiseki Ryori '', Japon mutfağının en zarif damak tatlarından birisi kabul edilir. Yemekler genelde, sebze ve balık ile yapılır. Çeşnilerin temelini deniz yosunu ve mantarlar oluşturur ve en önemli özelliği tatlarının sadeliğidir. 
“Soba'' ve “Udon'', Japon eriştesinin iki çeşididir. Soba karabuğday unundan, Udon ise buğday unundan yapılır. Genellikle çorba içinde ya da sosa batırılmış olarak servisi yapılan soba ve udonun bunların dışında birbirinden leziz yüzlerce farklı sunum şekli mevcuttur. 
İçki denince akla Japon sakesi, yani pirinç şarabı geliyor. Pirinç ve su ile mayalanan sake, eski zamanlardan beri Japonların geleneksel alkollü içeceği olmuştur. Sıcak içilebildiği için, “hisleri'' daha çabuk açığa vurur ve kış aylarında insanın içini ısıtır. Soğuk içildiğinde ise, iyi bir sakenin tadı iyi kalitede bir şarabınkine çok benzer. 
Afiyet olsun.

Yazı ve Fotoğraf: OLAY SALCAN / Leyleğin Güncesi

EFES ANTİK KENTİNE 1620 BETON KAZIK


UNESCO Dünya Mirası listesindeki Efes antik kentini denizden yatla gezebilmek için kanal yapılacak…




Yusuf Yavuz - Gazeteci Yazar 
Türkiye'nin en önemli antik kentlerinden biri olan Efes'te DSİ tarafından yapılması planlanan antik kanal projesiyle 8 bin yıllık geçmişe sahip olan tarihi kente denizden ulaşılması hedefleniyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sulak alan ve doğal sit alanında uygulanacak projeyle ilgili ÇED Gerekli Değildir kararı verdi. Kanal projesi için 19 Ekim de yapılan ihaleye 53 firma katıldı. 
Pamucak sahilinden Efes antik kentine yatlarla girilebilmesine olanak sağlayacak kanal için doğal sit alanına 1.620 adet beton kazık çakılacak. Projenin doğaya bir zarar vermeyeceğini savunan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “Başbakanımız Binali Yıldırım'ın ‘35 İzmir Projesi nin en prestijlilerinden olan Efes Antik Kanal Projesi ile antik kenti tam 2 bin 500 yıl sonra yeniden denizle buluşturacağız '' dedi. 


EFES'E KANAL YAPMAK İÇİN İNŞAAT FİRMALARI BİRBİRİYLE YARIŞTI
İzmir'in Selçuk ilçesinde bulunan dünyaca ünlü Efes antik kentine denizden yatlarla ulaşılması için kanal yapılacak. Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesindeki DSİ tarafından yapılacak olan Efes Antik Kanal Projesiyle ilgili ihale 19 Ekim de gerçekleştirildi. İhaleye 53 firmanın katıldığı öğrenilirken, yapılacak değerlendirmenin ardından kazanan firma önümüzdeki günlerde açıklanacak. 


SİT ALANINDA YAPILACAK KANAL İÇİN ÇED E GEREK DUYULMADI 

‘Efes Antik Kanalı ve Denize Çıkış Yapısı Projesi Dip Taraması ve Dere Islahı adıyla hazırlanan projeye, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 22 Eylül tarihinde ‘ÇED Gerekli Değildir kararı verdi. Büyük projelerin çevreye olan etkilerinin azaltılmasını sağlayan ÇED sürecinin dışında değerlendirilen projenin uygulanacağı alan ise hem doğal sit alanı hem de Küçük Menderes Sulak Alanı içerisinde bulunuyor. Kanal projesinin 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine kabul edilen Efes'in bu niteliğini etkileyip etkilemeyeceği ise şimdilik bilinmiyor. 

BAKANLIK: PROJE EFES'İN ÜNÜNE ÜN KATACAK
Antik kente denizin götürüleceğini belirten Orman ve Su İşleri Bakanlığı, proje ile Efes limanından 2.500 yıl içinde yaklaşık 9 kilometre çekilen denizin yeniden antik kentle buluşturulacağını açıkladı. Bakanlık açıklamasında, “UNESCO Dünya Mirası listesinde de yer alan Efes Antik Kentinin ününe ün katacak projenin ilk etabını, 6.130 metre uzunluğundaki kanalın girişindeki 600 metrelik bölüm ile yat limanı kapsıyor. Projenin ilk etabının planlamalara göre bir yıl içinde tamamlanması hedefleniyor '' ifadelerine yer verildi. 

YATLAR EFES'E GİREBİLSİN DİYE 600 METRELİK KANAL YAPILACAK 

Projenin tarihi dokuya zarar vermeden büyük bir titizlikle yürüyeceğini savunan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise “İki etaplı projenin ilk etabında yatların girişini sağlamak için Pamucak sahiline 600 metre uzunluğunda 30 metre genişliğinde giriş kanalı yapılacak. Teknelere kısa süreli park imkânı sağlayan yat limanın boyu 250, eni ise 100 metre genişlikte olacak '' dedi. 

SİT ALANINA 1620 ADET BETON KAZIK ÇAKILACAK 

İlk etap için tabii sit alanı olan bölgeye 1.620 adet kazık çakılacağını dile getiren Bakan Eroğlu, “Giriş kanalının duvarları tarihi dokuya uygun şekilde yöresel dikdörtgen kesme taş bloklarla kaplanacak. Başbakanımız Binali Yıldırım ın ‘35 İzmir Projesinin en prestijlilerinden olan Efes Antik Kanal Projesi ile antik kenti tam 2.500 yıl sonra yeniden denizle buluşturacağız '' diye konuştu. 



TOPLAM 30 BİN METREKÜP BETON KULLANILACAK 

Efes antik kentini denizle buluşturmayı amaçlayan ve tam adı ‘Efes Antik Kanalı ve Denize Çıkış Yapısı Projesi Dip Taraması ve Dere Islahı olan projenin maliyetinin yaklaşık 30 milyon TL olacağı belirtiliyor. Toplam 34 dekarlık alanı kapsayan çalışmalar için hazırlanan proje kapsamında toplam 30 bin 697 m3 beton kullanılacak. 

MİLLİ PARKLAR VE KORUMA KURULU PROJEYİ UYGUN BULDU 

Sulak alan niteliğindeki Küçük Menderes Deltası içerisinde yapılacak olan proje için görüşü sorulan Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (DKMP), proje alanının tescilli bir sulak alan olmaması, ilgili Kurumlardan gerekli izinler alınarak, dere yatağında bulunan mendereslerin bozulmaması, tarama ve temizlik çalışmalarının üreme dönemi olan Nisan ve Mayıs aylarında yapılmaması kaydıyla uygun görüş verdi. Doğal Sit Alanı niteliğindeki alanda kanal projesinin uygulanabilmesi için görüşüne başvurulan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Tabiat Varlıklarını Koruma Şube Müdürlüğü ise ıslah çalışmasının prensipte uygun olduğunu ancak projenin etki alanına ilişkin uzmanlara hazırlatılacak ‘Ekolojik Etki Değerlendirme Raporunun komisyona iletilmesine karar verdi. 

PROJEDE BİYOLOG VE HİDROJEOLOG YOK 
Bölgenin doğal peyzajını büyük ölçüde değiştirmesi beklenen kanal projesinde yeterlilik belgesi kapsamında çalıştırılması zorunlu olan personel arasında biyolog, hidrojeolog ve botanik alanlarında uzmanların yer almaması dikkat çekiyor. Makine mühendisi, çevre mühendisi, peyzaj mimarı ve işletmeciden oluşan zorunlu personel listesi, Türkiye nin son zamanlarda doğal alanlarda büyük kayıplara neden olan projelere bakışını da ortaya koyuyor. 




Kaynak: www.turizmhaberleri.com
Yazı: YUSUF YAVUZ

AY'DAKİ MAĞARA 3,5 MİLYAR YAŞINDA

Japon araştırmacılar, Ay’da astronotlar tarafından üs olarak kullanılabilecek 50 kilometre boyunca uzanan bir mağara keşfettiler. Japonya Havacılık ve Uzay Keşif Ajansı (JAXA), keşfedilen büyük yer altı mağarasının gelecekte astronotlar için Ay üssü olarak kullanılabileceğini ümit ettiklerini açıkladı.
3,5 milyar yıl önce lavlardan oluştuğu düşünülen mağaranın gelecekte içinde bir uzay üssü kurulması halinde astronotları güneşin yaydığı radyasyon ve kozmik ışınlardan korunabileceği düşünülüyor.
JAXA‘nın Ay uydusu Kayuga’nın topladığı bilgilere göre, Marius Hills denilen bir grup volkanik kubbeli alanın altında yer alan mağaranın 100 metre genişliğinde olduğu tespit edildi.
Kayuga’nın ilk önce 50 metre çapında ve derinliğinde bir delik tespit ettiğini bildiren ajans, Ay yüzeyindeki radyo dalgaları kullanılarak yapılan araştırmaların onları mağaranın lavdan oluşmuş olduğu sonucuna götürdüğünü açıkladı. Yer altı yapısının batıdan doğuya doğru uzandığını gösteren verileri inceleyen JAXA araştırmacılarının çalışmaları, mağaranın derinliklerindeki kayalıklarda buz ve su ihtimalinin bulunduğunu doğruladı.

14 Ekim 2017

LOUKALI AGNES SANATIYLA ÖLÜMSÜZLEŞİYOR


90 yaşındaki Çek ressam köyünü sanat galerisine çeviriyor..

Her evin çiçek resimleriyle süslü olduğu Polonya’daki Zalipie köyünü hatırlıyor musunuz? Çek Cumhuriyeti’ndeki Louka adlı köyde yaşayan 90 yaşındaki Anežka (Agnes) Kašpárková, pencere ve kapı çerçevelerini şahane tasarımlarla süsleyerek yaşadığı köyü en az Zalipie köyü kadar güzelleştirmeye çalışıyor.
Eski bir tarım işçisi olan Agnes, yıllardır boyama işiyle uğraşan köyündeki diğer kadınlar sayesinde bu hobiyi edinmiş. Mavinin capcanlı bir tonu ve küçük bir fırçayla geleneksel Moravya* işçiliğinden esinlenen Agnes, internette ve yerel çapta övgü kazansa da bunu sadece zevk için yaptığını söylüyor: “Ben bir sanatçıyım. Resim yapmaktan zevk alıyorum ve olabildiğince en iyi şekilde yardım etmek istiyorum”. 
İşte yaratıcılık söz konusu olduğunda yaşın sadece bir sayı olduğunun kanıtı..
*Moravya, Çek Cumhuriyeti’nin güneydoğusunda yer alan ve halk sanatıyla ünlü bir bölgedir.
Kaynak: Bored Panda, Yazan: Gökçe Ertekin

11 Ekim 2017

KADIN İSTERSE DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLİR.

Ziçev Vakfı Niksar Şubesindeki çalışmalarıyla da tanınan Ayşe Atila birkaç yıl önce hobi olarak yapmaya başladığı örgü bebekleriyle engelli çocukların eğitimine katkı sağlamak amacıyla kendi minik projesini oluşturdu.
“Kadın isterse dünyayı değiştirebilir” diyerek azim ve kararlılığını belirten Atila konuyla ilgili şu açıklamada bulundu;

“Örgü bebekleri açıklamadan önce çalışma eksenimi oluşturan düşünceyi sizinle paylaşmak istiyorum. Siz de bilirsiniz ki; her insan doğup büyüdüğü topraklara çok şey borçludur. Bu düşünceden yola çıkarak, suyunu içtiğimiz, çiçeklerini kokladığımız ve temiz havasını soluduğumuz bu güzel memlekette yaşayan insanlar olarak, bölgemizdeki olumlu ve olumsuz her şeyden yine bizler sorumluyuz diyebilirim.

Çocuklar bizim geleceğimizdir. Onları geleceğe nasıl hazırlarsak, onlar da kendi çocuklarını öyle eğitirler. Dolayısıyla özellikle kadınların, çocuk gelişimizde ve eğitiminde payı ve rolü büyüktür. Çünkü, eğitimin önce evde başladığına inananlardanım.

Bir de yaşama tutunmaya çalışan özel çocuklarımız var. Onların zihinsel ya da fiziksel engellerini daha kolay aşabilmeleri gelişim süreçlerinde aldıkları rehabilitasyon ve eğitimin niteliğiyle doğru orantılıdır. Niksar’da özel çocukların eğitim gereksinimlerini karşılamak amacıyla kısıtlı olanaklarla çalışan birkaç sivil toplum kuruluşu var. Tüm olanaklarını kullanan bu sivil toplum kuruluşları bölgemizdeki yüzlerce özel çocuğun tümünün eğitimine ve araç-gereç gereksinimine cevap veremiyor.


Bu çocuklar bizim.. Bölgede yaşayan herkes elini taşın altına koymalı artık. Kim ne yapabiliyorsa, kimin gücü neye yetiyorsa bu özel çocuklarımıza destek olmalı ve geleceğin uygar toplumunda yerlerini almalarını sağlamalı. İşte bu amaç doğrultusunda bebek örmeye başladım. Bebek yapmak önce bir hevesti. Sonra bunu, sosyal sorumluluk bilinciyle kazanca dönüştürmeyi düşündüm. Yaptığım bebekleri bölgemizdeki özel çocukların eğitimine katkı sağlamak amacıyla satacağım. Bugünlerde pazar araştırması yapıyorum. Hediyelik ve turistik eşya satan işyerleriyle, oyuncakçılarla görüşüyorum. 

Günlük ev işlerinin dışında hiçbir şey yapmayan birçok ev hanımı tanıyorum. Sizin aracılığınızla onlara seslenmek istiyorum. Gelin birlikte başaralım bunu. Ördüğümüz oyuncak bebeklerle özel çocuklarımıza şefkatli ellerimizi uzatalım..“ dedi.

Ayşe Atila engelli çocuklar için örgü bebek yapmada kararlı. Renk renk iplerle ördüğü özgün bebekler tezgahlardaki yerini alacağı günü bekliyor.. 

30 Eylül 2017

BAŞARILARINI KUTLADILAR

Niksar Çini Atölyesi çalışanları üç yıldır sürdürdükleri başarılı çalışmalarının ardından yorgunluk çıkardı.

Niksar’da çiniciliğin gelişmesinde büyük emeği olan Tülay Atila 30 Eylül 2017 Cumartesi günü çini emektarları ile yemekli toplantı yaptı. Niksar’da çiniciliğe gönül vermiş sanatsever Niksarlılar ile çini üretiminin heyecanını birlikte yaşamanın mutluluğundan söz eden Tülay Atila;
“Öncelikle beni sanat yolunda yalnız bırakmayan, birlikte çaba harcayan, birlikte ter döken tüm sanatsever dostlarıma teşekkür etmek istiyorum. Üç yıl önce ilk fırınımızı yaktığımızda, bugün Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere birçok ülkede ürünlerimizin tanınacağını, çinilerimizin ABD’deki sanat müzelerinde sergilenebileceğini düşleyemezdik bile. 20.000 parça ürünle gerçekleştirdiğimiz ihracat başarımızda sadece benim değil, birlikte yürüdüğümüz yol arkadaşlarımızın da payı büyüktür” dedi.

Niksar’a geldiği günden itibaren sanatsal çalışmalarıyla dikkat çeken Tülay Atila her fırsatta kadın istihdamını ve girişimciliğini desteklediğini belirten söylemleriyle de tanınıyor. Çinicilikte Niksar’ı ikinci bir Kütahya yapmanın çabasını sürdüren Tülay Atila düşüncelerini şu sözlerle ifade etti;

“Niksar’daki çalışmalarımızın bölgede olumlu yankılar yarattığını gururla ifade ederken yöre insanındaki potansiyel sanatsal yeteneği ortaya çıkarması açısından bugün geldiğimiz noktayı da önemli buluyorum. 
Evlerinde oturan hanımlarımızın meslek edinmeleri ve bölge ekonomisinde yer almaları başladığımız ilk günden itibaren öncelikli amacımız oldu. Dolayısıyla yüreğinde sanat sevgisi olan tüm hanımlarımızın yeteneklerini denemelerini öneriyorum. Bugün, Niksar Çini’de yaptığımız yemekli bir toplantıyla, üç yıl boyunca üreterek Niksar’dan çini ihracatı sağlayan kardeşlerimizin bir nebze de olsa yorgunluklarını çıkarmayı düşündük. Kendilerine tekrar teşekkür ediyorum” dedi.




16 Eylül 2017

Bir Emre Eken Filmi: SUSAMLI HALKACI

Kısa Film "SUSAMLI HALKACI" yitirdiğimiz, unuttuğumuz birçok değeri acı bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. 










EMRE EKEN zaman ve yaşam sorunsalını optik yansımalarla çözümlemeyi kariyer hedefine yerleştirmiş başarılı bir sanatçımızdır. 
Senaryo yazarlığını ve Yönetmenliğini Emre Eken'in yaptığı,
Yönetmen Yardımcılığını Taha Karadağ'ın üstlendiği SUSAMLI HALKACI Kısa Filminin oyuncuları Aşur Koçak, Alev Topuz ve İsmail Sefa Tezcan.

SUSAMLI HALKACI Kısa Filmi yitirdiğimiz, unuttuğumuz birçok değeri acı bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Evrendeki en önemli ve en değerli varlık olma ayrıcalığımız olmadığını; doğada, insan türünün dışında da çok sayıda değerlerin bulunduğunu ve onlarla dostluk ve barış içinde yaşamamızın keyif, mutluluk ve hatta gerekliliğini görsel bir şölenle bize sunduğu için Yönetmen EMRE EKEN'e teşekkür ediyoruz. 

07 Eylül 2017

SAĞLIKLI ELLER, BAKIMLI AYAKLAR


Yaz mevsimini geride bıraktığımız günlerdeyiz. Nasıl kış sonrası güneşli günlere vücudumuzu hazırlıyorsak, sıcaklardan ve güneşin olumsuz etkilerinden yorulmuş, yıpranmış el ve ayaklarımızı serin ve soğuk günlere de hazırlamak zorundayız.

Öncelikle belirtmeliyim ki; bakımlı ve sağlıklı el ve ayaklara sahip olmak sadece hanımların değil erkeklerin de vazgeçilmez arzusu olmalı. Hepimiz için el ve ayaklarımıza gereken özeni göstermek en az cilt ve yüz bakımı kadar önemlidir.
Kuşkusuz, genç, pürüzsüz ve bakımlı ellere, ayaklara sahip olmayı isteriz, değil mi?  

Hanımlar.. Manikür ve pedikür yaptırarak el – ayak bakımı yaptığınızı düşünüyorsanız maalesef yanılıyorsunuz. Çünkü sadece manikür yaptırmak el bakımınız için yeterli bir işlem değildir. Yüz bakımı için sarf ettiğiniz çabayı el – ayak bakımınız için de uygulamalısınız ki pürüzsüz ve bakımlı ellere, ayaklara sahip olabilesiniz.

El bakımı..
Elleriniz yıkarken kullandığınız sabunlar çok önem taşır. Elinizi temizlemek için kullandığınız ürünlerin alkol veya cildinize zarar verecek bir içeriği olmamasına dikkat etmelisiniz. Aksi takdirde ellerinizi temizleyeyim, bakımlı olsunlar derken daha çok zarar verirsiniz.
Ellerinizi yıkamak için zeytinyağı sabunu gibi doğal sabunlar tercih etmelisiniz.
Yıkadıktan sonra elleriniz ve cildiniz ister istemez kurur. Bu nedenle ellerinizi yıkadıktan sonra nemlendirici bakım kremi sürmelisiniz.
Özellikle kış aylarında eldiven kullanmalısınız. Soğuk havanın cildinizi kuruttuğunu ve cildinize zararı olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Yaz mevsiminde ise nasıl yüzünüze ve vücudunuza yüksek etkili güneş kremleri sürüyorsanız aynı şekilde ellerinize de sürerek ellerinizin güneşten korunmasını sağlamalısınız.
Ayaklara gelince.. Vücudumuzdaki en önemli organlarımızdan biridir ayaklar. Ayak bakımı sağlığın en önemli göstergesidir. Gün içinde sürekli ayakkabı ve çorap içinde kalan, dolayısıyla da hiç hava almaya ayaklarımız, yalnızca yaz aylarında değil, kış aylarında da sağlıklı ve bakımlı olmalıdır.

Ayağınıza büyük ya da küçük gelen ayakkabıları tercih etmemelisiniz. Yanlış seçilmiş bir ayakkabı nasır ve benzeri oluşumlarla hem canınızı yakacak hem de ayaklarınızın bakımsız bir görünüme sahip olmasına neden olacaktır.Sağlık ayaklar için..
 
Son zamanlarda çok ilgi gören plastik yağmur çizmelerini giymemeye özen gösterin. Çünkü ayağın tüm yapısını bozan bu çizmeler ayak sağlınız açısından hayli zararlıdır.


Ayakların ve özellikle topuk bölgesinin çatlaması hiç hoş bir görünüm sergilemez. Bu nedenle, her duştan / banyodan sonra ya da haftanın belirli günlerin de ayaklarınıza krem ile masaj yaparak hem kuruyup çatlamasını engelleyebilir hem de kan dolaşımını hızlandıracağı için daha sağlıklı ayaklarla yaşamınıza devam edebilirsiniz.


Her banyoda ya da banyo sonrası ayaklarınızda, özellikle topuklarınız da oluşan ölü derileri ponza yardımı ile temizlemek de sağlıklı ayak için oldukça önemli bir adım ve bakım olacaktır. Eğer pedikür yaptıran biri iseniz pedikürünüzü yapan kişinin işinde yetkin olmasına, ölü deriyi alırken canlı deriyi de alıp götürmemesine önem vermeniz gerekmektedir.

Diğer sağlık konularında söyleşmek üzere sağlıklı günler dilerim..

06 Eylül 2017

ZEHİRLİ YUMURTA








Zehirli yumurta, içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu 
40 ülkeye yayıldı: AB bakanları toplanıyor..
Avrupa’da Fipronil adlı haşere ilacının bulaşmasıyla zehirli hale gelen yumurtaların tespit edildiği ülke sayısı 40’ı buldu. Bu ülkeler içinde Türkiye de var.
Zehirli yumurta salgınından henüz etkilenmemiş dört AB ülkesinin Litvanya, Portekiz, Kıbrıs ve Hırvatistan olduğu belirtilirken, ABD, Rusya, Güney Afrika ve Türkiye de zehirli yumurtaların bulunduğu ülkeler arasında yer alıyor.
Milyonlarca zehirli yumurta Avrupa’da market raflarından kaldırılırken bazı yetkililer zehirli yumurtaların bisküvi, salata ve pastalar gibi işlenmiş yiyecekler aracılığıyla çoktan besin zincirine girmiş olabileceğini söylüyor.
Reuters’ın aktardığına göre AB üyesi ülkelerden tarım bakanları, duruma karşı önlem almak için bugün Estonya’nın başkenti Talin’de toplanacak.
Hollandalı ve Belçikalı yetkililer, haşere ilacının kaynağının Hollanda’da kullanılan bir temizlik ürününe dayandığını tespit etmişlerdi. Chickfriend adlı hayvan barınaklarının temizliğiyle ilgilenen şirketin başında bulunan iki Hollandalı geçen ay tutuklanmıştı.
Fipronil, hayvanlardaki pire ve keneleri temizlemek için kullanılıyor. Ancak kümes temizleme amacıyla besin zincirine girmesine izin verilecek şekilde kullanılması kesinlikle yasak.
Kaynak: GAIA / Diken

Yeşil Ankara Platformu: "ANKARA'YI RANTA KURBAN ETMEYELİM"


Ankara ahalisi ODTÜ ve yol yapımı gündemini tartışırken yepyeni bir platform kuruldu. Yeşil Ankara Platformu, mevzunun sadece ODTÜ olmadığı hatta bunun birçok açıdan iyi bir maske olarak kullanıldığından yola çıkarak Ankara’yı ranta kurban etmeyelim başlıklı bir açıklama yayınladı.
Kent yaşamına dair birçok şeyin bütüncül olduğunu vurgulayan platformun açıklaması şöyle:
“Bir gece ansızın saldığı rant dozerleriyle bayramı ağaç katliamına döndüren zihniyet bir kez daha gözünü Ankara’nın akciğerlerine dikti. ODTÜ’nün ormanları ve Atatürk Orman Çiftliği’nin bir tutam kalmış yeşili yeni talan projeleri ile karşı karşıya şimdi.
Planların yapılma ve askıya çıkma sürecinde çeşitli usulsüzlüklerle kendi isteklerini dayatma yöntemine başvuran Belediye, trafiği azaltma ve Bilkent’te inşa edilen şehir hastanesini kente bağlama bahanesiyle ODTÜ arazisinden üç yeni yol geçirilmesi hedefleniyor.Bütünlüklü bir planlamadan yoksun, yeşile ve çocuklarımızın geleceğine zerre kadar değer vermeyen, bir avuç çıkar çevresi dışında ne Ankara’nın trafik sorununu çözen ne de sağlığına hizmet etmeye yeten bu projeler, başta güzergâh üzerinde yaşayanlar olmak üzere tüm Ankara’yı tehdit ediyor. 50 metre genişliğinde açılacak yollar ne gecekondulara ulaşacak ne yoksul semtlerin kıyısından köşesinden dolaşacak ama kişiye özel rezidansların, lüks alışveriş merkezlerinin önünü ardına kadar açacak.
Yollardan biri Kampüsün kuzey istikametinden Eskişehir Yolu’na paralel bir şekilde açılıyor ve 100. Yıl Çukurambar bölgesinde kapasitesi zaten çok sınırlı olan Öğretmenler Caddesi’yle birleşerek ODTÜ’yü bir kez daha ikiye bölüyor. Üstelik bu kez geçmiş planlarda yer alan “aç-kapa tünel olmayacak” ifadesi de kullanılmıyor. 4.8 kilometre uzunluğunda 50 metre genişliğinde ya da 24 hektar büyüklüğünde bir orman sadece bu bir tek yolla yok ediliyor. Haberlerde işittiğimiz ve yüreğimizden bir parça götüren orman yangınları rant dozerlerine binip geliyor; ama hiçbir yetkili ah vah demiyor.
Daha önce planlarda bile görünmeyen bir diğer yol ise var olan bir yola paralel olarak Şehir Hastanesi’nden İncek’e doğru uzanıyor ve ODTÜ arazisinin içine yaklaşık 250 metre girerek ne amaçla kullanılacağı söylenmeyen; ama acı deneyimlere dayanarak tahminde bulunmak için kahin olunması gerekmeyen 94 hektarlık bir alanı, vadideki su yoluna konulmasından kaynaklı sel ve taşkın riskleri yaratarak kampüsten koparıyor.
Üçüncüsü ise ikinci yolun bir uzantısı olarak Turan Güneş Bulvarı ile Güney Çevre Otoyolu’nu, 30 metre genişliğindeki bir yol ile Eymir arazisinde viyadük üzerinden bağlıyor. Bu yolun iki tarafından bulunan açık alanlar orman ve doğal sit alanlarıdır; bölge Gölbaşı Özel Çevre Koruma (ÖÇK) Bölgesinde yer almaktadır. Bu genişlikte bir yol ve viyadük yapımı ÖÇK ve sit statüsünde bulunan bölgede doğal alanın tahribatına yol açacaktır.
Ana resimden bağımsız olarak kamuoyuna ODTÜ yolları olarak sunulan ve kasıtlı olarak yanlış bir zeminde tartışmaya açılan bu yolların esas amacı, 2038 Ankara Çevre Düzeni Planı incelendiğinde açıklığa kavuşmaktadır. Çözüm diye sunulan bu yollar, 100. Yıl, Çiğdem, Çukurambar, Çayyolu, Öveçler, Dikmen başta olmak üzere pek çok semt ve mahalleyi doğrudan etkileyecek bir biçimde şehirlerarası trafiği şehir merkezine taşırken rant alanlarını birbirine bağlayacaktır.
Toplu taşımayı verimli ve etkin bir şekilde düzenlemeyenler, çözüm diye sundukları devasa yollarla özel araç kullanımının artışına neden oluyor ve dolayısıyla artan trafik yoğunluğu da yeni yol ihtiyacı doğuruyor. Bu kısır döngü ise her seferinde kent ve doğa katliamı faturasıyla Ankaralının karşısına çıkıyor. Sonuçta oturduğu semtlerde papatya bile görmemiş çocuklar havaalanı genişliğinde yol manzaraları ve beton yığınları arasında nefes almaya zorlanıyor.
Çok iyi biliyoruz ki bugün bir de yetmez üç tane diyenler biz hayır demediğimiz müddetçe yarın çok daha fazlasını isteyecekler, sonra bir de bakacağız ki ODTÜ’nün ormanları da tıpkı Ankara’nın bağları gibi, tıpkı Ankara’nın kedisi, keçisi, tavşanı gibi, tıpkı Atatürk Orman Çiftliği gibi yok oluşa sürüklenecek. Kaydı ilk kez ODTÜ’de tutulan Çiğdeci kuşu da, başka bir coğrafyada mumla arayıp bulamayacağınız Akkaşlı Kirazkuşu da, elli çeşidi ülkemizde sadece bu ormanlarda yetişen yedi yüz bitki türü de fotoğraflarda kalacak. Yerlerinde ise oluşumuna tırnak ucu kadar katkıda bulunmamış; ama yürü ya kulum denilerek yarım yüzyılın emeğine, göz nuruna bir oldu bittiyle konan rant babalarının çoğu yabancı kelimelerle isimlendirilmiş ucube beton yığınları yükselecek.
İşte bizler, aşağıda yer alan kurumlar olarak, içinde yaşayanları hiçe sayan bu projeleri doğru bulmuyoruz. “Ya yapılacak, ya yapılacak” tarzında bir dayatmayı asla kabul etmiyoruz.
Kentimizi griye boyayacak her türlü proje ile mücadele edeceğimizi bir kez daha bildiriyoruz.
Griye karşı yeşili; rant için dökülmüş betonlara karşı ağacı, ormanı, doğayı; ölüme karşı yaşamı savunacağız!”
  • ODTÜ Mezunları Derneği
  • İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
  • Ankara Tabip Odası
  • Ankara Üniversiteliler Derneği
  • Çayyolu Semt Meclisi
  • Çiğdemim Derneği
  • Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği
  • Mülkiyeliler Birliği
  • TMMOB Ankara İKK
  • Türkiye Ormancılar Derneği
  • Anıtpark Forum
Kaynak: GAİA / Gamzegül Kızılcık