afrika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
afrika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2017

UZAKTAKİ YAKIN: TUNUS


Akdenizle Çöl Rüzgarlarının Harmanlandığı Yer: TUNUS



Son zamanlardaki “Arap Baharı” diye adlandırılan demokratik hareketlerle adından çok söz edilen Tunus’a yolum düştü. Gitmeden önce birçok arkadaşım bölgedeki olaylar nedeniyle "güvenli bir ülke" olmadığı noktasında uyardılar. Uyarılar beni durdurmaya yetmedi. Tunus'u kendim görmek ve deneyimlemek istedim. Bundan önce de bazı ülkelere ziyaretim olduğunda, aynı uyarılarla karşılaşmıştım. Bunların medyada yayınlanan bazı haberlerin tek taraflı ve yanlış değerlendirmeleri olduğunu da o ülkeleri gezdiğimde anladım.
Tunus’a gidip gördüğümde de ne kadar haklı olduğum bir kere daha ortaya çıktı. Tunus, son derece sakin, güvenli ve gidip görülecek bir ülke. Gerçekten orada hem sonbaharı hem de "Arap baharı"nı birlikte yaşadım. Türkleri de çok seviyorlar. Özellikle Türk olmanız, ayrıcalıklı olmanız demek. Zaten Türklere "kardeş" diye hitap ediyorlar.

Tunus, her şeyden önce bir Akdeniz ülkesi. Akdeniz’in o büyülü havasını burada da hissediyorum. Tunus’un en büyük özelliklerinden birisi de beyaz badanalı, mavi kapı ve pencereli, çatısız evleri. Bunlara o güzelim işlemeli kapılar da eklendiğinde göze hoş gelen bir görüntü ortaya çıkıyor.

Şu bir gerçek ki, Akdeniz’de denize girmek, nefis deniz ürünlerini tatmak başlıbaşına bir keyif.  Işıl masmavi bir deniz, upuzun kumsallar, sahil boyunca uzanan denize sıfır lüks oteller, tarih, kültür, misafirperver bir halk ve çok daha fazlası var Tunus'da...
Sahip olduğu eşsiz değerlere bugüne kadar sahip olmadığı demokrasiyi ekleyerek kendisine yeni bir gelecek oluşturma çabaları içerisinde olan Tunus’u yerinde tanımak, güzel insanları ile birlikte, güvenlik içerisinde bir müddet beraber olmak için; Tunus, gezi listesinin şimdiden başına konulacak bir ülke olmayı hak ediyor.

Uçağımız "Tunus" adı ile anılan başkentine gece geç saatlerde indiğinden hemen odama dinlenmeye çıkıyorum. Güzel bir uyku ve enerji veren güçlü bir sabah kahvaltısının ardından ilk önce başkenti keşfetmeye başlıyorum. Otelden adımımı dışarıya attığım anda kendimi bu güzel ülkenin cazibesine kapıldım diyebilirim. Tunus'da geçirdiğim bir hafta rüya gibiydi. Rüya aleminden aklımda kalanları sizlere aktarmaya çalışacağım. Tabii ki her gezdiğim yeri ve gördüklerimi sizlere burada anlatmak mümkün değil. Daha ziyade beğeneceğinizi umduklarımın bazılarını aktaracağım. Tunus hakkında daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız, yalnızca gitmenizi öneririm. Öğrenmenin en güzel yolu bu.

Kentin en önemli ana caddesi Habib Burgiba. Gündüzleri çalışma hayatının hareketli kalabalığına, akşam saatlerinde ise iki taraflı kafelerinde nargilelerini tüttürürken, sıcak çaylarını içen insanların sakinliğine sahip. 


Başkentin önemli bir yeri olan bu bulvarın her iki ucundaki 7 Kasım ile Bağımsızlık meydanları, bu bulvara ifade ettikleri ile bir farklılık katıyorlar.

ESKİ KENT EL MEDİNE

Tunus’un geleneksel el sanatlarının tezgahlarda sergilendiği “suk” denilen inişli çıkışlı, labirent gibi sokaklarında yürümek geçmişe yapılan bir yolculuk gibi. Zaman, sanki burada durmuş. Bir turistin gittiği yerde görmeyi hayal ettiği yerlerden birisi bu suklar.

Kapalı çarşı, Osmanlı mimarisinin güzel ve alışılmış örneklerinden birisi. Dışarıdaki sıcak ve rutubetli havadan sonra, buradaki serin hava iyi geliyor. Cana yakın satıcıları, kendine özgü rengarenk vitrinleri ile çarşının sonuna ulaştığımda dikkati çeken eser, her yerden görülen kare biçimli minaresiyle Kuzey Afrika’nın en büyük camilerinden birisi olan "Zeytin Camisi"

İnşasına 732 yılında başlanan, 13 asırlık geçmişi ile 5 bin metrekareye kurulmuş muhteşem bir tarihi eser. Camide dikkatimi çeken, klasik geleneksel kıyafetleri ile dolaşan; içeride ve avluda uyuyan Tunuslular. Daha da önemlisi Kartaca antik kentinden getirilerek caminin inşaatında kullanılmış 160 sütun.



Başkent’te çok sayıda Osmanlıdan kalma tarihi eser var. Hatta şunu söyleyebilirim ki en güzel eserler Osmanlı eserleri ve hala kullanılıyorlar. Hükümet meydanında hastane dahil devlet tarafından kullanılan bir çok bina Osmanlılardan kalma. Hepsi tek tek görülmeye değer.

KARTACA VE HANNİBAL

Gebze’ye gittiğimde mezarını saygı ile ziyaret ettiğim tarihin en büyük politikacı ve askerlerinden olan Hannibal’in memleketi Tunus. Başkent yakınlarında harabeleri bulunan Kartaca, bir zamanlar Hannibal ile Roma İmparatorluğu’na zor zamanlar yaşatmış ve çok uğraştırmış. Hannibal, 30 kadar savaş fili ve yaklaşık 30 bin askeriyle müthiş zorluklarla dolu, inanılmaz bir yol kat ederek; İber Yarımadası, Pireneler ve Alpler'i aşıp, kuzey İtalya'ya girer ve önemli çarpışmalarda Roma ordusunu bozguna uğratır. Roma’ya kadar gelen Hannibal, Roma’yı yıkmaz. Daha sonra Romalılar toparlanıp Kartaca'ya saldırır, Hannibal’ı yener ve Kartaca’yı yıkarlar. Onun Romalılara yapmadığını; Romalılar Kartaca’ya yapar. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde olan Kartaca, Başkent’e çok yakın.


SİDİ BOU SAİD

Akdeniz’in mavi rengi ile dalgalarının köpüklerinin beyaz renginin karada yansıması ve yasemin kokulu Sidi Bou Said. İnsana huzur veren bir yer. Birbirine yakın, gölgelerinin üst üste geldiği beyaz badanalı evlerinin, mavi kapı ve pencereleri ile verdiği sakin görüntüsü insanı dinlendiriyor.



Tarihte önemli bir yer tutmuş ve Roma İmparatorluğu’na zor anlar yaşatmış Kartaca sahilllerinde yer alan, küçük ama çok şirin kasaba. İsterseniz Akdeniz’e bakan lokanta ve kafelerinde, isterseniz dar sokaklarının kesiştiği köşe başındaki gölgeli ve serin kafelerde bir bardak Akdeniz’in havası ile tatlandırılmış çayınızı içerken yorgunluğunuzu atabilirsiniz.


Hediyelik eşya dükkanlarındaki çeşitlilik ve renkliliğin bu şirin kasabaya kattığı canlılığın cazibesinden kurtulmaya çalışmayın. Bırakın kendinizi, baş döndürücü yasemin kokularını soluyarak Sidi Bou Said’in insanı rahatlatan güzelliğinde ve dar sokaklarında kaybolun, güzelliklerin tadını çıkarın. Emin olun Akdeniz, Sidi Bou Said’de bir başka güzel.

























AMFİTİYATRO-EL JEM

Roma İmparatorluğu’nun ihtişamının bugüne kadar gelmiş büyük bir göstergesi olan amfitiyatro, küçük bir kasaba olan El Jem’de bulunuyor. Bu küçük kasabaya girildiğinde insan, böyle muazzam bir tarihi eserle karşılaşacağını hiç ümit etmiyor. Evet amfitiyatroyu görmeye geldim, ama insanı gördüğünde büyüklüğü ve heybeti ile bu kadar şaşırtan bir eser beklemiyordum.

Yapılışı 3. yüzyıla kadar giden, gerçekten son derece iyi korunmuş bir eser bu. Benzeri Roma’daki Colosseum’dan daha küçük olan bu tiyatro, 35.000 kişi alan seyirci kapasitesi ile insanı kendine çekiyor. Seyirci yerlerine oturup döğüşlerin yapıldığı arenaya baktığınızda kendimi bir anda gladyatörlerin birbirleri ile yaptığı kanlı döğüşlerini izler buluyorum. Kılıç ve mızrak şakırtılarını, seyircilerin coşku dolu bağırmalarını duyabiliyorum. Bir kapının açılıp kana susamış arslanların alana doğru koştuğunu görebiliyorum.

KAIROUAN

Kairoun, 670 yılında Hz. Muhammed’in sahabelerinden Ukbe Bin Nafi tarafından kurulmuş, dünyanın dördüncü Müslüman merkezlerinden birisi olması nedeni ile Müslümanlar tarafından özel bir öneme sahip Kuzey Afrika’nın ilk kutsal şehri. Şehirde sahabe ve evliyaların türbeleri, camiler ile her yıl Hz. Muhammed’in doğumunun kutlandığı Ulu Cami bulunmakta.



688 yılında yapımına başlanan ve Kuzey Afrika’nın en büyük ibadet yerlerinden biri olan Kairounan Cami, yüksek duvarlarla çevrili geniş avlusu, güneş saati, Roma ve Bizans döneminden kalma 365 adet sütun üzerinde duran tavanı, dış avludaki sütun ve kapılardaki işçiliği ile insanı büyülüyor. 


İlk bakışta kapılarındaki işçiliğin aynı olduğunu zannediyoruz. Dikkatli baktığımızda caminin kapılarındaki işçiliğinin, tamamen farklı olduğunu görebiliyoruz ki bu da camiyi diğerlerinden farklı kılan bir özellik. Ancak bana göre en büyük özellik, caminin dışındaki Sahabe mezarları. Araplarda mezar adeti olmaması nedeni ile bu mezarlar beyaz güzellikleri ile Tunus’a çok büyük değer katıyorlar.


Burada görülecek en güzel eserlerden birisi olan Hz. Muhammed’in berberi Abi Zamaa El- Balavi’nin türbesi, Endülüs ve Türk izlerini taşımakta.


TUNUS NASIL BİR ÜLKE? 

*Tunus; 3000 yıllık tarihi ile dünyada önemli bir yer işgal etmiş, Akdeniz Medeniyeti’nin önemli merkezlerinden birisi.
*Kartaca, Roma, Bizans, Arap, Osmanlı ve Tunus medeniyetlerinin güzel örneklerini sergileyen çok önemli bir müze niteliğinde bir ülke.
*Kültür ve tarihi değerlerinin yanında uzun kumsalları, deniz ve güneşi ile Akdeniz’in güzelliklerinin yaşanacağı bir ülke.
*Güneyden sapsarı sahra çöllerinin sıcak havasının Akdeniz’e geldiğinde serinlediği, Afrika ruhunun Akdeniz ritmine ulaştığı ışıl ışıl bir ülke. 

*İnsanlarının sevimli, misafirperver olduğu, güvenli bir ülke.
*Demokrasiyi kabul etmiş ve bunu geliştirmek için her türlü çabayı gösteren, bu konuda samimi ve içten önerilere açık bir ülke.
Tunus’daki en önemli turizm faaliyetlerinden birisi de, çöl turizmi. Bunun için çok iyi organize olduklarını söylüyorlar. Eylül ayında gittiğim için bu fırsatı iklimin müsait olmaması nedeniyle kaçırdım. Çöl bu aylarda hala çok sıcak olduğundan, kasım dahil kış aylarında bu faaliyetleri programa dahil ediyorlarmış. Sırf bu nedenle Tunus’a bir kere daha gidilebilir diye düşünüyorum. 

Tunus mutfağı çok geniş değil. Değişik tatlar yok. Ancak "Tacin" denilen özel kaplarda hazırlanmış bulgur yemeği çok lezzetli ve farklı bir yere konulmalı. Bunu tavuklu, etli, balıklı ve sebzeli yapıyorlar. Hepsi son derece güzel ve farklı lezzette. Tunus’a gidildiğinde muhakkak yenilmesi gereken yiyeceklerin başında geliyor.




Sözün kısası Tunus; güvenli, gidilecek, görülecek ve yaşanacak bir ülke. 

Kaynak: OLAY SALCAN - LEYLEĞİN GÜNCESİ


09 Haziran 2017

BÜYÜK KIRMIZI ADA


Milyonlarca yıl önce Afrika anakarasından ayrıldığı söylenen Madagaskar, dünyanın dördüncü büyük adası. Başkenti Antavarino. “Büyük kırmızı ada” anlamına geliyor. 




Burada yaşayan insanlara Malgaş deniyor. Bu nedenle adanın bilinen diğer adı ise Malgaş Cumhuriyeti. Konuştukları dile de Malgaş deniliyor. Malgaş dili, Endonezya dillerini andırıyor. 

Buraya ilk olarak yerleşenlerin Endonezyalı ve Malezyalılar olduğu düşünülüyor. Haliyle Endonezya Malezya karışımı bir ırk. Bu ırka verilen isim ise “Marina”. Marina yüksek bir ırk. Madagaskar’da da kast sistemi mevcut. Ama son yıllarda biraz yumuşamış. 




Diğer ırk ise, “Bestineo”. Arica, Endonezya, Malezya ve Arap karışımına Betsineo ırkı deniliyor. Burada yüksek ırk, alçak ırkla evlenebiliyor. 

Ortalama yaşam süreleri 55 yıl. 



Günlük yaşamı belirleyen inanç şekline “fady” deniliyor. “Tabu” anlamına geliyor ve farklı gruplara ayrılıyor. Evdeki iki kapıdan sadece birinin kullanılması, diğerini sadece ölen kişiyi evden dışarı çıkartmak için kullanılması, aile büyüklerinin dediği herşeyin koşulsuz kabul edilip uygulanması bunlardan sadece bazıları. Bu fady’lere kesinlikle ters düşmüyorlar ve hayatlarını bunlara göre şekillendiriyorlar. Ailenin ölmüş büyüklerinin yaşayanlar üzerindeki etkisine “Razana” deniyor. Ülkenin güney kısmı bu fady’lere kuzeyine göre daha bağlı. 

Fady’ye uygun olacak şekilde gerçekleştirilen bir Sünnet etme gelenekleri var, buna da “Sambatra” deniliyor. Sünnet ancak Cuma ile başlayan yıllarda yapılıyor. Eğer uzun seneler Cuma ile başlamazsa Çarşamba ile başlayan yıllarda da yapılabiliyor. Ancak sünnet öyle yarım saatte falan bitmiyor, tam tamına 1 hafta süren törenler ile yapılıyor. Daha öncelerde ise 1 ay sürüyormuş. Bir de Ölüleri mezardan çıkartma törenleri var. 



Madagaskar uçsuz bucaksız pirinç tarlalarına sahip. Her öğünlerinde mutlaka pirinç yer alıyor. Pirinçsiz yoksa sofrada onu yemekten saymıyorlar. Pilavı da yağsız, tuzsuz lapa gibi pişiriyorlar. Madagaskar’daki inek ve öküzlere “Zebu” deniyor. Zebu’ların nüfusu insan nüfusundan çok bu adada. Zebu bir zenginlik ölçütü olarak kullanılıyor aynı zamanda. 

Fransa, Almanya, Amerika ve Çin, Madagaskar’a siyasi ve ekonomik yaptırım uyguluyor. 

Toplam nüfusun %80’i Hristiyan. Burada yaşayan müslümanların siyasi ve ekonomik durumu çok kötü. İslam bu adaya 11.yy’da geliyor. Bu nedenle bazı gelenek ve görenekler benzeşiyor. Takvimleri kameri aylar. Aylar arapça yazılıyor. 

Bu adada yaşayan canlıların %95’i endemik, dünyanın başka bir yerinde görmeniz mümkün değil. 

35 türü olan Lemurlar da bu adaya özgü olan hayvanlardan. En küçükleri 25cm’den başlıyor. Çok büyüklerine ise “indiri” adı veriliyor. Siyah lemurlar su içerken, beyaz lemurlar içmiyor. Ancak siyahlar içtikten sonra içiyorlar. En çok bambu filizi yiyorlar. Soyları tükenmesin diye ‘Lemur’lar koruma altına alınmış. 




“Aye aye” dedikleri kedi büyüklüğünde sincaplar da sadece bu adaya özgü. Bir de ışık saçan kaplumbağalar (Geochelone radiata) çok değişik. Kahverengi kabuklarının üstünde geometrik sarı şekiller var ve çölde yaşayıp, kaktüsle besleniyorlar. 

Faunası da çok zengin. Burada yetişen madagaskar menekşesi kan kanseri için çok etkiliymiş. Ada halkı için Boabab ağaçlarının özel bir anlamı var. “çok tohumlu meyve” anlamına gelen bu ağaçların ömrü 2.000 ila 5.000 sene arasında değişiyor. Bu ağaçlara, şişe ağaçları veya tepetaklak ağaçları da deniyor. En önemli özellikleri ile ateşe karşı dayanıklı olmaları. Bu nedenle pirinç ekimi için arazi açmak istendiğinde ormanlar yakıldığı zaman sadece bu ağaçlar ayakta kalıyormuş.


MADAGASKAR’IN UNUTULMAYACAKLARI 

Fakirlik ve sefalet, kadın ve çocukların elleri ile taş kırması. Yılang yılang ağaçları, ince derme çatma kanolar, sazlardan yapılmış çok bakımsız evler. Kızların yüzündeki motifli boyalar, çeşit çeşit masa örtüleri. Lemur, indiri, bulunduğu zeminin rengini alan iguanalar, aye aye, kırmızı kola ağacı, vanilya ağacı, kırmızı kurbağa, devasa ölçülerdeki banyan ağacı, Zebu, Fady. 

KAYNAK: Gezimanya.com - Hüseyin Yılmaz



TOKATLI  HANIMLARA MÜJDEMİZ VAR..
BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ PEK YAKINDA TOKAT'TA..

08 Şubat 2017

TURİZM: FAS

El Magrip Ülkesi: FAS

Tüm dünyanın “Morocco” dediği, ancak Türklerin “Fas” diye adlandırdığı en batıdaki yer” anlamına gelen El-Magrip ülkesi Fas, dünyanın şanslı ülkelerinden birisi. Akdeniz’den gelen sıcak ve romantik, Atlas Okyanusu’ndan gelen sıcak ama rutubetli havayı solumak insanda farklı duygular yaratıyor. Akdeniz havasını biliyoruz fakat Atlas Okyanusu havası bize biraz değişik geliyor.


Bir taraftan Akdeniz ve diğer taraftan da okyanus ülkesi olmasının insanlar üzerindeki olumlu etkisini hemen hissedebiliyorsunuz Fas’ta… Halkı genel olarak sevecen, güler yüzlü ve yardımsever. Çölün getirdiği yüzlerdeki sert ifade yanıltmamalı. Öyle ki ne zaman yerel halktan birine bir adres sorsak, çok ilgilendiler. Hatta sorduğumuz adrese kadar bize eşlik edenler bile oldu.




















Kıyafetler dikkati çekecek kadar farklı. Giyside siyah renk çok yaygın. Siyah, bizim bildiğimizin aksine matemi değil, asaleti simgeliyor.


Ülke nüfusu Arap ve Berberiler’den oluşuyor. Genelde mavi pelerin ve sarıkla, yüzleri kapalı olarak dolaşan Sahra’nın sertliği yüzlerindeki çizgilere vurmuş Touaregler, çevreye otantik bir hava veriyor.


Erkek ve kadınlar arasında hiçbir ülkede olmayan “cilbab” veya “cellabe” diye adlandırdıkları geleneksel elbise çok yaygın. Elbiselerinin üzerine, bir üst elbise ya da iç giysileri ile birlikte tek olarak giyilebilen bu geleneksel kıyafetlerin her rengini bulmak mümkün. Daha ziyade pamuklu kumaşlar tercih edilerek yapılıyor.


Özellikle erkekler bunların kukuletalarını takarak geziniyorlar. Bu da hoş ve gizemli bir hava veriyor. Geleneksel kıyafetlerin yanı sıra son derece modern giysilerle gezenler de yok değil.

Fas, fotoğraf meraklıları için bir cennet. Saraylar, camiler, meydanlar, surlar, kaleler ve insanlar… Fotoğraf meraklılarına küçük bir hatırlatma yapayım, insanlar fotoğraflarının bedava çekilmesinden hiç hoşlanmıyorlar.


 Müslüman olmayanlar camilere giremiyorlar. Dolayısıyla camilerin içindeki olağanüstü işlemeleri göremiyorlar ne yazık ki... Seramik, alçı ve ağaç kullanılarak yapılan mozaikleri Fas'taki tüm saraylar ve kutsal mekanlarda görmek mümkün.




Özellikle seramikleri, büyük keskin bir çekiçle tek tek kırmak ve yine bu çekiçle şekil vermek beceri isteyen bir iş. Zarak Dağı’ndan getirilen killerle, adına “zellij” denen sanatı yapan bir atölyeyi ziyaret ettiğimizde gördüklerimizi hayranlıkla izledik. 

Fas’da baharatlı yemekleri hiç yadırgamadık. Özellikle “Tajin” denen ve toprak özel çömleklerde pişirilen yemekleri çok lezzetli. Bizim güvece benziyor. Tajin, Fas’ın sembolu olmuş adeta. Tajin iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm altta yuvarlak bir tepsi, ikinci bölüm ise tepsi üstünde koni şeklinde bir kapak.

Pişecek et ve sebze bu alttaki tepsiye konuyor ve koni şeklindeki kapak kapatılarak fırına veriliyor. Piştikten sonra bu şekilde masaya servis ediliyor. Dana eti, tavuk eti, köfte, balık, sebze vs. gibi birçok çeşidi var. Ben, kayısılı olanları çok sevdim. Fas’ın üç milli yemeği var. Tajin, kuskus ve salyangoz. Salyongoz satan dükkanlarla dolu her yer.


Kuskus, bizim bildiğimiz kuskus gibi değil. İnce irmikten hazırlanan bir çeşit pilav. Hurma ve portakalları çok lezzetli. Tatlılar, badem ezmesi ağırlıklı yapılıyor. “Briwat” adını verdikleri tatlıları; yufka, badem, tavuk eti ve pudra şekerinden yapılıyor.

Siyah çay yerine yalnızca erkeklerin hazırladıkları nane çayı içiyorlar. Dilimize giren “Nanemolla” deyimi belki buradan geliyor. Fas’da lezzetin doruğa çıktığı yiyeceklerden birisi de zeytin. Bizde de zeytin var ama buradakinin tadı başka. Zeytin satan dükkanların vitrinleri de çok hoş. Özenerek yapılmış. Komşunun tavuğu, komşuya kaz mı görünüyor acaba? J


Fas’da ilk durağımız Kasablanka... Meşhur Hollywood yapımı “Kasablanka” filmine adını veren ama hiç bir sahnesi Kasablanka’da çekilmeyen ve bu filmden dolayı ünlü şehir. Kasablanka oldukça modern bir kent fakat gezginlerin çok ilgisini çekeceğini düşünmüyorum. Habus Pazarı ve II. Hasan Camii dışında görülecek çok fazla bir yer yok. Hasan Camii; doldurulan Atlas Okyanus kıyısında 20. yüzyılda kurulmuş, 210 metre yüksekliğindeki minaresi ile çok büyük bir cami. 25 bin kişinin ibadet edebileceği cami dünyanın en büyük camilerinden biri kabul ediliyor.



Kasablanka’daki yarım günlük bir konaklamadan sonra otobüsle Fas’ın başkenti Rabat’a geliyoruz. Rabat’ta Kasbah Oudayas Kalesi'ni geziyoruz. Nehrin kenarında ve Kazablanka’dan gelişte şehrin girişinde olan bu kalenin içi oldukça ilginç. Binalar mavi ve beyaza boyanmış.


Değişik bir hava yaratılmaya çalışılmış. Ama benim dikkatimi çeken, kapılar oluyor. Hepsi birer sanat şaheseri. Fas’da kapılar ayrı bir kültür hazinesi. Dikkatle incelemeye değerler. Kale içerisinde bir çok kapı var. Ancak hepsi farklı.

Bir sonraki durağımız "Mechouar Kraliyet Sarayı" Kraliyet sarayının yalnızca bahçesini, camisini, dışarıdan kapı ve binalarını görebiliyoruz. İçerisini gezmeye izin vermedikleri için görme imkanımız olmuyor. Fazla vakit geçirmeden V. Muhammed Türbesi ile Hasan Kulesi'ni görmeye gidiyoruz. Kule ve türbe aynı yerde konuşlandırılmış. İkisinin arasında betondan yapılmış bir alan ve sütunlar var.


Burada herkesin dikkatini çeken, kapılardaki geleneksel kıyafetleri ile atlı nöbetçiler. Bol bol fotoğraf çekiyoruz.

Meknes’de görülmeye değer en güzel yer, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki, Fas’ın en güzel şehir kapısı olan Bab Mansour. Kapı üzerindeki işlemeler muhteşem. İnsan bu kapıdan gözünü ayıramıyor. 











Fes, Fas ve Faslılar için çok önemli şehir. Fas’da Fesli olmak ayrıcalık. Eski şehirin bulunduğu Medina'dan gezmeye başladık Fes'i... Etrafı surlarla çevrili olan Mediya'ya  birçok kapıdan giriliyor. Bu kapılardan hangisinden girerseniz girin, kendinizi bambaşka bir dünyanın içerisinde buluyorsunuz.

Bazen bir insanın dahi zorlukla yürüyebileceği, birbirine çok benzeyen sokaklar, rengarenk dükkanlar, koşuşturan, alışveriş yapan, malını satmaya çalışan, eşya nakli yapanlar ile yaşayan bir Medina. Burası sizin hayalinizden bile geçiremeyeceğiniz kadar farklı, bildiğimiz canlı bir alışveriş merkezi değil.

Burası sanki ortaçağda, zamanın durduğu bir şehir merkezi. Ama herşeyiyle ortaçağ. Satıcılar, kalaycılar, bakırcılar, el işleri, aklınıza ne gelirse herşey o günkü gibi. İnsanların kıyafetlerinde o günden değişen fazla birşey yok. Sanki ortaçağı canlandırmak için inşa edilmiş bir film seti. Çarşıda gördüğünüz her dükkanda yüzyıllar öncesinden kalmış bir hayatı birden bire göreceksiniz hissine kapılıyorsunuz.

Bambaşka büyülü bir dünya... Binlerce küçük küçük dükkan. Bu dükkanların başında ise, özel ve formülü gizli iksirleri ile her derde deva ilaçları üreten baharatçılar geliyor. Tamamen bitkisel özel karışımlar ile hazırlanan solüsyonları, bitkisel terapi losyonları, masaj yağlarını bu dükkanlarda bulmanız mümkün. Bunların bir kısmının Sağlık Bakanlığı’na bağlı olarak çalıştığını öğreniyoruz. Dükkanların içi bir renk cümbüşü. 




Deri işçiliğinin de, Fes’de ayrı bir yeri var. Fas’ın en ünlü tabakanesi Medina’da. Tabakaneyi gezip derilerin nasıl tabaklanıp boyandığını görebiliyoruz. Deri kokusu insanı rahatsız edecek boyutlarda. Ancak bununda pratik bir çaresini bulmuşlar. Kapıdan girerken herkese bir dal nane veriyorlar. Naneyi koklayınca da alışveriş iştahınız hiç eksilmiyor. Görüyorsunuz nane, her derde deva. İlk İslam üniversitesi de burada. Burada herşey var. Küçük bir hatırlatma, Fas’da pazarlık etmeden alış veriş yapmayın. 


Bu kadar dar yollarda taşımacılık, yalnızca at, eşek ve katır sırtında yapılıyor. Yolda yürüyenlere hayvanların çarpma olasılığını engellemek için “belek” yani “dikkat” diye sesleniyor sürücüleri... Bu sesi duyduğunuzda geri dönüp bakmak yok! Hemen duvara yapışacaksınız. Kafanızı çevirdiğinizde at ya da eşeğin kafası ile karşı karşıyasınız. İlk başlarda hepimiz birkaç darbe alıyoruz, ama neyseki önemli birşey olmuyor. Sonra da alışıyoruz. 




Ertesi gün, kahvaltıyı takiben Fes’den ayrılıp Marakeş’e doğru hareket ediyoruz. Onbir saat gibi uzun bir yolculuktan sonra akşam saatlerinde Marakeş’e ulaşıyoruz.

Yorgunuz, ancak bizi kimse durduramaz. Yemekten sonra Jmaa El Fna Meydanı’na (Kıyamet Meydanı) gidiyoruz. Burası Marakeş’in kalbi ve tüm turistler orada. Meydanın ortasında maymun, akrep ve yılan oynatanlar, saz çalıp şarkı söyleyenler, fal bakanlar, hikaye anlatanlar, her derde deva bitkisel ilaç ve büyü satanlar, yöresel danslarını yapanlar, erkek dansözler... Görülmeye değer bir çeşitlilik, renklilik...


Fas kültürünün örneklerini burada görmek ve onların arasına karışarak yaşamak fırsatını buluyoruz. Fotoğraf çekmek için bundan güzel bir fırsat olamaz fakat hemen para da istiyorlar. Her zaman yanınızda bozuk para bulundurmanızda fayda var. 


Meydanın etrafına hediyelik eşya, kilim ve halı satanlar ile seyyar lokantalar yerleşmiş. Bu seyyar lokantalar, gece geç saatte toplanıyor ve meydanı boşaltıyorlar. Ertesi gün akşam saatlerinde gelip tekrar kuruyorlar. Kebap, biftek, köfte vs. ne isterseniz var. Yiyeceğimizi orada seçiyoruz. Gözümüzün önünde pişiriyorlarlar ve güle oynaya yiyoruz. Tabii duman ve kokular altında... 



Meydanın kuzey çıkışından Suk’a (çarşı) giriyorsunuz. Bu, Fes’de de gördüğümüz gibi dar ve kıvrımlı sokakları ve küçük binlerce dükkanı ile alışveriş merkezi. Suk’un dar sokaklarının serin havası iyi geliyor. Birkaç defa yolumuzu şaşırıyoruz. Ama olsun. Sorarken insanlarla dost oluyoruz. Bize nane çayı ikram ediyorlar. 




Marakeş kızıl bir şehir. Tüm binalar kızıl renkte. Bu nedenle bu şehirde güneşin batışı ve bunun kızıllığı hiç bitmiyormuş havasına kapılıyoruz. Ancak gün içinde tonları değişiyor. Şehir oldukça da modern. Koutobia Cami ve özellikle minaresi, Marakeş’in sembolü olmuş. 


Marakeş’ten sonra Atlas Okyanusu kıyısındaki tatil beldesi Assaouira’ya doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca ağaçlara çıkmış, tepelerinde bu ağaçların meyvelerini yiyen bir çok keçi görüyoruz. Bu ağaçlar, dünyada yalnızca Fas’ın güney batısında yetişen “argan ağacı" Keçiler bunların meyvelerinin etli kısımlarını yiyorlar ve çekirdeğini atıyorlar. İnsanlar da bu çekirdekleri topluyor ve yağını çıkarıyorlar. Kozmetik ve eczacılık alanlarında kullanılıyor.



Assaouira, şirin bir tatil şehri. Köknar ağaçlarından yapılan ağaç el işleri çok meşhur. Binaları beyaz ve mavi renge boyanmış. Hatta balıkçı kayıkları da. Rüzgar sörf yapmaya elverişli. Fas’daki son akşamımızda kahvemizi mavi gökyüzüne, okyanusa bakarak ve martıların seslerini dinleyerek yudumluyoruz.


Fas gezisi bitti. Fes ve Marakeş unutulamayacak şehirler. Bunun da ötesinde gördüğümüz zellij sanatı, alçı ve ağaç işçiliği eşine ender raslanır güzellikte. Hoşçakal Fas... Bunun devamı, Endülüs olmalı. Neden olmasın?


Kaynak: OLAY SALCAN / Leyleğin Güncesi