Okuyacağınız yazıyı Tarık Konal'ın "BİZE
ÖZ TÜRKÇE YARAŞIR" kitabına ön söz olarak Emekli Yazın (edebiyat) Öğretmeni
Hami Karslı yazdı.
Bir “Ulusal Dil” Savaşımcısı: TARIK KONAL
Alman düşünürlerinden
Wilhelm Humbolt (1767-1835): “Bir ulusun
gerçek yurdu, onun dilidir. Dil, ulusal dileği belirten güçlü bir varlıktır.
Ulusal dil yok olunca ulusal duygu da çok geçmeden yitirilebilir. ”
diyor.
Doğal olarak “ulusal
duygu” yitirilince, o ulus da yok olur. Osmanlı Devleti’nde ne “Türklük” ne de “Türk Dili bilinci” vardı. Bu nedenle de devletin adı “Türk Devleti” değil, “Osmanlı Devleti” idi. Yayılımcılığın
(emperyalizmin) Osmanlı Devleti’ni parçalayarak yok etmesinin bence en önemli
nedenlerinden biri Osmanlı’da “ulusal duygunun” bulunmamasıydı. Osmanlıca
dediğimiz dil, Orhan Hançerlioğlu’nun tanımıyla “Başta Farsça - Arapça olmak üzere Almanca, Cermence, Bulgarca,
Ermenice, Fransız ca, İbrani ce, İngilizce, S lavca, İspanyolca, İtalyanca, La
tince, Rusça, Yunanca, Türkçe, on altı dilin karışımından oluşmuştur.”
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin kurucusu Büyük Atatürk, bir bireyi olduğu Türk Ulusu’nun, sonsuza
değin yaşayabilmesinin ilk koşulunun “ulusal
duygu” olduğunu, bunu yaratabilmenin koşullarından birinin de “ulusal bir dil” olduğu gerçeğini çok
iyi biliyordu.
Bu nedenle, 2 Eylül
1930’da “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Ulusu, dilini de
yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” ; 17 Şubat 1931’de ise "Türk
demek ‘dil’ demektir. Ulusun çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk Ulusundanım
diyen insan, her şeyden önce, kesinlikle Türkçe konuşmalıdır.” diyerek, Türk olmanın en önemli öğesinin dil
olduğunu vurgulamıştır.
12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün buyruğu
ile kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin ereği “Türk Dilinin öz güzelliği ile
varsıllığını ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır
yüksekliğe eriştirmek” olarak belirlenmişti.
Atatürk, O’nu
sonsuzluğa uğurladığımız güne dek, dilde özleştirme akımının en büyük öncüsü,
dayanakçısı, destekçisi olmuştur.
Bırakıtının (tereke, miras) bir bölümünü, el yazısıyla yazdığı bir kalıtyazıyla (vasiyetnameyle) Türk Dil Kurumu’na bırakan Atatürk’ün
bu buyruğu, bu kurumun 1983’te devletleştirilmesiyle çiğnenmiştir. 1987 yılında, siyasal erki ellerinde
bulunduranların tüm engelleme çabalarına karşın “Dil Derneği” kuruldu.
Dernek, amacını “Türk dilinin özleşmesine, gelişmesine, Dil
Devriminin güçlenmesine katkıda bulunmak, bu konularda uğraş verenler arasında
dayanışma sağlayarak uygar ve barışçı çabalarla bilimsel, yazınsal, ekinsel,
sanatsal etkinliklere ağırlık verip öncülük yapmak ve Atatürk'ün başlattığı Dil
Devrimini sürdürmek” olarak belirlemişti.
Ancak, ülkedeki siyasal güç, Atatürk dönemindekine benzer bir desteği
vermiyordu devrimci dilcilere. Bu nedenle Derneğin çalışmaları beklendiğince,
amaçlanan ölçüde başarışlı olamadı.
***
Ben, elinizde
tuttuğunuz bu yapıtın yazarını kişisel olarak hiç görmedim. Yüz yüze görüşüp,
konuşmadım.
Yolda görsem tanımam.
Boyunu, posunu, saçlarının gözlerinin rengini bilmem. Ama birisi çıkıp da “Bana
Atatürk devrimcisi üç kişinin adını söyle” dese öncelikle onun adını söylerim.
***
Geçtiğimiz yıllarda
bir gün elektronik postama bir “Öz Türkçe
Sözlük” geldi. Sözlükte, dilimize girmiş yabancı sözcüklerin öz Türkçe
karşılıkları vardı.
Hemen “Türkçe ne, öz
Türkçe ne?” dediğinizi duyar gibi olduğum için aradaki farkı anlatayım:
Yeryüzünde yüzde yüz
öz bir dil yoktur. Ama bütün uluslar için özlenen, yüzde yüz o ulusa ait bir
dilin kullanılmasıdır.
2007 yılında Türk Dil
Kurumu Başkanlığına bir yazı ile Güncel Türkçe Sözlük’te kaç sözcüğün
bulunduğunu, bu sözcüklerin kökenlerini sormuştum. Türk Dil Kurumu
Başkanlığından gelen yanıtta, “82511
madde başı sözden 67615 sözün Türkçe, 14896 sözün ise yabancı kökenli”
olduğu yazılıydı.
İşte, Türkçe kökenli
bu sözcüklere “Öz Türkçe”, yabancı
kökenli sözcüklerle karışık olarak kullandığımız dile de “Güncel Türkçe” diyoruz.
Güncel Türkçe
sözlükte Almanca, Arapça, Arnavutça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Fince,
Fransızca, İbranice, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Korece,
Latince, Macarca, Moğolca, Norveççe, Portekizce, Rumca, Rusça, Soğdca, Yunanca
olmak üzere 15000’e yakın sözcüğün bulunduğunu sanırım çoğu kimse
bilmiyordur.
Bana ulaşan çalışmayı iyice
inceledim. Özenle düzenlenmiş, uzun bir uğraşın ürünü olan bu sözlük çok hoşuma
gitti.
Sözlüğü hazırlayan, Tarık Konal adlı bir arkadaştı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Park-Bahçeler Müdürlüğü görevinde (1989-1992)
bulunmuş bir Yüksek Orman Mühendisiydi. O, kamuoyunda, İstanbul’un bir çınar
ağacını kesenlere Türk Belediyecilik Tarihi’nde en yüksek cezayı yazmış bir
çevreci olarak tanınıyordu. Araştırdım, onun Türk Dili konusundaki çalışmaları
da göz ardı edilemeyecek denli içerikliydi.
Ona yanıt vererek
çalışmasını beğendiğimi, onu kutladığımı bildirdim. O gün başlayan dostluğumuz,
birbirimize gönderdiğimiz e-postalarla günümüze değin sürdü; sürüyor.
İlerleyen sürede onun
yalnızca bir öz Türkçe tutkunu olmadığını, bütünüyle Atatürk İlkeleri ile
Devrimlerinin ödün vermeyen bir savunucusu da olduğunu öğrendim.
Türk dilini,
dilbilgisini iyi biliyor, bunları iyi kullanıyordu.
Ulusal basını
izliyor, gördüğü yanlışları, ‘neme gerek’ demeden ilgililere duyuruyor, ünlü
yazarların -Türkçeleri varken- yabancı kökenli sözcük kullanmalarını
kınıyordu.
Eleştirel yazılarını
“Bilge Önder ATATÜRK'ün Dil Devrimini
doğru alımlamış bir öz Türkçe tutkunu” diye imzalıyor; yazılarına
başlamadan önce de, “Öz Türkçe sözcükleri kullanmak, kullanılmasını önermek,
özendirmek, bilge devrimci ATATÜRK'e
olan -ödenmesi olanaksız- borcumuzun hiç değilse bir bölümünü ödemek anlamına
gelir. Duraksamayalım; ödeyelim bu borcu!”
tümcesini kullanıyordu.
Onun, bilgisayarımda
biriktirdiğim yazılarından bir örnek vermek istiyorum:
“Saygın Arkadaşlarım, 3 Temmuz 2008 günü gazetem
Cumhuriyet'te bir düşünçizi (karikatür) yayımlanmıştı. Zafer Temoçin Bey
çizmişti bunu. Belgeliğimden çıkardım, sizlerle bir kez daha paylaşmak istedim.
(Yazının ekinde gönderilen düşünçizide, Anıtkabir’in kapısında bekleyen iki
sivilden biri elindeki telsizle “Bekliyoruz amirim… Çıkar çıkmaz gözaltına
alıcaz!” diyordu. H.K.)
Çok sık rastlanır bir davranış oldu bu. Türk halkı, başı
her dara düşt üğünde, toplanıyor, Anıtkabir'e çıkıyor; yakınıp duruyor.
Yakında, okyanus öte sinden gelecek bir emir gereği onu da tutukladıklarında,
bu toplananların ne yapacağını merak ediyorum.
Gün, ah - vah ederek, yakınarak, bir kurtarıcı beklemek
günü değildir. Bu ulus, karşıdevrime direnmeyi neden a kıl edemez, neden
denemez? Ne Bilge Önderimiz ATATÜRK bir
ke z daha, ne de bir başka ATATÜRK yeniden insanlık tarihine gelecektir...
Bir ATATÜRK daha beklemek boşunadır. Böyle bir beklentiye
gerek de yoktur. Saygıdeğer ulusumuz, artık Mustafa Kemal Paşa ya da TSK
tarafından kurtarılmayı düşlemek yerine, kendi anayasal-yasal haklarını
özümsemeli, şu “ölü toprağı”nı üs tünden atmak için silkinmeli, “ben de varım”
demelidir.
Her
türlü gericiliğe, yazgıcılığa, paranın gücüne, baskıcılığa (faşizme), insanı
ezen bilgisizliğe, ABD - AB'ye, onun yandaşlarına karşı direnmelidir.
Bir
Mustafa Kemal’in bir daha gelmeyecek oluşu, Türk ulusunun her bireyinin bir
Mustafa Kemal olmasına engel değildir...” Böyle yazmıştı
Tarık Konal, düşündeşlerine…
***
Tarık Konal,
düşünce ve eylemiyle bana hep Nurullah
Ataç’ı çağrıştırıyor.
17 Mayıs 1957’de
Ataç’ı kaybettiğimizde ben, öğretmen okulu son sınıf öğrencisiydim. Eleştiri ve
deneme yazılarını beğeniyle okurdum.
Onun, Dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki
olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi
kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulaması, çağdaşı bazı
yazarları kızdırıyor, hatta bazıları ona deli,
kullandığı dile de uydurma dil diyorlardı.
Ataç onlara şöyle
yanıt veriyordu:
“Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini
sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir
silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek
konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız; bizim yaptığımız,
uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halk’a işleyecek, eski Arapça, Farsça
kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.”
“… Ben, öz Türkçe
için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye
çıkardılar. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile
girmemiş birer alıktır, bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de
duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ül kede tek
doğru yolun, akla uygun yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da
onun için o yolu buldum”
***
Bir gün Tarık
Konal’la, sesiletirle (telefonla)
konuşurken, öz Türkçe konusunda yaptığı çalışmaları, neden bir yapıtta
toplamadığını sordum. Bana, kimi arkadaşının aynı soruyu sorduklarını, bu
nedenle de böylesi bir çalışmaya başlayacağı yanıtını verdi.
Sonra da elinizde
tuttuğunuz yapıt ortaya çıktı.
Sevgili Konal, eline, yüreğine sağlık!
Hami Karslı
Emekli
Yazın Öğretmeni