mirası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mirası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2018

LEYLEĞİN GÖZYAŞLARI


ORADA BİR LEYLEK AĞLIYOR..

Son yıllarda tarihi ve kültürel değerleriyle yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgi odağı olan Tokat’ın Niksar ilçesi bu kez gene dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.

Leylekli Köprü restorasyonu


Konu başlığını okuyup, “Leylek de ağlar mı?” diye düşünebilirsiniz.. Evet, ağlar.. Yapılanlar karşısında taştan yapılmış leylek bile ağlar.. 

Leylek Rölyefi
Leylek rölyefi Roma Dönemine ait taş köprünün üzerinde yer alıyor. Şimdi dilerseniz Leylekli Köprünün konumlandığı Niksar hakkında sizi kısacık bilgilendirelim.

Ziyaret edenler bilir. Niksar, geçmişten bugüne su kültürünü yoğun yaşayan bir kent. Kelkit Çayının suladığı verimli Niksar Ovası, 1400 yıllık şifa kaynağı olarak ünlenen Ayvaz Suyu, Niksar Kalesinin her iki yanından akıp giden Çanakçı ve Maduru Dereleri, saymakla tükenmeyen pınarları ve görkemli taş köprüleri her zaman kent sakinlerine övünç; ozanlara, şairlere ve yazarlara esin kaynağı olmuş.

Medresesi, tarihi camileri ve kümbetleriyle tanınan Niksar’ın yerleşim olarak kullanımı milattan önceye dayanmaktadır. Tarihi belgeler; Pontus, Roma, Bizans, Beylikler Dönemi, Selçuklu ve Osmanlı Dönemine ev sahipliği yapan kentin o dönemlerde Danişmentli Beyliğinin başkenti olduğunu da yazıyor.  

MÖ 1. yüzyılda, Anadolu’da bilinen ilk dikey milli su değirmenlerinin bulunduğu Niksar’da geleneksel usulde çalışan değirmenlere artık rastlanmıyor. 
Ya köprüler.. Tarihin sessiz tanıkları Niksar taş köprüleri son zamanlarda biraz hüzünlü. 

Leylekli Köprü restorasyonu
Leylekli Köprü restorasyonu
Buram buram tarih kokan bu beldenin barındırdığı değerler, kenti ziyaret eden yerli ve yabancı ziyaretçilerde hayranlık uyandırırken Çanakçı Deresi üzerinde yer alan taş köprülerde “Restorasyon” tanımlamasıyla sürdürülen onarım çalışmaları kent sakinleri kadar ziyaretçileri de şaşırtıyor, kaygılandırıyor.

Leylekli Köprü restorasyonu













Leylekli Köprü restorasyonu
Bilirsiniz, ülkemizde akarsular üzerindeki köprülerin mülkiyeti Karayolları Genel Müdürlüğüne aittir.
Restorasyon, bakım ve onarım sorumluluğu da.. 
Bu kuruma bağlı, Köprüler Genel Müdürlüğünün yaptırdığı, onarımı 2017 Temmuz ayında tamamlanan SEYMENLİ KÖPRÜSÜ ile onarımı sürdürülen LEYLEKLİ KÖPRÜ bölgede üzüntü yaratıyor. 

Leylekli Köprü restorasyonu



Uygulamanın hatalı, yetersiz ve yanlış olduğu kanısında ortak düşünceye sahip olan Niksarlılar köprülerine sahip çıkmak için her yolu deniyor, resmi ve özel kurum ve kuruluşlarla iletişime geçiyor. Yöre basınında çıkan yazılarla da sorunlarını dile getirmeye çabalayan Niksarlıların tek amacı; Niksar kent kimliğinin önemli simgelerinden olan tarihi köprülerin konusunda yetkin uzmanlar tarafından restore edilmesi.

Leylekli Köprü restorasyonu


Yöreye ait yapı malzemelerinin kullanılmadığını, kullanılan yapı ürünlerinin özgün dokuyla uyuşmadığını ve uygulamadaki belirgin hataları da vurgulayan İstanbul Niksarlılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Şafak Gümen; “Bu yanlış mutlaka düzeltilmeli. Biz, bugün bu duruma göz yumarsak yarın çocuklarımız, torunlarımız bizden hesap sorar” diyerek durumun niceliğinden çok sosyo-kültürel etiğine vurgu yaptı. Birkaç basın açıklamasının ötesine geçemeyen yerel yönetimden Niksarlıların isteği; yıllardır Tarihi Kentler Birliği üyesi olan Niksar'ın tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkması ve bu konuda önder olması. 

Evet.. Niksar’da bir leylek ağlıyor..

Seymenli Köprüsü Restorasyon sonrası

Seymenli Köprüsü Restorasyon sonrası
Seymenli Köprüsü Restorasyon sonrası
Seymenli Köprüsü Restorasyon sonrası
Seymenli Köprüsü Restorasyon sonrası

Restorasyon fotoğraflarını gören bilim insanları ise; “Bunu Niksar’a nasıl yaparlar? Yüzlerce yıllık geçmişi olan bu tarihi yapıların geleceği asla oldubittiye getirilemez, getirilmemeli” diyerek kaygılarını belirtiyorlar.   
Niksarlılar köprülerine sahip çıkmaya kararlı görünüyor..

Not: Konu başlığında ve yazıda fotoğrafı kullanılan leylek rölyefi restorasyonlar sırasında kırılmamış olup, özgün durumunu yansıtmaktadır. 

Kaynak: Tokat Valiliği - Tokat Merkez ve İlçeleri Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Envanteri


https://www.instagram.com/sorichistanbul.boutique/https://www.instagram.com/sorichistanbul.boutique/

30 Mart 2017

İNŞAAT İŞÇİLERİ TESADÜFEN ASUR MEZARI BULDU..


Neo-Asur dönemine (M.Ö. 9.-7.) tarihlenen Asur mezar alanında yine aynı döneme ait 10 iskelet de kayıtlara geçti.
Irak”taki Erbil kentinde inşaat işçileri, yanlışlıkla Asur İmparatorluğu dönemine ait tonozlu bir mezar keşfetti. Alanda ayrıca 10 iskelet bulundu.
Mezar, Erbil’de yapılan inşaat çalışmaları sırasında tesadüfen bulundu. F: Courtesy of Goran M. Amin
Arkeologlar pişmiş tuğlalarla inşa edilen mezarın içinde iki iskelet barındıran pişmiş topraktan üç lahit buldu. Diğer sekiz iskelet, mezarın etrafındaki alanda bulundu.
Kazıları yöneten Goran M. Amin ve ekibi, değişik boyutlarda ve şekillerde pişmiş toprak kap buldu. Kapların günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaştığı belirtildi. Geçtiğimiz haftalarda kaşfedilen mezar ve buluntular, henüz bilimsel bir yayında yayımlanmadı.
Bulunan mezar Neo-Asur dönemine ait ve MÖ. 9. ila 7. yüzyıllar arasına tarihleniyor. Bu zaman zarfında Asurlular, en parlak dönemlerinde Basra Körfezi’nden Mısır’a kadar uzanan muazzam bir imparatorluğu yönetiyordu.
Erbil’de bulunan bu mezara benzer mezarlar, Asurlular tarafından kurulan Nimrud gibi şehirlerde de daha önce keşfedilmişti.
Erbil’de Salahaddin Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Assur arkeolojisi uzmanı Marf Zamua, “Asur döneminde bu mezarlar elit ve zengin insanlar için inşa edilmişti. Bazen bu mezarlar ailelerin yeni ölülerini gömmek istediklerinde birkaç kez açılmıştı.”
Asur mezarı ve içinde bulunan seramik lahitlerin bir görünümü. F: Courtesy of Goran M. Amin
Marf Zamua, “Asur İmparatorluğu döneminde Erbil, Arbela olarak biliniyordu ve Asuriler için önemli bir kentti.” diyor.
Marf Zamua, “Arbela, Zagros Dağlarının eteklerinde, Üst Zab ve Aşağı Zab nehirleri arasında stratejik bir konumda verimli bir ovada yer alıyordu. Bu kentte Asur Savaş Tanrıçası İştar’ın ana tapınağı da vardı. Birçok Asur kralı, Zagros ve Elam’daki doğu illerine yönelik askeri harekatlar öncesinde bu tapınakta ibadet ediyordu. MÖ. 7. yüzyılda Asur kraliçeleri hamileyken İştar tapınağında kaldı ve hatta İştar rahibeleri yenidoğan prensleri emziriyordu.”
Arbela ve çevresi, Asurların kültür ve arkeolojisini anlamak için önemli bir alan. Erbil, IŞİD’e karşı oldukça başarılı bir şekilde savunuldu ve bu sayede yağmalanmaktan ve yıkımlardan kurtuldu.
Zamua, “Ne yazık ki, Asur başkentleri Nimrud, Khorsabad ve Nineveh’deki son zamanlardaki yağma ve yıkımlar, bu alandaki gelecekte gerçekleştirilecek arkeolojik kazıları daha zor hale getirecek. Bu nedenle, Arbela ve çevresi, Assur arkeolojisi uzmanları için Asur arkeolojisi ve Zagros etekleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için en iyi seçenek olacaktır.”
Kaynak: ARKEOFİLİ - Erman Ertuğrul

28 Şubat 2017

BİR GASTRONOMİ YOLCULUĞUNA NE DERSİNİZ?

KARGI



Kızılırmak Havzası’nın kıvrımları yanına halı gibi serilmiş çeltik tarlalarının akşam kızıllığındaki büyüleyici görüntüsü… Aklımda Yaşar Kemal’in bir Anadolu kasabasında çeltik tarlalarında geçen , çeltik ağaları ve kasabaya gelen genç kaymakamın onlarla mücadelesini anlatan “Teneke” isimli kitabı…

Dönüm dönüm, setler halinde çevrilmiş içi suyla doldurulmuş tarlalar… Suyun üstüne düşmüş pamuk bulutlar, ağaçlar ve otların yansıması… Çamurlu suların içinde çalışan çeltik üreticisi, traktörlerin arkasına akşam yemeği için dizilmiş koro halinde bekleyen hacı leylekler…Bir yandan insanın içine huzur veren eşsiz bir manzara, diğer yandan çeltiğin pirince dönüşme işlemine kadar verilen emeğin ve alın terinin yürek burkan öyküsünün ağırlığı.

Daha önce bilmediğim, farklı bir coğrafyadayım yine… Anadolu'da uygarlık tarihini başlatan Hititlerin ana yurdu Çorum'da. Hititlerin, "Marrasantiya" adını verdikleri Kızılırmak Havzası'nda,  Çorum Valiliği'nce düzenlenen "Kızılırmak Havzası Gastronomi ve Yürüyüş Yolu" festivalinde.


Hitit başkenti Hattuşa ile 1986'da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne giren Çorum, Vali Nurullah Çakır'ın özverili çalışmalarıyla bir çok turizm projesine imza attı.  Geçtiğimiz  yıl Hitit yerleşimlerinin çevresindeki eski yollarda rehber Ersin Demirel’in katkılarıyla yaklaşık 380 km. lik yürüyüş ve bisiklet parkuru oluşturuldu. Bu yıl da projenin devamı Kızılırmak Havzası boyunca uzanan yerleşim birimlerinin kültürel, tarihsel ve doğal güzelliklerinin, bölgeye ait özgün yemek kültürüyle  tanıtıldığı “Kızılırmak Havzası Gastronomi ve Yürüyüş Yolu” ekoturizm çalışması başlatıldı. Ben de bu güzel projenin tanıtıldığı festivalin davetlileri arasındaki bir şanslıyım.



Eskiler "yediğin içtiğin senin olsun" der ama ben gezip gördüğüm yerlerin tadını da paylaşmak istiyorum sizlerle. Belki gözlerinizi kapatıp, fotoğraflardan bir kaşık da siz alırsınız, o yöresel lezzetleri damağınızda hissedersiniz, belli mi olur?

Festivalin ilk günü akşam saatlerinde üç gün boyunca misafir edileceğimiz Anitta Otel'e yerleştik. Otelimiz kent merkezinde. Saat kulesine ve Çorum Müzesi'ne yaklaşık beş dakikalık yürüme mesafesinde, kentin tek beş yıldızlı oteli. 



Kısa bir dinlenmenin ardından  Çorum Müzesi’nde, “Hititlerden günümüze Çorum mutfağı” temalı geleneksel lezzetlerin sunulduğu açık büfe ziyafet sofrasıyla festivalin açılışını yaptık. Aralarında bir çok yemek yazarı, gurme, yemek tarihçisi ve lezzetçinin bulunduğu etkinlikte, Çorum’a özgü yemeklerin tadına baktık. Pastırmalı madımak, yumurtalı sirken, mercimekli yırtma ve ısırgan otlu muska böreği benim favorilerim oldu. 

Aniden bastıran yağmurla, müzenin bahçesinden içine taşınan açık büfenin en unutulmaz yanı, Hititlere ait antik vazoların, kabartmaların ve çeşitli objelerin karşısında yemek yememizdi bana kalırsa. İlginç bir deneyimdi diyebilirim. 



Yemek sonrası dinlenmek üzere otelimize geçtik. Ertesi gün için enerji toplamamız gerek. Mehmet Yaşin’in deyimiyle “damak çatlatan” lezzetlere ulaşmak için uzun gastronomi yürüyüşlerine başlayacağız çünkü… Sabah erkenden uyanıp, uçsuz bucaksız çeltik tarlaları arasından Çorum’un Osmancık ilçesine doğru hareket ettik. Kızılırmak kenarındaki tesislerde yöresel ürünlerden oluşan nefis bir kahvaltı ile güne başladık.  




Neler yoktu ki kahvaltıda?
Çeşit çeşit ekmekler, taze yapılan gözlemeler, mevsimin bütün yeşillikleri, yöreye ait çeşitli peynirler ve Kargı tulumu. Ayrıca çeşitli pekmezler, reçeller ve sayamadığım çok çeşitte yiyecek...



Çorum’un klasik kahvaltılıkları haricinde ilk dikkatimi çeken pirinç helvası   ve kapari salatası oldu. Osmancık demek pirinç demek. Sofraların yıldızı tatlıdan tuzluya pirinç olacak elbet. 


Hepimizin bildiği ama geleneksel de olsalar her elin ayrı yaptığı yaprak sarması, kapari salatası, yöreye özgü peynirler ve bir parça gözleme ile donattım tabağımı. Hepsinden tadacağım der ve bir de kaptırırsak iş kötü.. Sonra Kargı’da bizi bekleyen sırık kebabını nasıl yiyeceğiz? O yüzden kaşığın ucuyla alalım da, tadı damağımızda kalsın.


Osmancık’ta Koyunbaba Köprüsü altından akan Kızılırmak’a karşı yapılan besleyici bir kahvaltının ardından Kargı'ya hareket ettik. Yolda, "Kargı kültür evi ve yöresel ürünler" pazarına uğradım. Sırt çantama küçük bir poşet Osmancık pirinci, bir kavonoz kapari turşusu, mis kokulu pirinç sabunları ve Kargı Bezi’nden bir masa örtü attım. Kargı; tulum peyniri (koyun sütüyle yapılıyor), bamyası ve kargı beziyle tanınıyor.

“Kargı Bezi” dokumacılığının yörede geçmişi taa 1850’li yıllara kadar dayanıyor. Kargı İlçe ve köylerinde pek çok evde bulunan dokuma tezgâhlarında (işlik) dokuma yapan kadınlar ev halkının temel giysi ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra, birbirinden zahmetli ve aylar sürecek göz nuru isteyen işlemelerle gelinlik kızlarına çeyizler hazırlıyorlarmış. Özellikle 1960’lı yıllarda neredeyse her evde bir dokuma tezgahı bulunurken, gelişen teknolojiyle birlikte zamanla önemini yitiriyor Kargı Bezi…


Çorum Valisi Nurullah Çakır’ın girişimleriyle 2011 yılından itibaren Kargı ilçesinde yeniden orijinal tezgahlar kuruluyor, bu sanatın son ustaları tekrar tezgah başına geçiyorlar. Çeyizlerden çıkarmaya kıyılamayan nadide dokuma örnekleri üzerinden ilçe kadınlarına Kargı Bezi dokuması üzerine eğitimler veriliyor. İşte yıllar sonra günışığına çıkarılan Kargı Bezi’nden  almadan buralardan geçip gitmemek gerek.



Vakit öğleye doğru ilerlerken Tepelice-Hacıveliler parkurunda yürüyüş için Kargı yaylalarına doğru hareket ettik. Kargı, elini Karadeniz’e uzatmış Çorum’un kuzeyi… Ahşap evleri, yemyeşil doğası ve yayla yaşamı ile tipik bir Karadeniz köyü gibi…



Kargı yaylalarının doğal güzellikleri eşliğinde kaya ve ağaç gövdelerindeki kırmızı-beyaz işaretli çizgileri takip ederek, devam eden 5 kilometrelik yürüyüşün ardından; Kargı Tatil Köyü’ne ulaştık. Tam da yürü yürü nereye kadar dediğim anda... Aç karnına yürümenin dayanılmaz mutsuzluğuna ramak kalmışken… 



Kargı ilçe merkezine 24 km. mesafedeki tatil köyü, bungalovlar ve yapay göletiyle doğanın içine saklanmış güzel bir yer. Üstelik midelerimizi mutlu edecek bir de sürprizi var. “Sırık kebabı!”  Kuzu, koyun, keçi, seyis gibi çevirme küçükbaş hayvanların yaklaşık 2,5 metrelik sırıklara takılıp, odun ateşinde özel yöntemlerle pişirilmesiyle ortaya çıkan, yöresel bir lezzet sırık kebabı… Pirinç pilavı üstünde servis ediliyor. Çevrilerek pişen hayvan etiyle mesafeli bir flört durumum olduğundan, bu yöresel damak tadının beni çok heyecanlandırdığını söyleyemem. Buradaki sırık kebabını diğer çevirme etlerden ayıran ve özel kılan, kebabın doğal ortamda beslenen kuzulardan yapılması.



Yemek sonrası Kargı Tatil Köyü’ne 400m. ilerdeki Kızılcaoluk Şelalesi’ne yürüdük. Şelaleye giden yokuşlu yolda Karadeniz yayla evlerini ansımsatan ve hiç çivi kullanmadan “çatkı” denilen bir yöntemle yapılmış evlerin doğayla uyumuna hayran kaldım. 

Geriye dönüp baktığınız da arkanızda bıraktığınız manzara gerçekten aşık olunası.


Yol, Kızılcaoluk Şelalesi’nden rol çalsa da, görmeye ve fotoğraflamaya değer. Doğanın bizlere şirin bir armağanı gibi.




Bol bol temiz hava, yürüyüş egzersizi ve lezzetlerle taçlandırılmış günün finalini dönüş yolunda Kızılırmak Havzası boyunca uzanan çeltik tarlalarının olağanüstü görüntüsünü  tepeden izleyerek yaptık. Yetişmesinde büyük emek veren çeltik işçileri için,  her bir başağını yerde, her bir tanesini tabaklarda bırakmayacak kadar kıymetli bir besin pirinç.Sadece güzelliğine değil, öyküsüne de kulak verirseniz, her pirinç tanesine büyük bir aşk ve şefkat duyacağınıza eminim. 


Kızılırmak Havzası'nda gastromomi yürüyüşü maceram bu kadarla sınırlı değil elbette. Daha sırada Çorum Katipler Konağı'ndaki kahvaltı, İskilip, İskilip yaylaları ve meşhur "İskilip Dolması" var sizlerle paylaşmak istediğim.  Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle...


Lezzetle kalın...


NASIL GİDİLİR?
* Amasya-Merzifon Havaalanı, Çorum’a karayoluyla 60 kilometre mesafede. THY her gün İstanbul’dan tek yön 59 TL’den başlayan fiyatlarla direkt uçuyor.

* Kent karayoluyla İstanbul’a 614, Ankara’ya 244 kilometre uzaklıkta. Hattuşaş, Ulusoy firmaları İstanbul ve Ankara’dan tarifeli otobüs seferi yapıyor.

*Hiç otobüsle, uçakla, haritayla, otel rezervasyonuyla uğraşamam; ayrıca profesyonel rehberlik hizmeti de almak isterim diyenler için bir diğer alternatif, Tempo Tur'un düzenlediği Osmancık-Kargı- Dipsiz Göl gezisi.

Kaynak: Yazı ve Fotoğraflar - GÜLDEN KAYA