Karadeniz, her sene “Yine mi Karadeniz!” nidaları eşliğinde koşup, sığındığım cennet. Aslında Karadeniz’le tanışalı çok uzun zaman olmadı ama o zamandan bu yana benim için vazgeçilmez bir sevda oldu. 2009’da “Baştan Başa Karadeniz”, 2010’da “Doğu Karadeniz Yayla Gezisi – Şavşat, Macahel, Meydancık” ve 2011’de “Boydan Boya Kaçkarlar”.
“Boydan Boya Kaçkarlar” bir dizi yürüyüş rotasını içeren, bir Karadeniz Trekking programı. Zorlu bir tur programı gibi görünse de biraz motivasyonla yaşanası bir deneyim.
Programa dahil olmamla birlikte heyecanı hemen sarıp sarmalayıveriyor beni. Öylesine bir heyecan ki bu, gezi tarihine daha çok zaman olmasına rağmen yaptığım alışverişlerde, dostlarla olan sohbetlerde hep kendini hissettiriyor.
Sabırsızlıkla geçen haftaların sonunda nihayet mutlu son. Bütün detaylar düşünülmüş, hazırlıklar tamam, heyecan dorukta ve yola çıkıyoruz. Buluşma noktamız Trabzon. Gezi ekibimiz dostlardan oluşuyor. Tanıdık yüzlerin verdiği güven, yeniden birlikte olabilmenin coşkusu ve Karadeniz’i tekrar keşfedecek olmanın merakıyla düşüyoruz yollara.
Rize-İkizdere-Şimşirli’deki mangal keyfinden sonra (buradaki küçük mekândaki mangallarda kömür yerine fındıkkabuğu kullanılıyor), gezimizin ilk gününe kısa(!) bir yürüyüşle başlıyoruz. Çamlık (Vaşa) Yaylası’ndan iki saatlik bir yürüyüşle Demirkapı Yaylası’na iniyoruz. Karadeniz’in süsü sis (yöre halkının deyimiyle duman) karşılıyor bizi. Yoğun sis yüzünden önümüzü göremesek de, bu durum hoş fotoğraflar çekmek için bir engel değil. Ne de olsa her anın keyfini çıkarmak gerek.
Gezimizin ikinci günü oldukça zorlu geçiyor. Bugün Cimil Vadisi boyunca ilerleyip Verçenik Yaylası’na geçiyoruz. İnanılmaz olsa da 3150 metreyi görüyoruz. Kaçkarların eteklerinden içerilere doğru sokulurken ve her adımda biraz daha yükselirken hissettiğim, müthiş bir özgürlük duygusu. Manzara her an değişiyor.
Başlangıçta görebildiğim detaylar kaybolurken, en güzel manzaranın beni zirvede beklediğini biliyorum. İşte o zaman manzaraya doyasıya bakıyorum ve şunu geçiriyorum içimden “Yaşıyorum ve iyi ki buradayım”. Ve kuşları kıskanıyorum, hani bir çift kanadım olsa da uçabilsem… Tam yeri ve zamanı o an.
Üçüncü gün yürüyüşümüz oldukça keyifli başlıyor. İnişli çıkışlı bir rota izleyerek ilerliyoruz.
Yürüyüşümüz boyunca bölgenin en güzel yaylaları diyebileceğim pek çok yaylayı görme şansımız oluyor. Elevit, Trovit, Palovit, Amlakit, Samistal, Hazindağ ve son olarak Pokut.
Sis eşliğinde bazen dere kenarındayız, bazen de orman içinde. Parkuru keyifli kılan sürekli yeşilliklerin arasında ilerliyor olmamız. Bize eşlik eden birbirinden güzel yayla çiçeklerini de unutmayalım.
Rotamızı yarılarken Hazindağ Yaylası’nda mola verip, dinleniyoruz. Hazindağ bizi otantik evleriyle karşılıyor. Sonrasında, yayla evleriyle sınırlanmış dar bir alanda top oynamaya çalışan çocuklar sarıyor etrafımızı.
Onlarla yapılan sohbetlerin tadına doyum olmuyor ama daha yolumuz uzun. Ne de olsa Pokut bizi bekliyor. Aslında daha önceden görmeyi isteyip de göremediğim Pokut Yaylasının , “Boydan Boya Kaçkarlar” programına sonradan dâhil olduğunu öğrenince çok mutlu oldum. Eğer yanlış bilmiyorsam Karadeniz’de her köyün bir yaylası var. İrili ufaklı yaylaların içinde oldukça ünlü olanları mevcut. Pokut da bu yaylalardan biri. Bu kadar ünlenmesinde oldukça fotojenik olmasının büyük payı var tabi.
Yakınında bulunan ve kısa bir yürüyüşle ulaşılabilen Sal Yaylasına hafif bir caka satan edasıyla Pokut, çok güzel bir görünüme sahip. Kaçkar dağ silsilesi içerisinde yer alan Büyük Kaçkar, Kemerli Kaçkar, Altıparmak Dağları ve Verçenik Dağlarını buradan görmenin keyfine doyum olmuyor.Bulut Dağları Kaçkar Dağları'nın KuzeyDoğu bölümünde yer alan ufak bir dağ silsilesidir. En yüksek tepesi Kemerli Kaçkar (3562 m.) Dağı'dır.
Gezimizin üçüncü gününün sonunda yürüyerek geldiğimiz Pokut’tan, dördüncü gününün sabahında yine yürüyerek ayrılacağız. Demircioğlu Pansiyon’da geçirilen oldukça eğlenceli ve bir o kadar da sohbet dolu(!) bir gecenin ardından, Pokut’ta geçireceğim zamanı biraz uzatmak ve gün doğumunun keyfini yaşamak için sabahın dördünde fırlıyorum yataktan.
Neyse ki kimseyi uyandırmadan pansiyondan sessizce dışarıya süzülüyorum. Fotoğraf makinem ve ben, baş başa iki saat geçiriyoruz. Yaşamaktan doyasıya keyif aldığım anlardan birini daha anılara eklerken, çektiğim fotoğraflar da buna şahit oluyor.
Yaylada çeşit çeşit yöre peynirleriyle yapılan kahvaltı sonrasında tekrar yollardayız. Yürüyerek Sal Yaylasına geçip, manzaranın keyfini çıkardıktan sonra minibüsümüzle devam ediyoruz yola. Ayder’den Huser Yaylasına Karadeniz türküleri eşliğinde çıkarken, gezimizin en güzel sürprizinin yukarıda bizi beklediğini bilmiyoruz. Bakıp da gözlerime inanamadığım ve bakmaktan kendimi alamadığım eşsiz bir manzara: göz alabildiğine bulut denizi.
Bir tarafta Kaçkarlar, bir tarafta ise Ayder’e dökülen Gelin Tülü ve Ayder şelaleleri.
TEMPO TUR Karadeniz rehberi sevgili Dayza da manzaranın büyüsüne kapılmış olacak ki, bizi kırmıyor ve bu güzelliği doyasıya fotoğraflamamıza izin veriyor. Ancak doğa koşullarına göre hareket etme zorunluluğu, bizi burada gün batımını izlemekten alıkoyuyor ne yazık ki! Yüreğimin bir parçasını bırakarak, biraz buruk ayrılıyorum Huser’den.
Beşinci günümüzde bir Ayder sabahına uyanıyoruz. İtiraf etmek gerekirse biraz yoruldum ancak bedenimi yoran bu gezi, ruhumu derinlemesine dinlendiriyor. Bugün rotamız Altıparmak dağlarını gösteriyor.
Yürüyüşümüz boyunca pek çok irili ufaklı göl görüyoruz. Hepsi birbirinden güzel görüntüye sahip bu göller o kadar soğuk ki, fırsat bulup ayaklarımızı sokabildiğimizde şok etkisi yaratıyor. Suyun doğayla olan dansı hiç bitmiyor Karadeniz’de.Kimi zaman kıvrıla kıvrıla vadilerin arasından süzülerek, kimi zaman dağların doruklarından çağlayarak, kimi zaman da köpüre köpüre taşları döverek en güzel figürlerini sunuyor bize.
Kaçkarların doruklarında buzul, güneşle buluşamadığı kuytularda kar, sabahın erken saatlerinde çiy olarak çıkıyor karşımıza.
Gezimizin 6. gününde Kaçkarlar’a veda ediyoruz. Veda ediyoruz diyorum çünkü Kaçkarlar’ı bir daha bu kadar yakından görme şansımız olmayacak.
Yine keyifli bir yürüyüşle Kemerli Kaçkar’ın dibine kadar sokuluyoruz, artık göl kenarında uzun bir molayı hak ettik. Dönüş yolunda sisin nazlı nazlı vadiyi dolduruşuna şahit oluyoruz. İşte yine bir bulut denizi. Bu güzellik karşısında biz de biraz hayal gücümüzü zorluyoruz, sonuç çekilen karelere biraz muzipçe yansıyor.
Fotoğraflara yansıyan tek muziplik sadece bizim ürünümüz değil elbette. Espri Karadeniz insanının doğasında var. Bunun örneklerine ise hemen her yerde rastlamak mümkün.
Rüya gibi bir haftanın sonunda kaçınılmaz son: ayrılık vakti! Gezimizin son gününün sabahında dostların yüzü o kadar da içten gülmüyor artık. Herkes biraz buruk. Bense burada doğmuş, hep burada yaşamış, belki de köyünden bile dışarı çıkmamış Karadeniz’in o güzel yüzlerini görüyorum.
Ve soruyorum kendi kendime, “gitmek mi zor, kalmak mı?”