28 Şubat 2017

VARANASİ'DE ZAMAN

HİNDİSTAN/ Varanasi- Cennetin Kapısı


Gezdiğim gördüğüm yerlerin içerisinde beni en çok etkileyen, kesinlikle Varanasi’de gördüğüm dini litüreldir. Ben bir gittiğim ülkeye bir daha gitmemeye karar verdim. Nedeni de çok görülecek yer var. Tamamını görmeye imkan yok. Görmek istediklerimin tamamını görmek için de ne zaman ne de para yeter. Ancak Hindistan bu kararın dışında kalıyor. Eğer fırsat bulursam Varanasi’yi de kapsayan bir gezi için Hindistan’a bir defa daha gitmeyi arzu ediyorum.

Varanasi’de Ganj Nehri üzerinde, sabahın erken saatlerinde güneş doğmadan başlayan ve güneşin doğuşu ile yükselişe geçip tepe noktasına ulaşan büyük bir olayın, yalnızca Varanasi’de olan bir olayın tanığı olacağız. Bu öyle bir olay ki, ruhsal, duygusal, görsel, insanoğlu bunu nasıl yapar diye düşünebileceğimiz, akıl almaz bir olay. İnsanoğlunun inancının doruk noktası.
Her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Bizler yalnızca seyirciyiz. Bu olaydan keyif mi alalım, yoksa ders mi bilemiyoruz. Tam bir ikilem içerisinde kalıyoruz. Bence en iyisi, kendimizi olayların akışına bırakmak. Yalnızca görmek. Nasıl olsa bizde bu müthiş olay bir iz bırakacaktır.
Hinduların Haç Yeri

Varanasi, Hinduların haç yeri. İnsanlar buraya akın akın geliyorlar. Hindistan’da şehirler zaten kalabalık, bu kalabalığa bir de hacı olmak için gelenleri ilave ederseniz sokaklarda yatan insanların durumunu tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır. 


Hinduların inanışlarına göre; insanlar öldükten sonra farklı canlıların bedenlerinde tekrar tekrar dünyaya geri dönüyorlar. Ancak bunun da bir sonu var. Yaşamlarında kazanabildikleri karmaya göre, ruhların bu dünya ile ilgileri kalmıyor ve ebedi yaşama katılıyorlar. Ebedi yaşama sahip olmanın en kestirme yolu da Varanasi’de ölmek. Çünkü Varanasi’de ölenin ruhu artık ölümlü bir bedende yaşam bulmuyor, sürekli cennette kalıyor.

Ganj'da Dini Ritüel

Varanasi’de en önemli olay, Ganj nehrinde Hinduların dini törenlerini ve ölülerinin yakılmalarını izlemek. Bu da sabahın erken saatlerinde oluyor. Bu nedenle de sabah saat 05:00 de kalkıp Ganj’a gidiyoruz. Tekneye binecek ve tüm törenleri uzaktan tekne içinde gezerek göreceğiz. 

 

Bize ayrılan tekneye binebilmemiz için “Ghat”a ulaşmamız gerekiyor. “Ghat” denilen yerler, aslında Ganj nehrine doğru inen beton merdivenler. Biz de tekneye bineceğimiz ghatın merdivenlerinden teknemize doğru inerken, uykusundan yeni kalkan ve sabah dini ibadeti için hazırlıklarını yapan bir saduyu fark ediyoruz. Meraklı gözlerle onun davranışlarını takip ederken, o ise bizim varlığımızdan hiç haberdar değilmiş gibi umursamaz bir tavır içerisinde.


Merdivenlerin en alt basamağında iki genç kız ellerinde içinde mum olan küçük çelenklerle bizi karşılıyorlar. Bunlar tekne gezimiz sırasında mumlarını yakarak nehre bırakacağımız sarı çiçekler. Birer tane alıyor ve teknemize biniyoruz. İki genç delikanlının kürekle hareket ettirdiği bu teknelerde Ganj üzerinde yavaş yavaş yol almaya başlıyoruz.


Cennetten Gelen Nehir

Hindu inanışına göre Ganj, ölümlülerin günahlarını yıkamak için cennetten geliyor. Sanki zaman burada durmuş gibi. Ganj bile, o kadar yavaş akıyor ki, hiçbir akıntıyı fark edemiyoruz. Teknemiz de bu durağanlığa uymuş yavaş yavaş ilerliyor. Ghatlardaki Hindular, şimdiden ruhani coşkuya ulaşmışlar. Merdivenlerde zaman zaman durarak, doğmak üzere olan güneşe yüzlerini çevirip dualarını yapıyorlar. Nehre ulaştıklarında ellerindeki çiçeklerin mumlarını yakarak nehre bırakıyorlar. Ruhani bir ortama güzellik katan çiçek ve ışık, bambaşka bir hava yaratıyor.

 Binlerce Hindu, erkekli kadınlı, genç ihtiyar hep beraber ibadetlerini yapıyorlar. Anlatılması zor, ancak görülmesi gereken bir manzara. Kadınlar rengarenk sarileriyle bir renk cümbüşü yaratıyorlar. Sonunda amaç, günahlarının Ganj tarafından temizlenip cennete gidebilmeleri. Bu maksatla da kendilerini Ganj’ın sularına bırakıyorlar ve ellerindeki bakır taslarla kutsal su ile bedenlerini yıkıyorlar. Zaman zaman da sularını içiyorlar. Hatta şişelere doldurup bu kutsal suyu evlerine götürüyorlarmış.


Günahları temizlediğine inanılan Ganj’ın sularının temiz olduğunu kimse söyleyemez. Hindular hariç. Çünkü onlar Ganj’ın asla kirlenmeyeceğine inanıyorlar. Bizim gördüğümüz ise çok farklı. Nehir, çok ama çok kirli. Tüm kanalizasyon ve sanayi artıkları nehre akıyor, ayrıca çamaşırlar ve bulaşıklar da burada yıkanıyor. Daha da önemlisi ölenlerin bedenleri de Ganj’a bırakılıyor. Binlerce kişinin tifodan öldüğü bir gerçek. Ancak inanış çok güçlü.


Sessizliği Dinlemek

Tam bir sessizlik var. Biz de bu sessizliği bozmamak için teknede hiç konuşmuyor, kutsal sularda kutsanan insanların ruhani davranışlarını seyrediyoruz. Binlerce hindu cennete gitmek ve ebedi varlığın bir parçası olabilmek için buradalar. Bizlere çok garip, ama o kadar da muhteşem görünen bir manzara. İnsanoğlunun karakterinde bir inanışın ne kadar büyük boyutlara ulaşabileceğinin en güzel örneği. 

Bir Hindunun hacı olabilmesi için, Ganj nehri kenarında ismi belli beş tane ghatı ziyaret etmesi gerekiyor. Ölünce de küllerinin Ganj’a savrulması ile bu işlem tamamlanıyor. Bunların tamamlanması ile de cennete gideceğine inanıyor. Ölü yakma işlemi, odunların üzerine yerleştirilen ölü bedenlerin yakılması ile gerçekleştiriliyor. 


Ölüler cinsiyetlerine ve yaşlarına göre süslü kumaşlara sarılıyor ve yakma yerine tahtalara bez gerilerek yapılmış sedyeyle taşınıyorlar. Ancak Hindu inancına göre herkes yakılmıyor. Örneğin yüksek rütbeli rahipler, hamile kadınlar ya da bebekler Ganj'a yakılmadan konuluyor. Bu nedenle de Ganj üzerinde gördüğümüz birçok yüzen cesedin nedeni bu.


Varanasi'de Herşey Farklı

Yavaş yavaş güneşin Ganj Nehri üzerine yansıttığı o muhteşem ışıklarını görüyoruz. Etrafa yaydığı kızıllık bu ortama en uygun renk. Tüm hinduları ve insanlığı kutsar gibi. Ölüleri yakmak için yanan ateşler kırmızı, güneşin rengi kırmızı. Kırmızı burada hem yaşamın hem de ölümün rengi. 


Karşı sahilde ibadet yapanların yanında yoga yapanlar, bulaşık ve çamaşır yıkayanlar dikkat çekecek kadar fazla. Yabancı olduğu belli genç sarışın bir kız, bir sadu ile birlikte yan yana güneşin doğuşuyla birlikte yoga yapıyorlar. Güneşin kendilerine vuran kızıl ışıklarının yarattığı gizemli hava içerisinde farklı görünüyorlar. Birkaç grup insan da ilahiler eşliğinde yoga yapıyorlar. 

Şimdi bu muhteşem görüntüye müzik de karışıyor. Ortamın gizemli ve çarpıtıcı olması için her şey var. Bizler de kendimizden geçercesine bu muhteşem görüntüyü seyrediyor ve bu anı yudum yudum tadıyoruz. Çünkü bu manzarayı ancak Varanasi’de yaşabiliriz. Gezip görmenin, insanlara verdiği en büyük keyif ve ayrıcalık. Ben, bunları televizyondaki belgesellerde de seyrediyorum diyebilirsiniz, ama yerinde görünce farkı fark ediyorsunuz. 


Şimdi güneş biraz daha yükseldi ve kızıllığı daha da güzel. Bu, dindar bir Hindu için olabilecek en güzel an. Tüm ghatlardaki Hinduların büyük bir huşu içerisinde ibadetlerini yaparken ortaya çıkan havanın çevreye yaydığı olumluluk, bizi de pozitif olarak etkiliyor. Ganj’ın ve Varanasi’nin maddi kirliliğini unutup, manevi temizliğin tadını çıkarıyoruz. 

Kaynak: Yazı ve Fotoğraflar - OLAY SALCAN / Leyleğin Güncesi

GERMİR HAKKINDA BİLMEDİKLERİNİZ..

İŞTE GERMİR !..



GERMİR
Germir, vaktiyle bir köymüş, ama günümüzde Kayseri merkezinde yer alan Melikgazi ilçesinin bir mahallesi.

Ne Demek?

Önce “Germir” adının nereden geldiğini açıklamak gerekiyor. Köyün adı ile ilgili rivayetler muhtelif. Bazıları bu adın Rumca “Kermiria” sözcüğünden, bazıları da Ermenice’de “kırmızı” anlamını taşıyan “Garmir” sözcüğünden geldiğini ileri sürmekte. Köyün adının eski Türkçe'de “aydınlık, güneşli yerleşim yeri” anlamına geldiğini söyleyenler ya da Osmanlıca’da “harap, ıssız, terk edilmiş yer” anlamına gelen “gâmir” sözcüğünden kaynaklandığını iddia edenler de var!

Evet, rivayet muhtelif, ama, bu isim hikayesi burada bitmemekte! Köyün adı 1960’ların başında her ne hikmetse, “Konaklar” olarak değiştirilmiş. Ama, köylüler büyük bir hukuk mücadelesi vermiş ve yöre, 2000’de yeniden eski adına kavuşmuş! Zaten resmi yazışmalar dışında kimse Konaklar adını kullanmıyormuş!



























Biraz Tarih

Köyün tarihi hakkında fazla bilgi yok, kayıtlar sadece 400-500 yıl öncesine kadar uzanmakta.  Ama bu kayıtlar, yirminci yüzyılın başlarına kadar Germir’de Türk, Ermeni ve Rumların birlikte yaşadığını ortaya koymakta.

1834 yılında çevreyi gezen Hamilton, Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia adlı kitabında (c: II, s: 264), Germir’in etrafı bağ-bahçe ile çevrili büyükçe bir kasaba olduğunu, taş binaları, düzenli kaldırımları bulunduğunu belirtmekte ve bu haliyle bir “Türk kasabasına pek benzemiyor; gerçekten de nüfusun çok büyük bir kısmını Rumlar oluşturuyor” kaydını düşmektedir.

1878 tarihli Ankara Vilayeti Salnamesi [Yıllığı]’ne göre Germir’de yaklaşık olarak 1.500 Rum, 1.000 Ermeni ve 500 Müslüman yaşamaktadır. Muhtelif kaynakların aktardığına göre 1900’lerin başında köyde dört eczane, 12 doktor ve 35 mağaza varmış. Pastırma üretimi ekonomik açıdan önemliymiş. Ayrıca, çok sayıda bezirhane bulunmaktaymış. Bu vesile ile hemen belirteyim ki, bir bezirhane yakında Ağırnas’ta ziyarete açılacak, sanayi arkeolojisi ile uğraşan meraklılara duyurulur! Üretilen yağ, toprak boya ile karıştırılınca, cami ve kiliselerdeki süslemelerde, bütün tahribatlara rağmen bugün bile canlılığını koruyan renkler ortaya çıkmaktaymış. Ayrıca 2.000 kitabın olduğu bir kütüphane bulunuyormuş. Yüzyılın başında köyde, altı cami, iki Rum ve bir de Ermeni kilisesi mevcutmuş.

Öyle köy deyip geçmeyin, burada vaktiyle Willis, Chevrolet ve Ford marka araçların bayii bile varmış!

Bir çok kaynak, Germir’de yaşayan gayrimüslimlerin “Türkofon” olduğunu açıkca belirtmekte. Bir diğer ifade ile hem Rumlar, hem de Ermeniler büyük ölçüde Türkçe konuşmaktaymış. Bu nedenle mübadelede Yunanistan’a göçmek zorunda kalan Rumlar büyük sıkıntı çekmiş. Ama, yazı dilinin her topluluğun kendi alfabesi ile olduğunu da belirtmek gerekir!


Evler... Evler

Germir’de ilk dikkati çeken, bütün bakımsızlıklarına rağmen hâlâ güzel olan evler. Bir kısmı yıkılmış, geriye kalanlar yıkılmaya yüz tutmuş. Ama, bir kısmı da zamana karşı direniyor.



























Çoğu yüz yılı aşan bir geçmişe sahip olan evlerin bir bölümü tek katlı, bir bölümü de iki-üç katlı. İkinci ve üçüncü katlarda mekandan kazanılması için çoğu kez çıkmalar kullanılmış. Evlerin belki de hepsinin ortak özelliği, zeminin altında da iki-üç katın bulunması. Zemin altında kalan katların bazıları ahır olarak kullanılmış, bazıları da şaraphane olarak... Bu zemin katların şaraphane olarak değil ama ahır olarak kullanımı hâlâ devam ediyor!




























Çeperleri boyanmış kemerli kapılar hemen kendini göstermekte; çoğunun üstünde evin inşa tarihi kaydedilmiş. Bu arada, dış cephede pencere kepenklerinin, iç mekanda ise kapıların son derece ilginç, süslü olduğunu vurgulamak gerekir. Neredeyse tamamı renkli ve oyma desenli.


 Pencerelerdeki demir işçiliğinin estetiği de insanı büyülüyor. İnsanların evlerini süsleme geleneğinin en güzel örneklerini burada görebiliyoruz. 



























Eğer şansınız olur da, birkaç evi ziyaret edebilirseniz, ki son derece konuksever olan Germirliler hiç çekinmeden kapılarını açıyor ve “girin bakın, istediğiniz gibi dolaşın” diyor, duvarlardaki süslemeleri, desenli kapıları, ocakları görmeniz mümkün!



























Bazı evlerin taç kapıları da olağanüstü görkemli. Sanki bir mabedin kapısı gibi...





Bazı evlerin giriş kapısındaki rumca "Maşallah" yazısı da oldukça dikkat çekici!  



























Germir, 2000’lerin başında SİT alanı olarak ilan edilmiş; o nedenle yeni yapılaşma yok. Ama, 8-10 katlı yapılar gözle görülecek yakınlığa kadar gelmiş!

Kiliseler

Germir’deki en büyük kilise Panaya adını taşıyor. Kayseri’den Germir’e doğru yol alırken ilk olarak kubbesi ile karşılaşıyorsunuz. Çatısının bir bölümü çökmüş; ne var ki yapı ana hatları ile oldukça sağlam durumda.


Avlusunda bulunan bir alçı panoya dayanarak sanıyorum bir süre cami olarak kullanılmış. Ancak, ardından uzun yıllar ahır olarak “hizmet” vermiş, kısa bir süre önce de boşaltılmış. Kilisenin duvar resimleri büyük ölçüde tahrip olmuş. Yine de sanki biraz bakım yapılsa “ayağa kalkacak” vaziyette. Hemen yanındaki çan kulesi ise ne hikmetse bütün haşmetiyle sapasağlam yerinde duruyor.



























Mahalleler arasında yer alan bir diğer kilise halen ahır ve depo olarak kullanılmakta. Son derece güzel gök mavisi desenlere sahip. Kubbesi zaman içinde çökmüş, sahibi de yerine beton bir tavan yapmış. “Sahibi” diyorum, çünkü, 1940’lı yıllarda bu kiliseler kim bilir neye dayanılarak, bilinmiyor, özel mülkiyete geçirilmiş! Doğrusunu söylemek gerekirse, mevzuata göre, bu kiliseleri gezmek için sahibinden izin almak gerekli!!! Allah’tan hiç kimse “hayır, olmaz” demiyor.



























Gazeteci Oral Çalışlar ve yazar Zülfü Livaneli, Panaya kilisesinin müzeye dönüştürülmesini önermekte. Sanırım, doğru bir öneri. Kimbilir belki de, bu önerinin gerçekleşmesi ile sanayide gelişmesine rağmen turizme daha yeni yeni önem vermeye çalışan Kayseri, uluslararası bir inanç ve kültür turizmi merkezlerinden biri haline gelebilir.

Yeri gelmişken belirtelim: Türkiye’de pek bilinmese de Germir, özellikle sinema severler tarafından oldukça iyi tanınan bir yöre. Şimdi “bu nereden çıktı, neden” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Çünkü, Germir, "ben ne Rumum, ne Türk, ne de Amerikalı. Ben Anadoluluyum" diyen ünlü yönetmen Elia Kazan’ın annesinin köyü!!!



























Vaktiyle, ailenin bu köyde büyük bir konağı, konağın önünde de bir kuyusu varmış. Zaman içinde konak yıkılmış, sadece yeri biliniyor. Ama, kuyu hâlâ kullanılıyor.

Yolunuz Kayseri’ye düşerse, hiç değilse birkaç saatinizi ayırıp Germir’i gezin derim. Tabii bu gezi sırasında, Ahmet Gazi Ayhan tarafından derlenen ve artık yerinde yeller esen “Germir Bağları”nı anlatan,

“Gine yeşillendi Germir Bağları,
Bakarım erimez dağların karı,
Bergüzar yollamış ellerin yari,
Saçını boynuma dolar ağlarım”

türküsünü mırıldanmayı ya da dinlemeyi de ihmal etmeyin!



Kaynak: M. BÜLENT VARLIK