turu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
turu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2018

İSTEDİ, GERÇEKLEŞTİRDİ VE BAŞARDI

Kas gücüyle 13 yılda tüm dünyayı dolaştı

“Karada kötülüklerle yaşamaktansa okyanusta tek başıma kürek çekmeyi tercih ederim.”

Bu sözlerin sahibi Jason Lewis, 13 yıl boyunca gerçekleştirdiği dünya turunda hiçbir motorlu araç kullanmayıp tamamen kendi kas gücüyle okyanusları ve kıtaları aşarak alıştığımızdan çok farklı bir seyahate imzasını atıyor.
İngiliz gezgin Jason Lewis’in 1994 yılında çıktığı ve 13 yıl süren dünya turu alıştığımız diğer turlardan oldukça farklı. Amacı hiçbir motorlu araç kullanmadan tamamen kas gücüyle tüm dünyayı gezmek olan Lewis, bu süreçte tam 46 bin 505 mil (79 bin km) yol aldı. Beş kıtayı yürüyerek, bisiklet sürerek ve patenle kayarak gezen Lewis suda ise pedallı kayık ve kanosu ile nehirleri, denizleri hatta okyanusları aştı.
3_Jason-Lewis-travel

Bu zorlu macerası onun
 Guinness Rekorlar Kitabı‘na birden fazla kategori ile girmesini de sağladı. Dünyanın çevresini yüzerek dolaşan, Kuzey Avrupa’dan başlayıp Kuzey Amerika kıyısından çıkarak Atlas Okyanusunu geçen ve Kuzey Amerikayı patenle gezen ve Büyük Okyanusunu pedallı kayıkla geçen ilk insan kategorilerine imzasını attı.İngiltere’den pedallı teknesi Moksha ile başladığı serüvenine Fransa, buradan bisikletle Portekiz ve İspanya, ardından da pedallı teknesiyle Atlas Okyanusunu geçerek devam etti. Turks ve Caicos Adaları üzerinden Miami’ye ulaşan Lewis, buradan paten ile San Francisco’ya gitti. Colorado’da uzun bir süre hastanede kalan maceracı daha sonra yoluna devam ederek Orta Amerika, Hawaii, Avustralya, Batı Timor, Singapur, Malezya, Güneybatı Çin, Hindistan, Kuzey Afrika ve Türkiye’nin ardından Avrupa’yı aşarak Belçika üzerinden ülkesine ulaştı. 2007 yılında da Thames Nehri’ndeki iskeleye yanaşarak turunu başladığı yerde bitirdi.
4_Jason-Lewis-travel
Ve böyle bir macera beraberinde birtakım bedeller de getirdi. Avustralya’daki timsah saldırısından sağ kurtulan Lewis, Colorado’da dokuz ay fizik tedavi göreceği ciddi bir kaza geçirdi ve iki bacağını kırdı, Atlas Okyanusu’nda kayığı battı hatta Mısır’da casusluk suçlamasıyla tutuklandı.
Kendi gücümüzle yaşadığımız maceraların kesinlikle daha özgürleştirici olduğuna inanan Lewis deneyimlerini üç kitaptan oluşan serisi ile bizlerle paylaştı.
10_Jason-Lewis-travel
9_Jason-Lewis-travel
8_Jason-Lewis-travel
7_Jason-Lewis-travel
6_Jason-Lewis-travel
5_Jason-Lewis-travel
2_Jason-Lewis-travel
Kaynak: The Plaid ZebraJason ExplorerBBC

20 Şubat 2017

SİCİLYA - İTALYA'NIN KARANLIK ATI
























































Her ne kadar böyle adlandırılsa da, Sicilya’ya adım atar atmaz bunun çok gerilerde kalmış bir efsane olduğunu anlayabiliyorsunuz. İlk fark edildiğinde kızgınlık yaratan ada insanlarındaki rahatlık, denizle içi içe yaşamın getirmiş olduğu rahatlığın da ötesinde. Ama kısa bir süre içerisinde hafiflemenizi ve kendinizi bu güzel adanın sürprizlerine bırakmanızı sağlıyor.

Sicilya ilk günümüzde bizi yağmurla karşılıyor ve neredeyse bir hafta boyunca da bize eşlik ediyor. Havaalanının çıkışında, bir köşede kimseden çekinmeden uluorta kağıt oynayan güvenlik görevlileri artık bizi şaşırtmıyor, ne de olsa Sicilya’dayız!!

Catania yakınlarında "Acitrezza" isimli bir sayfiye yerinde bulunan otelimize yerleşir yerleşmez yağmura aldırmadan kendimi sokağa atıyorum ve etrafı keşfe başlıyorum. Etna’nın püskürmeleri sonucu oluşan volkanik taşlar kıyı boyunca bir şerit oluşturmuş ve her yerde rastlayamacağımız eşsiz bir manzara...

Dolaşırken göze çarpan şeylerden birisi de hemen her yerde görebileceğiniz Trinacria. Sicilya üçgen şeklinde bir ada ve Trinacria’da adanın amblemi haline gelmiş.



Karayolu ulaşımı oldukça gelişmiş ve diğer ülkelere oranla bir hayli ucuz olması açısından bence adayı gezmek için en iyi yollardan birisi araba kiralayıp yanınızda detaylı bir ada haritası ile birlikte yola çıkmak.

Ada düşünüldüğünün aksine filmlerdeki gibi mafyanın merkezi değil ve insanları adanın hala bu şekilde anılmasından oldukça rahatsız; mafyanın artık Roma’da olduğunu söylüyorlar. İngilizce konuşabilen kişi sayısı çok az, ancak oldukça yardımsever olan ada halkıyla birçok konuda el yordamıyla gayet güzel anlaşabilirsiniz. (Ama yol sorma konusunda siz yine de bilen birisini bulun derim.

Zaten büyük depremden sonra ülkenin hemen her yerinde yollar ulaşımı kolaylaştıracak şekilde yeniden yapılmış. Araç kullananların yayalara saygısı da bizim için oldukça şaşırtıcı. Bu konuda birçok Avrupa ülkesinden geri kalır yanı yok.


Etna, Catania’ya çok yakın ve mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Hala aktif olduğu için Etna’ya tırmandığınızda hafif sarsıntılarla karşılaşmanız olası; bu da olaya ayrı bir heyecan veriyor. Etna ‘da 1800 m’ye kadar otobüslerle çıkabiliyorsunuz. Daha yukarı çıkmak isterseniz işler biraz zorlaşıyor, zira belirli bir yükseklikten sonra oksijen yetersizliğinden dolayı insanlar hastalanmaya başlıyorlar. 2500 metreye kadar teleferikle çıkabiliyorsunuz. 

O yükseklikten sonra ise profesyonel rehberler eşliğinde zirvedeki kraterlere kadar ulaşabilirsiniz. Ama hangi mevsimde olursanız olun, Etna’nın içi alev alev yanarken tepesi karlarla kaplı ve hava kelimenin tam anlamıyla dondurucu. Teleferikle yukarı çıkmak isterseniz yanınıza soğuktan korunmak için yeterli malzeme almayı unutmayın.
Her ne kadar zirveye çıkamamış olsamda, 1.800 metrede, eldivenlerime rağmen parmaklarım donarken, yer yer yükselen dumanlar, zirveye doğru çıkan ve bembeyaz karların arasından kıpkırmızı lavları izleyebilenlerin heyecanını birazcık da olsa anlamamı sağlıyor.

Etna’dan ayrıldıktan sonra, Amerika jet sosyetesinin ve Holywood yıldızlarının yeni gözde mekanlarından birisi olan Taormina’ya uğramamak haksızlık olacaktır. Porta Messina ve Porta Catania kapılarını birbirine bağlayan Corso Umberto Caddesi'nde yürürken ara sokakların keyfini çıkarabilir ya da birbirinden güzel şeyler satan hediyelik eşya mağazalarına uğrayabilirsiniz. Ayrıca bu cadde üzerinde dünyaca ünlü markaların da birer şubesi mevcut. Ancak ben bütün gezilerimde yaptığım gibi alışverişi bir kenara bırakıyor ve ara sokakların tadını çıkarıyorum.

Genellikle merdivenlerle yükselen ara sokaklara girip, eski yüzyıllardan fırlamış gibi görünen şirin yapıları görme şansını bulabilirsiniz. Dikkatli bakıldığında Taormina’nın bir akropolis (yüksek şehir) olarak inşa edildiğini fark edeceksiniz.


Oldukça zengin bir tarihe sahip olan ve bir çok farklı ırktan, farklı kültürden insana ev sahipliği yapmış olan adada Ortygie, Syracusa, Monreal ve şirin balıkçı kasabası Cefalu’da görülmeye değer yerlerden. Küçük, şirin ve diğer yerlere göre nispeten daha sakin olan bu şehirleri gezerken karşınıza çıkan otantik restoranlarda İtalyan mutfağının keyfini çıkarıp, hemen hepsinde bulabileceğiniz ev yapımı şarapların da tadına bakabilirsiniz.


Sicilya mutfağı genelde deniz ürünleri, pizza ve pasta çeşitlerinden oluşuyor ve fiyatlar İtalya’ya göre oldukça uygun. Dönerken yanınızda makarna ve pazarlarında bile rahatça bulabileceğiniz peynir çeşitlerinden mutlaka getirmelisiniz.


Bu arada Syracusa’da bulunan Meryem Ana Kilisesi de mimari olarak oldukça ilginç. Vaktiniz olursa mutlaka içine girin derim.


Sicilya’da mutlaka ve mutlaka görmeniz gereken yerlerden birisi de kuşkusuz Palermo. Birçok kişiye ve filme ilham veren yer. En sevdiğim fotoğrafçı Henri Cartier-Bresson’a da annesi Palermo’daki tatili sırasında hamile kalmış.. Bu da onun maceracı ve biraz da çapkın yanını açıklıyor sanırım. Benim için güzel bir tesadüf.

Hava yine yağmurlu; kararmış barok yapıların arasında gezinirken, kendimi, yaşadığı tüm trajedileri ve sırlarını içine gömmüş bu şehre izinsiz girermiş gibi hissediyorum. Güzel, aynı zamanda ürkütücü; hüzünlü ama güzel günlerin izlerini de üzerinden atamamış; insanın merakını gıdıklayan bir şehir. Yürürken, kararmaya yüz tutmuş duvarlarına dokunuyor, geçmişinin talihsizliklerini anlamaya çalışıyorum. 

Filmlerde gördüğüm mekanlarını keşfetmeye çalışırken, birileri tarafından sürekli izlendiğimi hissediyorum; sanki bu şehir ele geçirilmek, tam anlamıyla keşfedilmek istemiyor, sadece kendi istediğini veriyor. Onunla daha fazla savaşamayacağımı anlayarak, sadece ve sadece Palermo’yu keşfetmek için tekrar bu adaya gelmeye karar veriyorum ve bana bıraktığı hüzünleri yanıma alarak şehirden ayrılıyorum.


Hava koşulları nedeniyle çok yakınında olup da gidemediğim şu meşhur Carleone köyünü de bir sonraki gelişime bırakıyor ve geriye kalan iki günümde adanın insanlarını tanıyabilmek için sokaklarda yürümeye başlıyorum.


Parklar ve duraklar insanlarla tanışabileceğiniz en ideal yerler. Bazıları çekingen, bazıları asabi, ama çoğu sıcakkanlı. Aynı dili konuşamasak da birbirimize bir şeyler anlatmaya çalışmanın ve birbirimizi anladığımızı düşünmenin tadı başka.




Adadan ayrılırken tuhaf bir şekilde buraya tekrar geleceğimi biliyorum ve ünlü Alman edebiyatçı Goethe’nin, neden "Sicilya’yı görmeden İtalya’yı anlamak mümkün değildir" dediğini gerçekten anlayabiliyorum.


Kaynak: Fatma GÜNEY / Leyleğin Güncesi


FATMA GÜNEY Kimdir?

1979 yılında Adana'da doğan Fatma Güney, Çukurova Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirdi. Uluslararası bir kuruluşta Eğitim ve Örgütsel Gelişim Şefi olarak görev yapıyor.
Gezmeyi, yeni kültürleri ve yeni coğrafyaları keşfetmeyi, insanlarla içiçe olmayı seven Güney Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği (AFAD) üyesidir ve fotoğraf çalışmalarına bu dernek çatısı altında devam etmektedir. 

Edebiyatın gezi yazıları alanına kendini yakın hisseden Güney aynı zamanda siyaset ve psikoloji ile de yoğun olarak ilgileniyor. Şu anda "Kişilik Psikolojisi" sertifika programına devam ediyor ve bu alanda ilerlemeyi planlıyor.








16 Şubat 2017

KAYSERİ'YE GİTMİŞKEN..


TALAS - GESİ - KAYABAĞ - AĞIRNAS




TALAS
“Kayseri’ye gitmişken Talas’a uğramamak olmaz” deyip burayı da şöyle bir gezmeye çalıştık. Ama hemen belirtelim, Kayseri’ye sırf Talas’ı gezmek için gitmek gerekli, umarım ve dilerim yakın zamanda yolumuz düşer!

Talas, günümüzde 60 bini aşan nüfusa sahip, çok katlı binaların hakim olduğu bir yöre. Gezip-görülecek yerler Kiçiköy mahallesinde ve Ali Dağı'nın eteklerinde kalmış.

Kiçiköy Mahallesi: 
Aşağı Talas’ta bulunan mahalledeki en önemli yapılar hemen girişte yer alan çeşme ile biraz ileride bulunan Ali Saip Paşa camii. Her iki eser de 1887’de yaptırılmış. Caminin özellikle giriş kapısı ilginç. Talas belediyesi eserlerin yer aldığı yolun bir “Osmanlı Sokağı” niteliğine bürünerek turizme kazandırılması için çalışmalar başlatmış.


Yaman Dede Camii: 
1886’da inşa edilen kilise 1925’te camiye çevrilmiş. Bugün kaybolmuş olan kitabesinin Karamanlıca (Grek harfleriyle Türkçe) olarak yazıldığı bilinmekte. Talas’ın en güzel yapılarından biri olan bu caminin adının ilginç bir hikayesi var. Kısaca anlatalım: 1877’de Talas’ta doğan Kayseri Rumlarından “Dyamandi”, çocuk yaşlarından itibaren İslamiyete ilgi duyar. Eğitim için gittiği İstanbul’da bu ilgisi artar, gönlünce Müslüman olur. Bunu uzun yıllar gizledikten sonra açıklar. Adını da “Yaman Dede” olarak değiştirir. 1962’de vefat eder. Kiliseden camiye çevrilen ibadethaneye de Talaslı olması nedeniyle onun adı verilir.


Atatürk Köşkü: 
Yukarı Talas’ta bulunan köşk 1927’de yapılmış. Atatürk, 1934’te Kayseri’yi ziyaret ettiğinde burada kalmış.

Şüphesiz ki Talas’ta görülmesi gereken başka yerler de bulunmakta. Amerikan Koleji ve hastanesi bunlar arasında yer almakta. Kolejin bir bölümü Erciyes Üniversitesi tarafından kullanılmakta. Gezmek için izin almak gerekiyor.

GESİ
Gesi, Kayseri’nin Melikgazi ilçesine bağlı, yaklaşık olarak dört bin nüfuslu bir yerleşim yeri. Beldenin neredeyse tümü her biri 100-150 yıllık konaklar ile dolu. Ev sahipleri son derece misafirperver; sizi büyük bir keyif içinde evlerine konuk etmekte, ikramda bulunmakta.


Gesi’ye doğru giderken göreceğiniz ilk “eserler” sanki bir kule gibi yükselen “güvercinlik”ler. Yöre halkı bu yapıları “burç” olarak adlandırmakta. Güvercin gübresinin özellikle asmaların verimini olumlu yönde etkilediği bilinmekte. Bu nedenle “Gesi bağları”nın ihtiyacını karşılamak üzere, belirli yerlere “güvercin konakları” yapılmış. Bu arada güvercin gübresinin vakt-i zamanında barut yapımında kullanıldığını da ekleyelim. Neyse, günümüze dönelim: Zemini genellikle 2x2 metre olan kulelerin yüksekliği 8-10 metreye kadar ulaşmakta; bu yuvalarda binlerce güvercin konaklamakta. Güvercinliğin sahibi olan kişi, yılın belli zamanlarında yuvanın altındaki bir tünelden içeri girerek biriken gübreyi dışarı çıkarmakta ve gereken yerlerde kullanmakta.


“Gesi Bağlarında Dolanıyorum”
Bir zamanlar Gesi’de bağlar varmış; şimdi birkaç asma kütüğü görmek için çevrede epeyi dolaşmak lazım. Ama, zamanında olan bağlar, muhtemelen hepimiz tarafından bilinen bir türkünün konusu olmuş.
Anlatıldığına göre; bir genç kız Gesi’ye gelin gelir. Ama, kısa bir süre sonra kocası çalışmak için gurbete gider. Gelin, köyde yalnız kalır, kocasından da bir haber gelmez, sıkıntılı günler geçirir. İçinde bulunduğu “ruh halini” anlatmak için bir türkü yakar:

Gesi Bağları’nda dolanıyorum/Yitirdim yarimi aranıyorum/Bir çift selamına güveniyorum.
Atma garip anam beni dağlar ardına/Kimseler yanmasın anam yansım derdime/Gesi bağlarında bir top gül idim/Yağmur yağdı güneş vurdu eridim/Evvel yarin sevdiceği ben idim/Gel otur yanıma hallerimi söyleyim/Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim.

İlk ve son “beşlik”ini aktardığımız bu türküyü ilk kez Ahmet Gazi Ayhan derlemiş. Zaman içinde yapılan eklemelerle türkü 500 dizelik bir “destan”a dönüşmüş. Bana kalırsa eşsiz bir “sosyolojik malzeme”.


KAYABAĞ KÖYÜ
Gesi’nin hemen yanı başındaki Kayabağ köyünün eski adı Darsiyak. Bir zamanlar Rumların yaşadığı bir köymüş. 1837 tarihli “Yanartaş” kilisesi zamanın bütün tahribatına rağmen halâ ayakta. Bahçesinde ineklerin ve koyunların otladığı kilise, günümüzde özel mülkiyete ait. O nedenle, gezmek için ev sahibini bulmanız gerekli.


Anlatıldığına göre, bugün yıkılmış olan kubbenin altında bir zamanlar, Rusya’dan getirilen “yanar” bir taş varmış. 






Yaklaşık iki insan boyundaki bu taş özellikle geceleri ay ışığının yansıması ile köy üzerine değişik ışıklar saçmaktaymış. Rivayete göre, Rumlar mübadelesi sırasında taşı söküp götürmüş.

Kilisenin yanındaki okul da tarihi değere sahip...



AĞIRNAS
Mimar Sinan’ın doğum yeri olan Ağırnas, yaklaşık dört bin nüfuslu, Melikgazi ilçesine bağlı bir yerleşim yeri. Osmanlılar zamanında ağırlıklı olarak Rumlar yaşıyormuş; 1924 mübadelesi ile hepsi göç etmek zorunda kalmış. Gidenler Yunanistan’da “Arkides” köyünü kurmuş.




Yeraltı Şehri: 

Ağırnas’ta ilk gezilecek yer, Aşağı Pınarbaşı mevkiinde bulunan yeraltı şehri. Bu yapı, Ağırnas’ın geçmişinin en az iki bin yıl öncesine kadar uzandığını kanıtlamakta. Burasının aslında Kapadokya bölgesinde oldukça yaygın olarak görülen diğer yeraltı şehirlerinden pek farkı yok. Girişinde yer alan büyük değirmen taşı, gerektiğinde kapatılarak güvenlik sağlanıyor; içinde toplantı odaları, kilise, mutfak, yemek odaları gibi mekanlar bulunuyor. Bu yeraltı şehrinin 120 kilometre uzunluğunda olduğu, Kapadokya’ya kadar uzandığı yolunda söylenceler bulunmakta! Genellikle kapalı olan bu yapının gezilebilmesi için Belediye’ye haber verilmesi gerekmekte.

Burada bir parantez açarak küçük bir bilgi aktaralım: Yeraltı şehrinin çevresinde “gilaboru” olarak adlandırılan bir bitki yetişmekte. Anlatılanlara göre bu bitkinin küçük, kırmızı meyvelerinin suyu özellikle mide rahatsızlıklarına iyi gelirmiş. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben tadına baktım, ama pek beğenmedim!  




Mimar Sinan Evi: 
Ağırnas’ta mutlaka gezilmesi gereken yapı Mimar Sinan’ın doğduğu ve 22 yaşına kadar kaldığı iddia edilen bina. Altında bir yeraltı şehrini andıran bölümlerin bulunduğu evin orta katı 1939’da, üst katı ise 1951’de inşa edilmiş. Söz konusu ev Ağırnas Belediyesi tarafından satın alınmış, Kayseri Valiliği, Erciyes  Üniversitesi ve ÇEKÜL’ün katkıları ile onarılarak ziyarete açılmış.




Çeşmeler: 
Anlatılanlara göre Mimar Sinan memleketine 3 çeşme yaptırmış, bugün bunların ikisinin bence yerini görmek mümkün. Çünkü mevcut çeşmeler pek öyle birkaç asırlık bir görünüm sergilemiyor!



Agias Prokopis Kilisesi: 1857 yılında yapılan kilise uzun yıllar depo olarak kullanılmış, daha sonra temizlenmiş ve çevresinin düzenlemesi yapılmış. Yunanistan’a göç eden Ağırnaslıların torunları “anayurt”larını ziyarete geldiğinde ibadete açılıyor!




Günümüzde Ağırnas evleri, sokakları, meydanları ile bir bütün olarak koruma altında. Beldede beton ve asfalta yer yok! Ama, en kısa zamanda bakıma ihtiyaç var!!!

Yöre ile ilgili son bir not; Ağırnas’a giderken tedbirli olmak lazım. Çünkü, burada karnınızı doyurabileceğiniz bir aşevi bile bulunmamakta; ancak çınarın altındaki kahvehanede çay-kahve içebilirsiniz!

Kayseri’den Ayrılırken

Kayseri, şüphesiz ki, sadece yazdıklarımızdan ibaret değil. Selçukluların merkezi olan bu kentte gezilecek, görülecek daha pek çok yer var. Tarihi kent merkezinde yer alan bölgelerde örneklerine rastlanılan taştan inşa edilmiş Kayseri evleri belki, başlı başına bir yazı konusu.




Kaynak: M. BÜLENT VARLIK