Heykeltıraş Doç Dr. Nurettin BEKTAŞ'ın izleyenlere duygulu anlar yaşatan eserleri Eceabat'ta sergileniyor. Opet sponsorluğunda gerçekleştirilen Tarihe Saygı Parkı yöreyi ziyaret edenlerde şaşkınlık yaratıyor.
18 Mart 2017
17 Mart 2017
DOĞA SPORLARI: GAVRA KAYASI'SINA YÜRÜDÜLER
NİDOST DERNEĞİ REHBERLİK ETKİNLİKLERİ SÜRÜYOR
Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi Gıda Mühendisliği, İş Sağlığı ve Haritacılık bölümü ve Hemşirelik Meslek Yüksek Okulundan bir grup öğrenci ve öğretim görevlisini Gavra Kayası'na yürüttük. Yeni dernek binamızın önünde başlayan doğa yürüyüşümüz neşeli ve güzel geçti.
Konuklara rehberlik eden Niksar Danişmend Gazi Lisesi öğrencileri ve NİDOST (Niksar Doğa Sporları ve Turizm Derneği) yöneticileri de neşeli bir gün geçirmiş oldular.
Kaynak: Veteriner Hekim DURAN KAYA / NİDOST
16 Mart 2017
HUZUR VE MUTLULUĞUN ANAHTARI KIRSAL YAŞAMDA GİZLİ
Köy kültürü, köy yaşantısı özellikle büyükşehir insanı tarafından unutulmaya yüz tutmuş durumda. Oysa ki köy, sağlıklı yaşamdır, köy huzurdur…
Köy yaşamı fikri bile bir anda insanın içini ısıtır. Hele hele şehirlerimiz böyle karmaşık, böyle kalabalık, böyle yorucu ve stresli haldeyken…
Altındağ Belediyesi, ilginç ama harika bir projeye daha imza atmış. Ben yakın zamanda duydum. Projenin çıkış noktası ise şöyle; Batı Karadeniz’de kültür hazinesi niteliğinde Çantı Evler yer almaktaymış. Bu evlerin özelliği ağaç gövdelerinin üst üste konularak, birbirine geçme yöntemiyle ve çivisiz olarak yapılması. Aslında tüm dünyada ormanlık yerlerde kullanılan bir ev yapma yöntemi. Karadeniz’de 1900’lü yıllardan itibaren yapılmaya başlanan bu evler, korunmadığı gibi, son yıllarda fırınlara da odun olarak satılmaya başlanmış. İşte Altındağ Belediyesi bu noktada devreye girmiş. Tüm bu çantı evleri tek tek söküp Ankara’ya taşımış. Ve Altınköy kapsamı içerisine hepsini yerleştirip, restore etmiş. Evler geniş sayılacak büyüklükte. Oda sayıları çok. Her bir oda, yörenin kültürüne uygun olarak dekore edilmiş. Böylece içinde bir yaşam biçimini de görmek mümkün.
Altınköy, gerçekten de bir köy olmuş. Köy meydanı bile var. Çeşmesi, tulumbası, fırını, camisi, ilkokulu, çay bahçesi, atölyeleri ve tabi köy bakkalı… Bu arada köye araçla girilmediğini de belirteyim. Aracınızı girişteki otoparka bırakıp, huzurla gezebiliyorsunuz köyü.
Değirmencilik birçok köyde yüzyıllardır yapılan bir iş. Su ya da yel değirmenlerinden insanlar ekmeklerini çıkardılar hep. Köyün içinde her iki değirmen türünden de var. Ve en güzeli, değirmenler çalışıyor. Köy böylece kendi ununu üretiyor. Ziyaretçilere de bu nostaljik yöntemi keyifle seyretmek düşüyor. Özellikle çocukların çok ilgisini çekeceği kesin. Bu unla köydeki taş fırında ekmekler yapılıyor. Dilerseniz satın da alabiliyorsunuz da. Unutmadan söyleyeyim, buğdayı da burada kendileri yetiştiriyorlar.
İlkokulda ise, köy şartlarındaki öğrenim hayatını anlama olanağı buluyorsunuz. Tüm okullar bu deneyimi öğrencilerine yaşatmak için uygulamalı eğitime katılabiliyorlar.
Bakkalda ise tamamen doğal ürünler var. Köyün tarlalarında üretilen sebzeler, meyveler, un, ekmek ve süt ürünleri satılıyor. Tipik bir köy bakkalı şeklinde dizayn edilmiş. Bir de köy kahvesi yapılmış. Onun da tüm parçaları Karadeniz’den söküp getirilmiş.
Demirci, kalaycı, dokumacı, nalbant gibi unutulmaya başlanan mesleklerin ustaları da köydeki yerini almış. Onları seyretmek ayrı bir keyif. Bazen başka illerden zanaatkarlar da geliyor. Yine unutulmak üzere olan sanat dallarını uygulamalı olarak gösteriyorlar. Bunların hepsi köy yaşamı içinde gerçekten yapılan işler…
Müzeler de var tabi. Köy Müzesi, restore edilen evlerin içinde ve dışında yer alan gündelik kullanım eşyalarını kapsıyor. Bunların hepsi Anadolu’nun farklı yerlerinden toplanmış.
Köy Oyuncakları Müzesi, bez bebekler, tel arabalar, ahşap oyuncaklar, topaçlar gibi bugünün çocuklarının hiç bilmediği parçalardan oluşuyor.
Bir de Yaban Hayatı Müzesi var. Orman ekosisteminin nasıl işlediği anlatılıyor burada. Çocuk Etkinlik Evi de bulunuyor. Unutulmuş oyunlar ile çocuklar anne ve babalarının geçmişine dönüyor.
Altınköy’ün içinde dolaşırken, kendinize şehirde ben ne yapıyorum diye sorarsanız hiç şaşırmayın sakın…
Kaynak: Yazar - Şefika Onur Akatay (THM)
TURİZM: KÜBA
Yeşil Timsah: KÜBA
Dünyada en çok gezip görmek istediğim ülkelerin başında her zaman "Küba" yer almıştır. Çalışmanın verdiği telaş içerisinde daha yakın ülkeleri tercih ederek Küba’yı hep ihmal etmişimdir. Nihayet Fidel Kastro, Che Guevara, Mojito (mohito diye okunuyor) ve Buena Vista Social Club’un ülkesine, Küba’ya gitmeye karar verdim.
Küba’yı gezmeye başlayınca, bu ülkenin yalnızca Fidel Castro Che Guevara ve Mojito'dan ibaret olmadığını anladım. Küba’yı gizemli ve güzel yapan buradaki kültürel mozaik. Beyazı, siyahisi, melezi hep birlikte hiç bir ırk, din ve renk ayırımı gözetmeden mutlu mesut yaşıyor.
Bir gün yolunuz bu renkli ve dost canlısı insanların ülkesine düşerse, kesinlikle yolda kalmazsınız! Toplu ulaşım ve taşımacılık çok gelişmiş olmamasına rağmen otostopla gidemeyeceğiniz yer yok diyebilirim :)
Küba halkı genelde Afrikalılar, İspanyollar ve Meksikalılardan oluşan renkli bir topluluk. Bu renklilik, yaşamlarının her yönüne yansımış. Afrika tarzı rengarenk giysileri ile dolaşan kadınları ve Meksika şapkalı erkeklerini her zaman görebilirsiniz.
Bu renkliliği en çok müzikde hissediyorsunuz. Kölelerin getirdiği Afrika’nın vurgulu ve gizemli ritimleri ile İspanyolların taşıdığı Akdeniz’in oynak tonları kaynaşıp çok farklı, kulağa hoş gelen, insanı kıpır kıpır yapan bir müzik ortaya çıkmış. Buna Amerikalıların cazı ile Güney Amerika salsaları da karışınca insan yerinde duramıyor. Yolda sakin sakin bir kafenin önünden geçerken duyduğunuz müzikle hemen ister istemez hareketlenmeye başlıyorsunuz.
Küba bir müzik cenneti. Kafe ve lokantaların yanısıra sokak köşelerinde de müzik yapan gruplar var. Her grup kendi müzik albümünü yapmış ve CD olarak arada satıyorlar. Eğer hepsini alırsanız, sonunda müthiş bir kolleksiyonunuz oluşuyor.
Bu insanlar müzik yaparken farkı hissediyorsunuz. Çünkü size çok iyi gülüyorlar ve yakınlaşıyorlar. Çok cana yakın ve sıcak insanlar olduğundan sizinle hemen bir ilişki kuruyorlar ve sizi de icra ettikleri müziğin içine dahil ediyorlar.
O kadar neşeli ve dost insanlar ki müzik evrensel bir dil haline geliyor ve kendinizi grubun bir üyesi gibi hissediyorsunuz. "Keşke Türkiye’de çaça ve salsa dersleri alsaydım" demekten kendimi alamadım doğrusu.
Yazımın başlığında Küba için “Yeşil Timsah” diye bir ifade kullandım. Kübalılar ülkelerine böyle diyorlar çünkü... Bunun nedeni de Küba adasının bir timsaha benzemesi ve çok yeşil olması. Gerçekten de çok yeşil, ormanla kaplı bir ada. Bazı bölgelerde yağmur ormanları var. "Vinales Vadisi" buna verilebilecek en iyi örnek.
(Fotoğraf: Google Maps)
Küba’yı diğer ülkelerden ayıran bir başka özellik de 1950 yıllarından kalma eski model Amerikan arabaları. Özellikle Havana’da çok sayıda, her marka ve modelde eski araba var.
Amerikalılar ülkeyi terk ederken arabalarını götürememişler. Bunlar Küba’ya ayrı bir hava veriyor. Çalışıp çalışmadığını öğremenedim ama 1919 model Ford araç dahi gördüm. Adeta açık "Amerikan arabaları müzesi", kesinlikle görülmeye değer. Böyle bir ülke dünyada var mı? Ben hatırlamıyorum. İnanılmaz bir nostalji. İnsan hangisine bakacağına şaşırıyor.
Che Guevara, bir kahraman olarak Küba'da her yerde... Küba’nın sembolü olmuş. Fidel Castro’dan daha ünlü ve halk tarafından çok seviliyor. Santa Clara’da kendisine çok güzel bir anıt mezar yapmışlar. Diğer devrimde ölenlerle beraber gömülmüş. Bu kadar ünlü olmasının sebebi çok yakışıklı olması ve Bolivya’da yine bir devrim hareketinde ihanete uğrayarak genç yaşta öldürülmesi bana kalırsa...
Küba’nın diğer ünlüleri; purosu, romu, mojito ve kahvesi. Purosu, “Havana Purosu” adıyla tanınıyor ve tamamen el yapımı.
Puro fabrikasını (fabrikadan ziyade atölye demek daha uygun olur) gezdim. Hiç makine yok. Dünyada Havana purolarının meşhur olmasının en önemli nedeninin kalitesinden ziyade, Fidel Castro ve Che Guevara’nın bunları içerken gösteren boy boy fotoğrafları gibi geldi bana.
Küba romun vatanı. Şeker kamışından üretilen bu içkiden yapılan mojito, "Cuba Libre" ve "Daiquiri Frappe" gibi kokteylleri çok ünlü. Beyaz rom, şeker, yeşil limon (lime), soda, buz ve taze nane yapraklarından yapılan ve Küba’da yaşayan Amerikalı ünlü yazar Ernest Hemigway’in de favorisi olan Mojito’yu daha çok beğendim. İnsanı sıcak havalarda ferahlatan bir içki. "Daiquiri"nin içine çok buz konuyor. "Cuba Libre" coca cola ile yapılıyor. Benim favorim mojito :)
Küba’yı anlatmak için Küba’yı ikiye ayırmak daha uygun olur. Birincisi Havana, ikincisi ise ülkenin geri kalanı. Çünkü Havana, iki milyonluk nüfusu, tarihi dokusu ve geçmişte yaşadıkları ile çok farklı bir şehir. Unesco tarafından 1982 yılında “Dünya Kültür Mirası” listesine alınmış olup, bölge bölge restore çalışmaları devam ediyor. Gerek Havana’da ve gerekse bu şehirlerde yapılan restorasyon çalışmalarıyla binalar rengarenk boyanmış. Küba’nın çok renkli kültürünü yansıtmak için olsa gerek.
Şehir merkezi ve hemen yanındaki bir kaç sokağın dışındaki kalan sokak ve caddeler oldukça eski. Amerikalılar Havana’yı terk ettikten sonra binalar onarılmamış. ve zaman da acımasızca onları eskitmiş. Bir kısmında insanlar yaşıyor ama diğerleri boş. Bazı yerleri terk edilmiş bir hava veriyor. Emin olun buraları gezmek çok daha farklı. Ancak binalar harap ve eski olmalarına rağmen muhteşem.
İnanıyorum ki yakın bir zamanda Küba’nın bu eski, oldukları şekliyle asırlık bir çınar gibi ayakta durmaya çalışan, ama devrimi, acı ve tatlı olayları yaşayan, yaşananları bir bakışta anlatan, hüzünlü binalar değişecek, hepsi makyajlı ama birşey anlatmayan binalar haline gelecekler.
Havana’da dolaşmak çok eğlenceli. Hangi kafe ve lokantaya girerseniz girin muhakkak müzik var. Cadde ve sokaklarda müzik yapan, dans eden sokak çalgıcıları ve dansçıları görülmeye değer, Oto yollarda bile mola verdiğiniz yerlerde müzik yapıyorlar. Havana’daki "Tropicana" adlı kabere görülmeye değer. İki saat süre ile yaptıkları gösteri Paris’teki Lido’yu aratmıyor. Rengarenk elbiseleri ile her yaştan Kübalı bayanlar bir peso karşılığında size öpücük verirken, fotoğraf çekilmesine izin veriyorlar.
Ağzında puro sizinle peso karşılığında fotoğraf çektiren renkli giysili erkek ve kadınlar çok sevimli. Sizden peso, sabun ve kalem isteyenlere kızamıyorsunuz.
Çünkü çok cana yakın ve misafirperverler. Tabii bir de fotoğraf çekmeyi seviyorsanız, müthiş güzel kareler yakalama şansınız oluyor.
Cienfueros, Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilen Karayip Denizi kıyısında bir şehir. İspanyollardan kalan sarayı, tarihi meydanı ve tiyatrosu ile çok ünlü.
Karayipler’de denize girmek çok güzel ve de havalı oluyor. Amerikan korsan flimlerinde gördüğümüz maceraların havasına hemen giriyorsunuz. "Karayip Korsanları" filminin ister istemez etkisi altında kalmışız.
Trinidad, Küba’nın görülmeye değer yerlerinden birisi. Küba tarih ve kültürünün yansımalarını burada görebiliyoruz. Gezerken gördüklerimizden son derece keyif aldık. Havana’da olduğu gibi burada da şehrin merkezi ciddi bir restorasyon görmüş. Ancak diğer sokaklar harap ve orijinal halleriyle size herşeyi söylüyor. Sokaklar gençlerin bilmediği ama eskiden Türkiye’de de olan “Arnavut Kaldırımları” aynen korunmuş. Trinidat’a özel “La Canchanchara” adlı içkiyi Küba müziği eşliğinde içmek ayrı bir keyif. Tabii ki romdan yapılmış fakat içine şeker yerine bal katılmış, hafif, keyif verici ve rahatlatıcı. Saatlerce Trinidad’ı dolaştık. Her lokanta ve kafede Mojito veya La Canchanchara içtik ve Küba müziği dinledik.
Türkiye’ye dönmeden önce son iki günümüzü Varadero’da geçirdik. Bu bizim için dinlendirici ve keyifli bir mola oldu. Varadero; Atlas Okyanusu kenarında, 20 km. boyunca uzanan ince kumlu, çevresi palmiyelerle süslü sahiliyle rüya gibi bir şehir.
"Küba mutfağı" diye birşey yok diyebilirim. Yemekler iyi değil. Kahveye meraklı bir kişi olarak Kübada en iyi kahvenin yapıldığını söyleyebilirim Bu işi çok iyi yapıyorlar. Otellerde işletmecilik de yeterli değil. Küba nasıl bir yer sorusuna vericek en iyi cevap; "yüzleri gülen, ayakları dans eden, eğitim oranının yüksekliğiyle dikkat çeken, kitap hediyesine oyuncak hediyesi kadar sevinen çocukların ülkesidir.” olacaktır.
Küba, devrimiyle dünya tarihinde önemli bir yeri olan bir ülke. Rusya’nın çökmesi ve Çin’in kapitalizmi tercih etmesinden sonra dünyada tek sosyalizmi uygulayan ülke. Ciddi bir ambargo altında. Çin gibi ülkeler tarafından destek görüyor. Turizm en önemli gelir kaynaklarından biri haline gelmiş. Turist olarak gelenlerin çoğu, Kanadalı ve AB ülkeleri halkı.
Sosyalizm yavaş yavaş gevşemiş. Kazanılan paradan dolayı kişiler arasında gelir farklılıkları oluşmaya başlamış. Bunun farkında olan Fidel Castro' da bazı konularda sosyalizmden ödün vermeye başlamış. Bunlar benim gözlemlerim tabii.
Zamanın durduğu hissine kapıldığınız Küba'ya gidilir mi? Kesinlikle !
YAZI ve FOTOĞRAFLAR: OLAY SALCAN
OLAY SALCAN KİMDİR?
Çanakkale'de doğdu. Ankara’da Gazi Lisesi’ni bitirdikten sonra Kara Harp Okulu’ndan Teğmen olarak mezun olan Olay Salcan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), çeşitli kademelerinde görev yaptı. TSK'da bulunduğu sürece mesleki geliştirme öğrenimini Amerika’da tamamladı.
Belçika’daki NATO Askeri Karagahı SHAPE’de, Brüksel, Belçika NATO ve Somali’de Birleşmiş Milletler Karargahı’nda görev yaptı. TSK'dan Albay olarak emekli olduktan sonra uzun bir sürede TÜBİTAK’ta çalıştı.
Seyahat etmek ve fotoğraf çekmek en büyük tutkusu. Kentlerde akıntıya kapılıp giderken, gezilerde akıntıya karşı durup gözlem yapmayı çok seviyor. Gezi notları ve fotoğraflarını çeşitli platformlarda dünyayı algılamayı ve keşfetmeyi seven meraklı gezgin ruhlar için paylaşıyor.
Kaynak: OLAY SALCAN / TEMPO TUR
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)