14 Temmuz 2017

DÜNYANIN EN ŞİRİN GÜNEŞ ENERJİ TESİSİ PANDA ŞEKLİNDE







Kim demiş güneş paneli tesisleri sevimli olamaz diye? 
Çin’in Datong şehrindeki Panda Enerji Santrali, ülkenin değerli hayvanı olan panda şeklinde ve ilk faz 50 megawatt (MW) temiz enerji sağlıyor. Panda Green Energy şirketi, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile yaptığı bir anlaşma uyarınca yenilenebilir enerjiyi desteklemek için tesisatı döşedi. Devasa güneş santralinin ilk fazı şebekeye bağlandı. Kurulu gücü toplamda 100 MW’a ulaşacak Panda Enerji Santrali‘nde pandanın kulakları ve kolları gibi siyah kısımları tek kristalli silisyum güneş pillerinden, gri-beyaz göbeği ve yüzü ince film güneş pillerinden oluşacak.
Panda Güneş Santralleri, temiz enerji sağlamanın yanı sıra Çin’deki gençleri sürdürülebilir kalkınmaya teşvik etme çabasının bir parçası. Panda Enerji Santrali’ndeki bir gençlik merkezi, okul çağındaki çocuklara güneş enerjisinin faydalarını ayrıntılı olarak anlatacak.

Çin dışında da inşa edilebilecek Şirkete göre, 100 MW’lık Panda Güneş Santralleri 1.056 milyon ton kömürden tasarruf ederek ve karbon salınımını 2.74 milyon tona kadar azaltarak 25 yılda 3.2 milyar kilowatt-saatlik Yeşil Enerji sağlayabilecek.


Panda Green Energy şirketi, Çin Başkanı Xi Jinping’in ekonomik kalkınma stratejisi olan ve 21. yüzyılın Deniz İpek Yolu olarak da bilinen Kuşak ve Yol bölgelerinde, Panda 100 Programı’nın bir parçası olarak gelecek 5 yılda daha çok tesis kurmayı planlıyor. Strateji Avrasya ülkeleri arasındaki işbirliğini hedeflediğinden bazı tesisler Çin dışında inşa edilebilir.
UNDP de Panda Green Energy’nin en büyük hissedarlarından olan China Merchants New Energy ile birlikte yaz kampları ve tasarım yarışmaları düzenleyerek Çin’de yenilenebilir enerjiye teşvik ettirmeyi planlıyor.
Kaynak:Inhabitat
BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014







KONUŞUN BİZİMLE!


Anne, baba, bizimle konuşun!


Birçok ebeveyn çocuklarıyla etkili iletişim kurmakta zorlanıyor. Kimi ebeveynler çocukların, anne-baba arasındaki tartışmaları görüp duyması, ancak bundan yaralanmaması gerektiğini düşünürken, kimileri de her türlü çatışmadan korkuyor.
Boşanma, ölüm, cinsellik... Ebeveynler çocuklarıyla neden konuşmalı?
Ebeveyn-çocuk arasındaki iletişimsizlik felaketle sonuçlanabilir. İletişimsizlik yüzünden çocuk kendini vazgeçilmiş, izole edilmiş hissedebilir ve bunlar da giderek daha çok endişelenmesine ve zorluklarla mücadele edememesine neden olur. Oysa akla gelen her şey hakkında konuşmak, ilişkilerin olgunlaşmasını, daha rahat ve mutlu bir zemine yerleşmesini sağlar. Etkili iletişime başlamak için en iyi yollardan biri, çocuğa ebeveynleriyle her konuyu çekinmeden konuşabileceğini hissettirmektir.
Dinleyin
Çocuğunuz sizinle konuşurken gazete okumak ya da televizyon seyretmek, onu dinlediğiniz anlamına gelmez. Ergenlik dönemindeki bir çocuk cinsellik hakkında sorular sorarken elinizdeki işi gerçekten bırakamayacak durumdaysanız en azından şunu söyleyebilirsiniz: “Bu meselenin senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Biraz sonra konuşsak olur mu?” Ve tabii konuşmak için bir zaman belirleyin ve asla ertelemeyin.
Ciddi konuşmaları planlayın
Eğer taşınma, boşanma, yeni kurallar ya da yeni sorumluluklar söz konusuysa, gereken konuşmayı herhangi iki iş arasına sıkıştırmayın. Mutlaka bütün aile bireylerinin katılacağı bir buluşma düzenleyin ve herkese düşüncesini dile getirme fırsatı verin. Başlangıçta bu türden buluşmalar tuhaf karşılanabilir. Ama aynı zamanda her bir bireyin aile ilişkilerine ne denli önem verdiğini göstermesi için de fırsat yaratır.
Sessizlik karşısında anlayış gösterin
Eğer çocuğunuz bir konuyu belirli bir zamanda konuşmak istemiyorsa -ki ergenlik çağında genellikle böyle olur- buna saygı gösterin. Ona yalnızca, istediği her an sizinle konuşabileceğini hissettirin yeter.
Beden diline dikkat
Üst üste atılmış bacaklar,kızgın ya da sabırsız bakışlar iletişimi hiç de kolaylaştırmaz. Eğer çocuğunuz yerde oturuyorsa, siz de onunla yere oturun, seviyenizi eşitleyin ve göz teması kurarak konuşun ki onu dinlediğinizi anlayabilsin.
Soru sorun
Çocuğunuzla ne konuşacağınızı bilmediğiniz zamanlar olacaktır. Böylesi durumlarda konuyu açmasını ondan bekleyin. Bunun için de soru sorun: “Ee, neden bahsedelim istersin?” iyi bir başlangıç olabilir. Ayrıca onlara evet ya da hayır şeklinde cevaplanamayacak, açık uçlu sorular da sorabilirsiniz ve başlayan sohbeti aynı şekilde yönlendirebilirsiniz.
Zamanlama önemli
Önemli bir meseleyi çocuk okuldan gelir gelmez tartışmayın. Ya da iş yerinde geçirdiğiniz kötü bir günün sonrasında geçiştirmeye uğraşmayın. Sizin de kendinizi iyi hissettiğiniz, sakin olduğunuz zamanlar böylesi konuşmalar için çok uygun.
İyi ve kötü iletişim
Etkili bir iletişim çocuklarınıza yardım etmeniz için önemli. Ortada bir sorun varsa yalnızca sizi dinlemelerini istemekle yetinmeyin, onlara da fikirlerini sorun.
Yargılamayın ve etiketlemeyin. Çocuğunuz bir konuda fikirlerini söylerken, “Offf saçmalama, çok tuhafsın” gibi cümleler kurmayın. Böyle yaparak onu düşüncelerini sizinle paylaşmaya teşvik etmiş olmazsınız.
Kişiyle değil, sorunla uğraşın. Çocuğunuza, “Çok tembelsin” demek yerine “Köpeğin yemeğini vermemenden bıktım” deyin. Özellikle ergenlik evresindeki çocuklara örneğin sigara içtikleri için sorumsuzluk gösterdiklerini vs. söylemeyin. Onlara neden ve nasıl sigara içmeye başladıklarını sorun. Güvenlerini kazanın ve bu soruna birlikte çözüm bulmaya çalışın.
Sürekli nasihat vererek çocukların sizi dinlemesini sağlayamazsınız. Eğer böyle yaparsanız size karşı isyankar ve savunmacı olacaklardır.
Bölmeyin. Çocuğunuza cümlesini bitirmesi için fırsat tanıyın. Bazı şeyleri nasıl söyleyeceğini bilemediği için lafı uzatıyor olabilir. İzin verin kendini ifade etmenin yolunu bulsun. Durdurmanız iletişiminize zarar verecektir.
Çocuğunuzu aşağılamayın. Ona bağırmayın, lakap takmayın, sürekli suçlamayın ve kendisini tuhaf hissetmesine neden olmayın.
Yalan söylemeyin. Çocuğunuzla cinsellik konuşmak size rahatsız edici gelebilir. Ama siz ona ne kadar dürüst davranırsanız o da size o kadar dürüst olacaktır.

Duyguları inkar etmeyin. Çocuğunuz bir yarışta yenik düştüğü için üzüldüğünde, ona her şeyi unutmasını teskin etmek yerine, bırakın duygularını ifade etsin. Şunu söylemeniz yeterli: “Biliyorum kazanmayı çok istedin. Kimi zaman kaybetmek gerçekten zordur.”
Kaynak: kadınlarbilir.com



28 Haziran 2017

GIDA SEKTÖRÜ İÇLER ACISI DURUMDA



YILMAZ ÖZDİL:
Askerlerimizi kim zehirliyor?
 
​Fırınlarda fareler cirit atıyor.
Pastaneler hamamböceği dolu.
Tuvalette dondurma yapıyorlar.
Baklavaya antep fıstığı yerine ezilmiş bezelye koyuyorlar.
Kırmızı biberde kiremit tozu var.
Zeytini koyu siyah olsun diye ayakkabı boyasıyla yıkıyorlar.
Bayat tavuk beyaz görünsün diye klora batırılıyor.
Küflenmiş peyniri jel ile harmanlayıp, taze kaşar diye kakalıyorlar.
Lahmacunda yağ külü var.
Kemik öğütüp salam yapıyorlar.
Sosis horoz ibiğinden.
Dönerde bağırsak var.
Tavuk dönerinde deri var.
Kendisi zaten mikrop yuvası olan birbirinden cahil işçiler, kontrolsüz yemek fabrikalarının mutfağında yatıyor, kazanlar leş.
Geçenlerde Türkiye Ziraatçılar Derneği ifşa etti, yoğurda domuz kemiğinden yapılan jelatin katılıyor, yüzde yüz dana eti diye satılan sucuklarda at ve eşek eti bulundu, sucuk-salam imalatında kullanılan sarımsak kireç suyunda soyuluyor, tereyağına patates karıştırılıyor, tulum peynirine nişasta koyuyorlar, sakatatı boyayıp hazır kıymaya katıyorlar, çikolatalarda şekerlemelerde hayvan yemi var, kuru üzüm daha dayanıklı olsun diye kurutulmadan mazota bulanıyor, zeytin çabuk kararsın diye zeytin havuzlarına paslı demir atılıyor, kaçak sigaralarda tütüne talaş ilave ediliyor.
 
Kakaolu fındık kremasında kakao yerine keçiboynuzu var.
Beyaz peynire parlaklık versin diye kireç katılıyor.
Peynir dedim aklıma geldi, elalemin ülkesinde köpek mamasını bile ambalajda satıyorlar, bizim kahvaltıda çocuğumuza yedirdiğimiz peyniri pazar tezgahında parmaklamayan kalmıyor.
 
Kepekli-çavdar denilen ekmeklere kakaoyla renk veriliyor. Çiğ süte, daha fazla peynir elde etmek için şeker gübresi konuluyor, sütün ekşimesini önlemek için hidrojen peroksit ve formaldehit koyuyorlar, ekşimiş sütün ekşiliğini almak için soda, kostik ve trisodyum sitrat koyuyolar, sütün öz yağı alınıyor, yağlı süt izlenimi versin diye margarin katılıyor.
 
Zeytinyağına kanola karıştırılıyor, eskiden ucuz diye ayçiçeği yağı karıştırılıyordu, şimdi daha ucuz diye kanola karıştırılıyor, yarın öbür gün kullanılmış motor yağı karıştılırsa şaşma… Anca sabun üretiminde kullanılan yüksek asitli yağlar, ısıl işlemden geçirilip natürel sızma zeytinyağı diye satılıyor.
 
Arı görmemiş bal var!
 
Ticari glikozun içine biraz polen, biraz renklendirici ve esans ilave ediliyor, bal imal ediliyor. Petekli ballarda saf balmumumdan yapılmış petek kullanılması gerekirken, çok daha ucuz olan petrol ürünü mumdan petek kullanılıyor.
 
Bitkisel baharatların içine kurutulmuş ot karıştırılıyor.
Tahini soyayla yapıyorlar.
Kaçak çayı domuz kanıyla renklendiriyorlar.
 
Tarım Bakanlığı denetim sonuçlarını açıkladı… İstanbul'da bir börek salonunda, kol böreğinde at eti çıktı. Bursa'da pidecide, eşek eti çıktı. Denizli'de pidecide, bağırsak çıktı. Ankara'da köftecide, dana köfte harcında tavuk ayağı çıktı. Kahramanmaraş'ta antep fıstığı ezmesinde boya çıktı. Afyon'da sucukçuda tükrük bezi çıktı. Niğde'de bitkisel doğal üründe ilaç çıktı! Mersin'de bitkisel doğal üründe ilaç çıktı! Hatay'da zeytinyağcıda tohum yağı çıktı.
 
İstanbul'da bir pastane basıldı, çöpten topladıkları bayat ekmekleri kurutup un haline getirdikleri, pasta ve kurabiye yaptıkları, hatta başka pastanelere ucuz yollu sattıkları ortaya çıktı.
 
Aydın'da mübarek ramazan ayında sokak iftarlarının en büyük tedarikçisi olan yemek fabrikasında, domuz eti çıktı.
 
*
Hal böyleyken…
Askerler yemekten zehirlendi, Türkiye ayağa kalktı, sabotaj mı var, komplo mu, televizyonlarda endişeli tavırlarla tartışılıyor, acaba dış güçler mi yapıyor, nasıl olur da askerler zehirlenir filan.
 
*
Kardeşim!
Danimarka'da mı yaşıyorsunuz?
Finlandiya mıdır burası?
 
*
Gıda sektöründe “merdivenaltı” tabir edilen, denetlenemeyen firma sayısı 350 binden fazla bu ülkede, 350 binden fazla… Sahteci gıdada her yıl 12 milyar dolar dönüyor.
 
*
Normalde kanalizasyon inşaatı yapması bile sakıncalı tipler, yemek fabrikası kuruyor, iktidardan adamını bulup kamu ihalesi kapıyor. 12 milyar dolardan pay almak için babasını doğrayıp kıymaya katacak tipler “catering” işi yapıyor!
 
*
Kanser oluyoruz, kalp hastası oluyoruz, tansiyon, şeker hastası oluyoruz, hamilelerde düşüğe yolaçıyor. İddia ediyorum, gıda terörünün bu topraklarda öldürdüğü insan sayısı Pkk'dan fazladır.
 
*
Dolayısıyla… Bu hijyenik (!) bilincimizle, askerlerin zehirlenmesi değil, zehirlenmemesi haberdir!


Kaynak: YILMAZ ÖZDİL

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014

26 Haziran 2017

BAYRAMLIK AYAKKABILAR













BAYRAMLIK 
AYAKKABILAR

Evde büyük bir telaş vardı,
Üç gün sonra bayramdı.
Börekler açıldı, sarmalar sarıldı,
Hazırlıklar hemen hemen tamamdı.
Elbisemin kumaşı keten ve desenli,
Üzerinde yelkenli resimleri,
Büzgülüydü kısacık eteği,
Bayram yaza geliyordu besbelli.
Eksik olan tek şey ayakkabılar.
Bu kargaşada ya unuturlarsa?
Denizciydi halamın oğlu, binbaşı.
Sabah işe giderken halam hatırlattı.
Fethi, akşam işten dönerken
Ayakkabı getir çocuğa Kadıköy’den.
Kızamıktan daha yeni kalktı,
Tam iyileşemedi, gezemeyiz pazar-çarşı.
Bir kâğıda çizildi ayağın şekli,
Bu işin garantisi demekti.
İple çektim akşamı, ayakkabılar geldi.
O da ne? Ayakkabılar iki,
Kırmızısı rugan ve atkılı,
Burnu açık ve kremdi öteki.
Seç hadi dediler bunlardan birini.
Seçemedim, ikisi de birbirinden güzeldi.
Halam dedi ki usulca;
Yatarken nasılsa beğendiğini alır koynuna,
Seçimini anlarsın şimdi sorma boşuna.
Uyku vaktim gelince alıp iki çifti de
Uyudum büyük bir keyifle.
Uyandığımda, ağabeyim çoktan gitmişti işe.
Akşam işten dönünce atlayıp kucağına;
Hani dedim götürecektin birini?
Unuttun mu yoksa geri götürmeyi?
Kıyamadım, dedi beğenmiştin ikisini de.
Ne yani, bana mı kaldı dedim şimdi bunlar?
Okşayarak başımı dedi elbette;
Bu bayram gezersin biriyle,
Kurbanda giyersin ötekini de…
Veda vakti gelince, sanıyorum sadece
Bayramlık ayakkabıları götürebildi öteye.

Naime ÖZEREN

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014



24 Haziran 2017

Duran Kaya: "HODRİ MEYDAN"

Görüntünün olası içeriği: bitki, çiçek ve doğa

Niksarlı Veteriner Hekim DURAN KAYA iddialı..

Niksar'da yıllar boyunca yaptığım doğa yürüyüşlerinde karşılaştığım ve fotoğrafladığım SALEP (ORKİDE) çeşitlerini paylaşarak hem doğamızdaki güzellikleri ve çeşitliliği hem de paylaştığım salep çiçeklerini bayram hediyesi olarak sizlere sunmak ve farklı bir bayram kutlama mesajı vermek istedim.
Buradan bir çağrıda bulunuyorum:
Niksar coğrafyasında paylaştığım salep çeşitlerinden farklı bir salep çeşidi bulan kişi o çiçeğin Niksar'da bulunduğuna dair geniş açılı fotoğrafını çekip paylaşırsa Niksarlı Çini Sanatçımız Tülay Atila'nın yaptığı çini tabaklardan hediye edeceğim. Ama bulamayacaklar. "Bulurum!" diyenlere ben de "HODRİ MEYDAN" diyorum. 
Bu bilgileri burada paylaşırken bir çekincemi belirtmek istiyorum. Bizim albümlerimizi bir çok kişinin izlediğini biliyorum. Bu kişiler içinde art niyetli kişilerin de olabileceğini düşünerek onlara seslenmek istiyorum: 
Efendiler! Üç beş kuruş için dağların-ormanların bu güzellerine kıymayın. Bırakın yaşasınlar! Güzelliklerini, bu gün bizlere olduğu gibi yarınlarda da torunlarımıza cömertçe sergilesinler. Torunlarımızın bu güzellikleri görmelerine kısa vadeli ve küçük hesaplarınız için engel olmayın! 

Kıymayın...


Kaynak: Vet. Hekim DURAN KAYA
   https://www.facebook.com/duran.kaya.549/media_set?         set=a.10155436294374383.103742103.711309382&type=3

Vet. Hekim DURAN KAYA doğayla baş başa.. 


TÜM TAKİPÇİLERİMİZİN BAYRAMINI KUTLUYOR, ESENLİK VE BARIŞ İÇİNDE YENİ BAYRAMLARDA BULUŞMAYI DİLİYORUZ.. KALEIDOSCOPE


23 Haziran 2017

TARLADA TARİH GİZLİ

Adıyaman'da tarlasını süren mozaik buluyor! 

Bir çiftçi 1.500 yıllık tarihi gün yüzüne çıkardı.


Son günlerde mozaik keşifleriyle adından sıkça bahsettiğimiz Adıyaman'da yine bir tarihi güzelliğin kapısı aralandı. Adıyaman'ın Besni ilçesinde bir çiftçi, tarlasını sürdüğü sırada milattan sonra 5. yüzyıldan kalma dört metre uzunluğunda mozaik buldu.


4 metre uzunluğunda
AA'dan alınan bilgiye göre, ilçeye bağlı Sugözü Mahallesi'nde çiftçilik yapan Mehmet Dağ, tarlasını sürdüğü sırada üzerinde çeşitli figür ve yazının yer aldığı dört metre uzunluğunda mozaik buldu.
Doğu Roma dönemine ait
Dağ'ın durumu bildirdiği jandarma ekipleri, tarlaya gelip inceleme yaparak Müze Müdürlüğüne bilgi verdi.
Ayrıca mozaiğin tahrip olduğu ifade edildi...
Müze Müdürlüğüne bağlı arkeologlar tarafından yapılan incelemede ilk belirlemelere göre, yapının Doğu Roma dönemine ait ve bin 500 yıllık olduğu belirlendi. Ekiplerin, detaylı çalışma yapacağı belirtildi.
İki gün önce de Adıyaman'da Roma dönemine ait bir mozaik bulunmuştu. 

Ayrıca mozaiğin tahrip olduğu ifade edildi...

DHA'da yer alan haber göre ise mozaik ekipler tarafından sökülüp Şanlıurfa’ya götürüldü. 

Kaynak: ONEDİO

21 Haziran 2017

Av. Hasan Tahsin ÜNER: 'ADALET'İN ALT BAŞLIĞI 'DENGE'
























Hukuk Fakültesi’nde bize; hukuk normlarının yasa koyucu ve uygulayıcıları tarafından yaşama geçirilirken -olmazsa olmaz sayılan- şu üç ana kurala önemle dikkat edilmesi gereği öğretildi: 1- Genellik, 2- Eşitlik, 3- Denge… Kabaca ‘Genellik’; kuralların genel, herkese ve her şeye yönelik olması, ‘Eşitlik’; hiçbir kişiye ve hiçbir şeye ayrım / ayrıcalık yapılmaması / herkesin yasalar önünde eşit olması, ‘Denge’ ise; olaylar ve suçlar ile bunların karşılıklarının / yaptırımlarının / cezalarının dengeli olması gereğini vurguluyordu.

Genellik ve eşitlik ilkesinin ülkemizde ve bizim gibi bilimsel, kültürel ve demokrasi açısından geri kalmış ülkelerde ne denli uygulandığı sorusunun yanıtını, okurlarımızın vicdanlarına sunmak isterim. Ancak ben bu yazımda daha çok ‘Denge’ kavramı üzerinde durmak istiyorum. Hukukta -özellikle Ceza Hukukunda- olaylarla / suçlarla karşılıklarının / yaptırımlarının / cezalarının dengeli olması gereği dediğimiz şey; her olayın / suçun ağırlığına ve ürettiği sonuca göre kişiye ceza verilmesi, yani suçun kişiye ve kamuya yönelik yarattığı tahribatın / mağduriyetin derecesi, ciddiyeti ve önemine göre karşılık bulması, sözgelimi hırsızlık yapan ya da kavga eden bir kişiye verilecek ceza ile adam öldüren bir kişiye verilecek cezanın aynı olmaması esasını içermektedir.

Hep sorgulamışımdır: Bizi yönetenler ve hakkımızda karar verenler -ve hatta zaman zaman toplumun büyük kitleleri- her şeyde / her uygulamada dengeye dikkat ediyorlar mı? Ne yazık ki, hiç sanmıyorum. Sıkıyönetim / Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde kutsal savunma görevini layıkı ile yapmaya çalışan bir avukat idim. Pek çok meslektaşımın -ne yazıkki- korkarak girmediği bu davalarda çok acı ve vicdanları parçalayan olaylarla karşılaştım. (Ben, yaşamım boyu hiçbir zaman suçun ve gerçek anlamda suçlunun yanında olmadım. Ancak herkesin -ayrımsız olarak herkesin- kutsal savunma hakkını kullanmasının vazgeçilemez olduğunu, bu yolda da avukatların onlara yardımcı olması gerekliliğini temel ilke belledim. Zira mesleğim ve vicdanım da bunu gerektirir. Zira ben, ‘ama’, ‘ancak’ demeden insanı, sadece insanı savundum, savunurum. Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Laik ve Demokrat olmaya çalışmamın temeli de budur. Sonuçta kararı, Yargıçlar verecektir. İnancıma göre Tanrı’nın her şeyi bilmesine karşın insanları sorguya çekip savunmalarını alacak olması ne denli anlamlıdır. Benim görevimin -ki kamu görevi olup hukukun / adaletin üçayağından biridir- kutsallığının kaynağı budur, diye düşünürüm.) 

Yakın geçmişte -özellikle 12 Eylül sonrası- bir solcu avı başlamıştı. Suçlu-suçsuz pek çok kişi bu fırtınada savruldu. Ne canlar yandı, ne gençler, ne ana babalar perişan oldu, hatta intiharlar bile görüldü. Yıllarca süren işkence ve tutukluluktan sonra bunların çoğu beraat etti. –Ama neye yarar?- Hala daha unutamadığım yürek yakıcı bir olay da şuydu: 17-18 yaşlarında bir müvekkilim, cezaevinde aklını yitirmiş ve intihar etmişti. Kısa bir süre sonra aynı dosyadan yargılanan ağabeyi dahil tüm sanıklar beraat etmişti oysa.. Sonrasında da bacısı, babası ve ağabeyi de peş peşe kendilerini astılar.. Demek ki beraat ve tahliye bile ruhlardaki haksız yapılan o büyük tahribatı onaramıyordu… Hangi vicdan verecekti bunun hesabını… Dahası; gerçekten bunun bilincinde olan, hesap soran var mı ki toplumda… Sonra bir bölücü örgüt fırtınası, arkasından bir Hizbullah fırtınası ve nihayet bir Feto fırtınası koptu. Yanlış anlaşılmasın; bütün bunlar; halkımıza, devletimize ve insanımıza yönelik cinayet şebekeleri elbette. Ama benim derdim o değil. Bunların hepsinde inanın; sapla saman at izi ile it izi birbirine karıştı, karıştırıldı. Egemen güç, başka niyetlerinin gereğini de bu fırtınalarda uyguladı. Armutlarla elmalar aynı çuvala kondu hep. Gerçek suçlular yanında pek çok suçsuz, çok acılar çekti. Bazıları suçsuz yere canından oldu. Geride sadece ‘AH’larını bırakarak. Bu ahların önemini ve doğuracağı sonuçları düşünen oldu mu?.. Hala daha günümüzdeki yaşananlara bakarak olumlu yanıt verebilir miyiz bu soruya?...

Bir fırtına sırasında kaçmayı, yakalanmamayı başarmış bir elebaşının, öteki fırtına döneminde gelip teslim olduğunu, ancak Mahkemelerin o anki suçlara odaklanması ve yapılmış olan yasal değişiklikler nedeniyle beraat ettiğini de hatırlarım. Unutmayalım ki fırtınalar; duygusal, tepkisel, öfkesel ve mantığı dışlayıcı olgularla yoğrulmuştur. O nedenle ben toplumsal fırtınalardan her zaman korkmuşumdur.

Devletin, adil, kalıcı, tutarlı, güven verici vs. gibi değerlere sahip olması ve bunları hiçbir dönemde ve hiçbir nedenle yitirmemesi gerektiğini düşünmez, istemez miyiz hep?...Kararlar ve uygulamalar yüzyıllar boyu kitleler tarafından beğenilerek sürdürülmeli değil mi? 
Ancak yaşadıklarımız ve gördüklerimiz böyle mi?... Bir dönem baş tacı edilen olgular ve kişiler hemen peşi sıra tu kaka edilmiyor mu? Yada bunun tersini sürekli yaşamıyor muyuz? Ne yaman çelişkidir bu!... 
Modern hukukta en çok dikkat edilenlerden biri olan bu kural aslında varlığın / yaratılışın da temel unsuru olarak karşımıza çıkıyor. En çok izlediğim ve etkilendiğim belgeseller, varlığın / evrenin oluşumu ve evrimleşmesi ile ilgi olanlardır. Orada da en dikkat çekici olgu; dengedir. Gerçekten o korkunç boyutlardaki varlıkların belli bir dengedeki hareketleri ne denli görkemli ve etkileyicidir.

Belki pek farkında değiliz ama toplum ve birey olarak günlük yaşamımızda da dengenin, dengeli olmanın gereğini hep görmüyor muyuz? Yediğimiz yemekte bile, damak tadı dediğimiz şeyin oluşabilmesi için dengenin varlığını aramıyor muyuz? Yağı, tuzu, baharatı, sosu vs. dengeli olmazsa tattan, lezzetten söz edebiliyor muyuz?
Bir de kendimize dönelim ve şöyle düşünelim isterseniz: Günlük yaşamımızda, düşüncelerimizde, yargılarımızda, uygulamalarımızda, davranışlarımızda dengeli olabiliyor muyuz hep? Empati ve olayları her boyutu ile ele almak temel kuralımız mı?

Kısacası dengede uyum vardır, adalet vardır, barış vardır, gerçek ve kalıcı başarı vardır, gerçek mutluluk vardır. Bunu hiç unutmayalım. Unutmayalım ki; güçlü olan değil, uyum sağlayan, adil ve dengeli olan kalıcıdır. Güçlü olan, gücü yetenin de adalete ihtiyacı vardır. Adalet; insanın ve toplumun vicdanıdır…

Av. HASAN TAHSİN ÜNER
Tarsus - 19.06.2017

BLUE CRYSTAL GÜZELLİK MERKEZİ - TOKAT  ww.bcguzellik.com Tel: 0356 214 0014


16 Haziran 2017

UZAKTAKİ YAKIN: TUNUS


Akdenizle Çöl Rüzgarlarının Harmanlandığı Yer: TUNUS



Son zamanlardaki “Arap Baharı” diye adlandırılan demokratik hareketlerle adından çok söz edilen Tunus’a yolum düştü. Gitmeden önce birçok arkadaşım bölgedeki olaylar nedeniyle "güvenli bir ülke" olmadığı noktasında uyardılar. Uyarılar beni durdurmaya yetmedi. Tunus'u kendim görmek ve deneyimlemek istedim. Bundan önce de bazı ülkelere ziyaretim olduğunda, aynı uyarılarla karşılaşmıştım. Bunların medyada yayınlanan bazı haberlerin tek taraflı ve yanlış değerlendirmeleri olduğunu da o ülkeleri gezdiğimde anladım.
Tunus’a gidip gördüğümde de ne kadar haklı olduğum bir kere daha ortaya çıktı. Tunus, son derece sakin, güvenli ve gidip görülecek bir ülke. Gerçekten orada hem sonbaharı hem de "Arap baharı"nı birlikte yaşadım. Türkleri de çok seviyorlar. Özellikle Türk olmanız, ayrıcalıklı olmanız demek. Zaten Türklere "kardeş" diye hitap ediyorlar.

Tunus, her şeyden önce bir Akdeniz ülkesi. Akdeniz’in o büyülü havasını burada da hissediyorum. Tunus’un en büyük özelliklerinden birisi de beyaz badanalı, mavi kapı ve pencereli, çatısız evleri. Bunlara o güzelim işlemeli kapılar da eklendiğinde göze hoş gelen bir görüntü ortaya çıkıyor.

Şu bir gerçek ki, Akdeniz’de denize girmek, nefis deniz ürünlerini tatmak başlıbaşına bir keyif.  Işıl masmavi bir deniz, upuzun kumsallar, sahil boyunca uzanan denize sıfır lüks oteller, tarih, kültür, misafirperver bir halk ve çok daha fazlası var Tunus'da...
Sahip olduğu eşsiz değerlere bugüne kadar sahip olmadığı demokrasiyi ekleyerek kendisine yeni bir gelecek oluşturma çabaları içerisinde olan Tunus’u yerinde tanımak, güzel insanları ile birlikte, güvenlik içerisinde bir müddet beraber olmak için; Tunus, gezi listesinin şimdiden başına konulacak bir ülke olmayı hak ediyor.

Uçağımız "Tunus" adı ile anılan başkentine gece geç saatlerde indiğinden hemen odama dinlenmeye çıkıyorum. Güzel bir uyku ve enerji veren güçlü bir sabah kahvaltısının ardından ilk önce başkenti keşfetmeye başlıyorum. Otelden adımımı dışarıya attığım anda kendimi bu güzel ülkenin cazibesine kapıldım diyebilirim. Tunus'da geçirdiğim bir hafta rüya gibiydi. Rüya aleminden aklımda kalanları sizlere aktarmaya çalışacağım. Tabii ki her gezdiğim yeri ve gördüklerimi sizlere burada anlatmak mümkün değil. Daha ziyade beğeneceğinizi umduklarımın bazılarını aktaracağım. Tunus hakkında daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız, yalnızca gitmenizi öneririm. Öğrenmenin en güzel yolu bu.

Kentin en önemli ana caddesi Habib Burgiba. Gündüzleri çalışma hayatının hareketli kalabalığına, akşam saatlerinde ise iki taraflı kafelerinde nargilelerini tüttürürken, sıcak çaylarını içen insanların sakinliğine sahip. 


Başkentin önemli bir yeri olan bu bulvarın her iki ucundaki 7 Kasım ile Bağımsızlık meydanları, bu bulvara ifade ettikleri ile bir farklılık katıyorlar.

ESKİ KENT EL MEDİNE

Tunus’un geleneksel el sanatlarının tezgahlarda sergilendiği “suk” denilen inişli çıkışlı, labirent gibi sokaklarında yürümek geçmişe yapılan bir yolculuk gibi. Zaman, sanki burada durmuş. Bir turistin gittiği yerde görmeyi hayal ettiği yerlerden birisi bu suklar.

Kapalı çarşı, Osmanlı mimarisinin güzel ve alışılmış örneklerinden birisi. Dışarıdaki sıcak ve rutubetli havadan sonra, buradaki serin hava iyi geliyor. Cana yakın satıcıları, kendine özgü rengarenk vitrinleri ile çarşının sonuna ulaştığımda dikkati çeken eser, her yerden görülen kare biçimli minaresiyle Kuzey Afrika’nın en büyük camilerinden birisi olan "Zeytin Camisi"

İnşasına 732 yılında başlanan, 13 asırlık geçmişi ile 5 bin metrekareye kurulmuş muhteşem bir tarihi eser. Camide dikkatimi çeken, klasik geleneksel kıyafetleri ile dolaşan; içeride ve avluda uyuyan Tunuslular. Daha da önemlisi Kartaca antik kentinden getirilerek caminin inşaatında kullanılmış 160 sütun.



Başkent’te çok sayıda Osmanlıdan kalma tarihi eser var. Hatta şunu söyleyebilirim ki en güzel eserler Osmanlı eserleri ve hala kullanılıyorlar. Hükümet meydanında hastane dahil devlet tarafından kullanılan bir çok bina Osmanlılardan kalma. Hepsi tek tek görülmeye değer.

KARTACA VE HANNİBAL

Gebze’ye gittiğimde mezarını saygı ile ziyaret ettiğim tarihin en büyük politikacı ve askerlerinden olan Hannibal’in memleketi Tunus. Başkent yakınlarında harabeleri bulunan Kartaca, bir zamanlar Hannibal ile Roma İmparatorluğu’na zor zamanlar yaşatmış ve çok uğraştırmış. Hannibal, 30 kadar savaş fili ve yaklaşık 30 bin askeriyle müthiş zorluklarla dolu, inanılmaz bir yol kat ederek; İber Yarımadası, Pireneler ve Alpler'i aşıp, kuzey İtalya'ya girer ve önemli çarpışmalarda Roma ordusunu bozguna uğratır. Roma’ya kadar gelen Hannibal, Roma’yı yıkmaz. Daha sonra Romalılar toparlanıp Kartaca'ya saldırır, Hannibal’ı yener ve Kartaca’yı yıkarlar. Onun Romalılara yapmadığını; Romalılar Kartaca’ya yapar. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde olan Kartaca, Başkent’e çok yakın.


SİDİ BOU SAİD

Akdeniz’in mavi rengi ile dalgalarının köpüklerinin beyaz renginin karada yansıması ve yasemin kokulu Sidi Bou Said. İnsana huzur veren bir yer. Birbirine yakın, gölgelerinin üst üste geldiği beyaz badanalı evlerinin, mavi kapı ve pencereleri ile verdiği sakin görüntüsü insanı dinlendiriyor.



Tarihte önemli bir yer tutmuş ve Roma İmparatorluğu’na zor anlar yaşatmış Kartaca sahilllerinde yer alan, küçük ama çok şirin kasaba. İsterseniz Akdeniz’e bakan lokanta ve kafelerinde, isterseniz dar sokaklarının kesiştiği köşe başındaki gölgeli ve serin kafelerde bir bardak Akdeniz’in havası ile tatlandırılmış çayınızı içerken yorgunluğunuzu atabilirsiniz.


Hediyelik eşya dükkanlarındaki çeşitlilik ve renkliliğin bu şirin kasabaya kattığı canlılığın cazibesinden kurtulmaya çalışmayın. Bırakın kendinizi, baş döndürücü yasemin kokularını soluyarak Sidi Bou Said’in insanı rahatlatan güzelliğinde ve dar sokaklarında kaybolun, güzelliklerin tadını çıkarın. Emin olun Akdeniz, Sidi Bou Said’de bir başka güzel.

























AMFİTİYATRO-EL JEM

Roma İmparatorluğu’nun ihtişamının bugüne kadar gelmiş büyük bir göstergesi olan amfitiyatro, küçük bir kasaba olan El Jem’de bulunuyor. Bu küçük kasabaya girildiğinde insan, böyle muazzam bir tarihi eserle karşılaşacağını hiç ümit etmiyor. Evet amfitiyatroyu görmeye geldim, ama insanı gördüğünde büyüklüğü ve heybeti ile bu kadar şaşırtan bir eser beklemiyordum.

Yapılışı 3. yüzyıla kadar giden, gerçekten son derece iyi korunmuş bir eser bu. Benzeri Roma’daki Colosseum’dan daha küçük olan bu tiyatro, 35.000 kişi alan seyirci kapasitesi ile insanı kendine çekiyor. Seyirci yerlerine oturup döğüşlerin yapıldığı arenaya baktığınızda kendimi bir anda gladyatörlerin birbirleri ile yaptığı kanlı döğüşlerini izler buluyorum. Kılıç ve mızrak şakırtılarını, seyircilerin coşku dolu bağırmalarını duyabiliyorum. Bir kapının açılıp kana susamış arslanların alana doğru koştuğunu görebiliyorum.

KAIROUAN

Kairoun, 670 yılında Hz. Muhammed’in sahabelerinden Ukbe Bin Nafi tarafından kurulmuş, dünyanın dördüncü Müslüman merkezlerinden birisi olması nedeni ile Müslümanlar tarafından özel bir öneme sahip Kuzey Afrika’nın ilk kutsal şehri. Şehirde sahabe ve evliyaların türbeleri, camiler ile her yıl Hz. Muhammed’in doğumunun kutlandığı Ulu Cami bulunmakta.



688 yılında yapımına başlanan ve Kuzey Afrika’nın en büyük ibadet yerlerinden biri olan Kairounan Cami, yüksek duvarlarla çevrili geniş avlusu, güneş saati, Roma ve Bizans döneminden kalma 365 adet sütun üzerinde duran tavanı, dış avludaki sütun ve kapılardaki işçiliği ile insanı büyülüyor. 


İlk bakışta kapılarındaki işçiliğin aynı olduğunu zannediyoruz. Dikkatli baktığımızda caminin kapılarındaki işçiliğinin, tamamen farklı olduğunu görebiliyoruz ki bu da camiyi diğerlerinden farklı kılan bir özellik. Ancak bana göre en büyük özellik, caminin dışındaki Sahabe mezarları. Araplarda mezar adeti olmaması nedeni ile bu mezarlar beyaz güzellikleri ile Tunus’a çok büyük değer katıyorlar.


Burada görülecek en güzel eserlerden birisi olan Hz. Muhammed’in berberi Abi Zamaa El- Balavi’nin türbesi, Endülüs ve Türk izlerini taşımakta.


TUNUS NASIL BİR ÜLKE? 

*Tunus; 3000 yıllık tarihi ile dünyada önemli bir yer işgal etmiş, Akdeniz Medeniyeti’nin önemli merkezlerinden birisi.
*Kartaca, Roma, Bizans, Arap, Osmanlı ve Tunus medeniyetlerinin güzel örneklerini sergileyen çok önemli bir müze niteliğinde bir ülke.
*Kültür ve tarihi değerlerinin yanında uzun kumsalları, deniz ve güneşi ile Akdeniz’in güzelliklerinin yaşanacağı bir ülke.
*Güneyden sapsarı sahra çöllerinin sıcak havasının Akdeniz’e geldiğinde serinlediği, Afrika ruhunun Akdeniz ritmine ulaştığı ışıl ışıl bir ülke. 

*İnsanlarının sevimli, misafirperver olduğu, güvenli bir ülke.
*Demokrasiyi kabul etmiş ve bunu geliştirmek için her türlü çabayı gösteren, bu konuda samimi ve içten önerilere açık bir ülke.
Tunus’daki en önemli turizm faaliyetlerinden birisi de, çöl turizmi. Bunun için çok iyi organize olduklarını söylüyorlar. Eylül ayında gittiğim için bu fırsatı iklimin müsait olmaması nedeniyle kaçırdım. Çöl bu aylarda hala çok sıcak olduğundan, kasım dahil kış aylarında bu faaliyetleri programa dahil ediyorlarmış. Sırf bu nedenle Tunus’a bir kere daha gidilebilir diye düşünüyorum. 

Tunus mutfağı çok geniş değil. Değişik tatlar yok. Ancak "Tacin" denilen özel kaplarda hazırlanmış bulgur yemeği çok lezzetli ve farklı bir yere konulmalı. Bunu tavuklu, etli, balıklı ve sebzeli yapıyorlar. Hepsi son derece güzel ve farklı lezzette. Tunus’a gidildiğinde muhakkak yenilmesi gereken yiyeceklerin başında geliyor.




Sözün kısası Tunus; güvenli, gidilecek, görülecek ve yaşanacak bir ülke. 

Kaynak: OLAY SALCAN - LEYLEĞİN GÜNCESİ