hasan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hasan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2017

Av. Hasan Tahsin ÜNER: 'ADALET'İN ALT BAŞLIĞI 'DENGE'
























Hukuk Fakültesi’nde bize; hukuk normlarının yasa koyucu ve uygulayıcıları tarafından yaşama geçirilirken -olmazsa olmaz sayılan- şu üç ana kurala önemle dikkat edilmesi gereği öğretildi: 1- Genellik, 2- Eşitlik, 3- Denge… Kabaca ‘Genellik’; kuralların genel, herkese ve her şeye yönelik olması, ‘Eşitlik’; hiçbir kişiye ve hiçbir şeye ayrım / ayrıcalık yapılmaması / herkesin yasalar önünde eşit olması, ‘Denge’ ise; olaylar ve suçlar ile bunların karşılıklarının / yaptırımlarının / cezalarının dengeli olması gereğini vurguluyordu.

Genellik ve eşitlik ilkesinin ülkemizde ve bizim gibi bilimsel, kültürel ve demokrasi açısından geri kalmış ülkelerde ne denli uygulandığı sorusunun yanıtını, okurlarımızın vicdanlarına sunmak isterim. Ancak ben bu yazımda daha çok ‘Denge’ kavramı üzerinde durmak istiyorum. Hukukta -özellikle Ceza Hukukunda- olaylarla / suçlarla karşılıklarının / yaptırımlarının / cezalarının dengeli olması gereği dediğimiz şey; her olayın / suçun ağırlığına ve ürettiği sonuca göre kişiye ceza verilmesi, yani suçun kişiye ve kamuya yönelik yarattığı tahribatın / mağduriyetin derecesi, ciddiyeti ve önemine göre karşılık bulması, sözgelimi hırsızlık yapan ya da kavga eden bir kişiye verilecek ceza ile adam öldüren bir kişiye verilecek cezanın aynı olmaması esasını içermektedir.

Hep sorgulamışımdır: Bizi yönetenler ve hakkımızda karar verenler -ve hatta zaman zaman toplumun büyük kitleleri- her şeyde / her uygulamada dengeye dikkat ediyorlar mı? Ne yazık ki, hiç sanmıyorum. Sıkıyönetim / Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde kutsal savunma görevini layıkı ile yapmaya çalışan bir avukat idim. Pek çok meslektaşımın -ne yazıkki- korkarak girmediği bu davalarda çok acı ve vicdanları parçalayan olaylarla karşılaştım. (Ben, yaşamım boyu hiçbir zaman suçun ve gerçek anlamda suçlunun yanında olmadım. Ancak herkesin -ayrımsız olarak herkesin- kutsal savunma hakkını kullanmasının vazgeçilemez olduğunu, bu yolda da avukatların onlara yardımcı olması gerekliliğini temel ilke belledim. Zira mesleğim ve vicdanım da bunu gerektirir. Zira ben, ‘ama’, ‘ancak’ demeden insanı, sadece insanı savundum, savunurum. Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Laik ve Demokrat olmaya çalışmamın temeli de budur. Sonuçta kararı, Yargıçlar verecektir. İnancıma göre Tanrı’nın her şeyi bilmesine karşın insanları sorguya çekip savunmalarını alacak olması ne denli anlamlıdır. Benim görevimin -ki kamu görevi olup hukukun / adaletin üçayağından biridir- kutsallığının kaynağı budur, diye düşünürüm.) 

Yakın geçmişte -özellikle 12 Eylül sonrası- bir solcu avı başlamıştı. Suçlu-suçsuz pek çok kişi bu fırtınada savruldu. Ne canlar yandı, ne gençler, ne ana babalar perişan oldu, hatta intiharlar bile görüldü. Yıllarca süren işkence ve tutukluluktan sonra bunların çoğu beraat etti. –Ama neye yarar?- Hala daha unutamadığım yürek yakıcı bir olay da şuydu: 17-18 yaşlarında bir müvekkilim, cezaevinde aklını yitirmiş ve intihar etmişti. Kısa bir süre sonra aynı dosyadan yargılanan ağabeyi dahil tüm sanıklar beraat etmişti oysa.. Sonrasında da bacısı, babası ve ağabeyi de peş peşe kendilerini astılar.. Demek ki beraat ve tahliye bile ruhlardaki haksız yapılan o büyük tahribatı onaramıyordu… Hangi vicdan verecekti bunun hesabını… Dahası; gerçekten bunun bilincinde olan, hesap soran var mı ki toplumda… Sonra bir bölücü örgüt fırtınası, arkasından bir Hizbullah fırtınası ve nihayet bir Feto fırtınası koptu. Yanlış anlaşılmasın; bütün bunlar; halkımıza, devletimize ve insanımıza yönelik cinayet şebekeleri elbette. Ama benim derdim o değil. Bunların hepsinde inanın; sapla saman at izi ile it izi birbirine karıştı, karıştırıldı. Egemen güç, başka niyetlerinin gereğini de bu fırtınalarda uyguladı. Armutlarla elmalar aynı çuvala kondu hep. Gerçek suçlular yanında pek çok suçsuz, çok acılar çekti. Bazıları suçsuz yere canından oldu. Geride sadece ‘AH’larını bırakarak. Bu ahların önemini ve doğuracağı sonuçları düşünen oldu mu?.. Hala daha günümüzdeki yaşananlara bakarak olumlu yanıt verebilir miyiz bu soruya?...

Bir fırtına sırasında kaçmayı, yakalanmamayı başarmış bir elebaşının, öteki fırtına döneminde gelip teslim olduğunu, ancak Mahkemelerin o anki suçlara odaklanması ve yapılmış olan yasal değişiklikler nedeniyle beraat ettiğini de hatırlarım. Unutmayalım ki fırtınalar; duygusal, tepkisel, öfkesel ve mantığı dışlayıcı olgularla yoğrulmuştur. O nedenle ben toplumsal fırtınalardan her zaman korkmuşumdur.

Devletin, adil, kalıcı, tutarlı, güven verici vs. gibi değerlere sahip olması ve bunları hiçbir dönemde ve hiçbir nedenle yitirmemesi gerektiğini düşünmez, istemez miyiz hep?...Kararlar ve uygulamalar yüzyıllar boyu kitleler tarafından beğenilerek sürdürülmeli değil mi? 
Ancak yaşadıklarımız ve gördüklerimiz böyle mi?... Bir dönem baş tacı edilen olgular ve kişiler hemen peşi sıra tu kaka edilmiyor mu? Yada bunun tersini sürekli yaşamıyor muyuz? Ne yaman çelişkidir bu!... 
Modern hukukta en çok dikkat edilenlerden biri olan bu kural aslında varlığın / yaratılışın da temel unsuru olarak karşımıza çıkıyor. En çok izlediğim ve etkilendiğim belgeseller, varlığın / evrenin oluşumu ve evrimleşmesi ile ilgi olanlardır. Orada da en dikkat çekici olgu; dengedir. Gerçekten o korkunç boyutlardaki varlıkların belli bir dengedeki hareketleri ne denli görkemli ve etkileyicidir.

Belki pek farkında değiliz ama toplum ve birey olarak günlük yaşamımızda da dengenin, dengeli olmanın gereğini hep görmüyor muyuz? Yediğimiz yemekte bile, damak tadı dediğimiz şeyin oluşabilmesi için dengenin varlığını aramıyor muyuz? Yağı, tuzu, baharatı, sosu vs. dengeli olmazsa tattan, lezzetten söz edebiliyor muyuz?
Bir de kendimize dönelim ve şöyle düşünelim isterseniz: Günlük yaşamımızda, düşüncelerimizde, yargılarımızda, uygulamalarımızda, davranışlarımızda dengeli olabiliyor muyuz hep? Empati ve olayları her boyutu ile ele almak temel kuralımız mı?

Kısacası dengede uyum vardır, adalet vardır, barış vardır, gerçek ve kalıcı başarı vardır, gerçek mutluluk vardır. Bunu hiç unutmayalım. Unutmayalım ki; güçlü olan değil, uyum sağlayan, adil ve dengeli olan kalıcıdır. Güçlü olan, gücü yetenin de adalete ihtiyacı vardır. Adalet; insanın ve toplumun vicdanıdır…

Av. HASAN TAHSİN ÜNER
Tarsus - 19.06.2017

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014


14 Ocak 2017

"YAŞAMIN GÜÇLÜ TANIĞI"


fotoğraf
YAŞAMIN GÜÇLÜ TANIĞI


Basralı Hasan (965-1038), Ortaçağ'da güneş tutulmasını incelemek ve güneş ışınlarını kaydetmek için fotoğraf makinesinin en ilkel biçimi olan karanlık kutuyu ilk kullanan optik bilginidir.

Basralı Hasan'dan günümüze değin çok şey değişti. Hızla akıp giden zaman, beraberinde toplumları, teknolojiyi, yaşamı ve yaşam anlayışlarını da kaçınılmaz olarak değiştirdi, değiştiriyor, değiştirecek de..

Dünyanın en uzak köşesinde bile yaşamın her alanındaki değişiklikleri incelemeyi ve gelecekteki verilerle kıyaslayabilmeyi isteyen bilim insanları; toplumların yaşamlarını, bitki ve hayvanları, doğa olaylarını, canlı cansız tüm varlıkları görüntüleme yoluyla belgeliyorlar.

Değişim sürüyor. Dünya değişiyor. Somut ve somut olmayan ne varsa bu değişimden koşulsuz olarak olumlu/olumsuz etkileniyor. Doğa, kentler, insan ve alışkanlıklar değişiyor. Bu bağlamda, görüntülemenin önemi kendini en açık biçimde duyumsatıyor.

Kültür ve sanattan bilime, sağlık ve spordan doğal yaşama değin herşey görüntü konusu oluyor artık. 40-50 yıl önce sadece fotoğrafçılarda bulunan fotoğraf makinelerini günümüzde amatör olarak herkes kullanabiliyor. Dijital teknolojilerdeki hızlı gelişme, görüntülemedeki kullanım kolaylığının yanısıra daha nitelikli görsel kaydetme keyfini de yaşatıyor kullanıcılara..

Her ülkede sayısız fotoğraf kulübü var. Çeşitli kategorilerde fotoğraf yarışmaları düzenleniyor, amatör ve profesyonel fotoğraf tutkunları katıldıkları foto safarilerde keşfettikleri yeni yerleri ve tanıklıklarını görüntülüyorlar. Genci yaşlısı taşınabilir telefonlarıyla özçekim (selfie) yaparak yaşamlarını belgelemenin mutluluğunu yaşıyor. Tüm bu gelişmeler bize fotoğrafın öneminin giderek daha çok algılandığını işaret ediyor.

Görüntü, yaşamın en güçlü tanığıdır. Daha kolay ve hızlı kaydediciler yaşamın her anını görüntülüyor. Değişen insan ve yaşamı fotoğrafın en önemli temasını oluştururken caddeler, sokaklar, meydanlar, yapılar da değişiyor. Kent ve kent mimarisi değişiyor. Ülkeler ve kentler kendi özelliklerini, özgün yaşam biçimlerini ve doğal güzelliklerini fotoğraf yoluyla ifade ediyorlar. 

Fotoğrafçı, ışıkla yazı yazan, yaşamın gönüllü tanığıdır. Kimi zaman gerçeğin ardından koşan ama çoğu zaman gerçek yaşamla el ele olan sanat emekçisidir. En yüce dağların zirvesinde, en kuytu mağaralarda, gidilmemiş kanyonlarda, en coşkun akarsularda yılmadan görüntü alır ve değişen kent ve kırsal yaşamı kaydeder. Gelecek kuşaklara bugünün insanını anlatmaya çalışır. Çekilen her görsel bir belgedir. O anın tanıklığıdır ve önemlidir. 

Niksar'da, Fotoğrafçı Sabri Efendi'den (Sabri Bilgin) söz edildiğine tanık oldum ama çocukluğumda tanıdığım ilk fotoğrafçı Zekeriya Erensayın'dır. Zeki ağabeyi Yurdanur Ağabey (Yurdanur Tepebaşı) izlemişti. Bugün onların çocukları, hatta torunları bölgemizde fotoğrafçılığı başarıyla sürdürüyorlar. Niksar'da profesyonel fotoğrafçılık adına gurur verici, övülesi bir gelişme..

Fotoğraf konuşurken Niksarlı fotoğraf tutkunlarından da söz etmek istiyorum. Bölgemizdeki tüm güzellikleri, doğal yaşamı, kent ve insanımızı dur durak bilmeden görüntüleyen Niksarlı fotoğraf tutkunları kendi meslek yaşamlarının arta kalan zamanlarını özveriyle fotoğrafa ayırarak fotoğraf sanatı adına önemli bir davranış sergiliyorlar. Katıldıkları yarışmalarda dereceler, ödüller alıyorlar. Kendilerini kutluyor ve bu örnek etkinliklerini başarıyla sürdürmelerini diliyorum.

Türkiye'de ilk fotoğrafçılık müzesi Balıkesir'de kuruldu. Sonrasında birçok il ve ilçe, kentlerinde yaptıkları fotoğrafçılık müzeleriyle kendi sanat emektarlarına sahip çıktılar. Fotoğrafçı Sabri Efendi'den günümüze tüm Niksarlı fotoğrafçıların özgün köşelerinin olacağı, en eski siyah/beyaz ve sepya Niksar görsellerinin, o dönemlere ait makine ve ekipmanlarıyla birlikte sergileneceği NİKSAR FOTOĞRAFÇILIK MÜZESİ'ni oluşturmak hiç de zor olmasa gerek. Fotoğraf emekçilerine sevgilerimle..

CİHAT TAŞKIN

Kaynak: DANİŞMEND GAZETESİ