Sanat Aşığı SACİDE YORULMAZ ile biyografik söyleşi
Kimi zaman tamamlanmamış
bir desende yansıyabilir yaşamın tüm izleri; mutlu insan yüzleri, seher
vaktinde çiftçilerin tarlaya gidişleri, acı bir martı çığlığı, kalay yapan
bakır ustasının alın teri, yılkı atlarının koşuşturmaları, akşam kızıllığında yorgun
değirmencinin emeği, körpe çiçekler, sevimli böcekler konumlanır beyaz
tuvallere…
Paletteki
boya öbekleriyle sarmaş dolaş olan fırça, merdiven basamaklarını yavaş yavaş çıkan
yaşlı adamın baston sesini bize duyururken; konakların ıssızlığını, taş
duvarların ve eski vazodaki kurumuş güllerin suskunluğuna da tanık eder bizleri.
Güzelliklerin
iyilikle buluşması gibi hayaller desenlerle, desenler renklerle buluşur Sacide
Yorulmaz Resim Atölyesinde.
Karşıyaka
Belediyesi Sanat Galerisinde, Ressam Miray Yurtseven’in kişisel sergisinde
tanışma olanağı bulduğumuz Ressam, Eğitimci, Resim Öğretmeni Sacide Yorulmaz ile kendi
ismi ile anılan resim atölyesinde, bir söyleşi günü için söz aldığımızda gönülçelen
bir sanat ortamında bizi ne gibi güzelliklerin beklediğini az çok
kestirebiliyorduk. Birkaç gün sonra… Henüz demlenmiş taze çay kokusunu izleyerek
kendimizi Sacide Yorulmaz Resim Atölyesinin kapısında buluverdik.
Sıcacık,
sevecen ve şefkat yüklü ses tonuyla bizi karşılayan Sacide öğretmen ile resim
sanatını, çağdaş eğitimi, kursları, atölye çalışmalarını konuştuk. Çocukluk ve
ilk gençlik yıllarındaki sanatsal süreçleri anlattı Sacide Hanım. Sanat
eğitimini, profesyonel deneyimlerini ve unutamadığı anılarını paylaştı bizimle.
1950
senesinin yılbaşı gecesinde Alaşehirli bir tüccarın çocuğu olarak dünyaya gelen
Sacide Öğretmen, o gecenin aynı zamanda Kadir Gecesi olması nedeniyle doğumuna
özel anlamlar yükleyen ailesini her zaman çok önemsediğini belirtirken
sözcükleri tek tek ve özenle seçmesi dikkate değerdi.
Sacide
Hocam, sizi tanımak istiyoruz. Bize çocukluğunuzu, o yılları ve Alaşehir
günlerini anlatır mısınız?
Memnuniyetle…
1950, Alaşehir’de yılbaşı gecesi doğduğumu ve o gecenin Kadir Gecesi olduğunu
biliyorsunuz. Lise son sınıfa kadar Alaşehir’de yaşadım. Biz dört kardeşiz.
Pakize, Ben, Nahide ve Mustafa.
|
Nahide Hocamızı saygıyla anıyoruz.. |
Bu arada; sevgili
kardeşim Nahide’yi yakın zaman önce yitirdik. Bu acı hepimizi derinden üzdü. Babam
Ahmet Uzal tüccar, annem Adile Uzal ise elişlerinde çok becerikli bir ev
hanımıydı. O yıllarda Alaşehir’de bağcılık çok gözdeydi. Pamuk ve iğde üretilirdi.
Babam 1965 yılına kadar pamuk, incir, iğde ticareti yaptı.
Evimize
yakınlığından dolayı ben Alaşehir 5 Eylül İlkokulunda okudum. Şimdi gurur ve
saygıyla andığım ilk öğretmenim Niyazi Timuçin’i hiç unutamıyorum. Matematiği
çok severdi. Resim, müzik ve beden eğitimi derslerinde bile bize matematik çalıştırırdı.
Tarihi olayları harika anlatırdı, adeta o günleri yaşatırdı öğrencilerine.
Mesleğinde yetkin bir değerdi diyebilirim.
Efendim, 1950’li
- 60’lı yıllara tanıklık etmiş bir eğitimcisiniz, o dönemin sosyal yaşamından
da söz edebilirseniz mutlu oluruz.
Elbette…
Öncelikle belirtmeliyim ki; o dönemlerde insanların birbirlerine olan ilişkisi
ekonomik çıkar ekseninde değil, içtenlik, sevgi ve saygı eksenindeydi. Söz
ağızdan bir kez çıktığında mutlaka yerine getirilirdi. Büyüğe saygı, küçüğe
sevgi her zaman geçerliliği olan bir değerdi. Toplumsal yasa gibi kabul edilen
görgü kurallarına herkes mutlaka uyardı. Her taşra kasabasında olduğu gibi
feodal yapının egemen olduğu bir kasaba kültürü de göze çarpıyordu fakat ne var
ki; İzmir’e ve deniz kültürüne yakın olmamız bizim rahat bir soluk almamızı
sağladı. Her yaz denize, halamızın yanına Narlıdere’ye gidiyorduk. Dolayısıyla
İzmir kültürünü aldık, İzmir rahatlığını yaşadık. Yüzmeyi öğrendik, denizi ve
çevre ilişkilerini öğrendik. Hayata bakışımız değişti. Bu saydıklarım belki de
yaşamımızdaki önemli kazanımların başlıcası sayılabilir. Kasaba ve taşra
kültüründe durumlar daha farklı oluyor. Bir örnek verecek olursam ablamın
okumasındaki tek engel baskıcı kasaba kültürünün olumsuz etkisiydi. 60’lı yıllarda
dilediğin zaman sinemaya bile gidemezdik. Çarşamba günleri sinema günümüzdü, o
gün okul olmadığından öğleden sonra sinemaya giderdik ya da sosyal etkinlikler
olurdu. Babamızdan izinsiz mümkün mü sinemaya gitmek... Yalvar yakar giderdik
arkadaşlarımızla… Yazlık sinemaları da unutamıyorum, çiğdem çitleyip gazoz
içtiğimiz yaz akşamlarını..
Yazları
bağlara giderdik. Bağlarda kule dediğimiz bağ evleri vardı. Üzüm başta olmak üzere
tüm sebze türleri yetişirdi bağlarımızda. Çekirge ve Peygamber Devesi yakalayıp
sonra serbest bıraktığımız o günlerden kalma alışkanlık olsa gerek, toprakla,
bağ ve bahçeyle uğraşmaktan bugün bile büyük haz duyuyorum. Ayrıca; kız
arkadaşlarımla birimizin evinde toplanır plak çalar, müzik dinler, dans
ederdik. Sosyalleşirdik kendimizce…
Amcam hacı
olduğu için plak ve pikap gibi dönemin yeniliklerine pek sıcak bakmazdı. O
nedenle bizim evde radyonun dışında benzer aygıtlar yoktu. Haberler radyodan
dinlenir ve sadece eve alınan günlük Yeni Asır Gazetesi okunurdu. Babamın eve asla
sokturmadığı Ses, Hayat, Foto Roman, Resimli Roman, Tommiks ve Teksas’ı arkadaşlarımızla
değiş tokuş yöntemiyle okurduk. İşte böyleydi o günler…
Özel bir
çocukluk dönemi yaşadığınızı söyleyebilirim, ilkokulda hiç sanatsal etkinlikler
oluyor muydu, oluyorsa halkın bu etkinliklere yaklaşımı nasıldı?
O yıllarda,
daha çok sahne sanatları; tiyatro, piyes, skeçler, monolog vb. oyunlar “Müsamere”
adı altında sergilenirdi. Tüm öğrenci velileri ve aileleri salonu doldururdu.
1960’ın Mayıs ayı içinde bir resim sergisi hazırlığına girişmiştik ama nereden
bilebilirdik ki bizim serginin açılış tarihi olan 27 Mayıs 1960 günü ihtilal
olabileceğini. Tüm hevesimiz kırılmıştı. Her okul kendi Okul Gecesini yapardı o
yıllarda.
Resim
Sanatıyla ilk merhabalaşmanız nasıl oldu, anlatır mısınız?
1963 yılında
Alaşehir Ortaokuluna başladım. Hiç unutmam Akademi mezunu resim öğretmeni Enis
Borat kendi yaptığımız tuvallere yağlıboya çalıştırıyordu. Evde, Pazar
günlerimiz tuval hazırlamayla geçiyordu. Ders zamanı boyalarımızı tuvalimizi
kapıp Alaşehir’in tepelerine çıkıp, desen çizip, boyayıp tekrar bir sonraki
derse nasıl yetişebildiğimizi bugün bile merak ederim. Başarılı resimler okul
salonlarındaki panolarda sergilenirdi. Yaptığın birçok resim o panolarda
aylarca sergilendi. Resimle ilk tanışmam ve bu sanata karşı yönelmem o dönemde
başlamış oldu.
Sacide
Hocam, resme ilk başladığınız o yıllarda gene bu sanatla ilgili ve bizimle
paylaşabileceğiniz bir anınız var mı?
Olmaz mı,
var elbette. Anlatayım…
Resim
Öğretmenimiz Enis Borat evdeki bir objenin resmini yapmamızı ev ödevi olarak
verdi. Ben de, evdeki konsolu çalışmayı düşündüm ve hazırlığımı yaparken İzmir’den
bizde konuk olarak bulunan ahbabımız; “Gel
ben sana güzel bir konsol çizeyim” dedi. Ve öyle bir konsol çizdi ki;
şahane!
Ertesi gün
okula gidip öğretmenime konsol resmini gösterdiğimde bana; “Sen mi yaptın?” diye sordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Karmaşık
duygular içerisinde “Evet, ben çizdim”
yanıtını verdim. Daha sonra Enis öğretmen, herkesten kendi elinin resmini
çizmesini istedi. Yoğun bir telaş içerisinde sol elimin desenini çıkardım resim
kağıdının üzerine. Öğretmen, uzunca baktıktan sonra; “Evet şimdi anladım konsol resmini sen yapmışsın” dedi. Tabi aradan
uzun yıllar geçti ve ben, bir gün, gene Enis öğretmenime rastladığımda konsol
resmini kendim yapmadığımı itiraf ederek masum da olsa minik yalanımın manevi
yükünden arınmış oldum.
Sırası
gelmişken benim için saygın ve önemli bir anımı daha paylaşmak isterim.
Ortaokul 2. sınıfa devam ettiğim günlerdi. Babam evdeydi ve divanda yan uzanmış
yatarken habersizce onun karakalem resmini çizdim. Beni fark ettiğinde; “Ver bakayım, ne yaptın?” dedi. Korku
karışık resim kağıdını kendisine uzattığımda; “Aferin, güzel olmuş!” demesi beni resim konusunda
yüreklendirmişti. Evdekileri yanına çağırdı ve resmi onlara mutlulukla
gösterdi. Çok kısa zamanda güzel bir resim olmuştu.
Öğretmen
ödev vermese bile evde ne bulursam desenini çıkarırdım. Saksıdaki çiçek,
bağdaki eşek vb.. Sonra öğretmenime götürürdüm. Beni takdir eder ve övgü dolu
sözlerle gönlümü alırdı. Ben resim yapmayı hep sevdim.
Anılar için
teşekkür ederiz hocam. Alaşehir Ortaokulundaki öğreniminizi tamamladıktan
sonraki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
O yıllarda
Alaşehir’de lise yoktu ama bir kız meslek lisesi yeni açılmıştı ve ben 1965
yılında Alaşehir Kız Meslek Lisesi resim bölümüne kaydımı yaptırdım. Zaten
öğretmenim de resim bölümüne girmemi çok istiyordu, isabet olmuş. Resim Bölümü
öğretmenim Özay Hanım da çok iyiydi. Üç yıl boyunca eşsiz güzellikte günler
geçirdiğimi söyleyebilirim.
Hocam,
üniversite dönemini, resim sanatıyla daha fazla zaman geçirdiğiniz süreç olarak
tanımlayabilir miyiz?
Olabilir,
belki ama her dönemin kendine özgü zaman-mekân değişkenleri var. 1968-1969
Öğretim Döneminde Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulunu kazanarak
üniversite hayatıma Ankara’da başladım. Okulumuz Beşevler semtindeydi. Hiç unutmam, birinci
sınıftayken Alaşehir depremi olmuştu. Telefonlar kesilmişti. Bir süre babama
ulaşamamış, telaşlanmıştım… Babam arayıp da sesini duyuncaya kadar da üzüntüyle
karışık telaşım hiç bitmemişti. Haber alamamanın çaresizliği çok fena oluyor. Edebiyat,
fizik, kimya, matematik, yabancı dil, sanat tarihi derslerini alıyorduk. Resim
bölümü dersleri en çok zamanı alan derslerdi. Temel Sanat Eğitimi, kroki dersi,
tezyinat, tekstil, iç mimari, moda tasarımı vb. derslerle çok yönlü bir eğitim
alıyorduk. Değişik teknikler dersinde de ebru sanatı, baskı teknikleri, lavi,
ağaç baskı, taş baskı, linol baskı
teknikleriyle, suluboya, guvaş, yağlıboya,
teknikleri tek tek öğretilmeye çalışılıyordu.
Ankara’da
yurtta mı kalıyordunuz?
Evet, ilk
yıl özel bir yurtta kalmıştım, sonraki yıllarda devlet yurduna geçtim.
Öğretmenlerin 600 TL aldığı dönemde bize karşılıksız 350 TL burs ücreti
bağlanmıştı. Ama koşul olarak, mezuniyet sonrası 6 yıl devlet için çalışmak
zorunluluğu vardı.
Etkisinde
kaldığınız, eğitimciliğinden ve sanatından etkilendiğiniz öğretmenleriniz oldu
mu?
Ankara Kız
Teknik Yüksek Öğretmen Okulu eğitim dönemindeki tüm hocalarım benim için saygın
ve önemlidir ama etkisinde kaldığım ve beğendiğim hocalarım kroki dersimize
giren Yurdagül Döl ve Tezyinat dersi hocam Mine Seçkinöz’dür.
Bugün çok
daha ayrımında olduğum bir noktayı belirtmeden de geçmek istemiyorum. Gençken, “ne zaman lazım olacak ki?” düşüncesiyle
üstünkörü edindiğimiz birçok bilginin bugün ne denli gerekli ve önemli olduğunu
görüyorum. Gençlere sizin aracılığınızla seslenmek istiyorum;
“Arkadaşlar araştırın, öğrenin ve bilgilenin…
İnanın bana, öğrendikleriniz bir gün gerekecek ve yaşamınızı
kolaylaştıracaktır. Öğretmenlerimizin anlattığı her şeyi dikkatle dinleyin… ”
Hocam, o
dönemleri yakından deneyimlemiş biri olarak soruyorum; eğitim sürecinde resim malzemesi bulmakta
zorlanıyor muydunuz?
Hem de
nasıl zorlanma!.. Ortaokuldan itibaren yaşanan en büyük sıkıntıydı.
Fırçalarımızı gazyağında temizliyorduk. Bir kapta Bezir yağı vardı. Yağlı
boyalar iki sıkımlık küçük tüplerde… Pazar günleri tuval yapma günümüzdü. Bocuk
tutkalları benmari usulü eritiyor üstübeçle karıştırıp mukavvaların üstüne
sürerek kendimize tuval hazırlıyordum. Bir günde on tane gibi. Tuvali çatlamış
arkadaşlar gelip benden tuval istiyorlardı, veriyordum… Özellikle orta
öğrenimde, fırçamızı da kendimiz yapardık iş dersimizde. O yıllar öyleydi.
Üniversite
yılları daha farklıydı elbette. Çok güzel dostluklar kurduk, arkadaşlarımız
oldu. Öğretmenlerimiz anlayışlı ve iyiydi. Arkeoloji bölümünden yurt
arkadaşlarımız olmuştu. Dolayısıyla Ankara Arkeoloji Müzesi Pazar günleri bizim
mekânımız oldu. Okul ve derslerimin dışında çok hareketli bir öğrencilik
yaşıyordum. Hiçbir kültürel etkinliği kaçırmıyordum adeta; tiyatro, sinema,
opera, bale vb… Her fırsatta kitap okuyordum. Türk klasikleri, Rus klasikleri,
Dünya Edebiyatından seçme romanlar vb… Ataç sokakta Devrim yurdunda kalıyordum.
Bir yandan da bulvarlarda, caddelerde gösteriler, öğrenci olayları,
tutuklamalar, çatışmalar, ölüm haberler… Karmakarışık bir Ankara’da eğitimimi
tamamladım.
1972
Haziran ayında Artvin’e Artvin Kız Meslek Lisesine atamam oldu. 15 Temmuz 1972
tarihinde göreve başladım ve ilk maaşımı aldım.
Artvin’den
sonra 1973 yılında Turgutlu’ya atandım. Turgutlu Kız Meslek Lisesinde 3,5 sene
Müdür Yardımcılığı yaptım. Daha sonra 1977 senesinde Müdür olarak Alaşehir Kız
Meslek Lisesine atandım.
2 sene müdürlük yaptıktan sonra kendi arzumla
müdürlükten ayrıldım. Çünkü; idareciliğin bana göre bir şey olmadığını
biliyordum. Öğretmenliği sevdiğim için, genel müdüre kadar gidip görevden
affımı rica ettim. İdarecilikte sevimliliğinizi bir şekilde yitiriyorsunuz, oysa
bana insanların sevgisi gerek.
|
Eşi ALİ ULVİ YORULMAZ ile |
9 yıl Alaşehir’de kaldıktan sonra 1987 yılında, eşim
Ali Ulvi Yorulmaz ile evlenerek İzmir’e geldim. Alsancak’ta İzmir 100. Yıl
Olgunlaşma Enstitüsünde 10 yıl kadar çalıştım ve oradan da emekli oldum. Daha sonra
yetişkin eğitimi, kurslar, atölye çalışmaları derken bugünlere geldik. Ahmet Sadık adında 29 yaşında bir erkek
evladımız var.
Hocam,
ressam olmak ile resim öğretmeni olmak arasındaki ayrımı nasıl açıklarsınız?
Sanatı ayrı
tutarak, resim dersinde resim yapabilmeye öğrenilebilir bir olgu olarak
bakıyorum ben. Resim tekniğini öğrenmek, ışık gölge ilişkilerini doğru
çözümlemek, renk bilgisi konusunda donanımlı olmak, oran, denge ve kompozisyon
bilgisiyle dolu olmak resim sanatının temelini oluşturur. Bunlar öğretilebilir
ve öğrenilebilir bilgilerdir. Ressamlık; resim tekniklerinin tümünü kullanarak
kişinin kendi gözlem ve duyumsamalarından yola çıkarak resimde kendi tarzını yaratabilme
ve bunu resmin fiziksel koşullarıyla yoğurarak sanatsal sonuca ulaştırma
eylemliliğidir diye açıklayabilirim.
Temel resim
bilgisini kazandırdıktan sonra öğrencileri olabildiğince özgür bırakmak ve
onları çeşitli kural ve kalıplarla kısıtlamaksızın sanatsal çabalarını
sürdürmelerini olanaklı kılmak kendi tarzlarını yaratmada onlara olumlu katkı
sağlayacaktır. Ben buna inanıyorum.
Öğretmen
olanlar bilirler; müfredat diye bir şey vardır ve siz buna uymak zorundasınız.
Kimi zaman müfredata uymadığımız haller olmuştur ama müfettiş korkusuyla çoğu
zaman müfredata bağlı kalarak çalışmak zorunda olduk. Ha, şimdiki aklım olsaydı
asla müfredata uymazdım. Öğrencileri sürekli eleştirirdik. Oysa, öğrenciye
temel resim bilgisini kazandırıldıktan sonra özgür bırakılmalı ki içindeki
sanatsal eğilimini, ruhunu tuvale yansıtabilsin. Resim bölümünü bitirdiği halde
resim yapmaya cesareti olmayan birçok insan tanıyoruz. Yöntem, kural, tarz
derken çocuklarımızı boğuyoruz farkında olmadan. Serbest olsunlar ki;
değerlendirirken ruhlarını eserlerinde nasıl yansıtabilmişler bir görelim,
bakalım. Değil mi? Benim doğru gördüğümü o eğri görebilir ve tablosunda eğri
bir vazo çizebilir değil mi? Onu “Vazoyu
neden eğri resmettin?” diye eleştiremem, eleştirmemeliyim de. O, öyle
görmek istemiştir ve onu öyle yansıtmıştır bize..
Emekli olduktan
sonra birçok arkadaşımıza resim sanatını sevdirmiş olmanın mutluluğunu
yaşıyorum. Çünkü müfredat yok bizde…
Özel bir
bankanın emekliler derneğinde birkaç kursiyerle başladığımız resim
atölyelerinde kırktan fazla kursiyere ulaşmıştık. Daha sonra çalışmalarımızı
dernek binalarında sürdürdük. Zaman zaman zorluklarla karşılaşmadık da değil…
Sacide
Hanım, sergilerden de söz edelim mi?
Anlatayım…
Ben emekli olduktan sonra açtığımız atölyelerde her yıl mutlaka bir karma sergi
açtık. Arkadaşlarımız kişisel sergiler de açarak eserlerini bu etkinliklerde
satma olanağı buluyorlar. Yeni resim siparişi alan arkadaşlarımız da oluyor. Çok
keyifli çalışma ortamlarımız oldu. Banka galerilerinde, Atatürk Kültür
Merkezinde ve diğer birçok galeride başarılı sergiler gerçekleştirdik.
Evet hocam,
kısa bir zaman önce Bostanlı Güzel Sanatlar Parkı Resim Galerisinde Miray
Yurtseven, Yıldız Gümüş ve Arzu Acar’ın ortak sergisini birlikte gezmiştik. Peki
hocam, Sacide Yorulmaz Resim Atölyesine devam edecek arkadaşları nasıl
belirliyorsunuz? Her isteyen atölyeye katılabilir mi?
Sorunuzu
anladım. Yakın bir dostumuzun ricası üzerine geçici olarak kabul ettiğimiz
minik kursiyerimiz dışında atölyemiz, çoğunlukla yetişkinlerin devam ettiği bir
resim atölyesidir. Çocuklar için düşünülecek atölyeler; onların boylarına göre
şövaleler, tabureler, esgiz masaları, sanatsal yetilerini geliştirecek
aksesuarlarla döşenmelidir. Bizim atölyemizde her şey büyüklere göre
düşünülmüştür.
Atölye çalışmalarımıza başladığımız 1998 yılından bugüne çeşitli
meslek gruplarından arkadaşlarımız boş zamanlarını değerlendirmek ve resim
sanatının engin güzelliklerini yaşamak üzere birlikte oldular. Aralarında ev
hanımları da vardır, emekliler de.. Aslında atölyeyi bir huzur ortamı ve terapi
merkezi olarak kabul edip; üzüntülerin unutulduğu, sevinçlerin ve mutlulukların
çoğaldığı bir vaha gibi gören arkadaşlarımız da çok. Atölyemizde herkes kardeş
gibidir. Sevinçte de acıda da ortağız hepimiz. Öğlenleri birlikte yemek yer,
çay ve kahve içeriz… Çoğunlukla atölyelerde bir gönül birliği vardır. Bizde de
öyle.
Atölye
ortamındaki gözlemlerime göre; sevgi ve saygının egemen olduğu ortamlarda
mutluluğun ve sanatsal enerjinin arttığını söyleyebilirim. Uyum, saygı ve sevgi
atölyemizin temel ilkesidir.
Sacide
Hocam, sizi ve atölyenizi tanıma ve tanıtma fırsatı verdiğiniz için size çok
teşekkür ediyoruz. Ayrıca, fotoğraf çekimlerimizde gösterdikleri anlayış ve
sabırdan ötürü atölyedeki resim tutkunu arkadaşlarımıza da özel
teşekkürlerimizi sunuyor ve bir sonraki söyleşide buluşuncaya dek esenlikler
diliyoruz.
Sizleri
tanımak güzeldi. Ben, hem kendi adıma hem de atölyedeki tüm arkadaşlarım adına
size teşekkür ediyorum. Kapımız sanatseverlere daima açıktır, her zaman
bekleriz. Sağ olunuz..
Söyleşi 27.02.2018 - 28.02.2018 - 05.03.2018
tarihlerinde
Sacide
Yorulmaz Resim Atölyesinde CİHAT TAŞKIN tarafından
gerçekleştirilmiştir.
Yazı ve Fotoğraf:
CİHAT TAŞKIN
|
Resim yazısı ekle |