09 Ocak 2019

BODHİ'NİN DOĞA YÜRÜYÜŞÜ






Yeni yürümeye başlayan Bodhi’nin fotoğraflarla 483 km’den fazla doğa yürüyüşü 
Henüz iki yaşında bile olmayan Bodhi, anne ve babasıyla birlikte Amerika’nın olağanüstü manzaraya sahip dağlarında dolaştı. Anne ve babası Bodhi’yi ilk defa 5 günlükken kampa götürdü. Daha önce birçok tırmanış gerçekleştiren 27 yaşındaki anne Shannon ve 29 yaşındaki baba Blake, bu kez Bodhi ile birlikte 483 km’den fazla süren doğa yürüyüşü yaptı.

bodhiyle annesi atlarken_foto 1
Shannon Bennett ve Bodhi, Kaliforniya’da Tioga tepesinde zıplayarak kutlama yapıyor.
Shannon Bodhi
Solda Shannon Bennett, Kaliforniya, Yosemite Milli Parkı’nda Cathedral Tepesinde ve sağda Bodhi anne babası ile birlikte ilk tırmanışını yapıyor.
bodhi ve annesi_sierra nevada_fotoğraf 4
Bodhi ve annesi Sierra Nevada’daki McGee Creek Kanyo’nunda.
Bodhi ve babası_john muir trail_fotoğraf 5
Bodhi ve babası, Ansel Adams Doğal Alanı’ndaki John Muir yolunda yürürken.

Bodhi doğduğunda, Shannon yaptıkları tırmanışları Instagram hesabında paylaşarak binlerce takipçiye ulaştı. Shannon Bennett yaptıkları geziye ilişkin, “Bodhi’ye hamileyken benim ve eşim için hayat biçimlerimizi değiştirmemek çok önemliydi. Genelde insanlarda çocuğun hayatınızı tamamen değiştirdiği ve gençliğinizde uğraştığınız işleri yapamadığınız yönünde genel bir algı söz konusudur. Ancak Bodhi her yere tırmanıyor ve biz ne yapıyorsak onu taklit etmekten çok hoşlanıyor” dedi.

bodhi ve ailesi_kamp yaparken_alabama hills_foto6
Bennet ailesi Kaliforniya, Alabama Tepeleri’nde kamp yaparken.
babası ve bodhi_thousand ısland lake_foto 7
Blake ve Bodhi Bennett büyüleyici Thousand Island Gölü’nün kenarında kamp alanında.
bodhi tırmanırken_creek canyon_foto 8
Bodhi, Rock Creek Kanyonu’nda Iris Slab’a tırmanırken
bodhi_thousands ısland lake üzerinde_fotoğraf 9
Bodhi, deniz seviyesinden 3000 m yükseklikte bulunan Kaliforniya’daki Thousand Island Gölü’nün etrafında dolaşırken

Uzun yıllar tırmanan ve geziler gerçekleştiren Shannon Bennett, Bodhi ile birlikteyken tüm güvenlik tedbirlerinin dışında ilave bir önlem almaya gerek görmüyor. Bennett yaptığı açıklamada, “İnsanlar doğal alanlarda çocukla karşılaşmaktan çok hoşnut oluyor ve bu kadar genç bir tırmanışçıya daha önce rastlamadıklarını belirtiyor. Ayrıca Bodhi’nin yeteneğine ve azmine şahit olmak beni çok gururlandırıyor”dedi. 
Kaynak: GAIA DERGİSİ / https://gaiadergi.com/yeni-yurumeye-baslayan-bodhinin-fotograflarla-483-kmden-fazla-doga-yuruyusu/ Yazar: Burcu Ünal

bodhi sky meadows_foto 10
Bodhi, Virgina’da Sky Meadows’ta küçük bir dere kenarında.
bodhi_babası ve marley_garnet gölü kıyısında_foto 11
2 yaşındaki Bodhi, babası Blake Bennett ve köpek dostu Marley; Kaliforniya’da Garnet Gölü’nün yukarısında.
bodhi_annesi ve marley_thousand ısland lake_foto 12
Bodhi, toplamda 40 farklı eyaleti gezdi ve 483 km’den fazla tırmanış yaptı. Burada Bodhi, köpek dostu Marley ve anne Shannon Bennett ile birlikte Kalifroniya Thousand Island Gölü’nde.
bodhi ve annesi_sirra nevada_foto13
Bodhi ve annesi, Sierra Nevada’da Rock Creek Kanyonu’nda.
shannon bennett_mcleod gölü kenarında
İkinci çocuğuna hamile olan Shannon Bennet Kaliforniya McLeod Gölü’nde.
bodhi_annesi ve köpekleri_foto 17
Bennet Ailesinin köpek dostu Marley, Shannon ve Bodhi’ye yolculuklarında her zaman eşlik ediyor.



10 Aralık 2018

KUMRULARA YUVA YAPACAK AĞAÇ BIRAKMADIK

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde yeğenimin 6. kattaki dairesinin salondaki açık penceresinden içeri bir kumru giriyor ve kütüphanenin üzerindeki saksıyı yuva yapmaya uygun bulup, oturuyor ve yumurtluyor. Malum kumrular tek eşli. Gün boyu 6’şar saat arayla anne baba yer değiştiriyorlar. Yeğenim, kuşların rahatça girip çıkmaları için yuvalarına en yakın pencereyi 24 saat açık bırakıyor. Diğer pencereleri de perdeyle kapatıyor ki yanlışlıkla cama çarpmasınlar.
Bu arada salonda her türlü aktivite normal olarak sürdürülüyor. Sohbet, muhabbet, çay, kahve, TV… Hiçbir şey anne baba kuşu etkilemiyor. Hiç kıpırdamadan, gözlerini kırpmadan büyük bir sabırla yumurtaların üzerinde oturuyorlar.
Eve gelen misafirler kuşun canlı olduğuna inanmakta zorlanıyor. O denli hareketsizler.
Doğa, bize derdini anlatmaya devam ediyor… Kuşlara yuva yapacak ağaç, kedilere dışkılayacak toprak, martılara denizde balık bırakmazsak; türlerini devam ettirebilmeleri için hayvanları evimizde misafir edeceğe benziyoruz..
Yazar: REYHAN OKSAY
https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/yasam/kumrulara-yuva-yapacak-agac-birakmadik

BABİLLİLER JÜPİTER'İ KİL TABLETLERE KAYDETMİŞLER


2200 yıl önceden bahsediyoruz! Avrupa henüz bilimde yaya iken, Babilliler bugünkü çağdaş gökbilimin temellerini atıyordu. Jüpiter’in hareketleri tabletlerde bulundu! Ayrıca geometri bilgisini de kullanmışlar.
Londra’daki Britisch Museum’daki çivi yazılarını inceleyen Mathieu Ossendrijiver (Berlin Humboldt Üniversitesi) Babillilerin en azından Jüpiter’in yörüngesindeki hareketi geometri yardımıyla hesapladıklarını buldu. Bugüne dek bu tür hesaplamaların 14.yy’da yapıldığı ve eski Doğu’daki astronomların sadece aritmetik hesaplar yaptıkları sanılıyordu diyor Ossendrijiver, Science dergisinde.
Araştırmacı, İ.Ö.350-50 yıllarına ait kil tabletlerini inceledi. Gerçi tabletlerde çizimler bulunmuyor ama metinlerde, alanı hesaplanan biçimin trapez olduğu anlaşılmakta. Babilli astronomların en azından zaman zaman geometriden yararlandıkları görüldü. Tabletler üzerinde Jüpiter’in yörüngesi üzerindeki pozisyon değişimi günden güne hesaplanarak, kaydedilmiş.
Diğer gezegenler de kil tabletlere yazılmı mı bilinmiyor. Ama Babillilerin o zamanki koruyucu tanrıları Marduk idi ve Marduk’un da göksel göstergesi Jüpiter gezegeniydi. Bu nedenle Jüpiter’in hareketlerini izliyorlardı. Babilliler gezegenin devinimini izleme konusundaki ustalaştıkları anlaşılıyor. Babilli gökbilimciler tarihleri İ.Ö 350 ile İ.Ö 50 yılları arasında değişen küçük kil tabletler üzerindeki yazıtlardan yola çıkarak gezegenin izlediği yol ile ilgili değerlendirmelerde bulunuyorlardı.
Babilli gökbilimcilerin Jüpiter’in geceleri gökyüzünde arka plandaki yıldızlara göre devinimini tanımlamada ileri düzeyde bir tür geometri ve trigonometriden yararlandıkları belirtiliyor. Bugüne dek bu türde bir matematiksel yöntem Babillilerden yaklaşık 15. yüzyıl sonra yaşayan Avrupalılara mal edilmekteydi.
Çağdaş sayılabilecek bir yöntem
Science (29 Ocak 2016) dergisindeki makalesinde, Berlin Humboldt Üniversitesi profesörlerinden Mathieu Ossendrijver, “Gerçekten de son derece şaşırtıcı bir bulgu bu. Zamana karşı hızın bir grafikle tanımlandığı bu hesaplama yöntemi oldukça çağdaş bir yöntem,” diyor.
Başka dört tablet üzerindeki matematiksel hesaplamalar, Babillilerin böyle bir grafik eğrisinin altındaki alanın yol alınan uzaklığı temsil ettiğinin ayırdında olduklarını gösteriyor. New York Üniversitesi Antik Dünya Araştırma Enstitüsü profesörlerinden Alexander Jones, New York Times’a verdiği demeçte, “Kanımca bu olağanüstü bir buluş. Metin bunu açıkça gözler önüne seriyor,” diyor.
Matematikte de ustaydılar
Babil, Irak sınırları içinde Bağdat’ın güneyinde bulunuyor. Ticaret ve bilimin merkezlerinden, son derece gelişmiş büyük bir kentti. İ.Ö 1800-1600 yılları arasında yaşayan erken dönem Babilli matematikçiler, örneğin, bir yamuğun alanını hesaplamayı, dahası bir yamuğu, alanları eşit iki küçük yamuğa bölmeyi bile biliyorlardı.
Babilliler matematiksel becerilerinden çoğunlukla, bir arazinin büyüklüğünü hesaplamak gibi, günlük sıradan işlemlerde yararlanıyorlardı. Ancak daha geç döneme ait Babil tabletlerinde gökbilimsel gözlemlerle ilgili birtakım yamuk hesaplamaları olduğu görülüyor.
1950’lerde Avusturya kökenli Amerikalı matematikçi ve bilim tarihçisi Otto. E. Neugebauer bu tabletlerden ikisindeki metinleri çözdü. Ossendrijver da son araştırmasında iki tableti daha çözdü.  Ne var ki, Babilli gökbilimcilerin neyin hesaplamasını yaptıkları konusu yine de açıklığa kavuşturulamadı.
JÜPİTER İLE İLGİLİ HESAPLAMALAR
Geçtiğimiz yıl Ossendrijver’i ziyaret eden bir kişi ona şimdilerde Londra’daki British Museum’da bulunan Babil tabletlerinin fotoğraflarını gösterdi. Ossendrijver bunların arasında daha önce hiç görmediği bir tablete tanık oldu. Üzerinde çivi yazıları olan bu tablette yamuklardan söz edilmiyor, ancak Jüpiter’in devinimiyle ilgili kayıtlara yer veriliyor ve buradaki sayılar yamuk hesaplamalarını içeren tabletlerdeki sayılarla eşleşiyordu. Ossendrijver bu hesaplamaların Jüpiter ile ilgili olduğundan artık emindi.
Jüpiter geceleri gökyüzünde ilk belirdiğinde arka plandaki yıldızlara göre belli bir hızla yol alır. Jüpiter ile Dünya sürekli olarak kendi yörüngelerinde yol aldıklarından, Dünya’dan bakıldığında Jüpiter’in hızı yavaşlamış gibi görünür ve gökyüzünde belirmesinden 120 gün sonra duruşa geçerek ters yönde yol almaya başlar.
DÖNEMLERİNİN ÇOK İLERİSİNDE
Ossendrijver geçtiğimiz Eylül British Museum’a giderek 19. yüzyılın sonlarında yapılan kazılarda bulunan tabletleri yakından izledi. Yeni tabletin yakından incelenmesi sonucunda Babillilerin Jüpiter’in gökyüzünde belirmesinden 60 gün sonraki konumuna dek izlediği yolu hesapladıklarını doğrulamış oldu. Yamuğu alanları eşit iki yamuğa bölme yönteminden yararlanarak, Babilliler daha sonra Jüpiter’in bu yolun yarısını ne kadar zamanda tamamladığını hesaplamışlardı. Ossendrijver bu hesaplamaların ardında yatan gökbilimsel, ya da yıldız bilimsel dürtünün ne olduğu konusunda bir bilgisi olmadığını belirterek, “O dönemde başka yerde bilinmeyen soyut bir kavramdı bu. Eski Yunanlı gökbilimciler ve matematikçilerde hız, zaman ve alınan yolu birbirine bağlayan bu türde soyut yapılandırmalara hiç tanık olunmadı. Bugüne dek bu tür hesaplamaların ancak 14.yüzyılda İngiliz ve Fransız bilim insanları tarafından yapıldığına inanılıyordu. Ortaçağ matematikçileri ya henüz bilinmeyen Babil metinlerini görüp esinlenmiş,  ya da aynı yöntemi kendi başlarına geliştirmiş olmalılar,” diye ekliyor.
Yazar: RİTA URGAN
Kaynak: https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/fizikuzay/babilliler-jupiteri-kil-tabletlere-kaydetmisler


Kitap / SU HAKKI - Yazar / MAUDE BARLOW

Yeni İnsan Yayınevi, Ağustos 2016 - 352 sayfa 
Maude Barlow’un Su Hakkı kitabı Arife Köse’nin çevirisi ile çıktı. Aşağıda, kitapla ilgili görüşler yer alıyor.
su“Maude Barlow, doğanın güçlerinden biridir. Su Hakkı, dünya su krizi ile ilgili olan ileri görüşlü üçlemesinin en ilham verici olanı. Dünya tam da çok yıkıcı etkileri olabilecek bir su krizinin eşiğindeyken, insanlığın acilen onun vizyonuna, bilgisine ve bu kitabında yer alan çözümlerine ihtiyacı var.” David R. Boyd, The Environmental Rights Revolution'ın yazarı.
“Maude Barlow öncelikle suyun bir insan hakkı olduğunu savunuyor ve herkesin bu hakka sahip olması için ülkeden ülkeye verdiği bu devasa mücadeleye bizleri de tanık ediyor. Sarsıcı, zorlayıcı, inanılmaz kapsamlı ve çok güzel düzenlenmiş. Maude’dan başkası bu dâhice hareketi anlatamazdı.”  Stephen Lewis, Race Against Time'ın yazarı.
“Biz suyuz, hücrelerimiz suyla doludur; besinleri o parçalar, gerekli maddeleri o taşır ve metabolizmanın çalışmasını sağlar. Maude Barlow, bu paha biçilmez sıvıya olan sağlıksız, haksız, tüketmeye yönelik ve adeta intihara teşebbüs olan tutumumuzla ilgili bir kez daha bizleri çok acil olarak uyarıyor.”  David Suzuki, bilim insanı, çevreci ve yayıncı.
“Maude Barlow, yaşamın kaynağı olarak nitelendirdiği suyun katliamını nasıl engelleyebileceğimize dair, ilham verici ve oldukça pratik bir bakış açısını, el değmemiş ırmaklar kadar berrak bir şekilde ifade etmiş. O, uzun yıllardır bu amansız savaşın ön cephelerinde yer almaktadır ve onun bilgisi ve tecrübesi, suyun önderliğinde daha adil ve sürdürülebilir bir dünyaya kavuşma yolunda hepimize birer hediye niteliği taşıyor.” Naomi Klein, The Shock Doctrine'in yazarı.
“Su Hakkı, dünyanın azalan tatlı su kaynaklarına yönelik tehditleri anlatan açık ara en güncel yapıttır. Barlow’un ortaya koyduğu senaryo oldukça korkutucu… Neyse ki suyun işletmeler tarafından kontrol edilmesini önlemek için yapılması gerekenleri de anlatıyor. Son derece güçlü bir kitap.” David SchindlerAlberta Üniversitesi’nde Ekoloji Profesörü.
“Tutkulu, ansiklopedik, kâhince ve umut dolu. Kimse bu gezegenin suyunu Maude Barlow’dan iyi bilemez. O da, Su Hakkı kitabından başka hiçbir yerde dünya su krizinden bu kadar haşin bir dille bahsetmedi.” Alanna Mitchell, Sea Sick: The global Ocean in Crisis'in yazarı.
Kaynak: https://www.herkesebilimteknoloji.com/kitaplar/su-hakki


Hemen arayın: 0850 532 0282


MÜZELERE ZEKA TAKVİYESİ

Paris’te yaşayan ressam Mehmet Güleryüz’ün yeni sergisi, Le Figaro gazetesi web sitesinde “gezilebiliyor.” Gazetenin kültür haberleri kısmında serginin Google Street View tarzı üç boyutlu bir kaydı var. Aynen Street View’daki gibi, “yere” işaretli beyaz yuvarlakları tıklarsanız, o tablonun önüne geliyorsunuz. Görseli büyütmek küçültmek mümkün değil ama, tablo hakkında fikir veriyor. Sergiyi ekrana taşıyan Immersion-3D sitesinde, şirketin başka sergilere dair aynı yöntem görüntüleri de var. “İçeriden” (De L’Interieur) isimli sergi Saint Germain des Prés semtinde turistik Rue Mazarine üzerinde Galerie Cyril Guernieri’de, 15 Kasım - 22 Aralık arasında açık kalacak.
Artırılmış zekâlı sergiler
Yapay zekâ (AI) kavramı ve sözcüğünün gündelik dilde yer almasına alıştık. Ama “artırılmış zekâ” (IA) kavramı ve sözcüğü tanıdık değil. Eğer buna “artırılmış gerçeklik” (AR) denilirse daha bir tanıdık. AR, zihinsel gücümüzü artıran, bilgimizi zenginleştiren bir teknoloji. Bunun uygulama alanlarından biri ise, müzelere/sergilere gayet uygun. Gösterilen eserlerin “ne?” olduğunu anlamanız için müze/sergi size kulaklıklı bir cihaz vermezse, seçeneğiniz zayıf: Eserin kenarına konulan okunamayacak kadar küçük harfli açıklamaları okumak zorundasınız. Ama bu müze/sergi için yapılmış bir AR uygulamasını cep telinize indirdiyseniz, kameraya o görseli yerleştirmeniz yeter: Eserin “ne?” olduğuna dair bilgi ekrana yansır. İsterseniz hemen orada okuyun, isterseniz belleğe kaydedip, sonra okuyun. Hele kurum, görselin yanına bir karekod (QR) koyarsa işiniz daha da kolay: Karekod’un resmini çek, bilgisi ekrana  gelsin.
Sergi bilgisi kamerada
Bir sergilemenin, görünenden daha fazlasını sunmasını sağlayan bu tür AR uygulamaları bilgi toplumu ülkelerinde artıyor. Hele, küresel ölçekte tanınan büyük müzelerde AR, olmazsa olmaz oldu. Washington’da 19 müzeden oluşan Smithsonian Müzeler Grubu’ndaki Doğa Tarihi Müzesi başta olmak üzere bazıları, Irak Sanat Müzesi (Google Expedition), Londra Doğa Tarihi Müzesi, Paris/Louvre, British Museum, New York Metropolitan Sanat Müzesi ile Çağdaş Sanatlar Müzesi (MoMA), İngiltere’de Bilgisayar Müzesi (Museum of Computing) hemen listenin başında en popüler küresel örnekler. Bizde de örneğin Sabancı Müzesi’nde ziyaretçiye tablet vererek, veya başka yerlerde sabit ekranlarda eserler hakkında etkileşimli bilgi aktarımı sağlandı.
Kayıp tabloyu ekranda gör
Müzede AR uygulamasının en sıra dışı örneği ise Boston’da Isabella Stewart Gardner Müzesi’nde yapıldı. Bu özel müze, bir Venedik Sarayı’na benzetilen, İslam mimarisi izleri taşıyan ilginç yapısı kadar, 1990’da uğradığı soygunla da tanınır. Bir gece, polis kılığında iki kişi gelip, müzeden 13 tablo çalmıştı. O gün bugündür bu tabloların bir tanesinin bile izi bulunmadı. Soyguncular da bulunmadı. Müze, 5 milyon dolar ödül koydu, sonra bunu 10 milyon dolara çıkarttı. Ama boşuna!.. Şimdi müzede, bu tabloların yerinde, duvarda sadece boş çerçeveler duruyor. Cuseum adlı bir Boston startup’ı ise bu boş çerçevelerde hangi tablolar olduğunu “gösteren” bir AR uygulamasını geliştirdi. Kamerayı boş çerçeveye tutunca, ekrana o tablo geliyor. Müze, her nedense bunu uygun bulmadığını belirtmiş olmalı ki uygulama ticarileşmeden öylece kaldı.
Bergama için de AR
Şimdiye kadar dünyadaki her halde en mükemmel AR uygulaması ise Berlin’de Bergama Müzesi’nde 17 Kasım’da açıldı. Almanya’da yaşayan Yadegar Asisi adlı İran asıllı bir sanatçının bu eserinde Zeus Sunağı ve Bergama, 108 metre uzunluk, 30 metre yükseklikte 360 derecelik üç boyutlu bir ekranda canlandı. Uzun süredir hazırlığı süren Panorama, Bergama’yı Milattan Sonra 129 yılında İmparator Hadrian zamanında gösteriyor. Müze’nin yıldız eseri olan Sunak bölümü onarım nedeniyle 2024’e kadar kapalı kalacağından, Müze Yönetimi ziyaretçilere Sunağı ve Bergama’yı en ayrıntılı biçimde sunmaya karar vermişti. Bu devasa AR uygulaması 2011-12’de daha küçük boyutta denendiğinde 1,5 milyon ziyaretçi çekmişti.
 EDİP EMİL ÖYMEN
KAYNAK: https://www.herkesebilimteknoloji.com/yazarhp/muzelere-zeka-takviyesi  
*Bu yazı 07.12.2018 tarihli Dünya gazetesinde yayınlandı. 

ADALET DUYGUSU HERKESİN İÇİNDE VAR


İster azınlıklara yönelik olumsuz davranışlar gibi ulusal düzeyde bir haksızlık, ister kuyrukta beklerken birinin önümüze geçmeye çalışması türünde daha küçük çaplı bir haksızlık olsun, insanlar haksızlığa uğradıklarında çoğu zaman buna bir tepki gösterme eğiliminde olurlar. İntikam almayı kafalarından geçirseler de, öyle bir davranışın sonuçta kendilerini pek de mutlu etmeyeceğini düşünürler.

Dr. Hendrikson’a bakılırsa, insanlar genellikle adaletsizlik, eşitsizlik ve haksızlık karşısında duydukları huzursuzluğu bastırmaya çabalıyor ve intikam almaktan kaçınıyorlar. Nitekim, bu durum ruh bilimde adalete duyarlılık adı verilen bir kişilik özelliğidir ve kişinin adaletsizlik karşısındaki farkındalığı ve tepkiselliği olarak tanımlanır.
Bir başka deyişle, bireyin duyargalarının yozlaşma, eşitsizlik, haksızlık ve genelde aldatılma ya da tuzağa düşürülme durumlarına ne denli iyi ayarlanmış olduğunun bir göstergesidir.
Gerçekte, adalete duyarlılığın dört farklı türü vardır.
  1. İlk türü haksızlığa uğrayanın adalete duyarlılığı olarak bilinir ve bireyin aldatılmadığından emin olmak için sürekli tetikte beklemesi durumudur. Bu uyanık olma, tetikte bekleme durumuna çoğu zaman öfkeyi ve intikam alma yönünde bir eğilimi de beraberinde getirir.
  2. İkinci tür gözlemleyenin adalete duyarlılığıdır ve kişinin başkalarına yönelik haksızlıklara tanık olduğunda olaya doğrudan karışmaksızın duyduğu öfke olarak tanımlanır. Bunun en yakın geçmişte yaşanan örneklerinden biri, ABD hükümeti tarafından sınırda birbirlerinden ayrı kılınan göçmen ailelerinin uğradıkları haksızlığa karşı çıkmak amacıyla gerçekleştirilen protesto eylemleriydi.
  3. Üçüncü tür, kişinin haksız edimlerinden ötürü duyduğu suçluluğu hafifletmek, ya da işleri yoluna koymak için kendini suçlama eğilimi biçiminde tanımlayabileceğimiz, suçlunun adalete duyarlılığıdır. Örneğin, ABD’nin Utah eyaletinde yaşayan ve araba kullanırken bir yandan da cep telefonundan ileti gönderdiği için iki kişinin ölümüne neden olan Reggie Shaw adlı kişi, o gün bugündür ülkeyi baştan başa dolaşarak araba kullanırken dikkatin dağılması durumunda ortaya çıkabilecek olumsuzluklar konusunda insanları uyaran konuşmalar yapıyor.  
  4. Dördüncü tür de, kişinin haksızlığın caydırıcı etkisinden birtakım yararlar sağladığı durumlar yaşadığı yararlananın adalete duyarlılığıdır. Söz gelimi, oyuncu Benedict Cumberbatch yalnızca birlikte oynayacağı kadın oyunculara kendisininkine eşit bir ücret ödemeyi kabul eden projelerde yer alabileceğini belirttiğinde gazetelere haber oldu.
Adalete duyarlılığın bu dört türü arasındaki en önemli farklılık, ilk tür olan haksızlığa uğrayanın adalete duyarlılığının kişinin kendisine odaklı bir durum iken, öteki türlerin başkalarına odaklı olmasıdır. Adaletsizlik her birimizde farklı bir yankı uyandırabilir. Ancak hepimizin doğuştan bu duyguya sahip olduğu da bir gerçek.
Kaynak: https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/toplum/adalet-duygusu-herkesin-icinde-var Yazar: RİTA URGAN

09 Aralık 2018

EMILIE DU CHÂTELET


Beyninin hızından kuvvet doğuran bilim kadını: Émilie Du Châtelet 17 Aralık 1706’da dünyaya geldiğinde Gabrielle-Émilie Le Tonnelier de Breteuil ismini alan, evlendikten sonra soyadı değişen, yayınlarını Madam la Marquis Du Chastellet adıyla yayınlandığı, daha sonra ise Émilie Du Châtelet’i olarak tanınan filozof, matematikçi, fizikçi, çevirmen, yazar olan bilim ve düşünür kadınını selamlarken, yüzyıllar öncesine giderek beyin kıvrımlarında kıvrılalım mı?

Evde eğitim gören Émilie daha küçük yaşlarda birden fazla dile hakimdi. Babası şansıydı. Yüksek rütbeli bir memur olması nedeniyle dönemin önde gelen bilim adamları ve matematikçilerinin evlerine sık ziyaretleriyle Émilie matematik ve bilim karşısında büyülendi. Babası ise annesinin aksine bu büyüyü engellemedi ve kızının geleceğini kendisinin belirlemesine katkıda bulundu. Kadın olanların eğitime ve bilimle ilgilememelerine hak tanımayan bir yüzyıla düşmüştü. Fakat bu sizce Châtelet’i durdurabilmiş midir? Ben birkaç yüzyıl sonra bu yazıyı yazmaya sürüklendiğime göre tabii ki durdurulamamıştır. Hadi başlayalım…
Émilie yaşadığı çağda 18 yaşına geldiğinde evlenmiştir ve iki çocuk sahibi olmuştur. Fakat bu bilime olan merakını ya da bilim karşısında büyülenişin önüne geçememiştir. Dönemin önde gelen matematikçilerinden özel ders almıştır. Sosyal yönü sayesinde geniş bir bilim çevresine sahip olurken bilgisine bilgi katmıştır. Sahip olduğu çevrede, toplantılarda yasak aşklar da çalmıştır hayatının kapısını… Her ne kadar fizikçi matematikçi olarak tarih içinde adından söz edilse de, kendisi aynı zamanda bir bir filozof, düşünürdür. Doğa felsefesi, tanrı, din konularında kendisine ait birçok felsefi makale ve kitap yayınlamıştır. Bunun yanında çekim yasasından yola çıkarak Ay ve Dünya arasındaki ilişkide yorum yapabilecek astronomik bilgilere de sahiptir.
Émilie bilginin deneyimle doğrulanmasının gerekliliğini vurgular. İnsan bilgisini ve eylemini ön planda tutan evrensel ilkeler evrensel bir varsayımın gerekliliğini iddia eder, çünkü böyle bir başlangıç yoksa tüm bilgimiz görecelidir.
Birçok bilim dalını, alanı ilgilendiren enerji kavramına gelelim… Gottfried Wilhelm Leibniz vis visa (yaşam gücü) olarak tanımlayarak hayatımıza dahil eder. Ve tabii birçok farklı görüşü, tartışma konusunu da beraberinde getirir. Hatta dönemde ünlü vis visa tartışmaları düzenlenirdi. Size şaşırmayacağınız bir şey söyleyeyim hemen burada… Tabii ki bu tartışmalar sadece erkekler katılabiliyordu. Çünkü kadınlar bilimle uğraşamazdı, biliyorsunuz. Émilie bu tartışmalardan birine katılmak istemiştir ve cinsiyeti yüzünden tartışma salonuna alınmamıştır. Bu sizce kendisini durdurabilmiş midir? Duyamadım? Tabii ki hayır Émilie erkek kıyafeti giyerek bu tartışmalara katılan ilk kadın olmuştur.
Leibniz, kütleyle hızın karesinin çarpımının (mv2 ya da bunların toplamının) gücün (enerjinin) gerçek ölçüsü olduğuna inanıyor ve savunuyordu. Isaac Newton’a ise hızın kendisi ile orantılı olduğunu savunuyordu. Bu iki bilgiyi yorumlayan Émilie Leibniz’i savunurken birçok tepki de aldı. Evinde bir gün, ağır kurşun topları bir kil yatağına attı. Kilin iki katı hıza vuran topların kilin içine dört kat daha fazla girdiğini gördü; hızın üç katı olanlar ise dokuz kat daha büyük bir derinliğe ulaştı. Ve böylece Émilie Leibniz’in teorisini kanıtlamış oldu. Einstein’in ünlü formülünü E=mc²‘yi kendisinden 150 yıl önce fikrini doğuran annesine merhaba diyelim… Merhaba Émilie…
1740 yılına geldiğimizde Émilie, Newton’ın Philosophiae Naturalis Principia Mathematica’sı (çoğunlukla Principia olarak anılacaktır) çevirmeye başlamıştır. 1949 yılına geldiğimizde uykusuzluk, yoğun çalışmalar ile olağanüstü başarılarından olan çevirisini kendisinin de yorumlarını katarak tamamlamıştır. Kitabı tamamladığı yıl hayata erken gözlerini kapamıştır. Çevirisi kitabı tamamlamasından 10 yıl sonra yayımlanmıştır. Fransa’nın Newton’u tanımasında etkili olmuş ve hala günümüzde Newton’un çalışmalarını anlatan en iyi çeviri ve temel kitap olarak gösterilmektedir.
Ahlak konusunda bir çalışma olan Mandeville’in Arıların masalsı İngilizce’den Fransızca’ya çevirmiştir. Arıların Masalını tercümesinde önsözü kendisi kaleme almıştır ve, du Châtelet, kadınların iyi bir eğitimden mahrum bırakarak, toplumun kadınların sanat ve bilim alanında itibar kazanmasını önlemesi üzerinde durmuştur. Kaleme aldığı yazıya göz gezdirecek olursak; kadın hakları için muhteşem cesur bir yazı olduğunu görürsünüz.
‘‘Bizi evrensel olarak bilimlerden dışlayan önyargının tam ağırlığını hissediyorum; hayatın her zaman beni şaşırttığı çelişkilerden biri, yasaların büyük ulusların kaderini belirlememize izin verdiğini görüyoruz, ama düşünmemiz gereken bir yer yok. Yüzyıllar boyunca hiçbir zaman, iyi bir trajedi, iyi bir şiir, saygın bir öykü, güzel bir resim, fizik üzerine iyi bir kitap, hiç kadın tarafından üretilmemiştir. Niçin anlayışı erkeklerinkine benzer her şekilde göründüğü bu yaratıklar, karşı konulmaz bir güç tarafından durdurulmuş gibi görünmektedir, ancak onlar yapana kadar, kadınların eğitimlerini protesto etmek için bir sebebi olacaktır. … Pek çok kadının, eğitimindeki bir hatadan dolayı yeteneklerinden habersiz olduklarına ya da entelektüel cesaret istemek için önyargıları nedeniyle onları gömdüklerine ikna oldum. Benim kendi deneyimim bunu doğrular. Şans bana arkadaşlık elini uzattıran mektuplarla tanıştı… sonra bir akılla bir varlık olduğuma inanmaya başladım …’’
Hak ettiği itibarı yüzyıllar sonra kazansa da, hala tarihte daha çok Voltaire ile yaşadığı yasak aşkla ön plana çıkarılması sizce ne derece doğru bir yaklaşım olabilir ki?
Kendisinin dile getirdiği bir cevap burada…

“Beni kendi meziyetlerimle ya da meziyetlerimin olmaması ile değerlendirin, fakat, beni şu büyük generalin, bu büyük bilginin, Fransa’da bir parlayan bir yıldız veya meşhur bir yazara eklenti olarak görmeyin. Ben kendi doğrumla tüm söyledikleri ve yaptıkları ile sadece kendisine sorumlu olan bütün bir kişiyim. Henüz karşılaşmamış olmama rağmen benden bilgisi daha fazla olan metafizikçi veya filozoflar olabilir. Ancak, onlar da beşeri zaafiyetleri olan insanlardır.’’
Du Châtelet, kadınların düşünen bir varlık olarak görülmediği ve haklarının olmadığı bir çağda tarihe adını yazdırmıştır. Bir filozof, bir fizikçi, bir matematikçi, bir çevirmen, bir kadın hakları savunucusu olarak karşımıza çıkar. Hepsinde ve daha fazla tarakta bezi vardır incelerseniz. Eğer ki ışığı içinizde hissediyorsanız ilerleyin. Du Châtelet yolundan gidin durmayın…

ANNE - BABALAR VE EĞİTİMCİLER DİKKAT!

Anketlere göre, Amerikalıların neredeyse yüzde 70’i çocukların arada sırada bir tokadı hak ettiğine inanıyor. Bu cümleyi yazmak bile midemi bulandırmaya yetiyor: Çocuklara vuran onca yetişkin… Daha da kötüsü, bazı araştırmacılar bize okul öncesi çağdaki çocukların yüzde 90’ından fazlasının, bir yaşın altındaki çocukların ise yüzde 30’unun en az bir kere bir yetişkin tarafından tokatlandığını söylüyor. Kim bir bebeğe vurabilir ki?
Tokat atmak dayaktır. Dayak şiddettir. Şiddet ise etik olarak yanlıştır ve bence tüm ülkeler, tokatlamayı kanunen yasaklayan diğer 48 ülkenin arasına katılmalıdır. Çocukların fiziksel olarak cezalandırılmalarının kanunen yasak olduğu ülkeler
YARARDAN ÇOK ZARARI VAR
Bir öğretmen olarak karşılaştığım insanların bazıları, değer yargılarıma aldırış etmeyip tokatlamanın ‘işe yaradığı’ konusunda ısrar ediyordu. İşe yarayan ama benim asla denemeyeceğim bir sürü şey var. Sizinle aynı fikirde değilsem, sesimi yükseltip sizi susturmak işe yarar ama mantık çerçevesinde tartışmak daha verimli olmaz mı? Paraya ihtiyacım varsa, hırsızlık yapmak işe yarar ama yüksek bir gelir için fazladan çalışmak daha iyi olmaz mı? Önümde duruyorsanız, sizi itmek işe yarayabilir ama sizden kibarca bana yol vermenizi istemek daha doğru olmaz mı? Evet, tokat atmak işe yarayabilir ama daha iyi yollar da var. Sadece daha fazla çaba istiyorlar.
Görünen o ki, çoğu yetişkin benimle aynı fikirde değil ve yetişkinlerin çocuklara vurmasının sadece kabul edilebilir değil, aynı zamanda gerekli de olduğu görüşündeler. Bu yazıyı paylaştıktan sonra bütün günümü, çocuklara vurmayı kesmelerini istediğim için bana sinirlenen insanlardan gelecek yorumları okuyarak geçireceğimi de biliyorum. Şaplak atmanın dayak olmadığını söyleyecekler, ki bence bunu tartışmanın anlamı bile yok. Tokatlamanın eğer ‘sevgi ile’ yapılıyorsa bir sorun olmadığını söyleyecekler, bundan da dünyada sevginin ne olduğunu bilmeyen bir sürü insan olduğunu anlayacağım. Tokat atmanın itaati öğretmenin tek yolu olduğunu savunacaklar, ancak ben böyle bir amacı çalışma hayatım boyunca reddettim. Bana, ‘Ebeveynlerim de bana tokat atardı ama bak, sonunda iyi bir insan oldum,’ diyecekler, ben de onlara ‘Emin misin? Küçük çocuklara vuruyorsun,’ diye cevap vereceğim.
Kişisel değer yargılarım bir yana, araştırma sonuçları da apaçık ortada: Tokat atmak yarardan çok zarar veriyor. New Hampshire Üniversitesi sosyoloji onursal profesörü Murray Straus, kırk yılı aşkın bir süredir yürüttüğü araştırmalarının sonuçlarını ortaya koyduğu The Primordial Violence (İlkel Şiddet) isimli kitabında şöyle diyor:
TOKAT, ZİHİNSEL GELİŞİMİ YAVAŞLATIYOR
“Araştırmalar, tokat atmanın kötü davranışları düzelttiğini gösteriyor. Ama aynı zamanda tokat atmanın, mola verme, açıklayarak anlatma veya çocuğun ayrıcalıklarını elinden alma gibi diğer düzeltici yöntemlerden daha çok işe yaramadığını da gösteriyor. Ayrıca, araştırmalara baktığımızda tokatlamanın faydalarının nelere mal olduğunu da görebiliyoruz. Bunların arasında çocuk ile ebeveyn ilişkilerinin zayıflaması ve çocuğun arkadaşlarına ya da ebeveynlerine vurma ve ileride de sevgili veya eşlerine şiddet uygulama ihtimalinin artması da bulunuyor. Tokat atmak ayrıca zihinsel gelişimi de yavaşlatıyor ve çocuğun okulda başarı gösterme ihtimalini azaltıyor… Tokat atmanın yan etkilerini ortaya koyan 100’den fazla çalışma var ve bu çalışmalar kendi aralarında yüzde 90’dan fazla fikir birliği gösteriyor. Ebeveynlik ve çocuk davranışları alanında sonuçların bu kadar tutarlı olduğu başka bir konu yoktur herhalde.”
Benim bakış açıma göre, çocuklar şiddet mağduru olmamak gibi temel bir insan hakkına sahipler. Aynı şeyi bir yetişkin başka bir yetişkine yaptığında buna ‘saldırı’ diyoruz. Tokat atmak, hem çocuklara hem de topluma zarar veren bir şiddet eylemidir. Mola verme ve diğer cezaların verimliliği gibi konuları tartışırken, bu arada en azından çocuklara vurmayı bırakamaz mıyız? 
Kaynak: https://teachertomsblog.blogspot.com/2018/11/spanking-is-violent-act-that-does-real.html? fbclid=IwAR1o_rA74xED2vwU7_pBkfpP14aJdRVywqGP4EjmU9Wte4lrSvTo3oIh05w#.W9rzq_I-fn0.facebook