küba etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
küba etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mart 2017

TURİZM: KÜBA

Yeşil Timsah: KÜBA


Dünyada en çok gezip görmek istediğim ülkelerin başında her zaman "Küba" yer almıştır. Çalışmanın verdiği telaş içerisinde daha yakın ülkeleri tercih ederek Küba’yı hep ihmal etmişimdir. Nihayet Fidel Kastro, Che Guevara, Mojito (mohito diye okunuyor) ve Buena Vista Social Club’un ülkesine, Küba’ya gitmeye karar verdim.


Küba’yı gezmeye başlayınca, bu ülkenin yalnızca Fidel Castro Che Guevara ve Mojito'dan ibaret olmadığını anladım. Küba’yı gizemli ve güzel yapan buradaki kültürel mozaik. Beyazı, siyahisi, melezi hep birlikte hiç bir ırk, din ve renk ayırımı gözetmeden mutlu mesut yaşıyor.

Bir gün yolunuz bu renkli ve dost canlısı insanların ülkesine düşerse, kesinlikle yolda kalmazsınız! Toplu ulaşım ve taşımacılık çok gelişmiş olmamasına rağmen otostopla gidemeyeceğiniz yer yok diyebilirim :)


Küba halkı genelde Afrikalılar, İspanyollar ve Meksikalılardan oluşan renkli bir topluluk. Bu renklilik, yaşamlarının her yönüne yansımış. Afrika tarzı rengarenk giysileri ile dolaşan kadınları ve Meksika şapkalı erkeklerini her zaman görebilirsiniz. 

Bu renkliliği en çok müzikde hissediyorsunuz. Kölelerin getirdiği Afrika’nın vurgulu ve gizemli ritimleri ile İspanyolların taşıdığı Akdeniz’in oynak tonları kaynaşıp çok farklı, kulağa hoş gelen, insanı kıpır kıpır yapan bir müzik ortaya çıkmış. Buna Amerikalıların cazı ile Güney Amerika salsaları da karışınca insan yerinde duramıyor. Yolda sakin sakin bir kafenin önünden geçerken duyduğunuz müzikle hemen ister istemez hareketlenmeye başlıyorsunuz. 


Küba bir müzik cenneti. Kafe ve lokantaların yanısıra sokak köşelerinde de müzik yapan gruplar var. Her grup kendi müzik albümünü yapmış ve CD olarak arada satıyorlar. Eğer hepsini alırsanız, sonunda müthiş bir kolleksiyonunuz oluşuyor.


Bu insanlar müzik yaparken farkı hissediyorsunuz. Çünkü size çok iyi gülüyorlar ve yakınlaşıyorlar. Çok cana yakın ve sıcak insanlar olduğundan sizinle hemen bir ilişki kuruyorlar ve sizi de icra ettikleri müziğin içine dahil ediyorlar.
O kadar neşeli ve dost insanlar ki müzik evrensel bir dil haline geliyor ve kendinizi grubun bir üyesi gibi hissediyorsunuz. "Keşke Türkiye’de çaça ve salsa dersleri alsaydım" demekten kendimi alamadım doğrusu. 

Yazımın başlığında Küba için “Yeşil Timsah” diye bir ifade kullandım. Kübalılar ülkelerine böyle diyorlar çünkü... Bunun nedeni de Küba adasının bir timsaha benzemesi ve çok yeşil olması. Gerçekten de çok yeşil, ormanla kaplı bir ada. Bazı bölgelerde yağmur ormanları var. "Vinales Vadisi" buna verilebilecek en iyi örnek.

(Fotoğraf: Google Maps)

Küba’yı diğer ülkelerden ayıran bir başka özellik de 1950 yıllarından kalma eski model Amerikan arabaları. Özellikle Havana’da çok sayıda, her marka ve modelde eski araba var.


Amerikalılar ülkeyi terk ederken arabalarını götürememişler. Bunlar Küba’ya ayrı bir hava veriyor. Çalışıp çalışmadığını öğremenedim ama 1919 model Ford araç dahi gördüm. Adeta açık "Amerikan arabaları müzesi", kesinlikle görülmeye değer. Böyle bir ülke dünyada var mı? Ben hatırlamıyorum. İnanılmaz bir nostalji. İnsan hangisine bakacağına şaşırıyor.
Che Guevara, bir kahraman olarak Küba'da her yerde... Küba’nın sembolü olmuş. Fidel Castro’dan daha ünlü ve halk tarafından çok seviliyor. Santa Clara’da kendisine çok güzel bir anıt mezar yapmışlar. Diğer devrimde ölenlerle beraber gömülmüş. Bu kadar ünlü olmasının sebebi çok yakışıklı olması ve Bolivya’da yine bir devrim hareketinde ihanete uğrayarak genç yaşta öldürülmesi bana kalırsa... 
Küba’nın diğer ünlüleri; purosu, romu, mojito ve kahvesi. Purosu, “Havana Purosu” adıyla tanınıyor ve tamamen el yapımı. 





























Puro fabrikasını (fabrikadan ziyade atölye demek daha uygun olur)  gezdim. Hiç makine yok.  Dünyada Havana purolarının meşhur olmasının en önemli nedeninin kalitesinden ziyade, Fidel Castro ve Che Guevara’nın bunları içerken gösteren boy boy fotoğrafları gibi geldi bana. 


Küba romun vatanı. Şeker kamışından üretilen bu içkiden yapılan mojito, "Cuba Libre" ve "Daiquiri Frappe" gibi kokteylleri çok ünlü. Beyaz rom, şeker, yeşil limon (lime), soda, buz ve taze nane yapraklarından yapılan ve Küba’da yaşayan Amerikalı ünlü yazar Ernest Hemigway’in de favorisi olan Mojito’yu daha çok beğendim. İnsanı sıcak havalarda ferahlatan bir içki. "Daiquiri"nin içine çok buz konuyor. "Cuba Libre" coca cola ile yapılıyor. Benim favorim mojito :)
Küba’yı anlatmak için Küba’yı ikiye ayırmak daha uygun olur. Birincisi Havana, ikincisi ise ülkenin geri kalanı. Çünkü Havana, iki milyonluk nüfusu, tarihi dokusu ve geçmişte yaşadıkları ile çok farklı bir şehir. Unesco tarafından 1982 yılında “Dünya Kültür Mirası” listesine alınmış olup, bölge bölge restore çalışmaları devam ediyor. Gerek Havana’da ve gerekse bu şehirlerde yapılan restorasyon çalışmalarıyla binalar rengarenk boyanmış. Küba’nın çok renkli kültürünü yansıtmak için olsa gerek.


Şehir merkezi ve hemen yanındaki bir kaç sokağın dışındaki kalan sokak ve caddeler oldukça eski. Amerikalılar Havana’yı terk ettikten sonra binalar onarılmamış. ve zaman da acımasızca onları eskitmiş. Bir kısmında insanlar yaşıyor ama diğerleri boş. Bazı yerleri terk edilmiş bir hava veriyor. Emin olun buraları gezmek çok daha farklı. Ancak binalar harap ve eski olmalarına rağmen muhteşem. 

İnanıyorum ki yakın bir zamanda Küba’nın bu eski, oldukları şekliyle asırlık bir çınar gibi ayakta durmaya çalışan, ama devrimi, acı ve tatlı olayları yaşayan, yaşananları bir bakışta anlatan, hüzünlü binalar değişecek, hepsi makyajlı ama birşey anlatmayan binalar haline gelecekler.
Havana’da dolaşmak çok eğlenceli. Hangi kafe ve lokantaya girerseniz girin muhakkak müzik var. Cadde ve sokaklarda müzik yapan, dans eden sokak çalgıcıları ve dansçıları görülmeye değer, Oto yollarda bile mola verdiğiniz yerlerde müzik yapıyorlar. Havana’daki "Tropicana" adlı kabere görülmeye değer. İki saat süre ile yaptıkları gösteri Paris’teki Lido’yu aratmıyor. Rengarenk elbiseleri ile her yaştan Kübalı bayanlar bir peso karşılığında size öpücük verirken, fotoğraf çekilmesine izin veriyorlar.  

Ağzında puro sizinle peso karşılığında fotoğraf çektiren renkli giysili erkek ve kadınlar çok sevimli. Sizden peso, sabun ve kalem isteyenlere kızamıyorsunuz.

Çünkü çok cana yakın ve misafirperverler. Tabii bir de fotoğraf çekmeyi seviyorsanız, müthiş güzel kareler yakalama şansınız oluyor.


Cienfueros, Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilen Karayip Denizi kıyısında bir şehir. İspanyollardan kalan sarayı, tarihi meydanı ve tiyatrosu ile çok ünlü. 
Karayipler’de denize girmek çok güzel ve de havalı oluyor. Amerikan korsan flimlerinde gördüğümüz maceraların havasına hemen giriyorsunuz. "Karayip Korsanları" filminin ister istemez etkisi altında kalmışız.


Trinidad, Küba’nın görülmeye değer yerlerinden birisi. Küba tarih ve kültürünün yansımalarını burada görebiliyoruz. Gezerken gördüklerimizden son derece keyif aldık. Havana’da olduğu gibi burada da şehrin merkezi ciddi bir restorasyon görmüş. Ancak diğer sokaklar harap ve orijinal halleriyle size herşeyi söylüyor. Sokaklar gençlerin bilmediği ama eskiden Türkiye’de de olan “Arnavut Kaldırımları” aynen korunmuş. Trinidat’a özel “La Canchanchara” adlı içkiyi Küba müziği eşliğinde içmek ayrı bir keyif. Tabii ki romdan yapılmış fakat içine şeker yerine bal katılmış, hafif, keyif verici ve rahatlatıcı. Saatlerce Trinidad’ı dolaştık. Her lokanta ve kafede Mojito veya La Canchanchara içtik ve Küba müziği dinledik. 

Türkiye’ye dönmeden önce son iki günümüzü Varadero’da geçirdik. Bu bizim için dinlendirici ve keyifli bir mola  oldu. Varadero; Atlas Okyanusu kenarında, 20 km. boyunca uzanan ince kumlu, çevresi palmiyelerle süslü sahiliyle rüya gibi bir şehir.


"Küba mutfağı" diye birşey yok diyebilirim. Yemekler iyi değil. Kahveye meraklı bir kişi olarak Kübada en iyi kahvenin yapıldığını söyleyebilirim Bu işi çok iyi yapıyorlar. Otellerde işletmecilik de yeterli değil. Küba nasıl bir yer sorusuna vericek en iyi cevap; "yüzleri gülen, ayakları dans eden, eğitim oranının yüksekliğiyle dikkat çeken, kitap hediyesine oyuncak hediyesi kadar sevinen çocukların ülkesidir.” olacaktır.
Küba, devrimiyle dünya tarihinde önemli bir yeri olan bir ülke. Rusya’nın çökmesi ve Çin’in kapitalizmi tercih etmesinden sonra dünyada tek sosyalizmi uygulayan ülke. Ciddi bir ambargo altında. Çin gibi ülkeler tarafından destek görüyor. Turizm en önemli gelir kaynaklarından biri haline gelmiş. Turist olarak gelenlerin çoğu, Kanadalı ve AB ülkeleri halkı. 
Sosyalizm yavaş yavaş gevşemiş. Kazanılan paradan dolayı kişiler arasında gelir farklılıkları oluşmaya başlamış. Bunun farkında olan Fidel Castro' da bazı konularda sosyalizmden ödün vermeye başlamış. Bunlar benim gözlemlerim tabii. 

Zamanın durduğu hissine kapıldığınız Küba'ya gidilir mi?  Kesinlikle !
 

YAZI ve FOTOĞRAFLAR: OLAY SALCAN


OLAY SALCAN KİMDİR?

Çanakkale'de doğdu. Ankara’da Gazi Lisesi’ni bitirdikten sonra Kara Harp Okulu’ndan Teğmen olarak mezun olan Olay Salcan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK),  çeşitli kademelerinde görev yaptı. TSK'da bulunduğu sürece mesleki geliştirme öğrenimini Amerika’da tamamladı. 
Belçika’daki NATO Askeri Karagahı SHAPE’de, Brüksel, Belçika NATO ve Somali’de Birleşmiş Milletler Karargahı’nda görev yaptı.  TSK'dan Albay olarak emekli olduktan sonra uzun bir sürede TÜBİTAK’ta çalıştı.

Seyahat etmek ve fotoğraf çekmek en büyük tutkusu. Kentlerde akıntıya kapılıp giderken, gezilerde akıntıya karşı durup gözlem yapmayı çok seviyor. Gezi notları ve fotoğraflarını çeşitli platformlarda dünyayı algılamayı ve keşfetmeyi seven meraklı gezgin ruhlar için paylaşıyor. 

Kaynak: OLAY SALCAN / TEMPO TUR 

01 Şubat 2017

KÜBA'NIN SESLERİ, SAZLARI, SÖZLERİ..


Küba müziğinin kökleri

Devrimle ve aşkla beslenen, devrimi ve aşkı besleyen müziğin ülkesindeydim. Küçük dev, küçük tehlikeli, küçük asi ülkede…

Duvarlar, kaldırımlar, merdivenler, yemekler, müzikler, kadınlar, erkekler, çocuklar ebruli, doğal, sevecen ve neşeli… Küba üstüne konuşmaları, yazmaları uzatabiliyorum. Bu yüzden yalnızca kulağıma doldurup getirdiğim seslerden bahsetmeyi seçtim. Yoksa Küba’nın 1959’daki devrimden sonra tıpta, eğitimde, müzikte, plastik sanatlarda, sporda, kadın erkek eşitliğinin sağlanmasında ve afet yönetimindeki başarıları, toplumsal örgütlenme ve diğer ülke halklarıyla dayanışması üstüne de söylenecek çok söz var.

Ev sahibimiz dünya müziğine çok sayıda ve farklı farklı müzik yapıları kazandırmasıyla, Latin dansları olarak bilinen bütün dansları içinden çıkarmış, dışarıdan gelen müzik ve dans türlerini de Kübalılaştırmasıyla, dünyaca bilinen birçok müzik insanını ve grubunu dünyaya armağan etmesiyle gurur duyuyor.

En önemli kültür ve toplumsal hafıza aktarımı, kendini ifade etme, hayatla baş etme ve başkalarıyla iletişim kurma aracı gülümsemeleri, müzikleri ve dansları dersek yalan olmaz. Ayrıca Küba'da herkes müzisyen, herkes dansçı. Yedi gün ve nerdeyse yirmidört saat her yerde müzikle buluşuyorsunuz yeter ki, size seslenen ezgilere kulak verin. On günlük gezide sadece Kültür Bakanlığı kafeteryasındaki radyodan bant kaydı müzik çalındı kulağıma.




Kolomb tarafından keşfi sonrasında Ada'ya akın eden ve çoğunluğu İspanyol köylüler olan Avrupalıların şarkıları ile kahve, şeker kamışı ve tütün tarlalarında çalıştırılmak üzere Orta ve Batı Afrika'dan getirilen kölelerin dinsel ritüelleri için vurmalı çalgılar ile yaptıkları ritim ve dans temelli müziklerin birleşmesi Küba müziğinin temeli sayılan el son'ları doğurmuş.

El sonlar Küba'nın elit sınıflarınca hor görüldüğünden, Fransız salon müzikleri ile karıştırılıp danzon türü ortaya çıkarılmış. Danzonlar bana Arjantin tangolarını hatırlatıyor.

Danzonları sıkıcı ve hatta biraz kibirli bulan sonraki nesil müzisyenler onları salondan çıkarıp sokağa indirince salsa dünyaya gelmiş. Salsa hareketlenip özgürleştikçe mambo, çaça gibi birçok popüler dans çeşidine ve ritim yapılarına dönüşmüş. Kuzey Amerika'dan gelen caz standartları da aynı kalmamış, Küba'da bulduğu ritimlerle Kübalılaşmış.   

1920 ve 1930'lar kabare geleneğini, büyük caz bandlarını ortaya çıkarmış. 1950'ler kabare geleneğinin ve revü benzeri mambo, çaça, salsa danslarının gece kulüplerini kasıp kavurduğu zamanlar.

Seksenlerin ortalarından günümüze dek hiphop alt kültürünün müzik uzantısı rap müziği de Küba'da özellikle gençler tarafından çok seviliyor. Küba rapi de ayrı bir ekol haline dönüşmüş. Rock, rap ve geleneksel Küba müziği harmanı ise timba çeşidinin bileşenleri. Canlı dinleme fırsatı yakalayamadığım tek müzik türü Küba rapi oldu.   

Küba müziğinin sazları da tıpkı Kübalılar gibi biraz Afrikalı ve Karaipli, biraz Güney Amerikalı, biraz Avrupalı ve Kuzey Amerikalı.

Küba'da yürümeyi öğrenmeden ritim tutup dans eden küçük çocuklar, bastonsuz yürüyemeyen ama çok büyük bir keyifle sizinle rumba yapan ihtiyar delikanlılar, ölene dek müzik yapan müzisyenler var. Evlerde anne-babaları birinci sesle, çocuklar ikinci sesle şarkı söylüyorlar. Çocuklar büyüyünce birinci ses oluyorlar. Bizde nerdeyse unutulan meşk geleneğine benziyor bu gelenek.

Bizim aşık/halk ozanı atışmalarına benzer şekilde müzisyenin dinleyicisiyle ve diğer müzisyenlerle karşılıklı ve doğaçlama müzik yapması geleneği var burada da. Tam o anda sevgilisine, köyüne, Küba'sına ve Kübalılara bir şarkı yapabiliyor müzisyenler. 



Her yerde, her zaman, herkesle müzik


Bu köklü ve melez müzik geleneği ile ilk temasım geç akşam ya da erken gece diyebileceğimiz saatte otelimize girerken oldu. Tam o anda çalmaya başlayan müzisyenler, karşılandığımızı düşündürdü bana. Önemli müzik mekanlarına pek yakın olan otelimizde, her akşam farklı bir grubu hüzünlü de olsa iyimser ve umutlu, sitemliyse de huzurlu Küba şarkılarını çalarken bulduk.

Bir akşam ünlü Paseo Caddesi ile Havana'daki kordon boyu Malecon'un kesiştiği yerdeki Jazz Cafe'ye gittik. Yarımay şeklindeki büyük salonun pencere tarafına yerleştirilmiş bakırdan müzisyen heykelleri, tavandan sarkan saksofonlar ve trompetler, sahne arkasındaki duvar resmi ve tabii ki doğaçlamanın hakim olduğu vokalsiz caz icrası bizim için fazlasıyla özgün ve iyiydi. On CUC (yaklaşık 10 EURO) giriş ödeyip, Küba'nın hepsi birbirinden çekici romlu kokteyllerinden iki tane içebiliyorduk.

Küba'nın dünya müziğine armağanları efsane Chucho Valdes ile dahi caz piyanisti Roberto Fonseca burada sahne almışlardı.  Ne yazık ki müzik düşündüğümüzden çok geç başladığı için uykuya ve günün yorgunluğuna esir düşüp, erken ayrıldık.

Sokaklarda yürürken sokak orkestraları ile birlikte şarkılar söyledik, albümlerini aldık, dans ettik müzisyenlerle. Bir kez de Havana Libre Oteli'nin Turquino/25. Kat gece kulübünde büyük bir orkestra eşliğinde müzik grubunun Latin pop programını ve genç kızların dans gösterisini izledik. Gösteriye izleyicileri de katıyorlar ve bize de salsa yaptırıyorlardı.






















Bir öğlen doğa koruma alanı Teraslar'a indiğimizde bir müzik grubu tarafından 'gerçekten' karşılandık. Kadınlı erkekli beş kişilik grup çalıyorlar, söylüyorlar ve dans ediyorlardı. Annemin de benim de lise yıllarımızda çok sevdiğimiz Besame Mucho'ya, Dos Gardenias'a ve Quizas, Quizas, Quizas'a eşlik ettik.

Yemek sonrasında çevrede dolaşırken gitar, tiple ve bandola (bir çeşit Latin Amerika gitarı) melezi bir müzik aleti, tres çalan çok yaşlı bir treseroya rastladık. Meksika, Peru, Küba türküleri söyledi bize. 




Küba'nın en eski ve dünyaca tanınmış müzik ve gösteri grubu Buena Vista Social Club'ı izlemek için gittiğimiz Nacional Otel'in tüm salonlarında ve bahçesinin tüm köşelerinde aynı anda farklı gruplar müzik ya da kabare yapıyorlardı.  

Aslında otelin bu hali Küba ve müzik ilişkisinin küçük ölçekli bir örnek tasarımıydı. Çünkü her yerde belki de en çok kendileri için çalan, birbirleriyle konuşmak yerine çalarak anlaşan müzisyenler ve yoldan geçerken kucağındaki çocuğunu indirip onlara katılıp şarkı söylemeye başlayan Kübalılar görmüştük. Müzikle ilişkileri Romanların müzikle ilişkisini çağrıştırdı bana.




Buena Vista Social Club'ı yerinde izleyeceğimiz için müzisyenlerden daha fazla heyecanlıydık. Sunucu açılış konuşmasını yaptı ve dansçıları izleyiciye takdim etti. Mambo, salsa, çaça danslarının karışımı gösteriden sonra, yetmişi çoktan devirmiş erkek şarkıcılar seyircilerin arasında gezerek şarkılarına uyumlu bir şekilde dans ettiler. Her bir müzisyen enstrümanı ile kendi solosunu atıyor, sonra yine birleşip beraber çalıyorlardı.

Sırada az önce kuliste konuştuğum ve fotograf çektirdiğim Teté (Teresa Garcia Caturla- 75) vardı. Teté grubunun klasikleşmiş parçalarını söylerken chekereyi izleyicilere fırlatıyor, onlarla şakalaşıyor, müzisyenleriyle dans ediyordu. Teté, tüm müzisyenlerin kadın olduğu Aida Dörtlüsü'nün solistiymiş altmışlarda. Emekli olunca yeni mezun gençlerden bir orkestra kurup, turnelere çıkmayı sürdürmüş. Sahnede olduğuna göre emekli olmamış. Babası da yirmili-otuzlu yılların önemli bestecilerinden. Sunucu yeğeni, basçısı da kardeşi. Bu geceden kulağımda kalanlar sunucunun benimle dans ederken, verdiği uno, dos, tres… uno dos tres komutları. Bir de "siz Kübalılar gibi dans ediyorsunuz"  dedi ki… Benden mutlusu yoktu orada artık.

Başka bir gün programımızda Tilki ve Kuzgun anlamına gelen Zorra y el Cuervo isimli caz kulübüne gitmek var. Burası yetenekli genç caz müzisyenlerinin sahne aldığı Havana'nın en iyi caz kulüplerinden. Haftanın her günü başka bir grup sahne alıyor. Küba'da her türden, iyi müzik gruplarını haftanın her günü bir başka yerde dinleyebilirsiniz, tek yapacağınız girişteki haftalık programa bakmak ve/ya gruba o hafta nerelerde çalacaklarını sormak.




Güzeller güzeli Trinidad

Küba'nın tam ortasındaki UNESCO'nun korumaya aldığı dağ kasabası Trinidad'da deli bir yağmur altında, biraz da bile isteye kaybolmuş, dolanıyorum.  Nasılsa kururum. "Buraya gel, hadi hemen şimdi" diye beni çağıran sokağa taşmış bir ezginin peşine düşüp, süslü bir kemerin altından geçiyorum ve te biçimli, duvarları rengarenk boyanmış küçük bir müzik ve dans avlusundayım. Sonra öğreneceğim ki, burası Trinidad'ın en iyi Türkü Evi (Casa de la Trova).

Eski ozanlık geleneğinin kente gelen yeni müzikal ifadeler ve anlatım olanakları ile kaynaşarak dönüşmesi, 1940ların sonunda başlayıp, günümüze gelen devrimci müzik geleneğini ya da yeni türkü (nueva trova)  hareketini ortaya çıkarmış. Küba mavisi tişörtleri bir örnek olan trabadorları (ozan) dinlerken buraya akşama yine gelmeyi kafama koyuyorum.

Sonrasında "Gerçek Kongo Müziği Sarayı- Palenque de la Congo Reales" anlamına gelen yazının bulunduğu kapıya ve kulaklarıma takılan rock, hiphop ve afroküba bulamacı bir melodiye kapılıp, başka bir avluya giriyorum. Burada beni en çok şaşırtan Kübalıların hassas bir müzik kulağından, güçlü bir ritim duygusundan başka, keskin bir müzikal sezgilerinin olduğunu fark etmem… İlk saniyede müzikle ilgilenen kişiyi buluyorlar.

Restoranda öğle yemeğimizin yanında yine canlı müzik var.

Akşam Kongo Sarayı'nda üç arkadaş Haiti'de kölelik kaldırıldığında Küba'ya göç eden Kongolular'ın torunlarının yaptığı gösteriyi izliyoruz. Büyükçe tamtamlar, orta boy kongalar, küçükçe bongolar, benim bayıldığım sallamalılar, arkada çok sesli müzik yapan koro, ortada kahve tarlalarında kölelerin çektiği acıyı gösteren danslarını sergileyen Afrokübalılar. Bir ağızdan "iyi ki geldik" diyoruz.

Trinidad'ın en önemli ve geleneksel müzik olayı Katedral'in yanındaki amfi tiyatroya benzeyen merdivenlerin ve alttaki küçük düzlüğün her akşam müzik yapılan ve dans edilen bir müzik evine (Casa de La Musica) dönüşmesi. Şehir halkı ve tüm turistler orada. Yağmur yoksa müzik var. Neyse ki yağmur yerine yıldızlar vardı tepemizde.  

O akşamın tek sorunu şehir dışındaki otelimize gelip giderken bindiğimiz Küba mavisi, eski Amerikan arabası taksimizin müzik sisteminin olmaması. Bunu da şoför Jose ile birlikte şarkı- türkü söyleyerek çözdük.

































Yolda Havana'da müziğin dışarıdan gelen kültürlerin etkisiyle eğlence, gösteri işlevleri öne çıkarak gelişmiş olduğunu, Trinidad'da ise müziğin daha özgün, geleneksel haliyle korunmuş ve hatta daha duygulu olduğunu düşündüm.

Sırada Karaip Denizi'nin andante dalgalarının ninnisi ile uyumak var.

Ertesi akşam sıra bizde. Trinidad'ın bir mahallesini ve mahalle halkının seçtiği devrim savunma komitesi üyelerini ziyaretimizde sokakta donattıkları masa etrafında birlikte salsa yapıyor, bizim türkülerimizden söyleyerek çoluk çocuk oynuyoruz.




Eksik Kalan

Bir daha mı gitmeli Küba'ya, bu gezide gidemediğimiz müzik başkenti Santiago de Cuba şehri için, Callejon de Hamel'de Afrokübalıların her pazar günkü karnaval benzeri müzikli danslı hallerine katılmak için, şu dillere destan Küba Ulusal Balesi'ni Havana'dalarsa izleyebilmek için, müzik aletleri müzesinde dolaşmak için, Kordon'da okyanusun hırçın dalgalarına nispet edercesine düzenlenen klasik müzik ya da caz konserlerini, festivalleri izlemek için, zarif ve kendinden emin Kübalı küçük beylerle, seksenlik delikanlılarla dans etmek için…

Öyleyse, şimdilik öpüyorum seni Küba'cığım; Kübalılar gibi: tek yanaktan, çabuk çabuk, arka arkaya üç kez…

Tadımlık

http://www.youtube.com/watch?v=3G_vxnCrGq0&feature=related      (Fonseca-Suarez)
http://www.youtube.com/watch?v=qUtohUhNNho         (Aire d'Concierto con Clarnette)
http://www.youtube.com/watch?v=wOSFB4YFQuc                                        (la Conga)
http://www.youtube.com/watch?v=mIwFsaq4vEA                                     (Benny Moré)
http://www.youtube.com/watch?v=sct0-7rs2zY&feature=related                        (Teté)

Yazı ve Fotoğraflar: UMUT İLKAY KAVLAK















UMUT İLKAY KAVLAK KİMDİR ?

1976'da Ankara'da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1996 yılı mezunu. Özel sektörde ve kamuda, avukat ve uzman yardımcısı/uzman olarak çalıştığı yıllarda Ankara Üniversitesi ve İngiltere/Exeter Üniversitesi'nde Avrupa Hukuku ve uluslararası ticaret hukuku konularında lisansüstü çalışma yaptı.

2003'ten beri Avrupa Birliği Delegasyonu'nda çalışıyor. Okur, yazar ve gezer olmayı seviyor. Bulunduğu yerleri beş duyuyla algılamayı ve tüm canlı varlığıyla anlamaya çalışıyor. Gittiği yerlerin müzik kültürünü keşfetmeyi seviyor.
Fotoğraf çekmeyi bir çeşit görsel günlük tutmak olarak düşünüyor.  Kapadokya, Mardin, İstanbul, Doğu Karadeniz, Kamboçya, İran, Özbekistan ve İspanya en sevdiği yerler.


Kaynak: LEYLEĞİN GÜNCESİ