olay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
olay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2017

UZAKTAKİ YAKIN: TUNUS


Akdenizle Çöl Rüzgarlarının Harmanlandığı Yer: TUNUS



Son zamanlardaki “Arap Baharı” diye adlandırılan demokratik hareketlerle adından çok söz edilen Tunus’a yolum düştü. Gitmeden önce birçok arkadaşım bölgedeki olaylar nedeniyle "güvenli bir ülke" olmadığı noktasında uyardılar. Uyarılar beni durdurmaya yetmedi. Tunus'u kendim görmek ve deneyimlemek istedim. Bundan önce de bazı ülkelere ziyaretim olduğunda, aynı uyarılarla karşılaşmıştım. Bunların medyada yayınlanan bazı haberlerin tek taraflı ve yanlış değerlendirmeleri olduğunu da o ülkeleri gezdiğimde anladım.
Tunus’a gidip gördüğümde de ne kadar haklı olduğum bir kere daha ortaya çıktı. Tunus, son derece sakin, güvenli ve gidip görülecek bir ülke. Gerçekten orada hem sonbaharı hem de "Arap baharı"nı birlikte yaşadım. Türkleri de çok seviyorlar. Özellikle Türk olmanız, ayrıcalıklı olmanız demek. Zaten Türklere "kardeş" diye hitap ediyorlar.

Tunus, her şeyden önce bir Akdeniz ülkesi. Akdeniz’in o büyülü havasını burada da hissediyorum. Tunus’un en büyük özelliklerinden birisi de beyaz badanalı, mavi kapı ve pencereli, çatısız evleri. Bunlara o güzelim işlemeli kapılar da eklendiğinde göze hoş gelen bir görüntü ortaya çıkıyor.

Şu bir gerçek ki, Akdeniz’de denize girmek, nefis deniz ürünlerini tatmak başlıbaşına bir keyif.  Işıl masmavi bir deniz, upuzun kumsallar, sahil boyunca uzanan denize sıfır lüks oteller, tarih, kültür, misafirperver bir halk ve çok daha fazlası var Tunus'da...
Sahip olduğu eşsiz değerlere bugüne kadar sahip olmadığı demokrasiyi ekleyerek kendisine yeni bir gelecek oluşturma çabaları içerisinde olan Tunus’u yerinde tanımak, güzel insanları ile birlikte, güvenlik içerisinde bir müddet beraber olmak için; Tunus, gezi listesinin şimdiden başına konulacak bir ülke olmayı hak ediyor.

Uçağımız "Tunus" adı ile anılan başkentine gece geç saatlerde indiğinden hemen odama dinlenmeye çıkıyorum. Güzel bir uyku ve enerji veren güçlü bir sabah kahvaltısının ardından ilk önce başkenti keşfetmeye başlıyorum. Otelden adımımı dışarıya attığım anda kendimi bu güzel ülkenin cazibesine kapıldım diyebilirim. Tunus'da geçirdiğim bir hafta rüya gibiydi. Rüya aleminden aklımda kalanları sizlere aktarmaya çalışacağım. Tabii ki her gezdiğim yeri ve gördüklerimi sizlere burada anlatmak mümkün değil. Daha ziyade beğeneceğinizi umduklarımın bazılarını aktaracağım. Tunus hakkında daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız, yalnızca gitmenizi öneririm. Öğrenmenin en güzel yolu bu.

Kentin en önemli ana caddesi Habib Burgiba. Gündüzleri çalışma hayatının hareketli kalabalığına, akşam saatlerinde ise iki taraflı kafelerinde nargilelerini tüttürürken, sıcak çaylarını içen insanların sakinliğine sahip. 


Başkentin önemli bir yeri olan bu bulvarın her iki ucundaki 7 Kasım ile Bağımsızlık meydanları, bu bulvara ifade ettikleri ile bir farklılık katıyorlar.

ESKİ KENT EL MEDİNE

Tunus’un geleneksel el sanatlarının tezgahlarda sergilendiği “suk” denilen inişli çıkışlı, labirent gibi sokaklarında yürümek geçmişe yapılan bir yolculuk gibi. Zaman, sanki burada durmuş. Bir turistin gittiği yerde görmeyi hayal ettiği yerlerden birisi bu suklar.

Kapalı çarşı, Osmanlı mimarisinin güzel ve alışılmış örneklerinden birisi. Dışarıdaki sıcak ve rutubetli havadan sonra, buradaki serin hava iyi geliyor. Cana yakın satıcıları, kendine özgü rengarenk vitrinleri ile çarşının sonuna ulaştığımda dikkati çeken eser, her yerden görülen kare biçimli minaresiyle Kuzey Afrika’nın en büyük camilerinden birisi olan "Zeytin Camisi"

İnşasına 732 yılında başlanan, 13 asırlık geçmişi ile 5 bin metrekareye kurulmuş muhteşem bir tarihi eser. Camide dikkatimi çeken, klasik geleneksel kıyafetleri ile dolaşan; içeride ve avluda uyuyan Tunuslular. Daha da önemlisi Kartaca antik kentinden getirilerek caminin inşaatında kullanılmış 160 sütun.



Başkent’te çok sayıda Osmanlıdan kalma tarihi eser var. Hatta şunu söyleyebilirim ki en güzel eserler Osmanlı eserleri ve hala kullanılıyorlar. Hükümet meydanında hastane dahil devlet tarafından kullanılan bir çok bina Osmanlılardan kalma. Hepsi tek tek görülmeye değer.

KARTACA VE HANNİBAL

Gebze’ye gittiğimde mezarını saygı ile ziyaret ettiğim tarihin en büyük politikacı ve askerlerinden olan Hannibal’in memleketi Tunus. Başkent yakınlarında harabeleri bulunan Kartaca, bir zamanlar Hannibal ile Roma İmparatorluğu’na zor zamanlar yaşatmış ve çok uğraştırmış. Hannibal, 30 kadar savaş fili ve yaklaşık 30 bin askeriyle müthiş zorluklarla dolu, inanılmaz bir yol kat ederek; İber Yarımadası, Pireneler ve Alpler'i aşıp, kuzey İtalya'ya girer ve önemli çarpışmalarda Roma ordusunu bozguna uğratır. Roma’ya kadar gelen Hannibal, Roma’yı yıkmaz. Daha sonra Romalılar toparlanıp Kartaca'ya saldırır, Hannibal’ı yener ve Kartaca’yı yıkarlar. Onun Romalılara yapmadığını; Romalılar Kartaca’ya yapar. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde olan Kartaca, Başkent’e çok yakın.


SİDİ BOU SAİD

Akdeniz’in mavi rengi ile dalgalarının köpüklerinin beyaz renginin karada yansıması ve yasemin kokulu Sidi Bou Said. İnsana huzur veren bir yer. Birbirine yakın, gölgelerinin üst üste geldiği beyaz badanalı evlerinin, mavi kapı ve pencereleri ile verdiği sakin görüntüsü insanı dinlendiriyor.



Tarihte önemli bir yer tutmuş ve Roma İmparatorluğu’na zor anlar yaşatmış Kartaca sahilllerinde yer alan, küçük ama çok şirin kasaba. İsterseniz Akdeniz’e bakan lokanta ve kafelerinde, isterseniz dar sokaklarının kesiştiği köşe başındaki gölgeli ve serin kafelerde bir bardak Akdeniz’in havası ile tatlandırılmış çayınızı içerken yorgunluğunuzu atabilirsiniz.


Hediyelik eşya dükkanlarındaki çeşitlilik ve renkliliğin bu şirin kasabaya kattığı canlılığın cazibesinden kurtulmaya çalışmayın. Bırakın kendinizi, baş döndürücü yasemin kokularını soluyarak Sidi Bou Said’in insanı rahatlatan güzelliğinde ve dar sokaklarında kaybolun, güzelliklerin tadını çıkarın. Emin olun Akdeniz, Sidi Bou Said’de bir başka güzel.

























AMFİTİYATRO-EL JEM

Roma İmparatorluğu’nun ihtişamının bugüne kadar gelmiş büyük bir göstergesi olan amfitiyatro, küçük bir kasaba olan El Jem’de bulunuyor. Bu küçük kasabaya girildiğinde insan, böyle muazzam bir tarihi eserle karşılaşacağını hiç ümit etmiyor. Evet amfitiyatroyu görmeye geldim, ama insanı gördüğünde büyüklüğü ve heybeti ile bu kadar şaşırtan bir eser beklemiyordum.

Yapılışı 3. yüzyıla kadar giden, gerçekten son derece iyi korunmuş bir eser bu. Benzeri Roma’daki Colosseum’dan daha küçük olan bu tiyatro, 35.000 kişi alan seyirci kapasitesi ile insanı kendine çekiyor. Seyirci yerlerine oturup döğüşlerin yapıldığı arenaya baktığınızda kendimi bir anda gladyatörlerin birbirleri ile yaptığı kanlı döğüşlerini izler buluyorum. Kılıç ve mızrak şakırtılarını, seyircilerin coşku dolu bağırmalarını duyabiliyorum. Bir kapının açılıp kana susamış arslanların alana doğru koştuğunu görebiliyorum.

KAIROUAN

Kairoun, 670 yılında Hz. Muhammed’in sahabelerinden Ukbe Bin Nafi tarafından kurulmuş, dünyanın dördüncü Müslüman merkezlerinden birisi olması nedeni ile Müslümanlar tarafından özel bir öneme sahip Kuzey Afrika’nın ilk kutsal şehri. Şehirde sahabe ve evliyaların türbeleri, camiler ile her yıl Hz. Muhammed’in doğumunun kutlandığı Ulu Cami bulunmakta.



688 yılında yapımına başlanan ve Kuzey Afrika’nın en büyük ibadet yerlerinden biri olan Kairounan Cami, yüksek duvarlarla çevrili geniş avlusu, güneş saati, Roma ve Bizans döneminden kalma 365 adet sütun üzerinde duran tavanı, dış avludaki sütun ve kapılardaki işçiliği ile insanı büyülüyor. 


İlk bakışta kapılarındaki işçiliğin aynı olduğunu zannediyoruz. Dikkatli baktığımızda caminin kapılarındaki işçiliğinin, tamamen farklı olduğunu görebiliyoruz ki bu da camiyi diğerlerinden farklı kılan bir özellik. Ancak bana göre en büyük özellik, caminin dışındaki Sahabe mezarları. Araplarda mezar adeti olmaması nedeni ile bu mezarlar beyaz güzellikleri ile Tunus’a çok büyük değer katıyorlar.


Burada görülecek en güzel eserlerden birisi olan Hz. Muhammed’in berberi Abi Zamaa El- Balavi’nin türbesi, Endülüs ve Türk izlerini taşımakta.


TUNUS NASIL BİR ÜLKE? 

*Tunus; 3000 yıllık tarihi ile dünyada önemli bir yer işgal etmiş, Akdeniz Medeniyeti’nin önemli merkezlerinden birisi.
*Kartaca, Roma, Bizans, Arap, Osmanlı ve Tunus medeniyetlerinin güzel örneklerini sergileyen çok önemli bir müze niteliğinde bir ülke.
*Kültür ve tarihi değerlerinin yanında uzun kumsalları, deniz ve güneşi ile Akdeniz’in güzelliklerinin yaşanacağı bir ülke.
*Güneyden sapsarı sahra çöllerinin sıcak havasının Akdeniz’e geldiğinde serinlediği, Afrika ruhunun Akdeniz ritmine ulaştığı ışıl ışıl bir ülke. 

*İnsanlarının sevimli, misafirperver olduğu, güvenli bir ülke.
*Demokrasiyi kabul etmiş ve bunu geliştirmek için her türlü çabayı gösteren, bu konuda samimi ve içten önerilere açık bir ülke.
Tunus’daki en önemli turizm faaliyetlerinden birisi de, çöl turizmi. Bunun için çok iyi organize olduklarını söylüyorlar. Eylül ayında gittiğim için bu fırsatı iklimin müsait olmaması nedeniyle kaçırdım. Çöl bu aylarda hala çok sıcak olduğundan, kasım dahil kış aylarında bu faaliyetleri programa dahil ediyorlarmış. Sırf bu nedenle Tunus’a bir kere daha gidilebilir diye düşünüyorum. 

Tunus mutfağı çok geniş değil. Değişik tatlar yok. Ancak "Tacin" denilen özel kaplarda hazırlanmış bulgur yemeği çok lezzetli ve farklı bir yere konulmalı. Bunu tavuklu, etli, balıklı ve sebzeli yapıyorlar. Hepsi son derece güzel ve farklı lezzette. Tunus’a gidildiğinde muhakkak yenilmesi gereken yiyeceklerin başında geliyor.




Sözün kısası Tunus; güvenli, gidilecek, görülecek ve yaşanacak bir ülke. 

Kaynak: OLAY SALCAN - LEYLEĞİN GÜNCESİ


16 Mart 2017

TURİZM: KÜBA

Yeşil Timsah: KÜBA


Dünyada en çok gezip görmek istediğim ülkelerin başında her zaman "Küba" yer almıştır. Çalışmanın verdiği telaş içerisinde daha yakın ülkeleri tercih ederek Küba’yı hep ihmal etmişimdir. Nihayet Fidel Kastro, Che Guevara, Mojito (mohito diye okunuyor) ve Buena Vista Social Club’un ülkesine, Küba’ya gitmeye karar verdim.


Küba’yı gezmeye başlayınca, bu ülkenin yalnızca Fidel Castro Che Guevara ve Mojito'dan ibaret olmadığını anladım. Küba’yı gizemli ve güzel yapan buradaki kültürel mozaik. Beyazı, siyahisi, melezi hep birlikte hiç bir ırk, din ve renk ayırımı gözetmeden mutlu mesut yaşıyor.

Bir gün yolunuz bu renkli ve dost canlısı insanların ülkesine düşerse, kesinlikle yolda kalmazsınız! Toplu ulaşım ve taşımacılık çok gelişmiş olmamasına rağmen otostopla gidemeyeceğiniz yer yok diyebilirim :)


Küba halkı genelde Afrikalılar, İspanyollar ve Meksikalılardan oluşan renkli bir topluluk. Bu renklilik, yaşamlarının her yönüne yansımış. Afrika tarzı rengarenk giysileri ile dolaşan kadınları ve Meksika şapkalı erkeklerini her zaman görebilirsiniz. 

Bu renkliliği en çok müzikde hissediyorsunuz. Kölelerin getirdiği Afrika’nın vurgulu ve gizemli ritimleri ile İspanyolların taşıdığı Akdeniz’in oynak tonları kaynaşıp çok farklı, kulağa hoş gelen, insanı kıpır kıpır yapan bir müzik ortaya çıkmış. Buna Amerikalıların cazı ile Güney Amerika salsaları da karışınca insan yerinde duramıyor. Yolda sakin sakin bir kafenin önünden geçerken duyduğunuz müzikle hemen ister istemez hareketlenmeye başlıyorsunuz. 


Küba bir müzik cenneti. Kafe ve lokantaların yanısıra sokak köşelerinde de müzik yapan gruplar var. Her grup kendi müzik albümünü yapmış ve CD olarak arada satıyorlar. Eğer hepsini alırsanız, sonunda müthiş bir kolleksiyonunuz oluşuyor.


Bu insanlar müzik yaparken farkı hissediyorsunuz. Çünkü size çok iyi gülüyorlar ve yakınlaşıyorlar. Çok cana yakın ve sıcak insanlar olduğundan sizinle hemen bir ilişki kuruyorlar ve sizi de icra ettikleri müziğin içine dahil ediyorlar.
O kadar neşeli ve dost insanlar ki müzik evrensel bir dil haline geliyor ve kendinizi grubun bir üyesi gibi hissediyorsunuz. "Keşke Türkiye’de çaça ve salsa dersleri alsaydım" demekten kendimi alamadım doğrusu. 

Yazımın başlığında Küba için “Yeşil Timsah” diye bir ifade kullandım. Kübalılar ülkelerine böyle diyorlar çünkü... Bunun nedeni de Küba adasının bir timsaha benzemesi ve çok yeşil olması. Gerçekten de çok yeşil, ormanla kaplı bir ada. Bazı bölgelerde yağmur ormanları var. "Vinales Vadisi" buna verilebilecek en iyi örnek.

(Fotoğraf: Google Maps)

Küba’yı diğer ülkelerden ayıran bir başka özellik de 1950 yıllarından kalma eski model Amerikan arabaları. Özellikle Havana’da çok sayıda, her marka ve modelde eski araba var.


Amerikalılar ülkeyi terk ederken arabalarını götürememişler. Bunlar Küba’ya ayrı bir hava veriyor. Çalışıp çalışmadığını öğremenedim ama 1919 model Ford araç dahi gördüm. Adeta açık "Amerikan arabaları müzesi", kesinlikle görülmeye değer. Böyle bir ülke dünyada var mı? Ben hatırlamıyorum. İnanılmaz bir nostalji. İnsan hangisine bakacağına şaşırıyor.
Che Guevara, bir kahraman olarak Küba'da her yerde... Küba’nın sembolü olmuş. Fidel Castro’dan daha ünlü ve halk tarafından çok seviliyor. Santa Clara’da kendisine çok güzel bir anıt mezar yapmışlar. Diğer devrimde ölenlerle beraber gömülmüş. Bu kadar ünlü olmasının sebebi çok yakışıklı olması ve Bolivya’da yine bir devrim hareketinde ihanete uğrayarak genç yaşta öldürülmesi bana kalırsa... 
Küba’nın diğer ünlüleri; purosu, romu, mojito ve kahvesi. Purosu, “Havana Purosu” adıyla tanınıyor ve tamamen el yapımı. 





























Puro fabrikasını (fabrikadan ziyade atölye demek daha uygun olur)  gezdim. Hiç makine yok.  Dünyada Havana purolarının meşhur olmasının en önemli nedeninin kalitesinden ziyade, Fidel Castro ve Che Guevara’nın bunları içerken gösteren boy boy fotoğrafları gibi geldi bana. 


Küba romun vatanı. Şeker kamışından üretilen bu içkiden yapılan mojito, "Cuba Libre" ve "Daiquiri Frappe" gibi kokteylleri çok ünlü. Beyaz rom, şeker, yeşil limon (lime), soda, buz ve taze nane yapraklarından yapılan ve Küba’da yaşayan Amerikalı ünlü yazar Ernest Hemigway’in de favorisi olan Mojito’yu daha çok beğendim. İnsanı sıcak havalarda ferahlatan bir içki. "Daiquiri"nin içine çok buz konuyor. "Cuba Libre" coca cola ile yapılıyor. Benim favorim mojito :)
Küba’yı anlatmak için Küba’yı ikiye ayırmak daha uygun olur. Birincisi Havana, ikincisi ise ülkenin geri kalanı. Çünkü Havana, iki milyonluk nüfusu, tarihi dokusu ve geçmişte yaşadıkları ile çok farklı bir şehir. Unesco tarafından 1982 yılında “Dünya Kültür Mirası” listesine alınmış olup, bölge bölge restore çalışmaları devam ediyor. Gerek Havana’da ve gerekse bu şehirlerde yapılan restorasyon çalışmalarıyla binalar rengarenk boyanmış. Küba’nın çok renkli kültürünü yansıtmak için olsa gerek.


Şehir merkezi ve hemen yanındaki bir kaç sokağın dışındaki kalan sokak ve caddeler oldukça eski. Amerikalılar Havana’yı terk ettikten sonra binalar onarılmamış. ve zaman da acımasızca onları eskitmiş. Bir kısmında insanlar yaşıyor ama diğerleri boş. Bazı yerleri terk edilmiş bir hava veriyor. Emin olun buraları gezmek çok daha farklı. Ancak binalar harap ve eski olmalarına rağmen muhteşem. 

İnanıyorum ki yakın bir zamanda Küba’nın bu eski, oldukları şekliyle asırlık bir çınar gibi ayakta durmaya çalışan, ama devrimi, acı ve tatlı olayları yaşayan, yaşananları bir bakışta anlatan, hüzünlü binalar değişecek, hepsi makyajlı ama birşey anlatmayan binalar haline gelecekler.
Havana’da dolaşmak çok eğlenceli. Hangi kafe ve lokantaya girerseniz girin muhakkak müzik var. Cadde ve sokaklarda müzik yapan, dans eden sokak çalgıcıları ve dansçıları görülmeye değer, Oto yollarda bile mola verdiğiniz yerlerde müzik yapıyorlar. Havana’daki "Tropicana" adlı kabere görülmeye değer. İki saat süre ile yaptıkları gösteri Paris’teki Lido’yu aratmıyor. Rengarenk elbiseleri ile her yaştan Kübalı bayanlar bir peso karşılığında size öpücük verirken, fotoğraf çekilmesine izin veriyorlar.  

Ağzında puro sizinle peso karşılığında fotoğraf çektiren renkli giysili erkek ve kadınlar çok sevimli. Sizden peso, sabun ve kalem isteyenlere kızamıyorsunuz.

Çünkü çok cana yakın ve misafirperverler. Tabii bir de fotoğraf çekmeyi seviyorsanız, müthiş güzel kareler yakalama şansınız oluyor.


Cienfueros, Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilen Karayip Denizi kıyısında bir şehir. İspanyollardan kalan sarayı, tarihi meydanı ve tiyatrosu ile çok ünlü. 
Karayipler’de denize girmek çok güzel ve de havalı oluyor. Amerikan korsan flimlerinde gördüğümüz maceraların havasına hemen giriyorsunuz. "Karayip Korsanları" filminin ister istemez etkisi altında kalmışız.


Trinidad, Küba’nın görülmeye değer yerlerinden birisi. Küba tarih ve kültürünün yansımalarını burada görebiliyoruz. Gezerken gördüklerimizden son derece keyif aldık. Havana’da olduğu gibi burada da şehrin merkezi ciddi bir restorasyon görmüş. Ancak diğer sokaklar harap ve orijinal halleriyle size herşeyi söylüyor. Sokaklar gençlerin bilmediği ama eskiden Türkiye’de de olan “Arnavut Kaldırımları” aynen korunmuş. Trinidat’a özel “La Canchanchara” adlı içkiyi Küba müziği eşliğinde içmek ayrı bir keyif. Tabii ki romdan yapılmış fakat içine şeker yerine bal katılmış, hafif, keyif verici ve rahatlatıcı. Saatlerce Trinidad’ı dolaştık. Her lokanta ve kafede Mojito veya La Canchanchara içtik ve Küba müziği dinledik. 

Türkiye’ye dönmeden önce son iki günümüzü Varadero’da geçirdik. Bu bizim için dinlendirici ve keyifli bir mola  oldu. Varadero; Atlas Okyanusu kenarında, 20 km. boyunca uzanan ince kumlu, çevresi palmiyelerle süslü sahiliyle rüya gibi bir şehir.


"Küba mutfağı" diye birşey yok diyebilirim. Yemekler iyi değil. Kahveye meraklı bir kişi olarak Kübada en iyi kahvenin yapıldığını söyleyebilirim Bu işi çok iyi yapıyorlar. Otellerde işletmecilik de yeterli değil. Küba nasıl bir yer sorusuna vericek en iyi cevap; "yüzleri gülen, ayakları dans eden, eğitim oranının yüksekliğiyle dikkat çeken, kitap hediyesine oyuncak hediyesi kadar sevinen çocukların ülkesidir.” olacaktır.
Küba, devrimiyle dünya tarihinde önemli bir yeri olan bir ülke. Rusya’nın çökmesi ve Çin’in kapitalizmi tercih etmesinden sonra dünyada tek sosyalizmi uygulayan ülke. Ciddi bir ambargo altında. Çin gibi ülkeler tarafından destek görüyor. Turizm en önemli gelir kaynaklarından biri haline gelmiş. Turist olarak gelenlerin çoğu, Kanadalı ve AB ülkeleri halkı. 
Sosyalizm yavaş yavaş gevşemiş. Kazanılan paradan dolayı kişiler arasında gelir farklılıkları oluşmaya başlamış. Bunun farkında olan Fidel Castro' da bazı konularda sosyalizmden ödün vermeye başlamış. Bunlar benim gözlemlerim tabii. 

Zamanın durduğu hissine kapıldığınız Küba'ya gidilir mi?  Kesinlikle !
 

YAZI ve FOTOĞRAFLAR: OLAY SALCAN


OLAY SALCAN KİMDİR?

Çanakkale'de doğdu. Ankara’da Gazi Lisesi’ni bitirdikten sonra Kara Harp Okulu’ndan Teğmen olarak mezun olan Olay Salcan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK),  çeşitli kademelerinde görev yaptı. TSK'da bulunduğu sürece mesleki geliştirme öğrenimini Amerika’da tamamladı. 
Belçika’daki NATO Askeri Karagahı SHAPE’de, Brüksel, Belçika NATO ve Somali’de Birleşmiş Milletler Karargahı’nda görev yaptı.  TSK'dan Albay olarak emekli olduktan sonra uzun bir sürede TÜBİTAK’ta çalıştı.

Seyahat etmek ve fotoğraf çekmek en büyük tutkusu. Kentlerde akıntıya kapılıp giderken, gezilerde akıntıya karşı durup gözlem yapmayı çok seviyor. Gezi notları ve fotoğraflarını çeşitli platformlarda dünyayı algılamayı ve keşfetmeyi seven meraklı gezgin ruhlar için paylaşıyor. 

Kaynak: OLAY SALCAN / TEMPO TUR