türkçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
türkçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

07 Mayıs 2017

Bir “Ulusal Dil” Savaşımcısı: TARIK KONAL

Okuyacağınız yazıyı Tarık Konal'ın "BİZE ÖZ TÜRKÇE YARAŞIR" kitabına ön söz olarak Emekli Yazın (edebiyat) Öğretmeni Hami Karslı yazdı.



Bir “Ulusal Dil” Savaşımcısı: TARIK KONAL

Alman düşünürlerinden Wilhelm Humbolt (1767-1835): “Bir ulusun gerçek yurdu, onun dilidir. Dil, ulusal dileği belirten güçlü bir varlıktır. Ulusal dil yok olunca ulusal duygu da çok geçmeden yitirilebilir. ” diyor. 
Doğal olarak “ulusal duygu” yitirilince, o ulus da yok olur. Osmanlı Devleti’nde ne “Türklük” ne de “Türk Dili bilinci” vardı. Bu nedenle de devletin adı “Türk Devleti” değil, “Osmanlı Devleti” idi.  Yayılımcılığın (emperyalizmin) Osmanlı Devleti’ni parçalayarak yok etmesinin bence en önemli nedenlerinden biri Osmanlı’da “ulusal duygunun” bulunmamasıydı. Osmanlıca dediğimiz dil, Orhan Hançerlioğlu’nun tanımıyla “Başta Farsça - Arapça olmak üzere Almanca, Cermence, Bulgarca, Ermenice, Fransız ca, İbrani ce, İngilizce, S lavca, İspanyolca, İtalyanca, La tince, Rusça, Yunanca, Türkçe, on altı dilin karışımından oluşmuştur.” 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Büyük Atatürk, bir bireyi olduğu Türk Ulusu’nun, sonsuza değin yaşayabilmesinin ilk koşulunun “ulusal duygu” olduğunu, bunu yaratabilmenin koşullarından birinin de “ulusal bir dil” olduğu gerçeğini çok iyi biliyordu. 
Bu nedenle, 2 Eylül 1930’da “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” ; 17 Şubat 1931’de ise "Türk demek ‘dil’ demektir. Ulusun çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk Ulusundanım diyen insan, her şeyden önce, kesinlikle Türkçe konuşmalıdır.”  diyerek, Türk olmanın en önemli öğesinin dil olduğunu vurgulamıştır.
            12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün buyruğu ile kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin ereği “Türk Dilinin öz güzelliği ile varsıllığını ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” olarak belirlenmişti. 
Atatürk, O’nu sonsuzluğa uğurladığımız güne dek, dilde özleştirme akımının en büyük öncüsü, dayanakçısı, destekçisi olmuştur.
Bırakıtının (tereke, miras) bir bölümünü, el yazısıyla yazdığı bir kalıtyazıyla (vasiyetnameyle) Türk Dil Kurumu’na bırakan Atatürk’ün bu buyruğu, bu kurumun 1983’te devletleştirilmesiyle çiğnenmiştir.  1987 yılında, siyasal erki ellerinde bulunduranların tüm engelleme çabalarına karşın “Dil Derneği” kuruldu.
Dernek, amacını “Türk dilinin özleşmesine, gelişmesine, Dil Devriminin güçlenmesine katkıda bulunmak, bu konularda uğraş verenler arasında dayanışma sağlayarak uygar ve barışçı çabalarla bilimsel, yazınsal, ekinsel, sanatsal etkinliklere ağırlık verip öncülük yapmak ve Atatürk'ün başlattığı Dil Devrimini sürdürmek” olarak belirlemişti.  Ancak, ülkedeki siyasal güç, Atatürk dönemindekine benzer bir desteği vermiyordu devrimci dilcilere. Bu nedenle Derneğin çalışmaları beklendiğince, amaçlanan ölçüde başarışlı olamadı.

***
Ben, elinizde tuttuğunuz bu yapıtın yazarını kişisel olarak hiç görmedim. Yüz yüze görüşüp, konuşmadım. 
Yolda görsem tanımam. Boyunu, posunu, saçlarının gözlerinin rengini bilmem. Ama birisi çıkıp da “Bana Atatürk devrimcisi üç kişinin adını söyle” dese öncelikle onun adını söylerim.

***
Geçtiğimiz yıllarda bir gün elektronik postama bir “Öz Türkçe  Sözlük” geldi. Sözlükte, dilimize girmiş yabancı sözcüklerin öz Türkçe karşılıkları vardı. 
Hemen “Türkçe ne, öz Türkçe ne?” dediğinizi duyar gibi olduğum için aradaki farkı anlatayım: 
Yeryüzünde yüzde yüz öz bir dil yoktur. Ama bütün uluslar için özlenen, yüzde yüz o ulusa ait bir dilin kullanılmasıdır. 
2007 yılında Türk Dil Kurumu Başkanlığına bir yazı ile Güncel Türkçe Sözlük’te kaç sözcüğün bulunduğunu, bu sözcüklerin kökenlerini sormuştum. Türk Dil Kurumu Başkanlığından gelen yanıtta, “82511 madde başı sözden 67615 sözün Türkçe, 14896 sözün ise yabancı kökenli” olduğu yazılıydı. 
İşte, Türkçe kökenli bu sözcüklere “Öz Türkçe”, yabancı kökenli sözcüklerle karışık olarak kullandığımız dile de “Güncel Türkçe” diyoruz. 
Güncel Türkçe sözlükte Almanca, Arapça, Arnavutça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Fince, Fransızca, İbranice, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Korece, Latince, Macarca, Moğolca, Norveççe, Portekizce, Rumca, Rusça, Soğdca, Yunanca olmak üzere 15000’e yakın sözcüğün bulunduğunu sanırım çoğu kimse bilmiyordur. 

            Bana ulaşan çalışmayı iyice inceledim. Özenle düzenlenmiş, uzun bir uğraşın ürünü olan bu sözlük çok hoşuma gitti. 
Sözlüğü hazırlayan, Tarık Konal adlı bir arkadaştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Park-Bahçeler Müdürlüğü görevinde (1989-1992) bulunmuş bir Yüksek Orman Mühendisiydi. O, kamuoyunda, İstanbul’un bir çınar ağacını kesenlere Türk Belediyecilik Tarihi’nde en yüksek cezayı yazmış bir çevreci olarak tanınıyordu. Araştırdım, onun Türk Dili konusundaki çalışmaları da göz ardı edilemeyecek denli içerikliydi.
Ona yanıt vererek çalışmasını beğendiğimi, onu kutladığımı bildirdim. O gün başlayan dostluğumuz, birbirimize gönderdiğimiz e-postalarla günümüze değin sürdü; sürüyor. 
İlerleyen sürede onun yalnızca bir öz Türkçe tutkunu olmadığını, bütünüyle Atatürk İlkeleri ile Devrimlerinin ödün vermeyen bir savunucusu da olduğunu öğrendim. 
Türk dilini, dilbilgisini iyi biliyor, bunları iyi kullanıyordu.
Ulusal basını izliyor, gördüğü yanlışları, ‘neme gerek’ demeden ilgililere duyuruyor, ünlü yazarların -Türkçeleri varken- yabancı kökenli sözcük kullanmalarını kınıyordu. 
Eleştirel yazılarını “Bilge Önder ATATÜRK'ün Dil Devrimini doğru alımlamış bir öz Türkçe tutkunu” diye imzalıyor; yazılarına başlamadan önce de, “Öz Türkçe sözcükleri kullanmak, kullanılmasını önermek, özendirmek, bilge devrimci ATATÜRK'e olan -ödenmesi olanaksız- borcumuzun hiç değilse bir bölümünü ödemek anlamına gelir. Duraksamayalım; ödeyelim bu borcu!”  tümcesini kullanıyordu.  
Onun, bilgisayarımda biriktirdiğim yazılarından bir örnek vermek istiyorum:                                                                                    
“Saygın Arkadaşlarım, 3 Temmuz 2008 günü gazetem Cumhuriyet'te bir düşünçizi (karikatür) yayımlanmıştı. Zafer Temoçin Bey çizmişti bunu. Belgeliğimden çıkardım, sizlerle bir kez daha paylaşmak istedim. (Yazının ekinde gönderilen düşünçizide, Anıtkabir’in kapısında bekleyen iki sivilden biri elindeki telsizle “Bekliyoruz amirim… Çıkar çıkmaz gözaltına alıcaz!” diyordu. H.K.)        
Çok sık rastlanır bir davranış oldu bu. Türk halkı, başı her dara düşt üğünde, toplanıyor, Anıtkabir'e çıkıyor; yakınıp duruyor. Yakında, okyanus öte sinden gelecek bir emir gereği onu da tutukladıklarında, bu toplananların ne yapacağını merak ediyorum.        
Gün, ah - vah ederek, yakınarak, bir kurtarıcı beklemek günü değildir. Bu ulus, karşıdevrime direnmeyi neden a kıl edemez, neden denemez?  Ne Bilge Önderimiz ATATÜRK bir ke z daha, ne de bir başka ATATÜRK yeniden insanlık tarihine gelecektir...        
Bir ATATÜRK daha beklemek boşunadır. Böyle bir beklentiye gerek de yoktur. Saygıdeğer ulusumuz, artık Mustafa Kemal Paşa ya da TSK tarafından kurtarılmayı düşlemek yerine, kendi anayasal-yasal haklarını özümsemeli, şu “ölü toprağı”nı üs tünden atmak için silkinmeli, “ben de varım” demelidir.
            Her türlü gericiliğe, yazgıcılığa, paranın gücüne, baskıcılığa (faşizme), insanı ezen bilgisizliğe, ABD - AB'ye, onun yandaşlarına karşı direnmelidir.            
Bir Mustafa Kemal’in bir daha gelmeyecek oluşu, Türk ulusunun her bireyinin bir Mustafa Kemal olmasına engel değildir...”  Böyle yazmıştı Tarık Konal, düşündeşlerine…

***
Tarık Konal, düşünce ve eylemiyle bana hep Nurullah Ataç’ı çağrıştırıyor. 
17 Mayıs 1957’de Ataç’ı kaybettiğimizde ben, öğretmen okulu son sınıf öğrencisiydim. Eleştiri ve deneme yazılarını beğeniyle okurdum. 
Onun, Dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulaması, çağdaşı bazı yazarları kızdırıyor, hatta bazıları ona deli, kullandığı dile de uydurma dil diyorlardı.
Ataç onlara şöyle yanıt veriyordu:  
“Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız; bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halk’a işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.” 
“…  Ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkardılar. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır, bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ül kede tek doğru yolun, akla uygun yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum”

***
Bir gün Tarık Konal’la, sesiletirle (telefonla) konuşurken, öz Türkçe konusunda yaptığı çalışmaları, neden bir yapıtta toplamadığını sordum. Bana, kimi arkadaşının aynı soruyu sorduklarını, bu nedenle de böylesi bir çalışmaya başlayacağı yanıtını verdi. 
Sonra da elinizde tuttuğunuz yapıt ortaya çıktı.  

Sevgili Konaleline, yüreğine sağlık!                                                                              
      
  Hami Karslı
Emekli Yazın Öğretmeni