31 Mayıs 2017
29 Mayıs 2017
İNSANOĞLU DÜNYA'YI 6. YOK OLUŞA DOĞRU SÜRÜKLÜYOR..
Us’u (aklı) ve
kavrama yetisiyle (zekâsıyla) diğer canlı türlerinden farklı olan İnsan, ne
yazık ki bu özelliklerinden yeterince yararlanmadığı ya da bu niteliklerini
benci çıkarları doğrultusunda kullandığı için sadece kendi türünü değil, diğer
canlı varlıkları da kitlesel bir yok oluşa sürüklüyor.
Bilimsel gerçekler
bize; 4,5 milyar yaşındaki Dünya’mızda, çeşitli nedenlerden ötürü, beş kez kitlesel yok oluş yaşandığını
söylüyor. Dilerseniz var oluşundan günümüze değin Dünya’nın geçirdiği yok
oluşlara kısaca bir göz atalım.
ORDOVİSYEN Yok Oluşu
İlk kitlesel yok
oluş 460-430 milyon yıl önce
yaşandı. Bu dönemde Dünya soğudu ve yaşamın büyük bir kısmını oluşturan su
canlılarının %85’i yok oldu.
DEVONİYEN Yok Oluşu
375 milyon yıl önce ikinci kitlesel yok oluş gerçekleşti. Bitkilerin
ardından önce böcekler sonra hayvanlar karaya çıktı. Canlıların karadaki
yaşamlarının başlamasının ardından gerçekleşen bu yok oluşta tüm canlı
türlerinin %40’ı, deniz yaşamının ise %65’i yeryüzünden silindi.
PERMİYAN Yok Oluşu
Dünya’mız üçüncü
kitlesel yok oluşu 252 milyon yıl önce
yaşadı. Bu dönemde deniz canlılarının %96’sı ve kara canlılarının büyük bir
kısmı yok oldu.
TRİYASİK Yok Oluşu
220 milyon yıl önce, dördüncü bir kitlesel yok oluş yaşandı. Nedeni bilimsel
olarak saptanamayan bu yok oluşta Dünya canlılarının % 80’inin soyu tükendi. Bu
dönemin ardından dinozorlar devasa boyutlara ulaşarak karanın egemen türü oldu.
KRETASE Yok Oluşu
Günümüzden 65 milyon yıl önce beşinci büyük kitlesel
yok oluşu yaşayan gezegenimize 10 km çapında bir göktaşı çarptı. Bugünkü
Meksika coğrafyasına çarpan göktaşı atmosferde ciddi etkilere neden oldu.
Dinozorlar başta olmak üzere canlı türlerinin yarısından fazlası yok oldu.
200 bin yıl önce, günümüze değin sürecek insan (Homo Saphiens)
dönemi başladı. Geçirdiği beş büyük kitlesel yok oluşa direnebilen yaşlı
Dünya’mız, bugün ne yazık ki, insanoğlunun yarattığı olumsuzluklarla tüm yaşam
kaynaklarını yitirme ile yüz yüze kalmış durumdadır.
İnsan, 4,5 milyar
yıllık dünya tarihinin en hızlı iklim değişikliğine neden olurken bu olumsuz
durumun etkisi tüm dünyayı Altıncı
Kitlesel Yok Oluş’a doğru sürüklüyor. Ormanlar ve yeşil alanlar
betonlaştırılarak verimsiz hale dönüşüyor, sulak alanlar, ovalar çoraklaşıyor,
içme suyu kaynakları bilinçsizce kullanılıyor.
Enerji üretiminde,
çevre dostu uygulamalar yerine ucuz maliyetli kısır çözümlerin yeğlenmesi atmosferin
hızla kirlenmesine neden oluyor. Tarım alanlarında kullanılan verim artırıcı
kimyasalların hem insan, hem de diğer canlıların sağlığını olumsuz yönde etkilediğini
bilmeyenimiz yok.
Tüm bunların yanı
sıra küresel silah tacirlerinin dünya üzerindeki oyunları savaşlar biçiminde
sürüyor. İnsanlar ölüyor, yaralanıyor. Toplumlar yalnızlaşıyor..
Doğal döngüsü değişime
zorlanan Dünya, peş peşe gelen olumsuzluklara daha ne kadar dayanabilecek
bilemem ama insanoğlunun bindiği dalı kestiği apaçık..
Olası bir Altıncı
Kitlesel Yok oluşun adının “İNSAN (Homo
Saphiens) YOK OLUŞU”
olacağını öngörmek zor olmamalı.
İÇME SUYUNUZU KENDİNİZ ÜRETİN - WATERSTATION - 0850 532 0282 |
18 Mayıs 2017
NİKSAR DERNEKLERİ BİLGE ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü ANIYOR..
Biz
Niksarlılar, 19 Mayıs Ruhuyla Atatürk'ü anıyoruz...
19 Mayıs 1919 Kurtuluş
meşalemizin 98. Yılını gururla yaşıyoruz. Binlerce yıldır yurt edindiğimiz
Anadolu topraklarının dört bir yanı emperyalist işgalcilerce istila
edilmekteyken, “Bağımsızlık Benim Karakterimdir” diyen Sarı Saçlı, Mavi Gözlü
Mustafa Kemal’in Samsun’dan başlayan Anadolu’yu işgalcilere karşı uyandırıp
örgütleyecek Türk Milletini Milli Mücadele’ye ilk adımın atıldığı 19 Mayısımız
kutlu olsun.
Bilindiği
üzere 15 Mayıs 1919’ da İzmir ‘in Yunanlılarca işgali üzerine, Mustafa Kemal
Atatürk 19 Mayıs 1919’ da Samsun’a çıkışıyla bütün yurdu Anadolu’nun işgaline
karşı mitinglerle halkı kurtuluş mücadelesine çağırmıştı.
Biz Niksarlılar ki; Anadolu’da ilk mitinglerden biri de 20 Haziran 1919
tarihinde Niksar Redd-i İlhak Cemiyeti tarafından yapılmış, Niksar’ın içinden,
köylerden, yaylalardan gelen binlerce insan Niksar Hükümet Konağı (bugünkü
Belediye Binası) önünde toplanarak, İzmir’in işgali kınanarak zamanın Amerika
Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’a hitaben de telgraf çekerek Mustafa Kemal
Atatürk’ün 19 Mayıs’ta Samsun’dan başlattığı Milli Mücadele ve Bağımsızlık
meşalesine ilk desteği veren şanlı ecdadın torunları olarak bugün de ülkemiz ve
milletimizin bağımsız, çağdaş demokrasisi ile gelecek nesillerimize devamı için
19 Mayıs ruhuyla biriz, beraberiz.
Son
günlerde ülkemizin ve milletimizin ortak ve birleştirici değeri Mustafa Kemal
Atatürk’e ve ailesine bazı basın yayın organları yoluyla alçakça saldırarak,
mesnetsiz iddialarla milletimizin gönlünden düşürmeye çalışan bir takım sefil
kişilerin olduğunu görmek üzücüdür aynı zamanda da kabul edilemez. Ancak, Mustafa Kemal Atatürk’ün değerini,
Onun hatırasını ve emaneti Türkiye Cumhuriyeti’ ni zerre etkileyemeyecek bu
hadsiz ve hainliklere karşı milletimiz gereken cevabı vermiştir, var olduğumuz
sürece de verecektir. Devletimiz de içimizdeki 1919 artığı kendini bilmez bu
alçaklıklara gereken cevabı vermeli ve vermektedir de.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin
atıldığı, devletimizin kurucusu ve milli mücadelemizin kahramanı Başkomutan
Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Gençliğine armağan ettiği, 19 Mayıs Atatürk’ü
Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nız kutlu olsun.
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene”
ANKARA NİKSARLILAR DERNEĞİ
BURSA NİKSARLILAR DERNEĞİ
İSTANBUL NİKSARLILAR DERNEĞİ
İZMİR NİKSARLILAR DERNEĞİ
07 Mayıs 2017
Bir “Ulusal Dil” Savaşımcısı: TARIK KONAL
Okuyacağınız yazıyı Tarık Konal'ın "BİZE
ÖZ TÜRKÇE YARAŞIR" kitabına ön söz olarak Emekli Yazın (edebiyat) Öğretmeni
Hami Karslı yazdı.
Bir “Ulusal Dil” Savaşımcısı: TARIK KONAL
Alman düşünürlerinden
Wilhelm Humbolt (1767-1835): “Bir ulusun
gerçek yurdu, onun dilidir. Dil, ulusal dileği belirten güçlü bir varlıktır.
Ulusal dil yok olunca ulusal duygu da çok geçmeden yitirilebilir. ”
diyor.
Doğal olarak “ulusal
duygu” yitirilince, o ulus da yok olur. Osmanlı Devleti’nde ne “Türklük” ne de “Türk Dili bilinci” vardı. Bu nedenle de devletin adı “Türk Devleti” değil, “Osmanlı Devleti” idi. Yayılımcılığın
(emperyalizmin) Osmanlı Devleti’ni parçalayarak yok etmesinin bence en önemli
nedenlerinden biri Osmanlı’da “ulusal duygunun” bulunmamasıydı. Osmanlıca
dediğimiz dil, Orhan Hançerlioğlu’nun tanımıyla “Başta Farsça - Arapça olmak üzere Almanca, Cermence, Bulgarca,
Ermenice, Fransız ca, İbrani ce, İngilizce, S lavca, İspanyolca, İtalyanca, La
tince, Rusça, Yunanca, Türkçe, on altı dilin karışımından oluşmuştur.”
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin kurucusu Büyük Atatürk, bir bireyi olduğu Türk Ulusu’nun, sonsuza
değin yaşayabilmesinin ilk koşulunun “ulusal
duygu” olduğunu, bunu yaratabilmenin koşullarından birinin de “ulusal bir dil” olduğu gerçeğini çok
iyi biliyordu.
Bu nedenle, 2 Eylül
1930’da “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Ulusu, dilini de
yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” ; 17 Şubat 1931’de ise "Türk
demek ‘dil’ demektir. Ulusun çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk Ulusundanım
diyen insan, her şeyden önce, kesinlikle Türkçe konuşmalıdır.” diyerek, Türk olmanın en önemli öğesinin dil
olduğunu vurgulamıştır.
12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün buyruğu
ile kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin ereği “Türk Dilinin öz güzelliği ile
varsıllığını ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır
yüksekliğe eriştirmek” olarak belirlenmişti.
Atatürk, O’nu
sonsuzluğa uğurladığımız güne dek, dilde özleştirme akımının en büyük öncüsü,
dayanakçısı, destekçisi olmuştur.
Bırakıtının (tereke, miras) bir bölümünü, el yazısıyla yazdığı bir kalıtyazıyla (vasiyetnameyle) Türk Dil Kurumu’na bırakan Atatürk’ün
bu buyruğu, bu kurumun 1983’te devletleştirilmesiyle çiğnenmiştir. 1987 yılında, siyasal erki ellerinde
bulunduranların tüm engelleme çabalarına karşın “Dil Derneği” kuruldu.
Dernek, amacını “Türk dilinin özleşmesine, gelişmesine, Dil
Devriminin güçlenmesine katkıda bulunmak, bu konularda uğraş verenler arasında
dayanışma sağlayarak uygar ve barışçı çabalarla bilimsel, yazınsal, ekinsel,
sanatsal etkinliklere ağırlık verip öncülük yapmak ve Atatürk'ün başlattığı Dil
Devrimini sürdürmek” olarak belirlemişti.
Ancak, ülkedeki siyasal güç, Atatürk dönemindekine benzer bir desteği
vermiyordu devrimci dilcilere. Bu nedenle Derneğin çalışmaları beklendiğince,
amaçlanan ölçüde başarışlı olamadı.
***
Ben, elinizde
tuttuğunuz bu yapıtın yazarını kişisel olarak hiç görmedim. Yüz yüze görüşüp,
konuşmadım.
Yolda görsem tanımam.
Boyunu, posunu, saçlarının gözlerinin rengini bilmem. Ama birisi çıkıp da “Bana
Atatürk devrimcisi üç kişinin adını söyle” dese öncelikle onun adını söylerim.
***
Geçtiğimiz yıllarda
bir gün elektronik postama bir “Öz Türkçe
Sözlük” geldi. Sözlükte, dilimize girmiş yabancı sözcüklerin öz Türkçe
karşılıkları vardı.
Hemen “Türkçe ne, öz
Türkçe ne?” dediğinizi duyar gibi olduğum için aradaki farkı anlatayım:
Yeryüzünde yüzde yüz
öz bir dil yoktur. Ama bütün uluslar için özlenen, yüzde yüz o ulusa ait bir
dilin kullanılmasıdır.
2007 yılında Türk Dil
Kurumu Başkanlığına bir yazı ile Güncel Türkçe Sözlük’te kaç sözcüğün
bulunduğunu, bu sözcüklerin kökenlerini sormuştum. Türk Dil Kurumu
Başkanlığından gelen yanıtta, “82511
madde başı sözden 67615 sözün Türkçe, 14896 sözün ise yabancı kökenli”
olduğu yazılıydı.
İşte, Türkçe kökenli
bu sözcüklere “Öz Türkçe”, yabancı
kökenli sözcüklerle karışık olarak kullandığımız dile de “Güncel Türkçe” diyoruz.
Güncel Türkçe
sözlükte Almanca, Arapça, Arnavutça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Fince,
Fransızca, İbranice, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Korece,
Latince, Macarca, Moğolca, Norveççe, Portekizce, Rumca, Rusça, Soğdca, Yunanca
olmak üzere 15000’e yakın sözcüğün bulunduğunu sanırım çoğu kimse
bilmiyordur.
Bana ulaşan çalışmayı iyice
inceledim. Özenle düzenlenmiş, uzun bir uğraşın ürünü olan bu sözlük çok hoşuma
gitti.
Sözlüğü hazırlayan, Tarık Konal adlı bir arkadaştı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Park-Bahçeler Müdürlüğü görevinde (1989-1992)
bulunmuş bir Yüksek Orman Mühendisiydi. O, kamuoyunda, İstanbul’un bir çınar
ağacını kesenlere Türk Belediyecilik Tarihi’nde en yüksek cezayı yazmış bir
çevreci olarak tanınıyordu. Araştırdım, onun Türk Dili konusundaki çalışmaları
da göz ardı edilemeyecek denli içerikliydi.
Ona yanıt vererek
çalışmasını beğendiğimi, onu kutladığımı bildirdim. O gün başlayan dostluğumuz,
birbirimize gönderdiğimiz e-postalarla günümüze değin sürdü; sürüyor.
İlerleyen sürede onun
yalnızca bir öz Türkçe tutkunu olmadığını, bütünüyle Atatürk İlkeleri ile
Devrimlerinin ödün vermeyen bir savunucusu da olduğunu öğrendim.
Türk dilini,
dilbilgisini iyi biliyor, bunları iyi kullanıyordu.
Ulusal basını
izliyor, gördüğü yanlışları, ‘neme gerek’ demeden ilgililere duyuruyor, ünlü
yazarların -Türkçeleri varken- yabancı kökenli sözcük kullanmalarını
kınıyordu.
Eleştirel yazılarını
“Bilge Önder ATATÜRK'ün Dil Devrimini
doğru alımlamış bir öz Türkçe tutkunu” diye imzalıyor; yazılarına
başlamadan önce de, “Öz Türkçe sözcükleri kullanmak, kullanılmasını önermek,
özendirmek, bilge devrimci ATATÜRK'e
olan -ödenmesi olanaksız- borcumuzun hiç değilse bir bölümünü ödemek anlamına
gelir. Duraksamayalım; ödeyelim bu borcu!”
tümcesini kullanıyordu.
Onun, bilgisayarımda
biriktirdiğim yazılarından bir örnek vermek istiyorum:
“Saygın Arkadaşlarım, 3 Temmuz 2008 günü gazetem
Cumhuriyet'te bir düşünçizi (karikatür) yayımlanmıştı. Zafer Temoçin Bey
çizmişti bunu. Belgeliğimden çıkardım, sizlerle bir kez daha paylaşmak istedim.
(Yazının ekinde gönderilen düşünçizide, Anıtkabir’in kapısında bekleyen iki
sivilden biri elindeki telsizle “Bekliyoruz amirim… Çıkar çıkmaz gözaltına
alıcaz!” diyordu. H.K.)
Çok sık rastlanır bir davranış oldu bu. Türk halkı, başı
her dara düşt üğünde, toplanıyor, Anıtkabir'e çıkıyor; yakınıp duruyor.
Yakında, okyanus öte sinden gelecek bir emir gereği onu da tutukladıklarında,
bu toplananların ne yapacağını merak ediyorum.
Gün, ah - vah ederek, yakınarak, bir kurtarıcı beklemek
günü değildir. Bu ulus, karşıdevrime direnmeyi neden a kıl edemez, neden
denemez? Ne Bilge Önderimiz ATATÜRK bir
ke z daha, ne de bir başka ATATÜRK yeniden insanlık tarihine gelecektir...
Bir ATATÜRK daha beklemek boşunadır. Böyle bir beklentiye
gerek de yoktur. Saygıdeğer ulusumuz, artık Mustafa Kemal Paşa ya da TSK
tarafından kurtarılmayı düşlemek yerine, kendi anayasal-yasal haklarını
özümsemeli, şu “ölü toprağı”nı üs tünden atmak için silkinmeli, “ben de varım”
demelidir.
Her
türlü gericiliğe, yazgıcılığa, paranın gücüne, baskıcılığa (faşizme), insanı
ezen bilgisizliğe, ABD - AB'ye, onun yandaşlarına karşı direnmelidir.
Bir
Mustafa Kemal’in bir daha gelmeyecek oluşu, Türk ulusunun her bireyinin bir
Mustafa Kemal olmasına engel değildir...” Böyle yazmıştı
Tarık Konal, düşündeşlerine…
***
Tarık Konal,
düşünce ve eylemiyle bana hep Nurullah
Ataç’ı çağrıştırıyor.
17 Mayıs 1957’de
Ataç’ı kaybettiğimizde ben, öğretmen okulu son sınıf öğrencisiydim. Eleştiri ve
deneme yazılarını beğeniyle okurdum.
Onun, Dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki
olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi
kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulaması, çağdaşı bazı
yazarları kızdırıyor, hatta bazıları ona deli,
kullandığı dile de uydurma dil diyorlardı.
Ataç onlara şöyle
yanıt veriyordu:
“Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini
sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir
silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek
konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız; bizim yaptığımız,
uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halk’a işleyecek, eski Arapça, Farsça
kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.”
“… Ben, öz Türkçe
için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye
çıkardılar. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile
girmemiş birer alıktır, bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de
duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ül kede tek
doğru yolun, akla uygun yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da
onun için o yolu buldum”
***
Bir gün Tarık
Konal’la, sesiletirle (telefonla)
konuşurken, öz Türkçe konusunda yaptığı çalışmaları, neden bir yapıtta
toplamadığını sordum. Bana, kimi arkadaşının aynı soruyu sorduklarını, bu
nedenle de böylesi bir çalışmaya başlayacağı yanıtını verdi.
Sonra da elinizde
tuttuğunuz yapıt ortaya çıktı.
Sevgili Konal, eline, yüreğine sağlık!
Hami Karslı
Emekli
Yazın Öğretmeni
06 Mayıs 2017
OTOSTOPLA DÜNYAYI GEZİYOR
Çoğumuzun hayali dünyayı gezmek, yeni yerler keşfetmek, yeni insanlarla tanışmak, bol bol fotoğraf çekmek; ama para olmadan olmaz diyoruz ve bu bir hayal olmaktan öteye geçemiyor. Konfor alanlarımızdan çıkıp maceralara atılmaktan korkuyoruz. Sıkıcı hayatlarımızın içine hapsolmuş durumdayız. Bu yazımda sizlere beş parası olmadan otostopla dünyayı gezen Endonezyalı Nova Togatorop’tan bahsetmek istiyorum.
Nova hayatı farklı açılardan algılayan “daha azı ile daha çok şey elde etmenin” felsefesini dibine kadar yaşayan korkusuz bir gezgin. Otostopla dünyayı geziyor ve gezdiği yerleri farklı bir bakış açısıyla fotoğraflıyor. Otostopla mı geziyor diye şaşırdığınızı tahmin edebiliyorum. Evet yanlış okumadınız otostopla. Hepimiz küçükken sürekli tanımadığın insanların arabasına binme, kamyon, tır şöförleri çok tehlikelidir korkularıyla büyüdük. Korkularını aşmış bazıları için öğrenme ve keşfetme arzusu parayla elde edilemeyecek kadar değerli, Nova da onlardan biri. Nova için hiç para harcamadan dünyayı gezmek çocukluktan beri hayali. Bu fikir bir kadın olarak kendisini hiçbir zaman korkutmamış.
İlk olarak Hindistan’da fotoğraf çekmeye başlayan Nova daha sonra Alaska’ya oradan da doğup büyüdüğü ülke olan Endenozya’ya geçti. California, Nepal, Vietnam, Kamboçya,Tayland derken Türkiye’ye de ulaşan Nova İstanbu’dan Şanlıurfaya kadar ülkemizi yansıtan birbirinden güzel fotoğraflar çekti.
Seyahate çıkarken önceliği vizesiz gidebileceği ülkelere veriyor ve Türkiye’nin bu seçenekler arasında hem fotoğraf hem de kültür açısından en iyilerinden biri olduğunu düşünüyor.
Nova fotoğraflarında tarihi ve turistik yerlerin yerine, insanların yaşam alanlarını fotoğraflamayı seviyor. İnsanların yaşama biçimlerinin çeşitliliği Nova’yı çok etkiliyor.
Dünyayı otostopla gezmeye ömrünün yettiğince devam edeceğini söyleyen Nova’nın en büyük hedefi Şili’den Antartika’ya otostopla seyahat etmek. Ne diyelim şaşkınlıkla ve hayranlıkla hatta imrenerek seni takip ediyor olacağız Nova Togatorop…
Kaynak: İLKNUR TÜZÜN - Fotoluyorum..
05 Mayıs 2017
KIRIK PENCEREDEN YANSIYAN SANAT
“Her şey kırık pencereden dışarı bakmakla başladı” diyen Ressam
Tülin DEMİR, sanat tarzıyla fark yarattığı resim çalışmalarını 1 Mayıs 2017 tarihinde
açılışını yaptığı Gözde Sanat Galerisindeki sergisinde sanatseverlerin
beğenisine sunuyor.
Birçok kişisel ve karma resim sergisine katılan Tülin
DEMİR 1957 yılında Niksar’da doğdu. 1977’de
19 Mayıs Üniversitesi Resim Bölümünden mezun oldu. 1986 yılında Gazi
Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Lisans tamamladı. Halen TED Ankara Kolejinde
Resim Öğretmeni olarak görev yapıyor. Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar
Derneği (BRHD) ve “Sanat Eğitimcileri Derneği” üyesi olan sanatçı sergilerinin
yanı sıra çeşitli kuruluşların düzenlediği sanat etkinliklerinde yer aldı.
Resimlerindeki geometrik kırılmaların derin öyküsünü tanımlayan
Tülin DEMİR; “Hayat da böyle değil mi? Her kırılmanın oluşturduğu belli belirsiz
çizgiler ve bu çizgilerden oluşan bir bütün. Bu bütünün toplamı ise hayatın ta
kendisi ..” diyor.
Geometrik kırılmalardan yansıyan güzellikleri renk, desen
ve emekle anlamlandıran Ressam DEMİR çalışma sürecini heyecan ve coşku dolu bir
yolculuğa benzetiyor.
Tülin DEMİR resimleri 21 Mayıs 2017 tarihine kadar Gözde
Sanat Galerisinde görülebilir.
TÜLİN DEMİR Resim Sergisi
---------------------------------
GÖZDE SANAT GALERİSİ
(Pazartesi dışında 11.00-19.00
saatlerinde
açıktır.)
açıktır.)
Portakal
Çiçeği Vadisi,
Kuzgun
Sokak 74/A
Aşağı
Ayrancı - ANKARA
04 Mayıs 2017
ÇUHA ÇİÇEĞİ YAYLALARI SÜSLEDİ
NİDOST 2017 İlkbahar-Yaz etkinlikleri sürüyor..
Niksarlı doğa tutkunları rengârenk çuha çiçekleriyle
süslenmiş Avdiley ve Gürgenoba yaylasının konukları oldu.
Niksar’a 20 km uzaklıktaki Avdiley yaylası ile Gürgenoba
yaylası arasında 8 km’lik doğal yürüyüş parkurunda “Çuha Çiçeği Zamanı Temalı
Trekking Etkinliği”düzenlendi. NİDOST (Niksar Doğa Sporları ve Turizm Derneği)
yönetim kurulu başkanı İlker Melikoğlu önderliğinde planlanan doğa yürüyüşü 30
Nisan 2017 tarihinde saat:08.30’da dernek binasının önünde başladı.
Yürüyüş öncesi açıklama yapan Nidost başkanı Melikoğlu; “Dernek olarak her ay çeşitli etkinlikler
yapıyoruz. İklim koşullarının uygun olması ve ısının yükselmesiyle, özellikle
yayla çiçeklerinin çokça bulunduğu rotalarda yürüyüşler yapıyoruz. Amacımız;
hem yürüyüş yapmak hem de bulunduğumuz bölgedeki doğal yaşama tanıklık
etmektir. Şimdilerde gezilesi görülesi yerlerin başında çuha çiçeğinin bol
olduğu yaylalarımız geliyor. O nedenle bu etkinliğimizin adını Çuha Çiçeği
Zamanı Temalı Trekking Etkinliği koyduk” dedi.
Avdiley yaylasına ulaşımı sağlanan Nidost üyelerini binlerce
rengârenk çuha çiçeği karşıladı. Yürüyüşlerde çektikleri doğa fotoğraflarıyla tanınan
Nidost’un kurucu üyeleri Zeki Balcı ve Duran Kaya hiç yanlarından ayırmadıkları
fotoğraf makineleriyle doğal güzellikleri görüntülemenin tadını çıkardılar.
Şelale, pınar ve çeşitli su kaynaklarındaki molalarda dinlenen doğaseverler
öğlen verilen yemek molasının ardından yürüyüşlerini güzelim çuha çiçekleri
eşliğinde sürdürdüler.
Saatler 17.30’u gösterirken yürüyüşten dönenler yorgun
ama mutlu görünüyorlardı. Dudaklarında gülümseme, burunlarında hâlâ
yitirilmemiş yayla havası ve belleklerini süsleyen irili ufaklı güzel çuha
çiçekleri vardı.
Ne dersiniz, haftaya Çuha çiçeğine doymaya var
mısınız?
Fotoğraflar: ZEKİ BALCI
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)